BEYİN ve Beynin Evrimi

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
BEYİN ve Beynin Evrimi
Gelişen dünyanın ve teknolojinin bile tam olarak akıl sır erdiremediği, çözülemeyen onlarca sırrı olan en gizemli organımız beyin...

Dr. Paul MacLean ve üçlü beyin MacLean’e göre beyin bir çesit kazibilim alaniydi. En dista en yeni beyin yapilari, beyin kabugu vardi. Beyin kabugunun karmasikligi insanlarda en üst düzeydeydi. Daha derin katmanlarda, sürüngen ve memeliler gibi daha önceki atalarimiza ait yapilar bulunuyordu.

Dr. Paul MacLean ABD’nde Akil Sagligi Devlet Enstitüsü Beyin Evrimi ve Davranis Laboratuvari Baskaniydi (Director of the Laboratory of Brain Evolution and Behavior of the National Institute of Mental Health).. Enstitü, üniversite ana kampusundan 20 mil kadar uzakta, Maryland tepelerinin eteklerinde bulunuyordu. Restak, ilk olarak günesli bir mayis sabahi onu ziyarete gittiginde, ona hem laboratuvarini gezdiriyor hem de sunlari söylüyordu (Restak 1980, s.51):
“Evrim sirasinda insan beyni üç yalin örüntüye (pattern) göre siradüzeniyle (hierarchical) olusur. Bu üç olusum kimyasal ve yapisal yönden dikkat çekecek kadar farklidir ve evrim yönünden aralarinda çok uzun yillar (eons) vardir.”

MacLean’e göre beyin bir çesit kazibilim (arkeoloji) alaniydi. En dista en yeni beyin yapilari, beyin kabugu vardi. Beyin kabugu maymunlarda (primat) çok gelismisti ve karmasikligi insanlarda en üst düzeye ulasiyordu. Daha derin katmanlarda, sürüngen ve memeliler gibi daha önceki atalarimiza ait yapilar bulunuyordu. Biz insanlarin bir tek degil üç beyni vardi. Her biri kendine göre dünyamizi algiliyor ve ona yanit veriyordu.

MacLean tiptan önce yerbilim (jeoloji), felsefe, yasambilim (biyoloji) ve kimya egitimi gördü. Yasami boyunca adini kendisinin verdigi paleopsisik süreçler (paleopsychic processes) üzerinde çalisti. Bunun anlami atalarimizdan kalan hayvansal zihin etkinliklerinin (animal mentation) eski türlerine ait süreçlerdi. MacLean’in arastirmalarinin temeli hayvanlarin, özellikle sürüngen ve memelilerin, insan davranislarinin anlasilmasi ile iliskili oldugu varsayimina dayaniyordu.

Söyle diyordu:
“Bu üç beyin birbirleriyle baglantili üç biyolojik bilgisayar olarak ele alinabilir. Her birinin kendi zekasi, kendi öznelligi, kendi zaman ve uzam duyusu, kendi bellek ve diger islevleri vardir.” (Restak 1980, s.52)

Bu üç beyin bilgisayarindan en ilkeli R-kompleksiydi (R sürüngene ait, reptilian’dan gelmektedir). Bunlar derinde yerlesmis yapilar olup, kertenkele ve sürüngen beyninin hemen tümünü olusturmakta idiler. Evrim siradüzeninde yükseldikçe R-kompleksi azalmakta ve insanlarda büyük bir kismi beyin kabugunca örtülmekteydi.

Önce beynin bu ilk kesimini ele alalim. MacLean, Restak’a laboratuvarini gezdirirken sunlari söylüyordu:

“Kertenkele ve diger sürüngenler, insani da içeren memelilerde siklikla görülen karmasik davranis örüntülerinin ilk örnekleridir (prototip).” (Restak 1980, s.52)

MacLean bukalemuna benzer bir kertenkeleyi gösterdi ve “izle” dedi. Kertenkele tutundugu dal üzerinde basini yavas yavas yukari asagi hareket ettirmeye basladi. Birkaç saniye içinde ikinci bir kertenkele ilkinin bakisini yakaladi ve her ikisi birden bir ritüele (dinsel tören, ayin) basladilar. Bu basin yukari asagi hareket ettirilmesi ile birlikte ensenin sisirilmesinden olusuyordu. “Bu” dedi MacLean “saldirgan bir selamlamanin baslangici, kertenkele dilinde bir nasilsin.”

MacLean ve arkadaslari, binlerce kertenkelenin davranislarini videoya çektiler. Bu kayitlardan ve diger verilerden yirminin üzerinde davranis modelini tekrar tekrar gözlemlediler. Bunlar benligin (self) korunmasi ve türün varkalimi ile ilgiliydi. Bu etkinlikler içinde alan saptama, hirlama, arama, biriktirme, selamlama ve sosyal grup olusturma da vardi.

Özgeci (altruistic) ve ana-baba davranislarinin birçogu disinda sürüngenlerde görülen davranis modellerinin pek çogunun insanlarda da görülmesi dikkat çekicidir.

MacLean’in da söyledigi gibi bu, insanlarin sürüngenlerden hiç farki olmadigi anlamina gelmez. Bununla birlikte bu tezi destekletecek bazi insanlar bulundugunu düsünenler de olabilir. Söyle de söyleyebiliriz: sürüngenler insanlarda siklikla görülen sayisiz davranis modelleri gösterirler.

MacLean’e göre bunda sasacak bir sey yoktu, çünkü biz yanimizda unutulmus bir bavul gibi sürüngen atalarimizin beyin yapilarini tasiyorduk. Bilgisayar benzetmemize geri dönersek, bu eski beyin yapilarinin davranislarimizi etkilemek için programimiza katki yaptigini düsünmek akla uygun gelebilir. Bu sekilde MacLean’e göre ayinler, yetkeden korkma, sosyal gagalama düzeni, obsesif-kompulsif nörozlar gibi insanlara ait özelliklere kismen sürüngen beyni neden olabilir.

Bu kuramsal olarak mantikli olan savlar nasil kanitlanabilir? Bunun bir yolu geleneksel çikarma (ablation) yöntemidir. Bu yöntemde sorunla ilgili beyin alanlari kesip çikarilir ve sonuçlari gözlenir. MacLean’in de belirttigi gibi bu yöntemin bazi yetersizlikleri vardir. Ilk olarak, çok fazla beyin dokusu çikartildiginda hayvan davranisinin baska yönleri de etkilenebilir. Örnegin çikarma hayvanin hareket etme yetenegini bozar ya da onu kör ederse, bakim ve konak yeri saptama egilimi üzerindeki arastirmalarin degeri kalmaz. Bu tür arastirmalarin ise yaramasi için girisimin göreceli olarak sinirli bir davranis kesimini etkilemesi ve hayvani önemli baska bazi yönlerden degistirmemesi gerekir.

MacLean’in sincabimsi maymunlardaki (Squirrel Monkeys) gözlemleri R-kompleksinin islevleri üzerindeki kuramini denemeye olanak sagladi. Sosyal bir durumda bu maymunlar hem kur yapma hem de saldirganlik anlamina gelebilen karmasik bir davranis biçimi gösterdiler. Bu sosyal egemenlik ticaretinde geçer akçeydi. Daha güçlü maymunlar yüksek perdeden çiglik atma, bacaklarini açma, kalkmis durumdaki cinsel organini digerlerine vurma gibi davranislarla sosyal egemenliklerini göstermeye çalisiyorlardi. Bunlardan çogunun açikça cinsel özellik göstermesine karsin (MacLean bu maymunlarin saydamlarini gösterirken izleyicilerin sikinti belirtileri gösterdigini animsiyor), bu davranislarin cinsellikle çok az iliskileri vardi. Bunlar daha çok sosyal egemenlik ölçüleridir ve en çarpici biçimde bir koloniye yeni bir maymun geldiginde ortaya çikar. Birkaç dakika içinde tüm diger maymunlar yeni gelene karsi bir davranis biçimi gösterirler. Yeni gelen uysal olmali, basini önüne egmelidir. Yapmazsa ölüme kadar giden saldirilara ugrayabilir.

Bu maymunlarin davranis egilimleri, bu süre içinde sadece anneleri ile iliski içinde olmalarina karsin, dogumdan sonraki ilk iki gün içinde ortaya çikar. Bir anlamda aci bir yarisa giren doga-çevre (nature-nurture) çeliskisinde bu maymunlarin davranislari, hemen tüm hayvan davranisi ögrencilerince göreceli olarak çevreden bagimsiz, önceden programlanmis davranislar olarak kabul edilir.

Yine de geride bazi süpheler kalirsa, bunlari MacLean’in sonraki gözlemleri ortadan kaldirmaktadir. Bu maymunlarin bir türü olan gotik maymunlar (bunlara gözlerinin üzerinde gotik kemerlere benzeyen killar bulunmasi nedeniyle gotik denmistir) aynada kendi akislerine tepki verirler. Bunun ötesinde bu davranis sesin yüksekligine, bacak açmanin genisligine göre ölçülebilir ve derecelendirilebilir. Bu ölçümleri kullanan MacLean, beynin bazi kisimlarinin çikartilmasinin etkilerini saptamaya çalisti. Bunu yaparken felç, körlük, motor güç ve duyusal algi bozukluklarina neden olacak zedelenmelerden kaçinmaya dikkat etti. Olgularin çogunda genis lezyonlarin davranista görülebilen bir etkileri olmadi. Buna karsi R-kompleksini, özellikle onun Globus Pallidus denen küçük bir hücre kümesini zedelediginde hayvanin davranislari durdu.

Bu bulguya MacLean’in yorumu söyle oldu: “Bu etki R-kompleksinin bazi hayvan türlerinin özel davranislari için bir sinirsel depo oldugunu düsündürebilir.” (Restak 1980, s.54)

MacLean, Hamster beynine bir mikroskop yerlestirdi ve Restak’a bakmasini söyledi. Restak baktiginda iki ceviz biçiminde koyu boyanan olusum gördü. Bunlar çevredeki daha açik boyanan findikkiran biçiminde bir doku tarafindan sikistirilmis gibiydi.

“Koyu alanlar globus pallidus ve nukleus kaudatus olup, R-kompleksinin önemli kesimleridir. Gördügünüz gibi, seçici bir boyanmalari vardir ve bu R-kompleksiyle beynin diger alanlari arasinda dikkat çeken kimyasal bir fark oldugunu gösterir. Findikkiran insanlarda beyin kabugunun karsiligidir.” (Restak 1980, s.55)

MacLean’in o siradaki arastirmasi hamster, maymun ve hindilere yönelmisti. Daha o zamanlar alt hayvan türlerinin davranisinin R-kompleksi tarafindan programlandigi hakkinda bir tartisma ortaya koymustu. Davranisin tetikleyicisi çevreden gelebilirse de (örnegin baska bir maymun bir davranista bulunabilir) onu tasiyan sinirsel mekanizma önceden saptanmistir. Bazi olgularda, gerekli uyari ileri derecede özel olabilir.

