hipnoz....

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
hipnoz....
Gizemli, loş bir mekân. Si*yah silindir şapkalı, siyah giyimli, ciddi, biraz da ür*kütücü bakışlı bir adam, elindeki zincirli cep saati*nin yaptığı sarkaç hareketini boş ba*kışlarla izleyen kıpırtısız kişiye sakin ama kesin bir tonla komutlar veriyor:

"Gözkapakların ağırlaşıyor, ağırlaşıyor, daha da ağırlaşıyor... Kendini çok yorgun hissetmeye başlıyorsun..." Ge*risi, mutlak teslimiyet durumundaki kişinin kaderine kalmış. Aldığı komu*ta göre ya kuzu gibi meleyecek, ya kö*pek gibi havlayacak, ya da çevresinde dönüp duran hayali sineği avlamaya çalışacak. Çocukluğumuzdan beri ka*falarımıza kazınan, filmlerin ünlü hip*noz sahnesi... Ancak, her ne kadar popüler olsa da, bu betimlemenin içerdiği unsurların hipnozu temsil ettiğini söylemek zor. Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı "Hypnos" un adıyla tanı*nan bu ilginç ve gizemli süreç, aslında günümüzün bakış açısıyla uykudan çok, gündelik kaygılardan uzak, ileri derecedeki bir rahatlama-gevşeme du*rumunu ve beraberinde gelen bir tür zihinsel yoğunlaşmayı içeriyor.


Hipnotik 'trans' durumundaki kişiyse, hip*noz uygulayanın kölesi konumunda değil; aksine özgür iradeli bir katılım*cı. Bilincin değişik bir fazının devrede olduğu hipnozda tam bilinçli halde bir şeyin olmasına çalışmak yerine, ol*masına 'izin vermek' söz konusu. Ken*di veya başkası tarafından yargılanma kaygısını, tümüyle olmasa da bir kenara atarak kurmaca yapma yeteneği, hipnozun önemli bir unsuru.

Bazı in*sanlar için bu kurmaca öylesine ger*çek ve canlı yaşanıyor ki, onu gerçek*ten ayırmakta zorlanıyor, bazı durum*lardaysa bunu başaramıyorlar bile. Ta*rihsel imajını biraz daha zedelemek anlamına gelse de, bir adım daha atıp hipnoz sürecinin beyaz bir duvara ya*pıştırılmış sarı bir postit kâğıdına yoğunlaşmayla bile başlatılabildiğini söy*lemek mümkün. Ve aslında hemen herkesin zaman zaman yaşamış oldu*ğu, son derece doğal bir süreç olduğu*nu. Arabayla bir yere giderken geçilen yerlerin -iyi biliniyor ve tanınıyor da olsa- belli bir bölümünün tümüyle unutulduğu, bir kitaba ya da başka bir şeye, çevrede olup biten hiçbir şeyin farkına varamayacak kadar yoğunlaşıldığı, bedenin sanki bir otomatik pilot tarafından yönetildiği kimi du*rumlar, çoğu kişiye fazla yabancı ol*masa gerek. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporları da insanların % 90 kadarının hipnotize edilebilir olduğu*nu söylüyor.

Hipnoz başlı başına bir bilim alanı değil. Ancak içerdikleri, uzun zaman*dır bilimsel sorgulamanın ve bilimsel yöntemlerin kullanımı gerektiren de*neysel ve kuramsal araştırmalara he*def durumunda. 200 yıldan uzun süredir de insanların kafa*sını kurcalıyor. Bir insanın hip*noz altında ne yaptığı anlaşılsa da, neden yaptığını anlamak ko*nusunda katledilecek yol uzun. Ne olup bittiğini anlamak, başta hipnoz denen olguyu, yakasına yapışmış cinli-büyücülü söylem*lerden sıyırıp insan zihninin ola*ğan bir ürünü olarak ele almaya bağlı. Zihin, bir yönüyle bakıldığında zaten öyle çok mucizeyle dolu ki, yaratılarına süslü kıya*fetler giydirmeye gerek yok. Bunlardan biri hakkında şans eseri bir ipucu ortaya çıkıverdiğinde onu yakalayıp kavramaya ve ondan olabildiğince yararlan*maya çalışmak, bir ölçüde hak*kını vermeye yetse gerek.

