Gurur Ve Kİbİr

M

Misafir

Forum Okuru
Gurur Ve Kİbİr
her insan değerli ve onurludur insan neden değerli ve onurludur dağ ne kadar yüksek olursa olsun yol onun üzerinden geçer anlamı kişiliksizlikle ilgili sözler
GURUR VE KİBİR HEYKELLERİ

Kibir, ruhumuzda biriken kirlerdir. Noksanlıklarımız, hatalarımız, ruhumuzu kirlendirmekten ve böylece ruhumuzun aydınlığına kalın tabaka örmemizden kaynaklanmıyor mu? Muhammed Bâkır r.a. Hazretleri’nin “kişinin noksanlığı, kalbindeki kibri kadardır” sözüne katılmamak mümkün mü?
“Küçük insanların büyük gururları olur.” der Voltaire. Kendisiyle barışık olmayan, özgüvenden yoksun insanların kalesidir gurur. Kişiliği belirginleşmemiş, olgunlaşma sürecinde yarı yolda kalmış insanın kişiliksizliğini gizleme çabasıdır gurur. Kendisini var olduğundan daha büyük gösterme ve bu amaç için eksikliklerini örtme gayretidir gurur.

Ahlâk psikolojisi açısından baktığımızda gururun temel sebeplerinden biri, insanın ‘aciz’ olduğu bilincinden uzak yaşamasıdır. “Mala mülke mağrur olma, yok deme ben gibi. / Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi.” beytinde ifade edildiği üzere, sahip olduğu parasına, malına veya bulunduğu makama aşırı bağlanan ve güvenen insan, Allah’ın ve O’nun dostlarının otoritesini görmezden gelerek kendisini otorite haline getirme çabasındadır.

Emretme tavırları, onun saldırganlık içgüdüsünü okşamaktadır. Çevresinde emrine amade gibi gözüken sahtekâr insanların varlığı, kendisine değerli olduğu hissini vermekte ve bu yanılgısı bir yandan onun gururunu Kafdağı büyüklüğünde azdırmakta, diğer yandan ıstırabını çektiği ama farkında olamadığı varoluşsal boşluğunu derinleştirmektedir.

“Kavakların dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıp onları önemli bir şey sanmayın. Bütün kibirli, meyvesiz ve gölgesiz yaratıkların başları bulutlarda sallanır.” diyen Cemil Sena Ongun’un bu sözü ne kadar isabetlidir.

Gururlu kişinin zindanı

Yaşadığımız çağda mağrur yani gururlu insanlar çevremizde kol gezmektedirler. Gururunun kendisine verdiği bir his ve vehimle pek çok insandan daha değerli olduklarını ispatlamak için gayret sarfetmektedirler. Bu kişiler, farkına vardıklarında kendilerinin bile rahatsız olacakları ruh dünyalarındaki gerçek benliklerinin kamufle edilmesini, çevrelerindeki insanlara karşı ördükleri duvarlar ile sağlamaktadırlar.

Bu duvarlar onun sahtekâr yapısının muhafazası açısından payanda hükmündedir. Yaşı ilerledikçe, plastik bile olmayan duvarların yıkılacağı ve gerçek yüzünün ortaya çıkacağı endişesi ile duvarlarını sürekli olarak tahkim etmektedir. Öyle ki mağrur kişi günün birinde, sağlam olduğunu zannettiği ve kale duvarı gibi yükselen taşlaşmış yapıdan kendisi bile sıkılabilir. Sert ve yüksek kale duvarları, kendisi ile çevresi arasındaki iletişimi kopardığından, aslında kendi zindanında yalnızlığa mahkûm olmuştur.

Gururlu ve kibirli insan, diğer insanlara, dünyaya, evrene ve sonsuzluğa pencerelerini kapamış insandır. Kendisini kendi içine hapsettiğinden dolayı sınırlarını zorlayacak şekilde şişecek ve her an patlayabilecektir.

Gurur-başarı ilişkisi

İnsandaki gururun artmasını sağlayan önemli faktörlerden biri de, elde edilen başarılardır. Aslında gurur, başarının en büyük düşmanı yani başarıyı engelleyecek önemli bir engel olduğu halde, herhangi bir başarı kazandıktan sonra insan her nasılsa kendisinden gurur duyabilmektedir. Böylece bugünün başarılarıyla mağrur insan, farkında olmadan gelecekteki muhtemel başarılarının önünü kesebilmektedir.

Bahsettiğimiz başarı, sadece elde edilen birtakım maddi menfaatler veya statüler anlamında değildir. Aynı zamanda bir insanın yerine getirdiği ibadetleri, yaptığı zikirleri, manevi anlamda kazandığı mertebeleri de onun için başarı olarak kabul edilmelidir.

Sabah namazını kılmak üzere uyanmış bir insan, penceresinden dışarıya bakıp da diğer evlerin lambalarının yanmadığını gördüğünde, sabah namazına kalkmış olması ayrıcalığını fark edip aklını ve kalbini gizli kibirle kışkırtırsa, “insanlar uyurken ben ibadet ediyorum ve Allah katında kazanıyorum” derken acaba neler kaybettiğinin farkında mıdır?

Namazı kılmayanlara karşı olması gereken hüzün ve gayret başkadır, onların kılmaması gerçeği üzerine bina edilen gurur heykelimizin varlığı başkadır. İlkinde mümin insanın herkesi kuşatıcı rahmet tavrı ve onların da kurtuluşunu talep vardır; diğerinde ise elde ettiğimizi düşündüğümüz başarının nefsimizde tezahür eden gururu vardır.