“Hayvanat bahçesine son gittigimde bir kertenkelenin dikkatini tüm çabalarima karsin çekemedim. En sonunda kertenkelenin bir resmini çizip pencereye tuttum. Hemen geldi ilgilendi.” Bunlari MacLean’in açiklamasi algilarimizin ve ruhsal geçmisimizin bazi yönlerden kertenkelelerdeki gibi oldugunu ima ediyordu. Burada Rorschach testinin mürekkep lekelerinden sonraki yere gelmis gibiyiz. Kübik sanatin -örnegin tüm insan seklini iki boyutta gösteren (gözlerle kalçalar ayni düzeyde)- çekiciliginin bir kismini, eski tip model ve kismi sunumlarin (presentation) portrelerine borçlu olmasi olasi mi?

Eski tip modeller ve kismi sunumlar dendiginde, beyin bilimcilerinin ve beyaz gömleklilerin degil, Jung’çu spekülasyonlarin ve Platon’un magarasinin (Burada oturanlar sadece kendilerinin ya da bir baskasinin gölgelerini görürler) dünyasina girilir. MacLean bazi bulgularinin uygulamalarini çok iyi biliyordu. “Bizim yaptigimiz gibi bir gölgeler dünyasinda yürürken gizli ruhsal süreçlerin altinda yatan sinirsel mekanizmalari kaba çizgileriyle görebilirsek kendimizi sansli saymaliyiz. Bu süreçler insan davranisinin günlük formlarinin en temel sekilleridir.”

Restak böyle bir yorumun bir filozof için daha tipik oldugunu söylediginde MacLean gülümsedi. O sirada MacLean 60’li yaslarinin basinda, bakimli bir kisiydi ve 30 yili askin bir süredir beyin arastirmalarinda çalisiyordu. Restak’a ilk olarak felsefeye ilgi duydugunu, sonradan Yale Üniversitesi’nde A. Nortrup tarafindan verilen bilim felsefesi kursuna katildiktan sonra tip ve bilime döndügünü söyledi

Güçlü bilimsel kanitlarla kesinlikle saptanmis olmasina karsin, MacLean’in ilgisinin kertenkele davranis kayitlari tutmanin ötesine geçtigi açikti. Örnegin, “formalite ve ritüeller günlük yasamimizin bütünleyici parçalaridirlar” diyordu “Insan davranisinda içgüdülerin rolünü küçümsemek geleneksellesmistir. Ancak kompulsif ve ritüalistik davranislara yatkinlik, önyargi ve hileye egilim, yasal ve diger konularda örneklendigi gibi arastirma ve izleme ve bunun yaninda dogal taklit egilimimizden kök alan davranislarimizi nasil siniflandirabiliriz?”
 
BEYNiMiZiN KISIMLARI VE iSLEVLERi

Basimizin içinde, hareketlerimizi kontrol eden ve dis dünyaya karsi ilgimizi uyandiran harikulade bir yapi var. Yine de, bir çanak soguk yulaf lapasindan baska bir seye benzemez! Ancak, yakindan incelendiginde çok daha karmasik yapisi ve özenli örgütlenmesi anlasilmaya baslanir.

Basimizin içinde, hareketlerimizi kontrol eden ve dis dünyaya karsi ilgimizi uyandiran harikulade bir yapi var. Yine de, bir zamanlar Alan Turing’in dedigi gibi, bir çanak soguk yulaf lapasindan baska bir seye benzemez! Böylesine umut kirici bir görünüsün, bildigimiz mucizeleri nasil basarabildigini anlamak zordur. Ancak, yakindan incelendiginde çok daha karmasik yapisi ve özenli örgütlenmesi anlasilmaya baslanir (Sekil-1).

Üst kisimda büyük kubbesi (ve lapaya en çok benzeyen) kisim asil beyin (cerebrum) olarak adlandirilir. Sol ve sag beyin yariküreleri olarak ayrilir; ön ve arkada biraz daha kesin olmayan bir sinirla alin lobu, sakak lobu, yankafa ve artkafa loblarina ayrilir. Daha asagiya dogru ve arka tarafta beynin belki iki yün yumagina benzeyen küresel kismi, yani beyincik (cerebellum) yer alir. Içe dogru derinde, asil beynin altinda gizlenmis birçok tuhaf adli ve karmasik görünüslü yapilar, beyin kökünü olusturan pons ve omurilik sogani (medulla), talamus, hipotalamus, hipokampus, nasirsi madde (corpus callosum) ve bunun gibi yapilar bulunur.

Beyin korteksi bölgelerinin görevleri
Beynin, insanlarin en çok gurur duymasi gereken kismi asil beyindir. Çünkü insan beyninin en büyük bölümü olmakla kalmaz, öteki hayvanlarla kiyaslandiginda oransal olarak da insanda hayvandakinden daha büyüktür (Beyincik de insanlarda, diger birçok hayvaninkine göre büyüktür). Beyin ve beyincik dis yüzeyinde biraz daha ince gri madde, yani beyin korteksi, genis iç bölgelerde ak madde, yani beyincik korteksi vardir. Gri madde çesitli hesap islemlerini üstlenmisken ak madde, beynin bir tarafindan digerine gönderilen sinyalleri tasiyan uzun sinir tellerinden olusur.

Beyin korteksinin çesitli bölgeleri, çok özel görevler üstlenmistir. Beynin tam arkasinda, artkafa lobunda görme duyumu bölgesi, görsel algilama ve yorumlama islevini yerine getirir. Doganin en azindan insanda, basin tam ön tarafinda yer alan gözlerden gelen sinyalleri yorumlamasi için bu bölgeyi seçmis olmasi ilginçtir! Ama doganin, bundan daha ilginç davranislari da var. Bedenin sol tarafindaki eylemlerden sorumlu olan beynin sag yariküresi iken, sol yariküre bedenin sag tarafindan sorumludur. Öyle ki hemen hemen tüm sinirler, beyinden giris çikislarinda bir taraftan diger tarafa geçmek zorundadir. Görme bölgesinde, beynin sag tarafi sol gözle degil, her iki gözün sol görüs alaniyla ilgilidir. Ayni sekilde, sol görme bölgesi, her iki gözün sag görüs alani ile ilgilidir. Öyleyse, her bir gözün ag tabakasinin (retina) sag tarafindan çikan sinirler, sag taraftaki görme bölgesine ulasmalidir (retinaya ulasan görüntünün ters görüntü oldugunu animsayin) ve her iki gözün retinasinin sol tarafindan çikan sinirler sol taraftaki görme bölgesine ulasmalidir (Sekil-2). Bu sekilde, sagdaki görme bölgesinde, sol görüs alaninin çok iyi tanimlanmis bir haritasi olusurken, sag görüs alanin haritasi, soldaki görme bölgesinde olusmaktadir.

Kulaklardan gelen sinyaller de yine böyle bir ilginç davranis sergileyerek, beynin öbür tarafina geçerler. Sagdaki isitme bölgesi (sag sakak lobunun bir kismi), daha çok, sol kulaktan gelen sesleri yorumlarken, soldaki isitme duyumu bölgesi genelde, sag kulaktan gelen sesleri yorumlar. Koklama duyumu bölgesi, genel kurallarin disinda kalmis gibi görünüyor. Sagdaki koklama duyumu bölgesi, beynin ön tarafinda yer almakta (alin lobunda -bu lobun kendisi bir duyum alani olarak istisnadir-) ve sag burun deliginden gelen kokulari, soldaki koklama duyumu bölgesi ise sol burun deliginden gelen kokulari yorumlar.

Dokunma duyumlari, yankafa lobunda beden duyumu bölgesi (Somatonsensory cortex) adi verilen bölgeyle algilanir ve yorumlanir. Bu bölge, tam alin ve yankafa loblari arasindaki ayirimda yer alir. Bedenin yüzeyinin çesitli kisimlariyla, beden duyumu bölgesinin kisimlari arasinda çok özgün bir iletisim vardir. Bu iliski bazen “beden duyum insansisi” denilen ve Sekil-3’te görüldügü gibi beden duyumu bölgesi boyunca uzanmis bir insan seklini andiran bir tasarimla tanimlanir. Sagdaki beden duyumu bölgesi, bedenin sol tarafindan gelen duyumlarla, soldaki beden duyumu bölgesi ise bedenin sag tarafindan gelen duyumlarla ilgilidir. Alin ve yankafa loblari arasindaki yarigin tam önünde yer alan bir alin lobu bölgesi hareket bölgesi, bedenin çesitli organlarini harekete geçirmekle yükümlü olup, yine bedenin kaslari ile beyin hareket bölgesinin çesitli alanlari arasinda çok düzgün bir iletisim vardir. Sekil-4’te görüldügü gibi bu iletisimi tanimlayan bir “hareket insansisi”na sahibiz. Sagdaki hareket duyumu bölgesi, bedenin sol tarafina kumanda ederken, soldaki hareket duyum bölgesi, bedenin sag tarafina kumanda eder.

Beyin korteksinin bu bölgeleri (görme duyumu, isitme duyumu, koklama duyumu, dokunma duyumu ve hareket kumanda) birincil (primer) olarak adlandirilir. Çünkü beynin girdi ve çiktisiyla dogrudan ilintili bölgelerdir. Birincil bölgelerin yakininda yer alan ikincil (sekonder) bölgeler, daha nazik ve karmasik soyut bir düzeyde gerçeklesen duyumlarla ilgilidir (Sekil-5). Görme, isitme ve beden duyum bölgelerinde alinan bilgi, ilgili ikincil bölgelerde isleme girer ve ikincil hareket kumanda bölgesi, birincil hareket bölgesince gerçek kas hareketinin daha ayrintili ve özgün yorumlandigi hareket planlariyla ilgilidir (Beyin korteksinin koklama duyumu bölgesini bir tarafa birakalim. Çünkü burasi farkli davranir ve hakkinda oldukça az sey bilinir). Beyin korteksinin kalan bölgelerine üçüncül (tersiyer) veya birlestirme bölgesi adi verilir. Beynin en soyut ve karmasik islemleri bu bölgelerde gerçeklesir. Çesitli duyum bölgelerinden alinan bilgiler, komsu bölgelerle bir ölçüde isbirligi içerisinde, bu bölgelerde çok karmasik yöntemlerle iliskilendirilir ve analiz edilir. Anilar yerlerine yerlestirilir, dis dünyanin tanimlari yapilir, genel planlar algilanir ve degerlendirilir ve konusmalar anlasilir veya biçimlendirilir.