Hipnozun altındaki kişilerin, ellerini acı verecek derecede ısıtılmış suya soktukları zamanki beyin etkinliklerinin PET (pozitron emisyon tomografi) görüntüleri. Beynin duyu korteksindeki etkinlik düzeyi, acı duyacakları telkini yapılan kişilerle acı duymayacakları telkininde bulunulan kişiler arasında pek farklı değil. Ancak "anterior singulat korteks" olarak adlandırılan ve acıma ızdırap şeklinde yaşanmasını sağlayan bölümde, iki grup arasında etkinlik farkı olduğu açık.



Sahne ve Perde Arkası

Hipnoz konusunda günümüzdeki baskın görüş, bu olgu*nun, kişinin bilinçaltına ulaşma*nın dolaysız bir yolu olduğu şeklinde. Normalde, zihinsel iş*levlerin yalnızca bilinçli olanla*rıyla bir şeylerin "farkına varı*yor", düşünce süreçleri üretiyoruz. Birçok soru üzerine bilinçle düşünü*yor, sözcüklerimizi bilinçle seçiyor, anahtarlarımızı nereye bıraktığımızı hatırlamaya çalışırken yine bilincimizi devreye sokuyoruz. Ancak bilinç, bun*ca şeyin altından kalkmaya çalışırken yalnız değil. Zihnin, bilinçaltı denilen, perde arkasının sessiz işçisinden aldığı destek hiç de az sayılmaz. Bilinçal*tı, problem çözmenizi, cümle kurmanızı ya da kaybettiğiniz anahtarları bul*manızı olanaklı hale getiren bilgi birikimine siz fark etmeden sessizce ulaşı*yor, plan ve fikirlerinizi bir araya geti*riyor ve onları bilinçli süreçlerin yanı-başında devreye sokuyor. Herhangi bir konuda beyninizde çakan bir şimşek, yalnızca bilincin değil, aslında bi*linçaltınızda daha önceden işlemiş, süzmüş olduğunuz bilgilerin de bir sonucu. Dişçiyle randevunuzu, ya da gönülsüzce yapacak olduğunuz bir işi unutmanızı da bilinçaltına borçlusu*nuz. Çünkü dişçiye gidecek olduğu*nuz bilgisinin, randevunuzu unuttuğunuzun farkına varıp da rahatlayaca*ğınız ana kadar zihninizde kaçıp sak*lanacağı yer burası. Ne zaman ki ran*devuyu kaçırıyorsunuz, bilinciniz ra*hatlıyor, bilinçaltınız da bilgiyi bir üst seviyeye göndermekte sakınca görmüyor. Nefes alırken hangi kaslarımızı çalıştırmamız, araba kullanırken han*gi pedala basmamız, dikiz aynasına bakıp bakmamamız gerektiğini bilinci*mizle ince ince düşünmüyorsak, nede*ni tüm bu 'küçük' işlerin yükünü de bilinçaltının kaldırması. Sonuç olarak sahnedeki gösteriyi olanaklı kılan, tüm malzemeyi taşıyan ve sunan, per*de arkasının bu çalışkan işçisi. Uya*nıkken bilince düşen, kendisine sunu*lan bu malzemeyi değerlendirerek onu fikir üretme, düşünme ve karar vermede kullanmak. Tabii bilgi akışı tek yönlü değil. Bilinç, aldıklarına karşılık olarak bilinçaltına yeni işlediği bilgileri gönderiyor. Bilincin rolünü tamamlamış olduğu uyku durumundaysa sahnenin tadını çıkarma sırası bilinçaltına geliyor. Beynin sol yarım*küresinin bilinç, sağ yarımküre*sinin de bilinçaltı işlevleriyle daha yakından ilişkili olduğu görüşüyse giderek daha fazla destekçi bulmakta. Hipnoz sıra*sında beynin sağ yarısının, sola göre daha etkin olduğu da gös*terilmiş bulunuyor. Tüm bunla*rın hipnozla ilişkisine gelince: Psikiyatristler, hipnozun önem*li bir unsuru olan derin rahatla*ma ve yoğunlaşma egzersizleri*nin bilinci yatıştırarak, düşün*me sürecinde daha az etkin bir rol almasını sağladığını düşü*nüyorlar. Bu durumdaki kişi, çevresinde olup bitenlerden yi*ne haberdar. Bilinç, bilinçaltıy*la kıyaslandığında biraz gölge*de kalıyor, o kadar. Amaçsa, bi*linçaltına dolaysız erişim, bilin*cin frenleyici etkisinin mümkün olduğunca dışlanması.



