ahhh nerde o eskı bayramlar

melegim

Yeni Üye
Üye
ahhh nerde o eskı bayramlar
Gittikçe uzaklaşıyor sesler. Bayram için alınmış kırmızı benekli beyaz mantin, atkısız sivri uçlu rugan iskarpinler, gopçalar, çıncıraklılar, horoz sekerleri, `deynekli adam', rüzgarın dağıttığı bulutlar gibi şekilsizleşiyor.

Genc kızlar artık en yeni giysilerini giyip, kan kırmızı rujla boyadıkları dudaklarını büze büze piyasaya çıkmıyor aksamüstleri... Ve saçlarını bol biryantinle geriye yatırmıs takım elbiseli delikanlılar, bisikletleriyle dolanıp durmuyor etraflarında... Kac çocuk kaldı ki ekaliptüs ağaçlarının yere düşen tohum kapsüllerinden parmaklarına "yüksükçük" yapıp oynayan? Kaç tanesi "luggocuğu" biliyor? Nineler kimlere "kocakarıcığın pastellilerini" anlatıyor geceleri?

"Nerede o eski bayramlar, eski piyasalar" diyorum ayni rahmetlik dedem gibi... Başında kocaman kırmızı kurdeleli ve juponlu etekliğiyle küçücük bir çocuktum o zaman. Lefkoşa'daki bayram yeri, sanirim son kez o yıl "Hisar Üstü"ne kurulmustu. Bir daha gittiğimi, görüldüğümü anımsamıyorum çünkü...

"Ah..." demisti dedem. "Nerede o eski bayramlar? Tadı tuzu kalmadı hiçbirseyin artık. Tek bir kez gidebilmistim Hisar Üstü'ndeki bayram yerine. Sonraki yıllarda Çağlayan'a taşınmıştı bayramlar ve o zaman da babam bir "Ah.." çekmişti ayni dedem gibi...

Şimdi önümdeki fotoğrafa bakıyorum, ucunu yakalayabildiğim bayram yerine... Ayni dedem, ayni babam gibi "Ah... " diyecek oluyorum, içimden bir ses; "Sus... Bayramlara birşey olduğu yok... Sen yaşlanıyorsun o kadar... yaşlandıkça ayni dilindeki tat alma zerrecikleri gibi ruhundakileri de yitiriyorsun küme küme... Sus... Yılları, bayramları suçlama..." diyor. Haklı olabilir mi?

Ama o zaman neden cocuklar artık Arife gecesi, bayram için alınan ayakkabılarını yatağın önüne koymuyor? Neden yeni giyisilerini sabah gözlerini açar açmaz ilk görecekleri yere asıp yatmıyorlar yataklarına? Ve neden güneşin ilk ışıklarıyla yataklarından fırlayıp "Merhaba" demiyorlar bayrama... Neden...

Titrek bacaklı dedenin eliyle cevirdiği atlı karıncanın bana, bize verdiği zevki, kendi gücümüzle havalandırdığımız "gopca"ların heyecanını neden göremiyorum, sirenler çala çala havalanan oyuncaklara binen çocuklarda?

"Sus..." diyor ses gene "Yaşlanıyorsun... Zerrecikler... Tat... Ruh..."

"Haksızlık bu ama..." diyorum. Küçücük şeyler mutlu olmamıza yeterdi bizim. Kendi oyuncaklarımızı yapmamız için önümüze konan kumaş kırpıntıları, kıymıksız bir parça tahta, hatta limon kabuklarıyla dünyalar yaratırdık kendimize... Resimli masal kitaplariyla hayaller ülkesine yelkenler açardık hergün. Oysa bak... Çocuklar pilli oyuncaklarından bile haz almıyor şimdi... Masal kitaplarını bir kenara fırlatmış çoğu, ama uzay çağının eğlence araçları yetmiyor onlara.

Hayaller ülkesine yelken açmıyorlar görmüyor musun. Gerçek uçak biletleriyle gidebilecekleri ülkeleri istiyorlar... Ben, çamurdan pastamın, buluttan dondurmalarımın tadını bugün bile duyabiliyorum ruhumda...

Haksızlık yapıyorsun... Hisar üstündeki bayramlar, çıncıracıklar, gopcalar, deynekli adamlar, hokkabazlar, bez bebeklerim, tahtadan yonttuğum gemilerim, ekaliptüs tohumundan yüksüklerim, çamur pastalarım, buluttan dondurmalarım kaybolmuşlar. Olmaz ki onlarsız...
 
Geri
Üst