Konusma merkezleri
Konusma özellikle ilginçtir, çünkü insan zekasina özgü bir nitelik olarak kabul edilir. Tuhaftir ki, (en azindan, sag elini kullananlarin pek çogu için ve sol elini kullananlarin çogu için), konusma merkezleri beynin tam sol tarafindadir. Konusma yetisi ile ilgili asal bölgeler, alin lobunun alt arka tarafindaki Broca alani, ile sakak lobunun üst arka tarafindaki Wernicke alanidir (Sekil-6). Broca alani cümle kurulmasi, Wernicke alani dili anlama ile ilgilenir. Broca alaninin zedelenmesi, konusma bozuklugu yaratir ama dili anlamada herhangi bir özüre neden olmaz. Wernicke alaninin zedelenmesi sonucu konusma akicidir ama pek az anlam içerir. Yay demeti (arcuate fasciculus) adi verilen bir sinir demeti, iki alani birlestirir. Bu sinir demeti zarar gördügü zaman, anlama yetisi zarar görmez ve konusma akicidir ama anlasilan sey düzgün cümlelerle anlatilamaz.

Beynin islevleri
Simdi beynin islevlerini çok genel çizgileriyle özetleyelim. Beynin girdisi, yani görme, isitme, dokunma ve öteki sinyaller önce beyinde, (baslica) arka loblarin (yankafa, sakak ve artkafa loblari) birincil bölgelerinde kaydedilir. Beynin çiktisi, yani bedeni çalistiran komutlar, beynin alin loblarinin birincil bölgeleri tarafindan gerçeklestirir. Girdi ve çikti arasinda bir tür islem gerçeklesir. Genel bir tanimlamayla, arka loblarin birincil bölgelerinde baslayan beyin faaliyeti, girdi verileri analiz edildikçe, ikincil bölgelere dogru ve veriler tamamen yorumlanip anlasildikça (örnegin, konusulanin Wernicke alaninda anlasilmasi gibi) arka loblarin üçüncül bölgelerine dogru ilerler. Yay demeti -yukarida degindigimiz ve beynin her iki tarafinda bulunan sinir demeti- islenen bilgiyi alin lobuna tasir ve buradaki üçüncül bölgelerde hareketin genel planlari (örnegin, Broca alaninda konusmanin biçimlendirilmesi) düzenlenir. Genel hareket planlari, ikincil komuta bölgelerinde, bedenin davranislari hakkinda daha özgün kavramlara çevrilir ve sonunda, beynin faaliyeti, birincil kumanda bölgesine iletilir. Bu bölgeden sinyaller, bedendeki kas gruplarina (çogu kez, ayni anda birden fazla gruba) gönderilir.

Beyincigin islevi
Görünüse göre beyincik, bedenin kesin koordinasyonu ve kontrolünden zamanlamasi, dengesi ve hareketlerinin uyumundan- sorumludur. Bir dansçinin zarif hareketlerini, profesyonel bir tenisçinin rahat hareketlerini, bir araba yarisçisinin hizli kontrolünü, bir ressamin veya müzisyenin ellerinin kendinden emin davranislarini düsünün. Beyincik olmasaydi, böylesine kesin dengeli davranislar da olmazdi; tüm davranislar, acemice ve beceriksizce olurdu. Öyle görünüyor ki, yeni bir beceri kazanma asamasinda oldugumuz zaman, diyelim yürümeyi veya araba kullanmayi ögrenirken, her hareketi ayrintilariyla önceden düsünmemiz gerekir ve beyin kontrolü ele almistir. Fakat, yaptigimiz iste ustalastikça ve becerimiz bizim özelligimizin bir parçasi, “ikinci dogamiz” haline geldigi zaman kontrolü beyincik ele alir. Üstelik, ustalasilan becerideki hareketleri düsünmek artik alisilagelmis bir deneyimdir ve bu hareketlerin kolayca denetimi, geçici olarak yitirilebilir. Bunu düsünmek, beynin tekrar kontrolü ele geçirmesi demektir ve bu suretle sonuçta bir hareket esnekligi olussa bile, beyincigin sagladigi akici ve dengeli hareket yitirilmistir. Kuskusuz yaptigimiz tanimlamalar son derece basitlestirilmis tanimlardir ama yine de beyincigin islevi hakkinda bir fikir verebilir (Tuhaftir ama, beynin “bir taraftan digerine geçisli” davranisi beyincik için geçerli degildir: Beyincigin sag yarisi, bedenin sag tarafini, sol yarisi ise bedenin sol tarafini kontrol eder).

Beynin diger kisimlari
Hipokampus, beyin korteksinin bir yerine, belki de ayni anda birçok yerine depolanan gerçek anilarin, uzun dönemli (sürekli) anilarin yerlestirilmesinde yasamsal bir rol üstlenir. Görüntüleri, beyin baska yöntemlerle, kisa dönem esasina göre alikoyabilir ve bu görüntüleri dakikalarca veya saatlerce (belki de onlari “usda tutarak”) koruyabilir. Fakat, dikkatimiz dagildiktan sonra bu görüntüleri animsayabilmemiz için, sürekli sekilde depolanmalari gerekir ve bunu da hipokampus üstlenir (hipokampusun zedelenmesi, denegin dikkatini terkettikleri andan itibaren hiçbir yeni aninin alikonulmadigi korkunç bir durum yaratir). Nasirsi madde, beyin sag ve sol yarimkürelerinin birbiriyle iletisimini saglayan bölgedir. Hipotalamus, duygularin -hazzin, öfkenin, korkunun, umutsuzlugun, açligin- bölgesidir. Duygularin, zihinsel ve fiziksel disavurumlarini düzenler. Hipotalamus ile beynin çesitli bölgeleri arasinda sürekli bir sinyal akisi vardir. Talamus, önemli bir islem merkezi ve yansitici istasyonudur; dis dünyadan gelen sinir girdilerinin birçogunu beyin korteksine iletir. Agsi yapi bir bütün olarak beyinde veya beynin farkli bölgelerinde genel uyaniklik veya bilinçlilik durumundan sorumludur. Farkli bölgeleri birbirine baglayan sayisiz sinir kanallari ve yasamsal önem tasiyan çok sayida alan vardir.

Yukarida siraladiklarim beynin yalnizca önemli kisimlarindan birkaç örnektir. Buradaki açiklamalarimi bitirmeden önce, beynin bir bütün olarak organizasyonundan biraz daha söz etmek istiyorum. Beynin üç ana bölgesi, art beyin (rhombencephalon), orta beyin (mesencephalon) ve ön beyin (proencephalon)’dir. Bir embriyon gelisiminin ilk asamasinda, bu üç bölge, omurga ucunda üç kabariklik seklinde bu sirayla, görülebilir. En uçta, gelismekte olan ön beyin, her iki yaninda birer tane olmak üzere iki tomurcuk verir ki bunlar, gelisimlerini tamamladiklarinda beyin yarimküreleri olacaklardir. Gelismesini tamamlayan bir ön beyin, yalniz beyni degil, nasirsi maddeyi, talamusu, hipotalamusu, hipokampus ve diger birçok önemli bölgeleri kapsar. Beyincik, art beynin bir parçasidir. Agsi yapinin bir kismi orta beyinde, bir kismi art beyinde yer alir. Ön beyin, evrimsel gelisimde “en yeni”, art beyin ise “en eski” olanidir.

(Roger Penrose, Us Nerede, “Gerçek Beyin ve Beyin Modelleri” baslikli bölümden, TÜBITAK Popüler Bilim Kitaplari, çev: Tekin Dereli, Ankara, 1999.)
 
Beynin tarihi (insana kadar)

Bir anda yaratilmis olmak söyle dursun, beyin, mevcut karmasik sistemine ancak milyonlarca yillik bir sürede evrimlesti. Evrimin çok ilkel bir düzeyinde ortaya çikti. Iste yassi solucanlardan ilk atalarimiza beynin tarihi.

Beyin denen organ nasil ortaya çikti ve insana kadarki gelisimi nasil oldu?
Antik mitoloide tanriça Minerva tam donanimli olarak Jüpiter’in basindan çikivermistir. Beyin bu kadar talihli degildi. Bir anda yaratilmis olmak söyle dursun, beyin, mevcut karmasik sistemine ancak milyonlarca yillik bir sürede evrimlesti. Evrimin çok ilkel bir düzeyinde ortaya çikti. Tek hücreli canlilar belli davranis kaliplari gösterirler (örnegin, isiga ya da besinlere dogru hareket). Çok hücreli yasamin dogusuyla birlikte hayvan ve bitki yasami arasinda keskin bir ayrim olustu. Bitkiler, “iletisim” kurmalarini saglayan iç sinyal aygitlarina sahip olsalar da, bitki evrimi, sinirlerin ve beynin evriminden baska yöne döndü. Hayvanlar aleminde hareket, vücudun farkli kisimlarindaki hücreler arasinda hizli bir iletisimi zorunlu kildi.

Tüm gereksinimlerine tek bir hücrenin içinde sahip olan en basit organizmalar kendine yeterlidirler. Hücrenin bir kismiyla diger kisimlari arasindaki iletisim görece basittir. Öte yandan, çok hücreli organizmalar nitel olarak farklidirlar ve hücreler arasinda uzmanlasmanin gelisimini mümkün kilarlar. Belirli hücreler öncelikle sindirimle ugrasabilirler, digerleri koruyucu bir tabaka olustururlar, digerleri dolasimi saglarlar vs. Kimyasal sinyaller (hormonlar) en ilkel çok hücreli organizmalarda bile mevcuttur. Bu ilkel düzeyde dahi uzmanlasmis hücreler bulunabilir. Bu, sinir sistemine dogru atilmis bir adimdir. Yassi solucan gibi daha karmasik organizmalar, nöronlarin bir ganglionda (merkezi sinir sistemi disinda bulunan sinirlerde hücre gövdelerinin olusturdugu küme) kümelendikleri bir sinir sistemi gelistirmislerdir. Ganglionun, sinirler ve beyin arasindaki evrimsel halka oldugu saptanmistir. Bu sinir hücresi kümeleri, böceklerde, kabuklu hayvanlarda ve yumusakçalarda görülür.

Bir kafanin gelismesi ve gözoyuklariyla agzin bu kafada kendilerine bir yer bulmalari, hayvanin hareket etmekte oldugu yön hakkinda bilgi edinmesinde bir avantajdir. Bu gelisimle uyumlu olarak bir ganglia grubu yassi solucanin basinda kümelenir. Bu kümelenme, ilkel biçimine ragmen beynin evrimini temsil eder. Yassi solucan ayni zamanda, gelismis beynin kilit bir özelligi olan ögrenme yetenegi de sergiler. Bu gelisme beynin evrimine giden yolda ileri dogru devrimci bir siçramayi temsil eder.