Hipnoz Gerçekte Nedir?

Bir fantezi olarak yorumlan*ma talihsizliğinin, bilinmeyen*lerle dolu birçok olgunun başına geldiği gibi, hipnozun da başına gelmesi çok şaşılacak bir şey değil. Yanlış ve etik dışı uygulama*ların etkisiyle, kimi zaman da "sahne hipnozu" olarak betimlenen eğlenceye yönelik biçiminin yanlış uygulama ör*nekleriyle adı kötüye çıkan hipnoz, sahte bir uygulama olmakla bile suç*landı. Ancak günümüzde artık gerçek bir fenomen olduğu, başta ağrının de*netiminde olmak üzere, psikoterapide, aşırı yeme, uyuyamama gibi davranış bozukluklarında, astım ve bazı cilt hastalıkları gibi alerjik durumlarda, dişçilikte, tedaviye yardımcı kullanımları bulunduğu kabul edilmiş durum*da. Hipnoz, üzerinde yayımlanmakta olan çok sayıda makaleyle, artık dün*ya çapındaki tanınmış bilimsel dergi*ler ve tıp dergilerindeki yerini de sağ*lama almış bulunuyor.

Yinelemek gerekirse hipnoz, temel*de telkine ileri derecede açık olma, zi*hinsel rahatlama ve artmış hayal gücünün belirlediği, uykudan çok, uyanık*ken "dalıp gitmek" ya da bir şey yapar*ken "kendini kaybetmek" betimlemesi*nin yakıştığı bir bilinç durumu. Amacıysa bilinçaltını, bilincin frenlerinden kurtarmak. Hipnozu abartılı iddiaların getirdiği yanlış anlaşılmadan temizle*yecek donanım, bilim adamlarının elin*de ancak 40-50 yıldır var. Herhangi bir olguyu incelemek için de, araştır*macıların onu öncelikle "ölçebilmeleri" gerekli. Hipnozun ölçüm cihazı da 1950'lerin sonlarında geliştirilen ve kişilerin hipnoza ne derecede tepki verdiğini ölçen Stanford Hipnotik Du*yarlık Testi. Testin en çok kullanılan versiyonu, girilen hipnotik transın de*recesini ölçmeye yarayan 12 ayrı et*kinlikte bulunmayı gerektiriyor. Örne*ğin, ağır bir topu tuttuğunu hayal et*mesi telkininde bulunulan kişinin ko*lu aşağı inmeye başlarsa, kişi o etkin*likten 'geçmiş' sayılarak, bir diğer aşa*mada kendisine koku alamadığı telki*ninde bulunuluyor ve burnunun ucunda bir amonyak şişesi gezdirili*yor. Buna tepki göstermeyen kişiler bu aşamayı da geçmiş sayılıyorlar. Stanford ölçümleri temel alınarak ya*pılan çalışmalar, bilim adamlarını hip*nozun temel prensipleri üzerinde büyük ölçüde fikir birliğine getirmiş bu*lunuyor. Bunlardan biri, hipnoza du*yarlığın, hipnoz uygulayan kişinin özelliklerine -yaş, cinsiyet, deneyim-bağlı olmadığı. Kişinin kendiliğinden istekli ya da güdülenmiş olması da hipnozun başarısını etkilemiyor. Hipnoza çok duyarlı bir kişi, birçok farklı koşulda hipnotize olabilirken dirençli bir kişide, kişinin bütün içten çabaları*na karşın başarı sağlamak pek müm*kün olmuyor. Hipnoza duyarlık, yetiş*kinlik süresince pek değişen bir şey değil. Yapılan bazı çalışmalara göre, hır*çınlık, kişilik bozuklukları, hayal gücü, bireysellik veya toplumsallık gibi kişi*sel özellikler de hipnoz yeteneğini pek etkilemiyor. Ancak kişinin, sözgelimi kitap okuma, müzik dinleme gibi et*kinlikler sırasındaki yoğunlaşma bece*risinin önemli bir etken olduğu göste*rilmiş. Hipnoz altındaki çoğu kişi, pa*sif robotlar gibi davranmak şöyle dur*sun, aslında etkin problem çözücüler konumunda. Tek fark, hipnotik dene*yimlerini, etkin katılımlarının birer ürünü olarak değil, kendiliğinden ger*çekleşen şeyler biçiminde algılamaları. "Birdenbire acının yok olduğunu fark ettim" ya da "elim birden ağırlaştı ve kendiliğinden inmeye başla*dı" gibi cümleler, süreci be*timleyen kişilerce sık yinele*niyor. Hipnozun püf noktası da burada: hipnotik trans sürecindeki kişilerce telkin*lere yanıt olarak yapılan ha*reketlerin, 'isteklerine' bağlı olsa da bilinçli olmaması.