İnanan kimse, kişiliğiyle ve yaşayışıyla toplumda örnek olarak gösterilen kimsedir. Bir müminde vakarlı olma, iyilikseverlik, elinden dilinden emin olunma, doğru sözlü olma gibi daha pek çok vasıf tebarüz etmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki mümin vakarlıdır ama kibirli değildir. Onurludur ama gururlu değildir. Mütevazidir ama büyüklenen değildir. Nitekim Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kişinin cennete giremeyeceğini ifade etmişlerdir. (Tirmizî, Birr, 60). Vakar, onur ve tevazu ise, müminin ziynetleridir.

Gurur ile vakarın farkı

‘Gurur’ ile ‘vakar’ın birbirine karıştırılmaması ise bizler için ayrıca önem arz eder. Çünkü vakarı dolayısıyla bir insanın sözünü, davranışını veya ortaya koyduğu tavrını gurur yapıyor diye haksız yere damgalayabiliriz.

Hiç şüphesiz şeytan, insanın yaratılışı için; “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Sâd, 76; A’raf,12) diyerek, insanın yaratılışını küçümsemiş ve kendi yaratılışını üstün görerek kibre düşmüştür. Oysa vakarlı olma, zillet karşısında boyun eğmeme, bir mümin olarak kendine güvenme ve onurlu olma manasına gelmektedir.

Vakur insan, sahip olduğu asaleti gereği, varlığında sükûneti sağlamış, hayatındaki çizgisini belli bir istikrar içerisinde belirlemiştir. Asaletinin temel çerçevesini, ruhunda özümsediği medeniyetinin derinliği belirler.

Asil insanın güven içerisinde yaşadığı kendisine ait bir dünyası vardır. Dünyasını kurabilmiş insan, daha doğrusu var olan dünyaları algılayabilmiş ve kendi dünyasını da bu medeniyet platformu içerisine oturtabilmiş insanın, kimseye minnet etmeksizin ortaya koyduğu samimi ve ölçülü ilişkilerini gurur kavramıyla açıklayamayız.

Vakur insanın bir derya olan engin dünyasının pencereleri herkese açıktır. İçerisinde nice güzellikleri barındıran bu dünyası, hemen hemen herkesi ferahlatabilecek ve kuşatabilecek kadar geniştir. Ancak o pencerelerden içerilere yani onun dünyasının güzelliklerine bakmak, hatta dünyasına girmek, söz konusu insanla aynı yetkinlikte ve derinlikte olmayı veya bu idealle donanmış olarak adım atmayı gerekli kılmaktadır.

Nasıl kurtulacağız bu hastalıktan?

Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin, “Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür, ne uçulur.” şeklindeki kutlu sözünden hareketle, bugüne kadar gururla örülü her bir söz ve davranışlarımızla belimize bağladığımız ağır taşları üzerimizden atmaya çalışarak manevi anlamda olgunlaşmaya doğru ilerleyebiliriz.

Kendi nefsimizle başbaşa kaldığımızda, bazen vicdanımızı sızlatsa bile, kendi varlık dünyamıza fısıldadığımız övücü söz ve telkinlerden oluşan kalemizin kapısını açarak buradan nasıl kaçabiliriz?

Şinasi, “Alçak yerde tepecik kendini dağ sanar.” demektedir. Öncelikle bizdeki bilgi seviyesinin, ibadet sevgisi ve uygulamalarının, insanlararası ilişkilerimizde vahyî ölçülere ne kadar dikkat ettiğimizin, insanların kalplerini ne kadar kazanabildiğimizin tarafımızdan bilinmesi gereklidir. Bu bilme ve böylece kendimizi tanıma sürecinin riskli bir tarafı, kendimizi yeterli görme ihtimalidir.

Evet, varlığımızla ve yaptığımız salih amellerle bir tepecik oluşturmuş olabiliriz ama tarihte ve günümüzde tepeciklere nazaran nice dağların olduğunu da hatırlarsak, gururumuzdan vazgeçebiliriz. Peygamberlerin ve büyük velilerin hayatlarını sıklıkla okumaya çalışırsak, büyüklenecek fazla bir şeyimiz olmadığını anlayabiliriz. Kendimizi kendimizden büyüklerle karşılaştırmalıyız ki, hem iç dünyamızda hem de insanlarla ilişkilerimizde yürümemiz gereken nice uzun yollar olduğunu görebilelim.

İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular içinde kıvranır insan!
Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,
Öfke, gevşeklik ve tembellik! (Lucretius)

Küçük insanların büyük gölgeleri de bizleri etkileyebilmektedir. Hatta bu gölgeler kendi varlığımızı bile karartabilmektedirler. Siz de gurur yaparak kendi gölgenizi oluşturmaya kalkarsanız işte o zaman hiç güneş doğmayacak, daha doğrusu var olan güneşin ışıkları kesafetli gölgelerin varlığı dolayısıyla sizlere ve insanlara ulaşamayacak demektir. Gölgelerin puslu ortamlarından sıyrılabilmek için gölgelerle rekabet edeceğimiz yerde, gölgesi bile olmayan varlık düzeyine yükselebilmeliyiz. Bir başka ifadeyle, gölgenizin olmaması, özel bir terbiye sonucu nefsinizin etkilerinden arınmanız demektir. Kendi nefsimizi başkalarından üstün, diğer insanları da hakir görmemekle bu seviyeye ulaşabiliriz. Hakkı çiğnemekten korunmanın ana yolu da budur.

Unutmamalıyız ki, dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma! Yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.
 
Geri
Üst