Amerikali sinirbilimciler insanlarda bellek olusumu için gerekli olan temel hücre mekanizmalarinin salyangozlarda da mevcut oldugunu buldular. Columbia Üniversitesi’nden Prof. Eric Kandel Aplysia Californica denilen bir deniz salyangozunun ögrenme ve bellek yetenegini inceledi ve bu salyangozlarin, insanlarda da bulunan bazi temel özellikleri sergilediklerini buldu. Fark sudur ki, insan beyni 100 milyar sinir hücresine sahipken, Aplysia daha büyük boyutlarda ama yalnizca birkaç bin sinir hücresine sahiptir. Bu mekanizmalari bir deniz salyangozuyla paylasmamiz olgusu, idealistlerin insanoglunu tüm diger hayvanlardan ayri ve uzak, bir tür essiz yaratik olarak sunmaktaki inatçi çabalarina yeterli bir yanittir. Beynin hemen hemen her fonksiyonu bir biçimde bellege baglidir. Bu olguyu açiklamak için hiçbir ilâhi müdahaleye gerek yoktur. Dogal süreçler çok tutucu olma egilimindedirler. Belli fonksiyonlari yerine getirmekte yararliligi kanitlanmis bir uyarlanma bir kez saglaninca, artik evrim boyunca sürekli olarak tekrarlanir ve evrimsel avantaj sundugu bir düzeye dek genisletip gelistirilir.

Evrim, hayvanlarin beyinlerinde, özellikle çok büyük beyinlere sahip üst primatlar ve insanlarinkinde birçok yeniligi gündeme getirdi. Aplysia bir seyi birkaç hafta için “hatirlasa” da, onun bellegi yalnizca, insanlarda aliskanlik olarak bilinen bir zihinsel etkinlik düzeyini içerir. Bu tür bir bellek, örnegin nasil yüzüldügünü hatirlamada söz konusudur. Beyni hasar görmüs insanlarda yapilan arastirmalar, olgulari hatirlama yeteneginin ve aliskanliklarin beyinde ayri yerlerde depolandigini göstermektedir. Bir kisi olgu bellegini yitirebilir, ama yine de bisiklet sürebilir. Insan aklini dolduran anilar, kuskusuz bir salyangozun sinir sisteminde isleyen süreçlerden sonsuz ölçüde daha karmasiktir.

Beynin süregiden büyümesi, hayvan evriminde büyük bir degisikligi gerektirdi. Eklembacaklilarin ya da yumusakcalarin sinir sistemi, temel bir tasarim sorunu nedeniyle daha fazla gelisemez. Sinir hücreleri bagirsak etrafinda bir halka biçiminde düzenlenmislerdir ve eger genislerlerse bagirsagi git gide sikistirirlar; örümcekte bu sinir çok keskin biçimde açiga çikar, bagirsak sinir halkasi tarafindan öyle daramtilmistir ki, örümcek yiyecegini yalnizca ince birsivi olarak sindirebilir. Bünyeleri kendi agirliklari altinda parçalanacagi için böcekler belirli bir büyüklügün ötesinde büyüyemezler. Beyin büyüklügü fiziksel sinirlarina ulasmistir. Korku filmlerindeki dev böcekler bilimkurgu alaninda kalmaya mahkumdurlar.

Beynin daha da gelismesi sinirlerin bagirsaktan ayrilmasini gerektirir. Omurgali baligin ortaya çikmasi, omurilik ve beynin sonraki gelisim modelini sunar. Kafatasi boslugu büyümüs bir beyni barindirabilir ve sinirler beyinden çikarak omurga içinden geçip omuriligin asagilarina ulasirlar. Göz çukurlarinda optik desenleri sinir sistemine sunabilen görüntü olusturucu bir göz gelisti. Karada amfibilerin ve sürüngenlerin ortaya çikisi, ön beyin bölgesinin muazzam gelisimine tanik oldu ki, bu da optik loblar sayesinde gerçeklesti.

California Üniversitesi’nden Harry Jerison, beyin büyüklügünün vücut büyüklügüyle bagintili oldugu fikrini gelistirdi ve bunun evrimsel gelisiminin izini sürdü. Jerison sürüngenlerin 300 milyon yil önce küçük beyinli olduklarini ve bugün de öyle kalmis olduklarini kesfetti. Dinozorlar da dahil olmak üzere, sürüngenlerin beyin büyüklügünün vücut büyüklügüne bagli olarak çizilen grafigi düz bir çizgi olusturmustur. Ne var ki yaklasik 200 milyon yil önce ilk memelilerin evrimi göreli beyin büyüklügünde bir siçramaya isaret eder. Bu küçük gece hayvanlari ortalama bir sürüngenden dört-bes kat daha büyük beyinlere sahiptirler. Bu, büyük ölçüde, yalnizca memelilere özgü serebral korteksin gelisimi nedeniyleydi. Beyin yaklasik 100 milyon yil ayni göreli büyüklükte kaldi. Sonra 65 milyon yil kadar önce, hizli bir gelisme gösterdi. Roger Lewin’e göre beynin gelisimi 30 milyon yil içinde “dört ila bes kat artmisti ve en büyük artislar, ungulatlar (toynakli memeliler), etoburlar ve primatlarin evrimiyle çakismaktaydi.” (New Scientist, 5 Aralik 1992)

Maymunlar, insansi maymunlar ve insanlar evrimlestikçe beyin büyüklügü daha da artti. Vücut büyüklügü dikkate alindiginda maymunlarin beyinleri modern memeli ortalamasinin iki ilâ üç katidir, ama insan beyni alti katidir. Beynin gelisimi sürekli tedrici bir gelisme degil, kesintiler, baslangiçlar ve siçramalardan olusan bir gelisme sergilemistir. “Kalin firçalarla çizilmis bu resim önemli ayrintilari atliyorsa da asil mesaj yeteri kadar nettir” diyor Roger Lewin, “beynin tarihi, degisim patlamalariyla kesintiye ugrayan uzun durgunluk dönemlerinden olusur.”

Beynin göreli büyüklügü, beyin hacminin yüzde 70-80’ini olusturan bir korteks gelistirerek 3 milyon içinde -evrimsel bir siçrama- üç katina çikti. Iki ayakli ilk hominid türü 10 ilâ 7 milyon yilönce evrimlesti. Ne var ki, insansi maymunlarla ayni düzeyde olan beyinleri görece küçüktü. Ardindan, yaklasik 2.6 milyon yil önce Homonun dogusuyla birlikte hizli bir büyüme gerçeklesti. “Modern insanlarin atalarinin evriminde bir siçrama gerçeklesti” diyor Kiel Üniversitesi’nden jeolog Mark Maslin. “Bulunan kanitlar” diye açikliyor Lewin, “beyin büyümesinin 2.5 milyon yil kadar önce, yani tas aletlerin ilk ortaya çikmasiyla çakisan bir dönemde basladigi hissini veriyor.” Engels’in açikladigi gibi, emekle birlikte beynin büyümesi ve konusmanin gelismesi çikageldi. Ilkel hayvan iletisimi, nitel bir ilerleme olarak dilin yolunu açti. Bu durum ses tellerinin gelismesine de bagli olmaliydi. Insan beyni, yakin akraba oldugumuz sempanzenin çok ötesinde soyutlamalar ve genellemeler yapma yetenegindedir.

(Alan Woods ve Ted Grant, Aklin Isyani, “Aklin Dogusu” baslikli bölümden, çev: Ömer Gemici ve Ufuk Demirsoy, Tarih Bilinci Yay., Ocak 2001.)
 
Beyin büyüklügü ne anlama gelir? Zeka veya zihinsel kapasite ile bir iliskisi var midir?

Bir türün kendi içinde beyin büyüklügünün normal degiskenlik araligi ile zeka arasinda herhangi bir iliski olduguna dair hiçbir kanit yoktur (Tümüyle islevsel olan insan beyinlerinin hacmi, 1000 santimetrekübün altindan 2000 santimetrekübün üzerine kadar degisir). Ancak bir türün bireyleri arasindaki degiskenlik, farkli türlerin ortalama degerlerindeki degiskenlikle ayni sey degildir. Örnegin, insanlarla ton baliklari arasindaki ortalama beyin büyüklügü farkinin, anlamli bir zeka kavramiyla iliskili oldugunu varsaymamiz gerekir. (...)

Ikinci olarak, beyin büyüklügünün ana belirleyicisi zihinsel kapasite degil vücut büyüklügüdür. Büyük bir beyin, kendisini barindiran büyük vücudun gereksinimlerinden baska hiçbir seyi yansitmiyor olabilir. Dahasi, beyin büyüklügünün vücut büyüklügüyle iliskisi basit bir iliski degildir. Hayvanlar irilestikçe, beyinleri vücut büyüklüklerine oranla daha yavas büyür. Küçük hayvanlarin göreli olarak daha büyük beyinleri vardir; yani beyin agirliklarinin vücut agirliklarina orani yüksektir. Vücut büyüklügünün etkisini telafi etmenin bir yolunu bulmamiz gerekir. Bu, beyin agirligiyla vücut agirligi arasindaki “normal” iliski denkleminin grafiginin çizilmesiyle yapilir.

Memelileri inceledigimizi varsayalim. Olabildigince çok türün eriskinleri için, ortalama beyin ve vücut agirliklarinin listesini çikaririz. Her tür, grafigimizin bir noktasidir; bu noktalara uyan denkleme göre beyin agirliginin artis hizi, vücut agirliginin artis hizinin yaklasik üçte ikisidir. Artik belirli bir türün beyin agirligini, ayni vücut agirligina sahip “ortalama” bir memelinin beyin agirligiyla karsilastirabiliriz. Bu karsilastirma vücut agirliginin etkisini telafi eder. Örnegin bir sempanzenin otalama beyin agirligi 395 gramdir. Denklemimize göre, ayni vücut agirligina sahip ortalama bir memelinin 152 gramlik bir beyne sahip olmasi gerekir. Demek ki bir sempanzenin beyni, “olmasi beklenenden” 2.6 kat (395/152) agirdir. Gerçek beyin büyüklügünün beklenen beyin büyüklügüne bölümüne “beyin orani” diyebiliriz; 1’den büyük degerler ortalamadan büyük, 1’den küçük olanlar ise ortalamadan küçük beyinleri imler.

Ancak bu yöntem fosilbilimcilerin önüne bir baska zorluk çikarir. Simdi beyin agirliginin yani sira vücut agirligini da tahmin etmemiz gerekir. Eksiksiz iskeletler çok ender bulunur ve tahminler çogu zaman yalnizca birkeç büyük kemige dayanilarak yapilir. Karsilasilan bir diger zorluk da, yalnizca kuslarin ve memelilerin beyinlerinin üst kafatasi boslugunu bütünüyle doldurmasidir. Bu gruplarda üst kafatasinin dökümü, beyin büyüklügünü ve seklini aslina uygun olarak yeniden üretir. Ancak baliklarda, çiftyasayislilarda ve sürüngenlerde beyin, boslugun yalnizca bir kismini doldurur ve fosillesen kalip gerçek beyinden daha büyüktür. Hayvan canli iken beynin dökümün hangi bölümünde yer aldigini tahmin etmemiz gerekir. Bunca zorluga, varsayima ve tahmine karsin, omurgalilarda beyin büyüklügünün evrimine iliskin tutarli ve ilginç bir öykü olusturmayi, dahasi bunu dogrulamayi basardik.