Hipnoz ve Bellek

Hipnozun belki de en spekülatif yönü, bellekle il*gili olanı. Hipnozla çocuklu*ğa, hatta bebeklik dönemine yapılan geri dönüş sahnelerine de, cep saatini sallandıran silindir şapkalı adam görüntüsü kadar aşina*yız aslında. Hipnozun, uyanıklık duru*munda hatırlanamayan olay ve du*rumların yeniden canlandırılışında et*kin bir araç olabileceği düşünülse bile bu etki için kanıtlar yeterince sağlam değil. Önemli bir nokta, kişilerin hip*noz altında daha fazla bilgi üretmele*rine rağmen, bunun ille de doğru ol*masının gerekmemesi. Hele hipnozda fantezi ve hayal gücünün oynadığı rol göz önüne alınırsa... Dolayısıyla, orta*ya çıkan bilginin bu açıdan da değer*lendirilmesi gerekiyor. "Hipermnezi" sözcüğü, belleğin olağanüstü derece*de açık olduğu durumlar için kullanılıyor. Hipnotik hipermnezi ise kişinin, bütünüyle unutmuş olduğu olay ve durumları hipnoz sırasında büyük ke*sinlikle hatırlayabildiği inancına daya*lı, ancak çok tartışmalı ve bilim adamları tarafından da kuşkuyla karşılanabilir kavram. Hipnozun bazı ülkelerde adli uygulamaları olduğu da düşünü*lürse, konunun hassasiyeti kendiliğin*den ortaya çıkıyor. Bir de hipnoz son*rası bellek konusu var. "Posthipnotik amnezi", kişinin hipnoz uygulayıcısın*dan gerekli sinyali alana kadar, hip*noz süresince yaşadıklarının tümünü ya da çoğunu unutması durumu için kullanılan bir terim. Bu deneyimse kişilerin genelde %10-15'i için söz konusu. İşin ilginci, genellikle bu kişilerin hipnoz öncesi süreç hakkında hatırla*yabildikleri de bölük pörçük 'sahne'lerden ibaret. Örneğin kayıt sırasın*da adlarını, yaşlarını ya da tarihi bir kağıda yazdıklarını hatırlayabiliyor, ancak hipnoz başlangıcında kendileri*ne yapılan telkini tümüyle unutabili*yorlar.

Yaşamın çizgisini arada bir ters yöne çevirip bazı dönemleri ya da anları yeniden ziyaret etme, kapıyı aralayıp da "ta o zaman" olup biten*lere şöyle bir göz atma fan*tezisi herkes için var olsa gerek. Bu fantezi, hatırla*maktan çok bir şeyleri yeni*den yaşamakla ilgili. İçinde bulunulan anın üşüşen her türlü dış uyaranını dikkate almayıp geçmiş bir an veya zaman aralığına bütünüyle yoğunlaşmak, onu olabildiğince yeniden yaşamak. Sesleri, görüntüleri, ayrıntılarıyla... Bu geriye dönüş anlarında çarpılıp bükülen çok şey olacağı, yeniden yaşanan şeyin geçmiş gerçekliğinden birçok şey kaybetmiş olacağı kesin. Ama tutup kavramak istenilen şey, yine de gerçekmiş kadar 'gerçek'. Hipnotik "geriye dönüş" süreci de bu*na benzer bir şey ve hipnotize olan ki*şinin geçmişi yeniden yaşama yetene*ğine bağlı. Geçmişi düşünmekten ya da hatırlamaktan farklı. Birçok döne*mi kapsayabilecek bu süreç, daha çok çocukluğa dönüş formunda, kimi za*man ses, hareket, davranış, hatta elyazısında değişimlerle birlikte yaşanı*yor. Bu dönüş, doğal olarak son dere*ce öznel ve bunu yaşayan kişi için de oldukça inandırıcı; ancak bu, kişinin hipnoz sırasında yaşadıklarının, geç*mişte yaşananla kıyaslandığında doğ*ru olduğunun bir garantisi değil. Araştırmalar ışığında şurası kesin ki geçmişe ve çocukluğa dönüş egzersi*zi, kişiyle ilgili yeni veriler ve sonuçta bir kazanım getirse de hipnoz hiç bir şekilde insan belleğinin özellik ve sı*nırlarını aşacak güçte değil.



