Düşünce kalkabilmek !

ESDE

Hamiş Melek
Düşünce kalkabilmek !
dusmek, kalkmak, hayat, olum, dunya konularini incelemektesiniz


Merhaba Melekler,

"Ben hiç düşmedim, düşmem de" diyen insan var mıdır? Sanmam...


fgfgfgfgf-1a6.jpg

İnsanoğlu, hayatla ölüm arasındaki o daracık kavşaktan ölümsüzlük diyarına transit geçebilmek için inişli çıkışlı imtihanlarla dolu bir yaşam sürüyor ve bu süreçte, gideceği yolun seyrini pek kestiremiyor.

İnsanın, ana rahminden dünyaya düşmesi ve orada yeni bir hayata başlaması yaşadığımız dünyada düşmek kadar kalkmanın da doğal olduğunu ve bu iki eylemin hayat boyu devam ettiğini ifade eden bir gerçektir. Dünyaya doğmak, aslında bir düşüşün başlangıcıdır... İnsan bu andan itibaren, inişli çıkışlı bir hayat sürecek, acılar, hüzünler, neşeler, mutluluklarla karmal ve girift bir toprak parçasında yolculuğunu sürdürecektir.

Kişinin fiziksel acziyeti ilk çocukluk yıllarında daha belirgindir. Çocukluk döneminde yaşadığımız acizlik ve geçirdiğimiz hastalıklar, fiziksel acziyetimizin bir göstergesidir. Bedenen henüz çok çelimsiz ve dirençsiz olan yavru, küçük bir mikrop karşısında hemen hastalanmakta ve annenin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Bebek yapısı gereği, çevreye sadece sosyal olarak değil aynı zamanda fiziksel olarak da uyum sağlama ihtiyacındadır ve bu belli bir süreci beraberinde getirmektedir.

Elbette bütün canlı türleri doğduğunda aynı şekilde acizlik ve ihtiyaçlılık içindedirler ve birinin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Acziyet durumları ise, şefkat duygusunu ortaya çıkaran itici bir kuvvettir... İrvin Yalom'un deyişiyle, her canlının yavrusu insanda merhamet hissi uyandırır.

İnsan zengin istidatlara ve engin duygulara sahiptir ancak buna karşın, diğer canlı türleri, yaşadıkları ortama kısa sürede adapta olurken insanın uyum süreci daha uzun ve komplekstir. Bu durum, insanın, fiziksel ve duygusal yapısıyla bir bütündelik oluşturmasından ve üst bir varlık nüveleri taşımasındandır.

İnsan, ruhsal boyutuyla güçlü ve zengin bir varlıktır fakat böylesine güçlü bir varlık oldukça zayıf bir bedende hayat sürmekte ve varlığını burada ikame ettirmektedir. Ruh ebedidir bu yönüyle de güçlü bir potansiyele sahiptir, beden ise, geçicidir ve o yüzden de, zayıf ve çelimsizdir.

Bedenin zafiyetini ortaya çıkaran en önemli etken, kazalar, hastalıklar, fiziksel ve ruhsal travmalardır. Varoluşumuzu taşıyan beden kabına küçük bir virüs ya da mikrop sızdığında, hemen sarsılırız. Eski gücümüz kalmaz, hayatla uyum aktivitemiz bozulur, zayıflığımızı bütün hücrelerimizde hissederiz. Özellikle hastalık durumlarımız fiziksel düşüşümüze yol açtığından, düştüğümüz yerden kalkmaya çalışır ve yaşadığımız acılarla başa çıkmak için gayret gösteririz. Böyle durumlarda zaman hiç geçmez, saatler adete yerinde sayar, acılarımız arttıkça vakit uzar, güneş hiç batmaz, sabah hiç olmaz...

Kayıplarımız vardır, kimisi ebedi âleme göçüp gitmişler kimisi de kör bir ihanetle bizi terk etmişlerdir. Her iki kayıpta ruh ve duygu dünyamızda aşınmalara sebep olmuş ve hayatımızı derinden sarsmıştır. Düşüşümüz yalnızlığı ve beraberinde çaresizliği getirmiş, bizi yoksullaştırmıştır. Ama bu yoksulluktan kurtulmak ve yeniden kalkabilmek mümkündür...

Düşmek acıdır, katlanması kolay değildir ama içimizi aydınlatan bir gerçek vardır ki, o da, yaşadığımız yoksunluk durumlarına yetecek kadar sabır ve takatimiz mevcuttur. Üstelik bedensel olarak düşmeler geçicidir, dünya hayatımız kadar kısadır... Eğer sabır potansiyelimizi yerinde ve doğru olarak kullanmayı başarabilirsek, bu düşüşümüz güçlü bir kalkışın hareket kaynağı da olabilir.