California Üniversitesi’nden psikolog Harry J. Jerison’un (Beynin Evrimi ve Zeka adli kitabinda) baslica temasi, omurgali siniflarinin, çiftyasayisli, sürüngen ve kus ara asamalarindan geçerek baliktan memeliye ulasan bir kusursuzlasma merdiveni olarak düzenlenebilecegi yönündeki yaygin görüse yönelttigi elestiridir. Jerison beyin büyüklügünü, önceden belirlenmis ya da içkin bir evrimsel artis egilimiyle degil, yasam kipinin özel kosullariyla iliskilendiren islevsel bir görüsü yegler. Modern omurgalilar, “beyin-vücut grafiginin” yalnizca iki alanini doldurur: bunlardan birinde sicakkanli omurgalilar (kuslar ve memeliler), digerinde ise onlarin sogukkanli akrabalari (baliklar, çiftyasayislilar ve modern sürüngenler) vardir. Sicakkanli omurgalilar kendileriyle ayni büyüklükteki sogukkanli akrabalarindan daha büyük beyinlere sahiptir, ama söz konusu olan daha yüksek durumlara yönelmis kararli bir ilerleme degil, yalnizca beyin büyüklügüyle temel fizyoloji arasindaki karsilikli bir iliskidir. Hatta Jerison’a göre memeliler, dinozorlarin hüküm sürdügü bir dünyanin kiyisinda hayatta kalmaya çalisan küçük varliklar olduklari baslangiç dönemlerinde, büyük beyinlerini, özel islevsel gereklilikleri yerine getirmek için evrimlestirmislerdir. Jerison ilk memelilerin gececi oldugunu ve ses ve koku algilarini (gün isiginda etkinlik gösteren hayvanlarin yalnizca görme yetenegiyle tespit edebildigi) uzamsal örüntülere çevirmek için daha büyük beyinlere ihtiyaç duymus olduklarini iddia ediyor.
(Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrasi, “Omurgali Beyninin Tarihi” adli bölümden, çev: Ceyhan Tömürcü, TÜBITAK Yay., 1998
 
Etçil veya otçul olmanin beyin büyüklügüne etkisi var midir?
Jerison etçillerin ve olasilikla onlarin avi olan toynakli otçullarin, dört ayri grupta beyin oranlarini hesapladi. Erken Tersiyer Dönem’in (Tersiyer Dönem “memeliler çagi” olarak kabul edilir ve yeryüzü tarihinin son 70 milyon yilini temsil eder) “arkaik” memelileri; erken Tersiyer Dönem’in ileri memelileri; orta ila geç Tersiyer Dönem’in memelileri ve modern memeliler. 1.0 degerindeki bir beyin oraninin ortalama bir modern memeliden beklenen beyin büyüklügünü belirttigini animsayarak asagidaki tabloya bakalim.

Otçullar Etçiller
Erken Tersiyer (arkaik) 0.18 0.44

Erken Tersiyer (ileri) 0.38 0.61
Orta ila geç Tersiyer 0.63 0.76
Modern 0.95 1.10

Hem otçullar hem de etçiller evrimleri boyunca beyin büyüklügünde sürekli artis kaydetmis, ama her asamada etçiller önde olmustur. Yasamlarini hizli hareket eden avlarini yakalayarak sürdüren hayvanlar, bitki yiyen hayvanlara göre daha büyük beyinlere gereksinim duymus gibi görünüyorlar. Otçullarin beyinleri (tahminen etçil yirticilarin getirdigi yogun seçici baski altinda) büyüdükçe, etçiller de farki korumak üzere daha büyük beyinler gelistirmisler.

Güney Amerika bu iddianin sinanmasi için dogal bir deney alani sunar. Panama Kistagi’nin daha birkaç milyon yil önceki yükselisinden önce, Güney Amerika yalitilmis bir ada kitaydi. Ileri etçiller bu adaya hiç gelmemisti; yirticilik rolü, düsük beyin oranina sahip keseli etçillerce dolduruluyordu. Buradaki otçullarin beyin büyüklügü zaman içinde hiçbir artis kaydetmemistir: Tersiyer Dönem boyunca ortalama beyin oranlari 0.5’in altinda kalmistir. Dahasi Kuzey Amerika’nin ileri etçillerinin kistagi geçmesiyle, bu yerli otçullar kisa sürede yok olmustur. Burada da, beyin boyutunun, içkin bir artis egilimine sahip bir nicelik degil, yasam kipine yönelik islevsel bir uyum oldugu görülüyor. Bir artisi belgeledigimizde, onu ekolojik rollerin özgül kosullariyla iliskilendirebiliyoruz. Demek ki “ilkel” köpekbaliginin bu kadar büyük beyni olmasinda sasilacak bir sey yok; ne de olsa denizin en üst düzey etçilidir ve beyin büyüklügü evrimsel türeyis zamanini degil, yasam kipini yansitir. Benzer sekilde, Allosaurus ve Tyrannosaurus gibi etçil dinozorlarin beyinleri Brontosaurus gibi otçullara oranla daha büyüktü.

(Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrasi, “Omurgali Beyninin Tarihi” adli bölümden, çev: Ceyhan Tömürcü, TÜBITAK Yay., 1998)
 
Primatlarda beynin evrimi

Plesiadapis: 65 milyon yil kadar önce ortaya çiktigi sanilan, sincap büyüklügünde, yaprak ve meyvelerle beslenen bir canli. Primat olarak siniflandirilip siniflandirilamayacagi açiklik kazanmadi. Kafataslarinin bazi bölgeleri ve hareket tarzlarinin farkliligi yüzünden karakteristik primat özelliklerinden yoksun olduklari anlasiliyor. Bunlar aslinda primat olmaktan çok, 55 milyon yil önce ortaya çikan ilk gerçek primatla ortak bir ataya sahiptir. Bu belirsiz evrimsel statünün isiginda, plesiadapiformlar en iyi biçimde “arkaik primatlar” olarak tanimlanabilir. Bu hayvanlarin davranis kaliplarini tanimlarken, ögrenmeden çok, genetik mekanizmalarin direkt kontrolü altinda olduklarini saptamak daha uygun olur. Plesiadapiformlarin yasamlari, muhtemelen, kismen dogustan belirlenmis ve belirli uyarilara yanit olarak ortaya çikmis olan ve deneyimlerle hemen hiç degismeyen davranis kaliplari tarafindan yönetilmekteydi. Bu durumda onlari, primatlardan çok, fare ve kedilerle iliskilendirmek belki daha dogru olacaktir.

Notharctus: 50 milyon yil önce plesiadapiformlarin çok sayidaki nüfuslari azalmisti. Bu durum, muhtemelen yaprak ve meyveler için plesiadapiformlarla girdikleri rekabeti kazanan kemirgenlerin çogalmasiyla ayni zamana rastliyordu. Bununla birlikte, yaklasik 56 milyon yil önce, omomyidler ve adapidler olarak anilan iki yeni primat grubu ortaya çikti. Bunlar ilk çagdas primatlardi ve günümüzün lemur, loris ve tarsierlerine benziyorlardi. Bu ilk çagdas primatlar agaçta yasayan hareketli canlilardi ve yaprakla meyveleri yeme konusunda uzmanlasmislardi. Bunlarin içinde en iyi korunmus olani Notharctus’tur ve fosil kalintilari Kuzey Amerika’dan elde edilmistir.

Bunlarin en dikkat çekici özellikleri, göreceli olarak büyük bir beyne sahip ilk primatlar olmalariydi. Yasadiklari dönemin diger memelileriyle karsilastirildiklarinda, vücut yapilarina bakarak bekleyecegimizden daha büyük hacimde bir beyne sahiptiler. Bu canlilarda, arkaik primatlarin sahip oldugu özellesmis akilsallik tipinden, yani uyarilara verdikleri davranissal tepkilerinin beyinlerinde dogustan var oldugu bir durumdan, bilissel mekanizmalarin deneyimler yoluyla ögrenmeyi sagladigi genellesmis türdeki akilsalliga geçisi görüyoruz. Evrim, dogustan gelen davranissal aliskanliklari atirma olasiliklarini tüketmis ve genel zeka için alternatif bir evrimsel yol baslamis görülüyor. Biyolog-antropolog Katherina Milton, bu genel zeka için seçilimci baskinin, primat grubunun yararlandigi agaçsi bitki kaynaklarinin mekansal ve geçici düzensizligi oldugunu savunmustur. Basit ögrenme kurallari primatlarin yiyecek elde etme maliyetlerini düsürüp yiyecek arama gelirlerini gelistirmelerine izin veriyordu.

Aegyptopithecus ve Proconsul: Ikinci önemli primat grubuna Afrika’da, özellikle de Misir’daki fay çökmesine ait tortusal kalintilar arasinda rastlanmistir. Bunlarin en önemlileri Aegyptopithecuslardi ve 35 milyon yil önce yasamislardi. Bunlar meyve ile beslenen primatlardi ve yagmur ormanlarinin yüksek agaçlarinda yasarlardi. Vücutlari hem tirmanmaya hem de siçramaya uyum saglamis gibiydi. Daha önceki tüm primatlar gibi dört bacakliydilar. 23-15 milyon yil önceki en önemli primat fosilleri arasinda birçok türün temsilcileri oldugu saniliyorsa da, bunlardan genel olarak Proconsul olarak söz edilir. Bu fosiller Kenya ve Uganda’da bulunmustur ve maymun ile kuyruksuz büyük maymun özellikleri gösterirler.

Aegyptopithecusun zihni, muhtemelen Notharctusunkinden ve diger ilk çagdas primatlardan iki önemli açidan farklilik gösteriyordu. Birincisi genel zeka alani daha güçlü hale gelmisti, yani daha çok bilgi islem gücü sagliyordu. Ikinci degisiklik yani özellesmis sosyal zeka alaninin evrimi ise daha önemliydi. Dick Byrne ve Andrew Whiten taraffindan öne sürülen senaryoyu izleyecek olursak, 35 milyon yil önceye gidildiginde, bir tür sosyal zekanin ortaya çiktigini ve sosyal alanda, sosyal olmayan alandaki etkilesimden çok daha karmasik davranislara yol açmis oldugunu görürüz. Bu sosyal zeka alani, grubun diger üyelerinin davranislarini önceden tahmin edebilme açisindan bireylere sagladigi üreme avantaji sayesinde evrimlesmistir. Leda Cosmides ve John Tooby tarafindan savunuldugu gibi, sosyal zekalari içersinde özellesmis akilsal modül alanina sahip olan bu bireyler, sosyal dünyanin sorunlarini çözmekte daha basarili olma olasiligina sahiptiler. Diger bir deyisle, 35 milyon yil önceye gelindiginde evrim, üreme basarisini yalnizca genel zekayi zenginlestirerek artirma olasiliklarini tüketmis görünmektedir. Akilsal yeteneklerin giderek artan özellesmesini baslatan ve neredeyse günümüze kadar devam eden evrimsel bir degisim yasanmaya baslamistir.

