Gözlükleriniz Ne Renk

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Gözlükleriniz Ne Renk
Bir işe başlarken önce fırsatlar mı, yoksa olası engeller mi aklınıza geliyor? Hedeflerinizi belirlerken ya da bir projeye başlarken neleri yapabileceğinize mi, yoksa neleri yapamayacağınıza mı odaklanıyorsunuz? Ya yaşadığınız başarılar ve başarısızlıklar karşısında tepkileriniz nasıl oluyor?

Jeff Keller aynı başlıklı kitabında “Yaklaşım her şeydir!” diyor.

Evet, hepimiz hayata kendi pencerelerimizden, kendi renkli camlarımızın ardından bakıyoruz. Zaman içinde bu camlar gökkuşağının farklı renklerini barındırabiliyor. Bazı günler kendimizi daha canlı, enerjik, tüm dünyanın yükünü omuzlarınızda taşıyabilecek güçte hissedebiliyor ve önümüzdeki tüm kapıları açık görüyoruz. Bazense kapkara gözlüklerimizin ardından tüm olumsuzluklar ve engeller önümüzde geçit töreni yapıyor. Bu olası günlük ya da dönemsel farklılıkların yanı sıra kişiler olarak hayata yaklaşımımızda ve olaylara bakış açımızda bireysel özelliklerimiz de ağır basabiliyor. Kimimiz olaylara ve sonuçlarına genel olarak daha iyimser yaklaşırken, kimimiz en büyük başarının karşısında bile kötümserliğini koruyabiliyor.

Bardağın yarısını dolu ya da boş algılamak benzetmesini çok sıklıkla duymuşuzdur. Hatta belki de kötümser yaklaştığımız bir durum sırasında bize yakınımızdakiler bardağın öteki yarısının dolu olduğunu hatırlatmaya çalışmışlar veya bir olaya iyimser yaklaştığımız bir anda kötümser bir arkadaşımız bize bardağın boş yarısıyla ilgili çeşitli uyarılarda bulunmuştur.

Evet hepimiz dünyaya kendimize has gözlüklerimizle bakıyoruz. Bu bakış açıları, içinde büyüdüğümüz ortam, ortamdaki kişilerin yaklaşımları, yaşadığımız tecrübeler gibi pek çok etken tarafından şekilleniyor, zaman içinde kalıcı hale dönüşüyor ve otomatikleşebiliyor. İşin önemli tarafı dünyaya bakış tarzımızın, bizim gerek kendimizle gerekse diğer kişilerle ve olaylarla ilgili hislerimizi, dolayısıyla tepkilerimizi, sergilediğimiz performansı ve bunun sonucunda elde ettiklerimizi büyük oranda etkilediğinin ve bir anlamda da belirlediğinin farkına varmak.

İŞ YAŞAMINDA FARK YARATAN, YAKLAŞIMLARIMIZ

Pek çoğumuzun içinde bulunduğu, kimimizin adım atmaya hazırlandığı, kimimizinse çeşitli nedenlerden dolayı dışında olduğu iş yaşamı kendimizi sürekli geliştirebileceğimiz, fırsatlar yakalayabileceğimiz ve potansiyelimizi yüksek performansa
dönüştürebileceğimiz bir alan. Tabii ki bir yandan da doğası gereği, çoğunlukla çalışanlardan beklentilerin yüksek olduğu, yoğun çalışma temposu gerektiren, rekabet ve stres içerebilen, zaman baskısının yer alabildiği, bu anlamda bazı çalışanlar tarafından belki yorucu ve yıpratıcı olarak nitelendirilebilecek, ancak bir o kadar da keyifli ve kişisel anlamda tatmin sağlayan bir alan. Burada çalışanlar olarak fark yaratan boyutun yaklaşımlarımız olduğunu söyleyebiliriz.

İş yaşamı, her aşamasında önem düzeyi ve boyutu değişebilen çeşitli başarılar ve başarısızlıklar barındırıyor. Çalışanlar olarak elde ettiğimiz nihai sonuçlarıysa bunları algılama tarzımız ve sonucunda verdiğimiz tepkiler belirliyor.