Aksi takdirde, fiziksel düşüşlerimiz duygusal ve sosyal düşüşü de beraberinde getirecek ve çeşitli sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Düşmek acizlik değildir, fiziksel zayıflığımızın bir neticesidir ama düştükten sonra kalkmaya çalışmak ruh ve duygu dünyamızın ne kadar aktif ve güçlü olduğunu gösterir. Bu da ancak, düşmenin bir imtihan olduğuna inanmak, gayret göstermek ve başımıza gelenlere sabırla karşılık vermekle mümkün olur.




Maddi düşmeler
Düşmelerimiz sadece fiziksel ya da duygusal alanımızda gerçekleşmez, hayatımızın bazı dönemlerinde maddi düşüşler, maddi çıkmazlar da yaşarız... Her şey yolunda gidiyor derken, beklemediğimiz durumlar ortaya çıkabilir ve bunun sonucunda da paramızdan, malımızdan, maddi varlığımızdan bir şeyler kaybedebiliriz. Elbette, bizi yere seren her sarsıntı, her düşüş bir travmayı da beraberinde getirir... Ama hayatın bir imtihan dünyası olduğunu ve malın da ihtiyaçlarımızın giderilmesini sağlayan bir araç olduğunu idrak etmeyenlerin bu düşüşleri daha sert ve sarsıcı olacaktır...

Yaşadığımız dünyada bağımlı kaldığımız ya da bağlandığımız enerji alışverişinde bulunduğumuz bazı özel nesnelerimiz vardır. Bunların bir kısmı fiziksel varlığımızla bir kısmı da duygusal mekanizmalarımızla alakalıdır... Anne baba ve kardeşlerimize, yakınlarımıza, dostlarımıza, eşyalarımıza, yaşadığımız toprağa bağlıyızdır... Ancak sevdiğimiz nesnelere geliştirdiğimiz bu bağlılık duygusu, bağımlılık patolojisinin dışında bir durumdur. Yani, insan olarak sevdiğimiz bütün nesnelere bağlıyızdır ve onlarla sevgi alışverişinde bulunuruz, bu normal bir süreçtir. Ama bağımlılık onsuz asla yapamam esasına dayandığından bir tür patolojidir....

Günümüz insanı, sevdiği değer verdiği kişilerle ilişkilerini iyileştirmek yerine aşırı bir mal bağımlılığına müptela oluyor ve vaktini enerjisini bu alana sarf ediyor... Bu kimselerin doyumsuzluğu sonuç olarak, onları sürekli biriktirmeye ve biriktirdikçe de bencilleştirmeye doğru götürüyor... Dinimiz, sahip olduğumuz malların, nerede ve nasıl kullanılacağını belirlemiş bu konuda gerekli ilkeleri bizlere vermiştir. Buna göre, mallarımız, ihtiyaçlarımızı gidermek, hayır ve hasenat yapmak açısından önemli birer araçtır. Fakat modern insan, malı bir araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirdiğinden, sürekli ihtiraslar üretiyor, tutkular geliştiriyor... İhtirasların zirveye çıktığı bir yerde ise, maddi kayıplar büyük travmalara neden oluyor.

Maddi düşüşler, gerçek anlamda, kişinin fiziksel varlığını sürdürmesi için gerekli olan, olanakların zarar görmesi ve yoksulluğun ortaya çıkması olarak tanımlanırken, insanlar çoğu zaman elzem olmayan mallarının azalmasında da yoksunluk psikolojisine düşmektedirler. Çünkü günümüz insanı değer üretmek, yerine ihtiras ve tutkular üretmeye yöneliyor....

Her şey normal seyrinde devam ederken, yaşadığımız bir felaket sonucu malımızdan bir şeyler eksilmiş olabilir. Hayatımızdan eksilenler ise, bir boşluk duygusunu, bir uyum sürecini de beraberinde getirir.

Peki böyle durumlarda neler yapabiliriz?

Her şeyden önce, eksilen, kaybolan, elimizden uçup giden nesneleri tekrar geri koymamız mümkün olabilir, bunu bilmeliyiz. Eğer elimizden çıkanlar, bir başkasının açgözlülüğü neticesinde olmuşsa, burada hakkımızı arayarak, kayıplarımızı telafi etme yoluna gideriz... Bunun ötesinde yapabileceğimiz tek şey ise, malın da canın da Yaratıcı'dan geldiğini kabul edip rıza göstermek olmalıdır... Bilmeliyiz ki, yaşadığımız her kayıp bir imtihandır ve sabırla karşılanmış her imtihan mükafata tabidir.

Ve unutmayalım ki, her an toprağa bir şeyler dökerek gidiyoruz... Maddi varlığımızdan bir şeyler eksiliyor ve yol boyunca kayıplar veriyoruz... Sağlığımızdan, maddiyatımızdan, vaktimizden, enerjimizden bir şeyler kaybediyoruz... Yürüyoruz ve yol pek de uzun değil, düşmelerimiz ise bu yoldaki imtihanlarımızdır....



kaynak: Fatma Tuncer
 
Geri
Üst