Çagdas kuyruksuz maymun ile insanlarin ortak atasi yaklasik 6 milyon yil önce yasamisti. Byrne ve Whiten, ortak atanin zamanina gelindiginde, sosyal zekanin yeterince gelismis oldugunu ve diger bireylere amaçlar yakistirabilecek ve diger sosyal dünyalari hayal edebilecek yetenekleri kapsadigini ileri sürmüslerdir.

Ortak atadan insana dogru evrimde, 4.5 milyon yil önceki halka Australopithecineler alarak adlandiriliyor. Bunlar içinde en iyi korunmus olani A. afarensis’dir. Bunlardan sonra da Homo (yani insan) soyu evrimlesecektir. Bu türlerin beyinlerinin evrimindeki mekanizmalari da bir sonraki bölümde inceleyelim.

(Steven Mithen, Aklin Tarih Öncesi, “Aklin Evrimi” baslikli bölümden derlendi. Dost Kitabevi, Ankara, Aralik, 1999)
 
Omurgalilardan primatlara, primatlardan en ilkel insana: Beynin evrimi

Insan beyninin gelismesini hazirlayan temel öge dik yürümedir. Daha sonra atesin bulunmasi ve ön hazirligi yapilmis yiyeceklerin yenmesiyle dislerin küçülmesi çigneme kaslarinin azalmasina neden olmus bu da beynin gelismesi için bir baska pozitif etken olmustur.

Prof. Dr. Erksin Güleç
(AÜ DTCF Fizik ve Paleoantropoloji Bölüm Baskani)

Canlilar yasamlarini sürdürmek ve bulunduklari ekolojik ortama uyum saglamak için göreceli olarak gelismis duyu organlarina ve bu durumu yansitan beyin yapisina sahiptirler.

Tüm vertebralilarda beyin, embriyon gelisimi sirasinda nöral kanalin ucunda bulunan 3 kabartidan meydana gelir: ön, orta ve arka beyin.

Resim 1’de degisik canlilarda bu temel bölümlerin nasil modifiye oldugu görülmektedir. Bu degisimler o canlinin nasil yasadigi konusunda fikir vermektedir. Temelde birçok ortak yapi olmasina karsin, degisik türlerde beyin vücudun herhangi bir organina göre çok daha büyük farklilik gösterir. Farkli türlerde duyusal alintilar ve bunlara verilen cevaplar çok farklidir ve o tür için yasamsal önem tasimaktadir. Biraz önce de belirtildigi gibi çesitli canlilarin beyinlerinde temel bazi ortak özellikler vardir. Koku alma merkezi ön beynin yapisini sekillendirir. Balik ve sürüngenlerde bazi türler disinda bu kisim toplam beyin hacmine oranla oldukça büyüktür. Bu durum memelilerde ise çok degiskendir. Örnegin özellikle yüksek primatlarda küçükken, karinca yiyenler ve Armadillo’larda son derece büyüktür.

Balikta koku alma birincil enformasyon kaynagidir. Bu büyük koku alma merkezine ilaveten beynin büyük bir kismi bu is için kullanilmaktadir. Sürüngenlerde beyin belirgin bir sekilde baliklardan daha büyüktür ve neokorteks olusumu ortaya çikar. Omurgalilarin evrimsel gelisimi sirasinda giderek daha gelisir ve görme, tatma ve dokunma gibi duyularin alimi ve kullanimi ile ilgilidir. Bu kisimlarin islevi balikta orta ve art beyin araciligiyla saglanmaktadir. Neokorteksin genislemesi entellektüel ögrenimi saglar. Bu gelisim cerebrum’un orta beyni tamamen kapladigi gelismis memelilerde, doruk noktasina ulasir. Bu organizmalarda artik corpus callosum vardir. Böylece iki yarim kürenin neokorteksi binlerce sinir bagi araciligiyla iletisim haline geçer ve hizli bilgi alisverisi mümkün olur.

Balikta görme loblari küçüktür. Sürüngenlerde ve kuslarda ise hemen her zaman gelismis bir yapi gösterirler. Memelilerde optik loblarin homologu olan superior colliculi’nin boyutu son derecede küçülmüstür ve beynin arka kisminda occipital lobda iki küçük yumru olarak yer alir. Cerebellum göreceli olarak kuslarda en büyüktür.

Baliklarda medulla oblangata dokunma, isi, tat ve dengenin olustugu tek merkezdir. Yüksek vertebralilarda bu görev neokorteks tarafindan yapilmaktadir. Ancak insanlarda bile çok gelismis neokortekse ragmen reflekslere cevap verme yetisini hâlâ medulla oblangata korumaktadir. Kus ve memelilerde giderek komplekslesen nöronal alisverisin gerçeklestigi bir yer olarak belirmeye baslar.

Primatlarda ve insanda beyin yapisi
Bilindigi gibi insan “gelismis memeliler” olarak tanimlanan “Primat Takimi” nin bir üyesidir. Evrim basamaklarinda ilk olarak sürüngenlerde ortaya çikan neokorteks primatlarda çok gelismistir ve beyin hacminin yarisini olusturur. Diger memelilerin çogunda üçte bir oranindadir. Primatlarda var olan becerikli ellerin ve kompleks sosyal davranislarin temelinde bu genisleme yatar.

Primatlarda dis dünyadan alinan enformasyon temelde görme duyusuna dayanir ve gelisim sürecinde de bu egilimi gözlemek mümkündür. Erken evrelerde örnegin dinozorlarin nesillerinin yok oldugu 2. zamanin (yaklasik 65 milyon yil) sonunda, ilk primatlar yerde “terrestrial” yasam biçimini sürdürmekteyken basat olarak koklama duyusunun öne çiktigi bilinmektedir. Zaman sürecinde agaç yasamina uyum saglayan “arboreal” primatlarda görme duyusunun öne çikmaya basladigi gözlemlenir.

Primat takimi iki alt takimdan olusur: Prosimii’ler ve Antropoid’ler. Prosimii’ler; Lemur ve Tarsius’lari içerirken, Antropoid’ler; Eski ve Yeni Dünya Maymunlari, Kuyruksuz büyük maymunlar ve insani da kapsayan Hominid’leri içerirler. Bu siniflandirmada beyin gelisimi açisindan birinciden sonuncuya dogru beyin kapasitesinde bir artis egilimi gözlenmektedir

Prosimii’lerde duyu: Agaç yasamina uyum saglamis dolayisiyla da uzakligi dogru algilamanin yasamsal önem tasidigi primat takiminda, görme algisi çok gelismis ve stereoskopik görüs yetisi ortaya çikmistir. Bilindigi gibi ekseni birbirine paralel olan her iki gözün ayni objeye bakabilme ve derinligini algilama yetisi “stereoskopik görme” olarak tanimlanir. Prosimii’lerde örnegin Lemur’larda görme yetenegi gelismistir. Ancak Primat takiminin alt basamaklarinda yer alan bu canlilarda koku hâlâ çok önemlidir. Lemurlardan bazilari gece faal “nocturnal”, bazilari da gündüz faal “diurnal”dir. Her iki yasam biçimini benimsemis olanlarda da görme ön plandadir. Objeleri elleriyle de yakalar ve dokunurlar, ancak dokunma duyusu hâlâ burundadir.

Antropoid’lerde duyu: Primatlarin daha gelismis olan alt takimi Antropoid’lerde görme, Lemur’lara göre daha öne çikmaktadir. Koku alma sogani küçülmüs ve daha basit bir yapi sergilemektedir. Nasal passage -burun boslugu- küçülüp yüzün gerisine gitmis, karsiliginda göz öne dogru çikmistir. Ileri ve tamamen öne dogru bakis Antropoid’lerde ortaya çikmistir.

Gözlerin öne dogru ilerlemesi çigneme apareyinden de yüzü uzaklastirmis ve çigneme kasilmasi sirasinda göz yuvarlagindaki küçük oynamalarin gözün keskin (acute vision) görüs yetenegini bozmasini engellemistir. Bu canlilarda arastirma ve manipulasyon için dis ve öne dogru uzamis burunu (muzzle) kullanmaktan çok, elleri kullanma egilimi vardir. Bundan dolayi da reseptörler muzzle’dan çok elde toplanmistir. Görme simülasyonunu alan bölgeler ve eldeki çok duyarli reseptörler göreceli olarak büyük ve komplikedir.

Primatlarda cerebral cortex’in çok gelistigi ve genisledigi görülür.

Cerebral cortex beynin dis yüzeyindeki kalin “gri cisim” tabakasidir. Burada “yüksek mental fonksiyonlar” olan; hafiza, birlestirme, neden arama vb.den sorumlu bölgeler vardir.

Primatlardaki beyin bölgelerinin oranlari ayni zamanda ileri derecede becerisi olan ellerin kullanimina yönelen bir egilime isaret eder.

Yasayan primatlarda “beyin” gelisimi kortikal genisleme açisindan dört asama gösterir:
  • En ilkeli Prosimian’lardir (Lemur ve Tarsius’lar).
  • Eski ve Yeni Dünya Maymunlari bir sonraki asamadir.
  • Ape’ler özellikle de Pongidae daha gelismis olanlaridir (Kuyruksuz Büyük Maymunlar).
  • En sonuncusu da insandir.
Insan beyni diger Primatlarla karsilastirildiginda cerebral cortex’in en genis oldugu ve her bölümünün ayni oranda gelismedigi bir form olarak karsimiza çikar. Insan beyninde en fazla gelisim gösteren iki bölge vardir: Frontal (alin) asosiasyon bölgesi ve Parietal (duvar kemikleri- beynin üst sag ve solunda yer alan bir çift kemik) asosiasyon bölgesi.

Bu bölgeler bilginin saklanmasi, yeni deneyimlerin eskilerle karsilastirilmasi ve çesitli duyu merkezlerinden gelen bilginin ve hafizanin (hatiralarin, daha önceden yasanmis olaylarin) neden arama, hayal gücü, konusma ve digerlerinin birlestirilmesi ile ilgilidirler. Böylece “insana özgü” fonksiyonlarin kontrol edildigi bölgelerin bu alanlar oldugu ortaya çikar. Frontal ve parietal bölgelerin görevlerinin bu önemi insanin morfolojik gelisim sürecinde kafatasi büyümesinin neden özellikle alin ve yan taraflarda gerçeklestigini açiklamaktadir. Hominid’lerde zaman sürecinde birbiriyle dogru orantili olarak beyinde hem hacim artisi olmus, hem de frontal ve parietal genisleme gerçeklesmistir.