Ünlü bir mucit olarak yaratıcılığıyla tanınan Thomas Edison 1879’da ampulü keşfettiğinde, ardında 999’u başarısız olan toplam 1000 deney bırakmıştı. Kendisiyle yapılan bir röportajda “Çok sayıdaki başarısızlığınıza karşı nasıl devam ettiniz?” tarzında bir soruya “Bu aslında 1000 aşamalı bir çalışmaydı, yaptığım 999 deney sonuca ulaşmam için gerekli adımlardı” şeklinde cevap vermiştir. Edison’un başarısızlıklar karşısındaki yaklaşımı, sonuca ulaşmaktaki kararlılığı ve sebat göstermesi hedefine ulaşmasında önemli rol oynamıştır. Edison’un birkaç başarısız deneyin ardından iyimserliğini ve başarabileceğine inancını kaybettiğini düşünün, Dünya Keşifler Tarihi’nin değişmesi kaçınılmaz olacaktı.

KALICILIK, KAPSAM VE KİŞİSELLEŞTİRME

İş yaşamında da kişilerin olaylara yaklaşımlarının birbirinden farklılıklar gösterdiğini gözlemleyebiliyoruz. Bazı kişilerin bir proje büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış olsa bile, iyimser yaklaşımlarını kaybetmediklerini, bu tecrübeden faydalanırken, yaşamlarının diğer alanlarına olumsuz etki etmemesini sağladıklarını ve azimle çalışmayı sürdürdüklerini görüyoruz; bazılarınınsa ufak bir başarısızlık karşısında bile çabalamayı bıraktıklarını, bunu kişisel yetersizlik olarak algılayarak yaşamlarının diğer alanlarını da olumsuz etkilemesine izin verdiklerini şaşırarak izliyoruz.

Kişiler arasındaki bu çarpıcı yaklaşım farklılıklardan etkilenen ve uzun yıllardır bu konu üzerine araştırmalar yapan psikolog Martin Seligman, sonuçta iyimser ve kötümser yaklaşımların algılamada ve bunun sonucunda kişinin harekete geçmesinde önemli farklılıklar yarattığını tespit etti ve bu farklılıkları üç boyut altında topladı. Bu boyutlar kalıcılık, kapsam ve kişiselleştirmedir.

Kalıcılık boyutu, kişinin elde ettiği olumlu ya da olumsuz sonuçların nedenlerini nasıl algıladığını (kalıcı ya da geçici olarak) içerir. Kapsam boyutu, sonuçların diğer alanlara (özel yaşam ya da işle ilgili diğer alanlar) genelleştirilmesi ya da o alana özel olarak algılanmasını yansıtır. Kişiselleştirme boyutuysa, kişinin sonuçlara ulaşmada hangi etkenlerin rolünü (iç etkenler ya da dış etkenler) ön planda algıladığını gösterir.
Gerek başarısızlıklar, gerekse başarılar karşısında farklı birer zihinsel portre çizen iyimser ve kötümser yaklaşımların kişilerin olayları nasıl algılamalarını sağladığına örnekleriyle bakalım.

Varsayalım ki kişi bir projede başarısızlık yaşadı. Eğer kötümser bir yaklaşıma sahipse kişi bu başarısızlığın sonuçlarını kalıcı olarak (‘Hiçbir zaman başaramayacağım’), genelleştirerek (‘Ben zaten şu ... projelerde de başarısız olmuştum. Ben kötü bir çalışanım’ ya da ‘zaten ben hiçbir alanda istediğimi elde edemiyorum. Evde de ... konularında hiç iyi değilim’) ve kişiselleştirerek, iç kaynağa bağlayarak (‘Hiç yeteneğim yok’) şeklinde açıklayabilir.

