Gözüyaşlı Bir Babanın Günlüğünden

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Gözüyaşlı Bir Babanın Günlüğünden
İnsanoğlu varolduğu günden beri acılar ve sevinçler içinde yaşamıştır. Bazen bunlardan biri ağır basmış, bazen diğeri; bazen biri uzun sürmüş, bazen de diğeri. Tabiî ki bunların dengelendiği zamanlar da olmuş. Tıpta ağrı eşiği diye bir ifade vardır; vücuda uygulanan herhangi bir fizik güce veya değişik hastalıklarda içeriden olan uyarılara karşı, ağrının hissedilmesi ve şiddetinin algılanması kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Sözgelimi, aynı uyarıyı birisi hiç hissetmezken, diğeri ağrıya dayanamadığını söyleyebilir.
Organizmada cereyan eden bu hâdiselerin izdüşümlerini içtimaî hayatta da görürüz. Organizmaya dıştan ve içten tesir eden uyarılara nasıl ki kişiler farklı reaksiyon veriyorlar, aynen bunun gibi, içtimaî hayatı etkileyen hâdiselere de kişilerin ve pek tabiî cemiyetlerin reaksiyonları farklı farklı olmaktadır. Bu da insanın ve içinde bulunduğu toplumun eğitim şekli ve seviyesi, gelenekleri, tarihi ve yaşadığı hâdiselerle ilgili bir dizi faktöre bağlıdır.

Bu bir dizi faktörlerden birisi de mesuliyet duygusudur. Bu duygunun kendisi de çok değişken sebeplere bağlı olarak şekillenir ve zamana, şartlara, kişilere göre farklı şekillerde tezahür eder. İşte benim sözünü etmek istediğim baba da bu kişilerden birisi. Ona ayrılan zaman dilimi günümüz olmuş, şartlar da içinde yaşadığımız şartlar. Yani sanki günümüzün bu sahnesinde, bu dekor içinde, bu müzik eşliğinde elindeki mevcut imkân, malzeme ve insanlarla bir oyun oyna ki biz senin ağrı eşiklerini, sosyal reaksiyonlarını görelim, denmiş gibi.

Bu gözüyaşlı babanın günlüğü gerçek bir günlük. Sidney'de yapılan olimpiyatlar dolayısıyla, o diyarlara bir oğlunu gönderen bir babanın, aynı günde diğer aile fertleriyle yaşadığı ve benim de şahit olduğum enteresan hâdiseleri ihtiva eden bir günlük. Kucağında küçük çocukları ve eşiyle Avustralya yolculuğu için veda etmeye gelen oğlunu sabah sessiz gözyaşları içinde uğurladı. Ben de çok hislendim, o kadar hislendim ki; "Allah kavuştursun!" cümlesini söyleme takatini bile kendimde bulamadım. Kendi kendime, hani bir deyim vardır, dedim; "yola bakmak yere bakmaktan iyidir", çocuğunu kaybetmiyor ya yine gelir dedim. Aradan bir saat geçti geçmedi, bu sefer babanın bildiği, benim bilmediğim ayrı bir şey öğrendim. Meğer daha önce Kırgızistan'a giden bir oğlu da, iki gün önce orada bir trafik kazası geçirmiş, onun da öğle namazından sonra cenazesi kaldırılacakmış. Ben yine dondum kaldım, artık diyecek hiçbir şeyim kalmadı, olayları ve gözüyaşlı babayı takibe başladım. Belli ki baba, bu ölüm haberini önceden aldığı için ağlamaktan göz pınarları kurumuş, zira gözleri kan çanağına dönmüş; ama bunlar gayet tabiî şeylermiş gibi dışarıya sezdirmiyor.

Her hâdiseden etkilenme eşiğinin çok düşük olduğunu bildiğim için, bu sefer dışarıya, değil aynı şiddette, çok azını bile yansıtmadığını gözlemliyorum. Demek ki, diyorum, kendi kendime, 'insanlara ve toplumlara faydalı olsunlar, gelecekte hoş bir sada bıraksınlar, benden bir parça olmalarına ve yanımdan hiç ayrılmamalarını içimden geçirmeme rağmen, gitsinler insanlığa hizmet etsinler, bu uğurda kader ne yazdıysa ben ona razıyım, gerekirse bağrıma taş basarım' diyor, olmalı diye düşünüyorum. Çünkü böyle düşündüğünü çok iyi biliyorum. Öğle namazından sonra eş ve dostlarla cenaze namazını kılıyoruz ve herkesin eşiğin en yüksek noktasına kadar duygulandığı kalabalık bu insan seliyle, babanın bu güzel ve şanslı çocuğunu ebedî istirahatgahına bırakıp geliyoruz.

Bu duygulu hava içinde arabamıza binince arkadaşlardan biri kalp atışlarımı yeniden hızlandıran bir şey söylüyor ve ben kendi kendime olamaz böyle bir şey, bir insanın kalbi bu iniş çıkışlara dayanamaz diyorum. Meğer babanın üçüncü oğlunun iki saat sonra düğün merasimi varmış. Sanki yukarıda söylediğimiz şeylerin ispatını yaşıyoruz bir sahnede. Acılar, kederler, sevinçler.. hepsi birarada. İnsanlık uğruna feda edilmeler de eklenince, aynı günde bütün bu hâdiseler, mukavemet için, hakikaten ciddi bir sinir sistemi, sağlam bir psikosomatik uyum, eşya ve hâdiseleri geniş bir perspektifle görebilme kabiliyeti gerektirir.

Kafamda bu fikirler oluşunca, içimden Allah bu babayı nazardan saklasın ve buna güç versin, diye dua ediyorum.

Düğün merasiminde de bulunduktan sonra, aynı gece, bir teselli olsun diye yanına uğradım gözüyaşlı babanın. O yine her zamanki hâliyle, bu farklı ve insana med-cezirler yaşatan, her an insanın kalbini durdurabilecek hâdiseler karşısında, âdeta zorlu bir imtihandan geçmiş, ama kendinden emin talebe görünümündeydi. Böyle bir insana ben ne diyebilirdim ki. Ben de bir şey söylemedim zaten. Biraz sonra dördüncü oğlu mahcup bir şekilde kapıdan girdi, sessizce bir köşeye oturdu. Herkes sessizlik okyanusunda gibiydi. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Oğlu, utanarak babasının yanına sokuldu. Kısık, fakat bizim duyabileceğimiz bir sesle, babasına bir erkek çocuğunun doğduğunu ve adını ne koyması gerektiğini sordu. O anda bende herhalde geriye kalmış son adrenalin damlacıkları da deşarj oldu. İnsan dedim, demek ki ne kadar tahammüllü, ne kadar elâstik olabiliyor. Gözüyaşlı baba ona da bir isim vererek bitmeyen bu günlüğe devam etti. Ben müsaade isteyip yanından ayrıldım. Ama o, o gün, arta kalan zaman diliminde, kimbilir günlüğüne daha neler kaydetti.

Bu notlar, benim Sidney Olimpiyatları dolayısıyla hatırladığım günlüktendi. Ama bu baba, günlüğüne, bundan önce ve bundan sonra kimbilir daha nice notlar kaydetmekle meşguldü?!

Prof.Dr. Fatih KARAHİSARLI​
 
Geri
Üst