Insanlarda frontal bölgenin fonksiyonu uzun süreli bir amaca yönelik olarak dikkati sürdürmek, sasirtici bir uyarani süzgeçten geçirerek almak ve birbirini tutmayan, anlasilamayan uyaranlarin alikonulmasi gibi olgularla ilgilidir. Böyle bir kontrol mekanizmasi olmadan insana özgü bazi karakteristik aktiviteler mümkün olmazdi. Örnegin, yarali bir hayvani tüm gün izleme, avantajli bir is için risk alma ya da bir yiyecegi gruba getirmek yerine buldugu yerde yeme içgüdüsünün bastirilabilmesi gibi.

Parietal asosiasyon bölgesinde de benzer büyük bir gelisim olmustur.

Bu bölge hali hazirda birincil assosiasyon bölgeleri tarafindan “sindirilmis” bilgilerle ilgilidir. Buraya gelen bir bilgi diger yerlerden gelen ve hafizada yer alan bilgilerle birlestirilir. Hem ögrenme hem de konusma dilini kullanma ve özetleme kabiliyeti, farkli duyu alanlarindan gelen bilgiyi birlestirme becerisine dayanir ve parietal lobda gerçeklestirilir. Ayni zamanda konusmanin gerçeklestigi bölgedir.
 
Insanda beyin neden gelisti?

Insan beyini kendi takimi içinde -simian primatlar arasinda- beklenildiginin üç kati büyüklügündedir ve bu büyüme sadece son birkaç milyon yil içinde gerçeklesmistir

Insan beyninin gelismesine zemin hazirlayan en önemli olgu dik yürümedir. Çünkü dik durus postürünü benimsemis bir organizmada kafatasi omurga üzerinde altta ve ortaya yakin bir alanda yer alacaktir. Dolayisiyla da yari egik postürdeki bir canlinin kafatasinin dengede durmasi için gereken agir kas baskisi bulunmayacaktir. Bu da beynin gelismesi için gerekli temel zeminin olusmasini saglamaktadir. Yani insan beyninin gelismesini hazirlayan temel öge dik yürümeye uyumdur. Daha sonra atesin bulunmasi ve ön hazirligi yapilmis yiyeceklerin yenmesiyle dislerin küçülmesi masseter (çigneme) kaslarinin azalmasina neden olmus bu da beynin gelismesi için bir baska pozitif etken olusturmustur.

Australopithecine’lerde beyin kapasitesi modern büyük maymunlardaki kapasite sinirlari içerisindedir. Bu gurubun geneli için ortalama 450 cm3 olarak kabul edilmektedir. Ansefalizasyon (beynin gelisimi) muhtemelen bu ortalamayi ilk olarak 2.5 milyon yil civarinda geçmeye baslamistir. Bu dönemde Homo genusunun ilk üyeleri yasamistir. Koobi Fora’dan bulunan KNM-ER 1470 yaklasik 750 cm3’lük bir beyin hacmine sahiptir. 1.5 milyon yil öncesinde Homo erectus’ta beyin hacmi 1000 grama ulasmisti. Beyin hacmi beden hacmine paralel olarak ilk Homo sapiens’in muhtemelen ortaya çiktigi 400.000 yil öncesine kadar artmaya devam etmistir. Erken Homo sapiens’lerin beyin hacmi neredeyse bizimkine yakin bir büyüklüge ulasmistir. Avrupa Neandertallerinin beyin hacmi de modern insandaki asamaya ulasmistir ve birçok bilim adami bunlarin Homo sapiens içine konulmalari gerektigini söylemektedirler. Girtlak yapisi açisindan bazi degisikliler sergilemesi ve konusma açisindan sorun yasadiginin sanilmasina ragmen bu fosil insanlar, muhtemelen mental kabiliyetleri açisindan modern insan seviyesindeydiler.

Tüm memelilerde vücut-beyin oranlari dikkate alindiginda beynin büyümesine dogru bir egilim vardir. Buna karsin beynin gelisme hizi memeliler arasinda farklilik gösterir. Büyük beyin ancak yüksek enerjili diyetlerle kazanilabilir. Eriskin bir insanda beyin, vücut enerjisinin yüzde 20’sini harcar. Bu durum yasamin erken asamalarinda daha da fazladir. Yeni doganda beyin ortalama vücut agirliginin yüzde 10’unu olusturur ve enerjinin yüzde 60’in harcar.

Bazi türlerin neden büyük beyine ihtiyaç duyduklari sorusunu sormak yerine bunlarin büyük bir beyine sahip olmalarinin nasil üstesinden geldiklerini anlamaya çalismak daha dogru olur. Eger yeterli enerji varsa -fonksiyonlarin olusmasi türden türe farklilik gösterse de- büyük bir beyine sahip olmak tüm hayvanlar için avantajli bir durumdur.

Insan beyninin evriminde iki asamadan söz edilebilir: Ilk asamada Australopithecine’lerden Erken Modern Homo genusuna dogru olan çizgide beyin kapasitesinde büyük bir artis olmustur. Bu artis, beslenme rejiminin yüksek enerji ihtiyacinin karsilanmasi yönündeki degisimine neden olmustur. Ikinci asamayi olusturan alet yapimi ve kullanimi döneminde; özel seçilim baskisi muhtemelen artan beyin dokusunun iletisim sistemindeki degisikliklerin belirlenmesinde esas rol oynamis olmalidir. Bu degisiklikler ise problem çözmedeki ilerlemede, sofistike alet yapiminda ve en önemlisi de kültür ve dilin ortaya çikmasinda kendini göstermektedir
 
Endocastlar üzerinde yapilan çalismalar bize neyi verir?

Fosil türlerin beyin loblarinin gelisim ve islevlerini anlamak için “endocastlar” yani kafatasi içinin kaliplari yapilir. Bu da bize yaklasik beyin büyüklügünü ve beynin dis konturlarinin enteresan özelliklerini verir. Asagida, yasayan bazi primat gruplarinin ve hominoid türlerinin endocastlardan elde edilmis ortalama beyin kapasiteleri verilmektedir.

Hominid disi PrimatlarAustralopithecine Homo Makak maymunu: 100 cm3*A.ramidus: H.habilis: 650 cm3Baboon: 200 cm3*A.anamensis:H.rudolfensis: 751 cm3Gibbon: 102 cm3A.afarensis: 380-450 cm3H.ergaster: 500-650 cm3Siamang: 124 cm3*A.bahrelgazali:H.erectus: 850-1000 cm3Orangutan: 404 cm3 A.africanus: 430-520 cm3Arkaik Homo sapiens: 1100-1280 cm3Gorilla: 495 cm3A.aethiopicus: 485 cm3Neanderthal: 1245-1740 cm3Sempanze: 385 cm3A.garhi: 450 cm3 Modern Homo sapiens: 1350+ cm3A.boisei: 545 cm3A.robustus: 520 cm3* Kafatasi ele geçirilememistir.

Endocastlardan girus ve sulcuslari, belirli kan damarlarini, beynin seklini anlayabiliriz. Ancak bu çalismalarda bazi sorunlar ortaya çikmaktadir. Bunlar:

  • Beyin büyüdükçe kortikal kivrimlanma daha siki bir yapi gösterir ve dura mater daha kalin ve az esnek olur. Bundan dolayi da bir insan veya kuyruksuz büyük maymunun kortikal detaylarini görmek daha küçük bir primatin bu tür özelliklerini anlamaktan çok daha zordur.
  • Endocastlari elde edebilecegimiz fosil kafataslari genellikle deforme olmuslardir ve eksik parçalari vardir. Bu da ayni özellige ait çok farkli yorumlarin yapilmasina neden olur.
  • Endocast yüzeyine bakarak beynin iç organizasyonu genellikle yapilamaz.

Çok tartismali konulardan biri de lunate sulcusun yerinin bilinmesidir. Bu bize birincil ve ikincil görme alanlari arasindaki siniri gösterir. Australopithecine’lerde bu sulcus’un göreceli olarak biraz daha arkada yer almasi beyin fonksiyonlarinin insana dogru yöneldiginin bir diger göstergesidir.

Hominid’lerde bipedal yürüme beyin yapisini etkileyen çok önemli bir olgudur ve muhtemelen lunate sulcus’un yerinin degismesini de etkilemistir. Dik yürümeye adaptasyon beyin kökünün Ape’lere göre çok daha vertikal olmasina neden olmustur. Bu durum beyincigin oksipital loblara göre daha asagiya inmesiyle sonuçlanmistir. Böylece lateral yüzde yer alan visual korteksin bir kismi arka ortaya dogru kaymistir. Bu degisimler lunate sulcusun Australopithecine’lerde ve daha sonraki Hominid’lerde daha orta ve geriye kaymasina neden olmustur.

Fonksiyonal açidan farkli bölgeler arasindaki siniri gösteren central sulcusun da bulunup bulunmamasi antropologlar için önemlidir. Bu olusum Antropoid’leri Prosimian’lardan ayirmaya yarayan kriterlerden bir tanesidir. Oligosen’de yasamis olan Aegyptopithecus’un beyin kalibinda bu olusum gözle görülebilir. Bu nedenle bu fosilin ilk Antropoid maymunlardan oldugu düsünülmektedir. Ilk ortaya çikan maymun formlarinda, bu oluk somatik korteksi motor korteksten ayirdigindan, bu fonksiyonel bölünmenin basladigini göstermesi açisindan önemlidir.

Sylvian açiklik beyin yüzeyindeki özellikler içinde en önemlisidir. Bu olusum temporal lobun üst sinirini çizer, sol tarafta daha asagida ve daha uzundur. Bu durum Homo genusunun ilk örneklerinin bazilarinda görülmeye baslar. Modern insanlarda bu daha büyük Wernicke konusma bölgesiyle ilgilidir. Bazi fosillerde bu açidan görülen benzerlikler bunlarin konustuklari izlenimini vermis, ancak bazi maymun ve Ape beyinlerinde de bu asimetrinin bulunmasi bu konuda süphe yaratmistir. Ancak yine de kortikal asimetriler bize daha yayginlasmis fonksiyonel asimetrilerin orijini hakkinda önemli ipuçlari verebilir.

Broca bölgesini gösteren bazi sulcus özellikleri Homo habilis ve Homo erectus’te görülmüstür. Bu kivrimlar Australopithecine beyinlerinde görülmez. Ancak biz sadece Broca bölgesinin fosil formlarda bulunup bulunmadigini söyleyebilmekteyiz. Bu bölgenin fonksiyonun evrimini endocasttaki sulcus izlerine bakarak söylemek gerçekçi olmaz. Insan beyninde bu sulcuslarin varligi ve yeri çok degiskendir. Ayrica dil fonksiyon alanlarinin yeri konusunda da bir tutarsizlik mevcuttur. Daha da önemlisi maymun beyinlerinde de benzer bir alan bulunmustur ve bu nedenle de bu girus ve sulcuslarin fosillerde bulunmasi tamamen yeni bir yapiya isaret etmez.