Bedensel Göstergelerle Kuşkulara Yanıtlar

Hipnoz altındaki kişileri laboratuar ortamında inceleyen bilim adamları, hipnozun yardımıyla bu kişilerde sanrılar, belli türlerde bellek kaybı ya da sahte anılar vb. durumlar yaratarak hipnozu kontrollü bir şekilde inceli*yor ve verileri normal koşullarda orta*ya çıkanlarıyla karşılaştırıyorlar. Konu hakkındaki verilerin artmasıysa, hip*nozun maruz kaldığı kuşkulara da ka*demeli olarak açıklık getiriyor. Sözge*limi McMaster Üniversitesi'nden (Ka*nada) Henry Szechtman, 1998'de yap*tığı bir çalışmayla, hipnozu hayal kurma becerisine indirgeyen kuşkuculara bir ölçüde ya*nıt vermiş oldu. Hipnoza üst düzeyde yatkınlık gös*terdikleri belirtilen sekiz kişiyle yapılan ve PET (pozitron emisyon tomografi) görüntüleme tekniğinin hipnoz sırasında uygulan*dığı çalışmada kişilerin be*yin etkinlikleri, bir konuşmanın dinletildiği sırada, kişilerin konuşmayla ilgili işitsel halüsinasyon yaşa*dıkları sırada ve kendileri*ne dinletilen bu konuşma*yı hayal etmeleri telkininde bulunulduktan sonra ölçüldü. İlk iki durumun ya*şandığı sırada beynin et*kinlik gösteren bölümleri aynı olmuş, üçüncü du*rumda bu bölgelerde etkin*liğe rastlanmamıştı. Bu so*nucun bir başka göstergesi de hipnoz işleminin beyine, işitsel halüsinasyonu gerçek gibi algılamasını sağlayan bir oyun oynamış olması!

Hipnozun maruz kaldığı eleştiriler*den biri de ağrı giderilmesi veya azaltımındaki rolü üzerine. 1997'de hipnoz sırasındaki ağrı giderim sürecinde hangi beyin bölgelerinin devreye gir*diğini PET yöntemiyle bulmaya yöne*lik bir çalışma yapılmış. Beyinde ağrıy*la ilgisi olduğu ve ağrının kişide ızdırap olarak algılanmasında rol oynadığı bilinen bir bölgede düşük etkinlik saptanırken, nor*malde ağrı duyusunun 'iş*lendiği' bölgedeki etkinliğin normal düzeyinde olduğu bulunmuş. Yine de hipno*zun ağrı gideriminde üstlen*diği rolün mekanizması açık değil. Çoğu araştırmacının bu konudaki kuramsal eği*limleri, hipnozun ağrı gideri*ci etkisinin, beyinde ağrı du*yusunun işlendiği merkezle*rin dışında, daha üst düzey*lerde gerçekleştiği yönünde. Ama ya kişiler hipnoz sı*rasında numara yapıyorlar*sa? Ya da kendi kendilerini kandırıp yalnızca söylenene 'uyma' eğilimi içindelerse? Bir bölümü hipnoza yüksek eğilimli, diğeri de hipnoz nu*marası yapması söylenmiş kişilerle yapılan basit, ama önemli bir deneyde hipnoz sırasında kasıtlı olarak gerçekleştiri*len bir elektrik kesintisinin ardından, hipnozcu sözüm ona ne olduğunu an*lamak için odanın dışına çıkıyor. Bu*nun üzerine numara yapan gruptaki kişiler gözlerini hemen açıp çevreleri*ne bakınıyor ve oyuna hızla son veri*yorlar. Diğer grubun üyelerininse hip*nozu kendiliklerinden sonlandırmada oldukça yavaş oldukları ve bu konuda güçlük çektikleri gözleniyor. Bu ko*nudaki bir başka bulgu da, numara ya*panların, oynadıkları rolü fazlaca abartmaları, sergiledikleri davranışla*rın gerçekte olanlardan epeyce farklı*lık gösterdiği. Tabii, numaracıların çok başarılıları da yok değil. Ancak bu kişiler bile en çok birkaç seanstan sonra deneyimli hipnozcular tarafın*dan ortaya çıkarılabiliyor.