Oysa iyimser bir yaklaşıma sahip bir kişi aynı başarısızlığı yaşadığında yaklaşımında bir farklılık göze çarpar. İncelendiğinde, kişinin bu başarısızlığı geçici olarak (‘Bu sefer sonuç böyle oldu’), özelleştirerek (‘Bu başarısızlık bu alana özel’) ve sonuçlarını kişiselleştirmeden dış kaynağa bağlayarak (‘Daha fazla çaba sarf edebilirdim, zaman ve kaynaklar yetersizdi’), tarzında açıklar.

Peki ya başarılar? Başarılar karşısında da iyimser ve kötümser yaklaşım sergileyen kişilerin farklılıklarını görüyoruz. Bir çalışanın gerçekleştirdiği çalışma sonucunda takdir kazandığını düşünelim. Olaya kötümser yaklaşan bir kişi, bu başarıyı geçici olarak (‘Bu sefer başarılı oldum, ama bir dahaki sefer aynı başarıya ulaşabilir miyim bilemem’), o alana özel olarak (‘Bu zaten bildiğim ve iyi olduğum bir alan’) ve sonuçlarını dış kaynaklara bağlayarak (‘Çok çalıştım ve çabaladım, gerekli tüm kaynaklara sahiptim’) diye açıklarken; iyimser yaklaşım sergileyen kişinin aynı başarı karşısında motivasyonunu ve pozitif enerjisini artırıcı sonuçlar çıkardığını görüyoruz. Bu durumda iyimser yaklaşan kişi, başarının sonucunu kalıcı olarak (‘Bu başarı benim kariyer planıma yazıldı, benzer çalışmalarda yine başarı kaydedeceğim’), genelleştirerek (‘Ben zaten diğer alanlarda da, hatta özel yaşamımda da istediğime ulaşıyorum ve başarılıyım’) ve sonuçlarını kişiselleştirerek (‘Bu başarıda benim katkım büyük, çok iyi hazırlanmıştım’) tarzında açıklama eğilimi gösteriyor.

Bu iki tarz arasındaki en önemli fark olarak, öncelikle kişilerin yaşadıkları olaylar sonrasında önlerini açık görüp görmemeleri ve bu doğrultuda ileriye yönelik olarak kendilerine hareket alanı bırakıp bırakmamaları olduğunu söyleyebiliriz. Kötümser yaklaşımdaki kişiler başarılarının ardından bile ileriye yönelik tereddüt sergilerken, iyimser bakış açısına sahip kişiler başarısızlıkları ilerisi için bir engel olmaktan çıkarıp tekrarlanmayacak, değiştirilebilecek hatta fırsata dönüştürülebilecek deneyimler olarak algılayabilir.

Evet, iş hayatında başarılı olmamızı sağlayan duygusal zekanın temel özellikleri arasında yer alan iyimserlik, geleceğe yönelik olumlu bir bakış açısı getirerek ve yaşamı yaşamaya değer kılarak, uzun vadede motivasyonumuzu korumamızı da sağlar. İyimserlik, içinde bulunduğumuz anın ilerisini görmemize ve iyi şeyler olacağını hissetmemize olanak tanır. İyimserlik, içinde günlük yaşamın zorluklarına rağmen etkin bir şekilde yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan zorluklara dayanma gücünü ve azmi barındırır.

Durup biraz kendimizi düşünelim. Acaba biz ne yapıyoruz? Olaylar karşısında neler algılıyoruz? Düşüncelerimiz bizi ağırlıklı olarak iyimserlik – kötümserlik ekseninin hangi tarafına doğru çekiyor? Alışkanlıklarımız ne olursa olsun unutmayalım ki algılamalarımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız birer seçimdir ve şu ana kadar eğilimimiz kötümserlik tarafına kaysa da bu isteyerek, üzerinde durarak ve çalışarak değiştirilebilir, yeter ki bu durumu fark edelim ve bir şeyler yapmaya istekli olalım.
Peki bu arada, sizin gözlükleriniz ne renk?

Referanslar:
Jeff Keller (1999). Attitude is Everything. Inti Publishing.
Martin Seligman (1991). Learned Optimism: How to Change Your Mind and Your Life. New York. Published by A.A. Knopf.


Zeynep Anamur Perek
 
Geri
Üst