Australopithecine ve Erken Homo türleri arasinda beyin hacminin büyümesi cerebral korteksin her alaninda birçok yeni kivrimin olusmasina neden olmustur. Bu yeni kivrimlar da spesifik bir degismeden çok, büyümenin genel bir sonucu olabilir. Belki de bu hominidler Broca bölgesini konusma için kullanmis olabilirler. Ancak endocastlar bu isin ispatlanmasi için yeterli degildir.

Burada anlatilan zorluklara ragmen endocastlar bizim için eski beyinlerin yapisini anlamaya yarayacak en önemli ipuçlaridir.
 
Ilk atalarimizdan günümüz insanina beynin evrimi

El mi yaman, beyin mi yaman...

Beyin kendi kendine büyümeye baslayamaz. Bir itici güç gerekir. Dik durus, yani ikiayaklilik, araç kullanimi ve yapimi için eli özgür hale getirdi. Beynimizdeki evrimsel büyüme, zekanin artmasi ve konusma bu büyük atilimin sonucuydu.

Insani insan yapan durusudur
Stephen Jay Gould

Afrikali atalarimiz (ya da en azindan en yakin kuzenlerimiz), 1920’lerde magara tortularinda bulundular. Ama bu Australopithecuslar zincirin “eksik halka”sinin nasil görünmesi gerektigine iliskin önyargilara uymadilar ve birçok bilim adami bunlari evrimsel soy çizgimizin gerçek üyeleri olarak görmeyi reddetti. Insanbilimcilerin çogu, insansimaymundan insana dogru, uyumlu ve artan zekayla birlikte ilerleyen bir dönüsüm öngörmüstü. Eksik halka, eski (ve yanlis) omuzlari öne egik Neandertal çizimlerinde oldugu gibi, hem beden hem de beyin büyüklügü açisindanarada olmaliydi. Ama Australopithecus bu kosula uymuyordu. Beyinleri, kendilerine yakin vücut büyüklügüne sahip bütün insansimaymunlardan daha büyüktü, ama çok daha büyük degildi. Beyin büyüklügümüzdeki evrimsel artisin önemli bölümü, Australopithecus düzeyine ulasmamizdan sonra gerçeklesti. Ancak bu küçük beyinli Australopithecuslar sizin ya da benim kadar dik yürüyordu. Bu nasil olabilirdi? Eger giderek büyüyen beynimiz evrimimizin lokomotii olmussa, rastlantisal bir özellik olmayip “insanlasmanin diger bir ayirt edici isareti” olan iki ayak üzerinde durus nasil daha önce ortaya çikmis olabilirdi? 1963 tarihli bir denemesinde George Gaylord Simpson, “çok saglam temeller bulundugunda bile kesiflerin tahmin edilememesini” örneklemek için bu açmazi kullanmistir: “Evrimden bir örnek verecek olursak, bugün Australopithecus olarak bilinen, dik yürüyen ve araç yapabilen, ama bir maymunun fizyonomisine ve üst kafatasi kapasitesine sahip ‘eksik halka’nin kesine iliskin tahmin basarisiz olmustur.”

Bu “büyük basarisizligi” herseyden önce, gizli bir önyargiya ve bundan kaynaklanan su hatali çikarima baglamaliyiz: Diger hayvanlar üzerinde beyin gücümüzle (ve baska pek az seyle) egemenlik kurariz; bütün asamalarinda evrimimizin lokomotifi giderek büyüyen beynimiz olmustur.

Dik durusu beyin büyüklügündeki artisin yaninda ikincil kabul etme geleneginin izlerine, antropoloji tarihi boyunca rastlanabilir. 19. yüzyilin en büyük embriyologu Karl Ernst von Baer 1828’de sunlari söyledi: “Dik durus beynin yüksek düzeyli gelisiminin bir sonucundan baska bir sey degildir. (...) Insanla diger hayvanlar arasindaki bütün farklar beynin yapisina baglidir.” Yüz yil sonra Ingiliz antropolog G. E. Smith söyle diyordu: Insani maymunluktan çikarip insan yapan, dik durmaya baslamasi ya da eklemli dili bulmasi degil, beyninin asamali olarak olgunlasmasi ve zihinsel yapisinin yavas yavas olusmasidir; dik durusa geçis ve konusmanin gelismesi rastlantisal olgulardir.”

Beynin önemini vurgulayan bu koronun karsisinda, dik durusun önceligini savunan çok az bilim adami olmustur. Sigmund Freud, uygarligin kökenine iliskin kuraminin büyük bölümünü buna dayandirmistir. Freud, 1890’larda Wilhelm Fliess’a yazdigi mektuplardan baslayarak ve 1930 tarihli denemesi Uygarligin Huzursuzluklari’nda dik durusa geçisle birlikte, temel duyumuz olar koku almanin, yerini görmeye biraktigini ileri sürmüstür. Kokunun geri planda kalmasiyla birlikte erkekte cinsel uyarilmanin nesnesi, kizisma zamanlarinin dönemsel kokularindan, disi cinsel organlarinin sürekli görünürlügüne kaymistir. Erkeklerin kesintisiz arzusu disilerde kesintisiz aliciligin evrimlesmesine neden olmustur. Memelilerin çogu yalnizca yumurtlama dönemleri dolayinda çiftlesirken, insanlar her zaman cinsel olarak etkindir. Kesintisiz cinsellik insan ailesini bir arada tutmus ve uygarligi olanakli kilmistir; çiftlesmeleri yüksek düzeyde çevrimsel olan hayvanlarda kararli aile yapilarina yönelik güçlü düürtüler yoktur. “Demek ki uygarligimizin belirleyici süreci” diye sonuçlandirir Freud, “insanin dik durusa geçisiyle baslamis olmalidir.”

Antropologlar arasinda Freud’un fikirlerini izleyen olmamistir ama, önceligi dik durusa veren küçük bir gelenek daha dogmustur (Bugün Australopithecuslarin morfolojisini ve insan evriminin izledigi yolu açiklamak için kabul etme egiliminde oldugumuz sav da budur). Beyin kendi kendine büyümeye baslayamaz. Degisime ugramis bir yasam kipi temel bir itici güç saglamis, bu da zekadan yana güçlü ve seçici bir tesvik yaratmis olmalidir. Dik durusa geçmek, elleri hareketle ilgili görevlerinden azleder ve onlara nesneleri isleme özgürlügü saglar. Artik araçlar ve silahlar kolayca üretilip kullanilabilecektir. Zekanin artmasi büyük ölçüde, serbest hale gelen ellerde yatan olaganüstü üretim potansiyeline yanit olarak ortaya çikmistir. (Söylemeye bile gerek yok, simdiye kadar hiçbir antropolog, evrimde beynin ve durusun tamamen bagimsiz oldugunu, biri henüz degismeye bile baslamadan digerinin insansi durumuna eristigini iddia edecek kadar saf olmamistir. Bir etkilesim ve karsilikli tesvik söz konusudur. Ancak evrimimizin ilk asamalarinda durusumuz, beyin büyüklügümüze oranla daha hizli bir degisim gösterdi; ellerimizin araç yapmaya olanak verecek sekilde serbestlesmesi, beynimizdeki evrimsel büyümenin büyük bölümünden önce ortaya çikti.)

Von Baer’in gizemli ve kehanetçi meslektasi Lorenz Oken 1809 yilinda, pek de akilci görülmeyen bir tanitlamasinda “dogru” savin üstüne basmis, von Baer ise birkaç yil sonra yolunu sasirmistir. Oken, “Insan, karakterini dik yürümekle elde etmistir” der, “eller serbest hale gelmis ve diger islevlerini kazanabilmistir. (...) Bedenin özgürlügü beraberinde beynin özgürlügünü getirmistir.” Ancak 19. yüzyilda dik durusun en büyük destekçisi, Darwin’in gözü pek savunucusu Alman Ernst Haeckel olmustur. Haeckel, en küçük bir dolaysiz kanit olmadan atamizi yeniden olusturmus ve ona bilimsel bir ad vermistir. Pithecanthropus alalus: dik duruslu, konusamayan, küçük beyinli maymun adam. (Bu arada Pithecanthropus büyük olasilikla, tarihte, henüz kesfedilmemis bir hayvana verilmis tek bilimsel addir. Du Bois 1890’larda Cava insanini buldugunda, Haeckel’in cins adini benimsemis ve ardina yeni bir tür adi eklemistir: Pithecanthropus erectus. Bugün bu yaratigi kendi cinsimize dahil ediyor ve ona Homo erectus diyoruz.)

Peki Oken ve Haeckel’in karsi çikmasina karsin beynin önceligi fikri niçin böylesine güçlü bir sekilde yerlesmistir? Kesin olan, bunun kanitlarla hiçbir iliskisinin olmadigidir, çünkü iki görüsten herhangi birini destekleyecek hiçbir dolaysiz kanit yoktu. Beynin önceligi dogmasinin yerlesmesinden çok sonraya, 19. yüzyilin sonlarina degin, Neandertal disinda hiçbir insan fosili bulunmamisti. Ancak hiçbir kanita dayanmayan tartismalar bilim tarihinin en aydinlatici tartismalari arasindadir, çünkü olgusal kisitlamalarin yoklugunda, düsünceyi bütün olarak etkileyen (ve bilim adamlarinin durmadan inkarettigi) kültürel yargilar apaçik ortaya çikar.

Aslinda 19. yüzyilda, kuskusuz birçok okuyucuyu sasirtacak bir kaynaktan, Friedrich Engels’ten parlak bir açiklama gelmistir. (Biraz düsünmek bu saskinligi azaltacaktir. Engels’in doga bilimlerine güçlü bir ilgisi vardi ve genel diyalektik maddecilik felsefesini “pozitif” bir temele yerlestirmek istiyordu. Doganin Diyalektigi’ni bitirmeye yetecek kadar yasamadi, ama Anti-Dühring gibi incelemelerinde bilim üzerinde uzun yorumlarda bulundu.) Engels 1876’da Maymundan Insana Geçiste Emegin Rolü baslikli bir deneme yazdi. Bu deneme ölümünden sonra, 1896’da yayimlandi ve ne yazik ki Bati bilimi üzerinde önemli bir etkisi olmadi.

Engels insan evriminin üç ana özelligini ele alir: konusma, büyük beyin ve dik durus. Ona göre ilk adim, agaçlardan inerek yasamaya baslayan atalarimizda dik durusun evrimlesmesi olmalidir. “Bu maymunlar düz topraga inmekle ellerini kullanma aliskanligini birakmaya ve giderek daha dik yürümeye basladilar. Bu, maymundan insana geçiste en önemli adimdi.” Dik durus, araç kullanimi (Engels’in terminolojisiyle, emek) için eli özgür hale getirdi; zekanin artmasi ve konusma daha sonra geldi.

(...)
 
Geri
Üst