“En sorumsuz şirket” ödülüne aday mısınız?

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
“En sorumsuz şirket” ödülüne aday mısınız?
“En sorumsuz şirket” ödülüne aday mısınız?

İş ve siyaset dünyasının her yıl buluşma noktası Davos yakınlarında son bir kaç yıldır bir başka toplantı gerçekleştiriliyor. Sessiz sedasız yapılan bu toplantıda sivil toplum kuruluşları tarafından “sorumsuz şirketler” ödüllendiriliyor. Doğal olarak bu ödülü almaya hiç bir şirketin temsilcisi gelmiyor ama ödüle layık görülen şirketler web ortamında dünyayı her dakika turluyorlar! Göstermelik sorumluluk ile samimi sorumluluk arasındaki ince çizginin üzerinde yürümekte olan şirket yöneticileri kurumsal sosyal sorumluluk kavramının derinliklerinde yolculuk
etmeyi pek sevmiyorlar. Belki bir çoğu için bir sivil toplum kuruluşunun projesine maddi kaynak sağlamak yeterli görünüyor!
Mayıs ayında İspanya’nın başkenti Madrid’de yapılan Reputation Institute uluslararası konferansında baş rolü şüphesiz kurumsal sosyal sorumluluk konsepti oynuyordu. Görünen o ki; kurumsal sosyal sorumluluğun sadece ülkemizde değil uluslararası arenada da suyu çıkmak üzere!
Konferansta sunulan tebliğler doğal olarak kurumsal itibar ile kurumsal sosyal sorumluluk arasındaki bağları yakalamak üzerine kurgulanmıştı. Ancak, bu konseptlere ucundan ilişen herkesi bekleyen en büyük tehlike, duygu boyutu yoğun bu kavramların aslında “bumerang” şeklinde oluşmuş olması...
Tehlikenin oluşumu, kurumsal sosyal sorumluluğun bir “pazarlama aracı” haline dönüştürülmesinden kaynaklanıyor. Şirket yöneticileri doğal olarak bu alana ayırdıkları kaynağın hesabını bir şekilde verebilmenin formülünü arıyorlar. Bunu da satış ve pazarlama faaliyetleri ile ilişkilendirmenin en kestirme yol olacağını düşünüyorlar. Böylece “alan
memnun-satan memnun” bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Hatta, Madrid’de yapılan sunumlardan birinde olduğu gibi bir profesyonel ajans ortaya çıkıp bu konuda şirketlere “sertifika” vermekte olduğunu bile iftiharla söyleyebiliyor!
Kurumsal sosyal sorumluluk ile ilgili şirket performansına katkı sağlamayı düşünen yöneticilerin iki temel olguyu öncelikle içlerine sindirmeleri gerekiyor; bunlardan ilki, şirketler kurulduğu andan itibaren topluma karşı sorumludurlar. Bu sorumluluk onların isteği ile değil, toplumun beklentileri ile oluşur. Bu beklentileri sağlayamayan şirketlerin ömürlerinin ne olabileceği konusunda tartışma açılabilir. İkinci olgu ise; “sürdürülebilirlik” kavramı içinde gizlidir. Sürdürülebilirlik özünde kurumsal sosyal sorumluluk felsefesi ile donatılmış bir tez olmakla birlikte “kârlılık” karşıtı değildir. Tam tersine, şirketlerin de sürdürülebilir kârlılık içinde olmaları beklenir ama sosyal sorumluluklarını unutmadan!
Dow Jones’un 1999 yılında açtığı ikinci endeks DJSI’ın anlamı buradadır. Bir yandan finansal performansındaki sürdürülebilirliği yakalayan şirketlerin diğer yandan toplumun duyarlılıkları ve değerleri ile örtüşen bir “kalite” anlayışı ile kendilerini donatmış olmaları yatırımcılar tarafından bu endekste ödüllendirilmektedir. Normal endekste binlerce şirket varken, DJSI’de tanımlanmış denetim süzgecinden geçmiş şirket sayısı henüz mukayese edilebilir bir düzeyde değildir.
İş dünyasının merkezi örgütlerinden biri olan “dünya iş konseyi” sürdürülebilir gelişme bölümünü 2000’li yılların hemen başında oluştururken tek amacını, dünyanın önde gelen şirketlerinin başta sosyal sorumlulukları olmak üzere sürdürülebilirlik konseptine öncülük yapmaları şeklinde açıklıyordu. Nitekim WBCSD gibi, International Business Leaders Forum da çok kısa bir süre içinde gerçekten “sosyal sorumlu” olmanın ne anlama gelmesi gerektiği ile ilgili kapsamlı bir kampanyaya imza attı. Bu kurum ve kuruluşların tek amacının, kurumsal sosyal sorumluluğun “soytarılıklara” dönüştürülmesi engellemek olarak tanımlanabilir.
Günümüzde temel sorun, gerçekten sosyal sorumluluk felsefesine inanmış ve bunun gereklerini yerine getiren şirketler ve bunların yöneticileri ile, “durumdan vazife çıkartıp işin suyunu çıkartmaya” çalışanları birbirinden ayırdedecek bir sistemin ne olduğudur. Bu konuda dünyanın dört bir tarafında yapılan çalışmalar geçtiğimiz yıllarda Boston merkezli bir çalışma ile neticelendi. Global Reporting Initiative adı verilen bu çalışma, şirketlerin “Üçlü raporlama” olarak tanımlanan; finansal, sosyal sorumluluk ve ekolojik çevre ile ilgili performanslarındaki temel ilke ve standartları kapsamaktadır. Dolayısıyla, şirketler, sürdürülebilir kârlılıkları da dahil olmak üzere topluma karşı sorumluluklarını, toplumun belirlediği kural ve ilkeler çerçevesinde yine sürdürülebilir nitelikte ortaya koyabilmektedirler.
Kurumsal sosyal sorumluluk felsefesini şirketine yansıtmak isteyen yöneticilerin dikkate almaları gereken hususları alt alta sıralamak gerekirse, şu hususlara değinmek gerekir:

* Öncelikle, tüm şirket yöneticilerin bir bilgilenme sürecinden geçmesi önerilmektedir.
Bu kapsamda, yazı içinde de değinildiği gibi; International Business Leaders Forum, World Business Council Sustainable Development, Dow Jones Sustainabilitiy Index, United Nations Global Compact, gibi kurumların web sayfaları az zamanda hızlı mesafe almak konusunda yardımcı olacaktır. Özellikle, bu kaynaklarda dünya örnekleri ile kıyaslamalara gidilmesi ve felsefe ile uygulamaların hangi platformlarda bir araya getirildiğinin incelenmesi çok yararlı olacaktır.
* Kurumsal Sosyal Sorumluluk bir şirket yönetiminin “kalbi”dir. Yani iletişimcilerin işi değildir. Belki bu kapsamda oluşturulacak projelerin iletişimini yapmak iletişimcilerin görevleri arasına dahil edilebilir ancak konsept şirket yönetiminin kalitesini simgelemektedir. Bu nedenle, başta şirketin CEO’su / genel müdürü olmak üzere tüm
yönetim takımının bu konsepte aynı pencereden bakıyor ve sahipleniyor olması gerekmektedir.
  • Şirket çalışanlarının dahil edilmediği hiç bir sosyal sorumluluk projesinin başarılı olma şansı yoktur. Her ne proje yönetilecek ise, önce çalışanların gönüllü olarak bu projeyi sahiplenmeleri ve sürdürülebilirlik ilkeleri ile donatmaları beklenmektedir.
  • Sosyal sorumluluklar toplumla “duyguların alışverişidir”. Projeler, bu alışverişin duraklarıdır. Yani bir yolculuktur. “bugün yapalım, yarın bakarız” lüksü yoktur! Bu nedenle, gerçekçi kaynaklar ayrılmalı, süreklilik ve tutarlılık korunmalıdır. Toplumu hayal kırıklığına uğratmanın sonucunda çıkacak bedeli karşılayacak bir para birimi
henüz yeryüzünde yoktur.
  • Sosyal sorumluluklar nedeniyle “ticari bir beklenti içine girmek” idam fermanından farklı değildir. Hele bu beklentinin iletişimini yapmak gerçek bir “intihar” dır.
  • Projelerin iletişiminde “ton ve ses ayarı yüksekliği” önemlidir. En makbul olanı, projelerin ucundaki toplum kesimlerinin takdir duygularından yansıyan iletişimdir! “Parmağı göze batıran” iletişimin bir krize neden olabileceği unutulmamalıdır.
  • Sosyal sorumluluk alanlarında “başarı ödülü” almak “marifet” değildir. Bu bir anlamda sigorta şirketlerinin, hasar gören müşterilerinin ödemelerini tam ve hemen yaptıklarına dair yayımladıkları gazete ilanlarına benzemektedir. Bunu zaten yapmak zorundalar! Şirketlerde zaten topluma karşı sorumludurlar. Buna ayrıca bir “ödül” gerekmemektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk itibar açlığının giderilmesinin yolu olmamalıdır.


Salim KADIBEŞEGİL
 
Geri
Üst