Deprem ve yıkım... ve ölüm...

M

Misafir

Forum Okuru
Deprem ve yıkım... ve ölüm...
Deprem... Geçen uzun bir zamanın, yüreğimizde ve çevremizde oluşturduğu birikimlerin ansızın çözülmesi... Kendimizden çok şey kattığımız mekânın ve hatıralarımızla cisim olmaktan çıkmış yapının altında kalışımız... Bir toz-duman... Geçmek bilmeyen kısa zamanlar.. acı sesler.. sağa-sola düşen parçalar.. ürkütücü bir gürültü... ve yıkım ve düşüş ve ölüm...

Yıkıntının altından çıkarılan ve hâlâ nefeslenen beden, yoğun yaşanmış bir geçmişten ve hayatına karışmış bir çok dokunuştan yoksun kalmanın acısıyla dövülür. Artık hiçbir şey eskisi gibi kalmaz/devam etmez; yıkım sonrasının boşluklarıyla eksik yaşanır her şey. Bir papatyanın sarı-beyaz kışkırtıcılığı soluklaşır, delişmen yaşantıların sesi kısılır. Kalpten dış hatlara doğru yürüyen hareketin, heyecanın hızı düşer/durur; bu yürüyüşten geriye sadece suskun izler kalır.

Depremi görmedik, yaşadık! Bir rüyadan uyandık! Hayatın soğuk yüzüyle yüzleştik!... Ve şimdi, çözümsüzlüğün orta yerinde ölüme tebessüm ediyor, acziyet içinde suskun izlere ağlıyoruz. Öylece ortada kalmışken, binlercenin evi çökmüş; gün ışığına doymamış narin bedenler toza karışmış; bir ülkenin yüreği burkulmuş... Bir şey yapamıyoruz...

Depremin ötesinde bir şey oldu. Alevlerle hırçınlaşan deniz, kara parçasının üzerine yürüdü. Yıkıntılar ölümü, ölüm de acıyı çoğalttı. Binalar dibe, ölü sayısını veren rakamlar ise tavana vurdu. Gazeteleri okuyamıyor, televizyonu seyredemiyoruz. Hayat bütün cazibesini yitirdi; galiba bugünlerde, sadece unutabilen,
399.jpg
farkında olmayan, bîhaber kalabilenler için güzel ve dayanılırdır.

Ölüm o kadar anlamsızlaştı ki!... Gazetelerin dili o kadar soğuk ve boş ki; 'Yıkıldık... 10.000 ölü var.' Oysa daha dün, fantezi bir hayatın idolü olan birinin şarkısından sloganlar üretiliyordu: 'Yıkılmadık, ayaktayız!..' On bin yürek, on bin dünya, on bin ses, on bin koku, on bin korku, on bin yaşanmışlık, on bin heyecan, on bin farklılık., hepsi, soğuk ve dar rakamların içine sıkışabilir bir hal aldığından bu yana ölüm; sesini, soluğunu, heyecanını, ürpertisini ve anlamını yitirdi. Ölü bedenlere basılarak geçiliyor; yanı başlarında denize girilip güneşleniliyor. Üzeri paparazi haberleriyle dolu gazetelerle örtülü cesedin etrafında dolaşan yüzler, hiçbir şey söylemiyor. Anlamı olmayan ve bir değer adına yaşanmayan hayatın içinde gerçekleşen ölüm, artık :):):):)fizik bir ürperti vermiyor ve öyle bir atmosfer oluşturmuyor. Ölmüş bir hayatın ölümleri de ölüdür; hayat vermiyor, hiçbir şeyin üzerine ışık düşürmüyor. Modern ve postmodern zamanların içinde hayat o kadar silik ki, ölümü bile fark ettirmiyor. Eski ölümler eski hayatlardan besleniyordu; karşılığı olan, uğruna ömürler adanan değerlerle değer kazanan hayatlardan... Şimdiki ölümler ise 'yeni hayat'lardan besleniyor; günü birlik hay-huylara karışan hedeflerin arkasından sürüklenen kimliksiz hayatlardan...

Hayatın karmaşası içinde yüzleştiğimiz trajedilere kendimizce yorumlar getiriyor, sorulara cevap veriyorduk. Şimdi biz soruyoruz: Niye böyle?!

İnsan o kadar çâresiz ve bir o kadar da âciz ki!... Teknoloji insanın hayâl edebileceğinin ötesini kurcalıyormuş. İnsan kopyalanıyormuş. Hız ve mesafe yeniden tanımlanıyormuş... Hiçbiri o tek soruya cevap (merhem) olmuyor. Günler sonra yıkıntıların altından çıkarılan bedenler karşısında, bilgi çağının büyüklenmeleri de deprem geçiriyor ve anlamsızlaşıyorlar.

Sınırsız büyüme, temeli olmayan bir kibir, üretim ve tüketimdeki doyumsuzluk, her şeyin sihrini bozdu. En kahredicisi de, aç gözlü bir tipin, kıyametin kopacağına hâlâ inanmıyor oluşudur; mürevazı, sâde, kalabalık olmayan, kâinatla uyum içindeki hayatı yaşayanları 'ilkel'ce yorumlamasıdır. Oysa doyumsuzluğuyla, kibriyle, dayatmalarıyla ve yıkımlarıyla kıyameti kaçınılmaz, hayatı da yaşanılmaz kılan o değil mi?

Karşımızda fizikî ve sosyal bir yıkım var. Fizikî yıkıntıyla birlikte sosyal ve psikolojik çöküntü içine girdik. Şu soruyu sormaktan çekiniyor gibiyiz: sosyal gerçekliğimiz, fizikî çöküntüye davetiye çıkarmış olamaz mı? Ekran ekran dolaşan akademisyenlerin yüzlerinde, yaptıkları bütün açıklamalara rağmen, depremi izah edememenin sıkıntısı ve acziyeti okunuyor. Yüzümüzü başka bir yöne çeviriyoruz. Her şeyin, görünür ve görünebilir olandan ibaret olmadığına inanıyor, Rabbimize sığınıyoruz: Allah'ım!.. Bizi nefsimizle ve selîm olmayan akılla baş başa bırakma! Kendine yakın ve kul eyle!..
 
Geri
Üst