Hipnoz günümüzde sallanan cep saati söyleminin çok ötesine geçmiş durumda olsa da araştırmaya hâlâ çok açık. Çünkü insan zihninin de insana kendisiyle ilgili söyleyecek daha çok şeyi var.



Hipnozu Anlamaya Doğru

Onsekizinci yüzyılda, sonradan hipnozun baba*sı olarak tanınacak olan Avusturyalı bir hekim, Franz Anton Mesmer, "hayvansal manyetizma" adını verdiği bir durumu tanımlamış ve büyük üne kavuşmuştu. Mesmer, atmosferde görünmez bir hayvansal manyetik kuvvet ya da sıvı olduğunu, bunun "tutulabildiğini", vücutta depolanabildiğini ve hastalara, onları iyileştirmek üzere aktarılabile*ceğini ileri sürmüştü. Mesmer'in uygulamalarıyla ilgili olarak tarihsel kayıtlardan edinilen bilgi çok açık değilse de ortada bir gerçek vardı: Hastala*rında belirgin iyileşmeler görülüyor, hatta kimi za*man diğer hekimlerce gerçekleştirilemeyen tam tedavi bile söz konusu olabiliyordu. Bu sonuçlar onu, hayvansal manyetizma olgusunun gerçekten de var olduğu sonucuna götürmüştü. 1784'te Benjamin Franklin'in başkanlığında kurulan ve arala*rında kimyacı Lavoisier, mucit Guillotine gibi gü*nün birçok ünlü bilimcisinin bulunduğu bir komis*yon, konuya ilişkin oldukça kapsamlı deneylere gi*rişerek hayvansal manyetizma diye bir şeyin olma*dığını, gözlenen etkilerin hayal gücünün katkısıyla ortaya çıktığı sonucuna vardı. Olmayan bir şeyin iyileştirici etkide bulunması da söz konusu olama*yacağına göre... Ama ya hayal gücünün iyileştirici etkisi?

Mesmer'in öğrencisi Puysegur da, genç bir köylüye, o sıralar hâlâ hayvansal manyetizma ola*rak adlandırılan tekniği uyguladığında köylünün uyku durumuna geçtiğini, ancak kendisiyle iletişi*mi sürdürerek önerilerine ve telkinlerine tepki verdiğini gözlemişti. Köylü 'uyandığında' olan bi*ten üzerine hiç bir şey hatırlamıyordu. Puysegur, bunun üzerine manyetizma tekniğinin başarılı ol*masının, uygulayıcının ustalığı kadar kişinin iste*ğine de, özetle psikolojik etkilere de bağlı oldu*ğu sonucuna varmıştı. 19. yüzyıl başlarındaysa Fransa'da ağrısız ameliyatlar ve dişçilik uygula*malarının ilk örnekleri verilmeye başlanmıştı bile. Daha sonraları yarı bilinçli uyku olarak tanımla*nan bu duruma 19. yüzyıl ortalarında "hipnoz" adını veren İskoçyalı cerrah James Braid'se, kişi*lerin gümüş bir saat gibi parlak bir nesneye göz*lerini dikip baktıklarında, trans durumuna geçebildiklerini fark etti. Braid'in inancı, işin içine bir tür nöropsikolojik sürecin karıştığı ve hipnozun, sorunlara organik herhangi bir çözümün bulun*madığı durumlarda (baş ağrısı, cilt sorunları vs.) çok işe yarayabildiği yolundaydı. 1845-53 yılları arasında bir İngiliz cerrah, Hindistan'da "hipnoanestezi" yöntemiyle, birkaç ampütasyon (kol, ba*cak, parmak kesme) ameliyatını da içeren 2000 kadar ameliyat gerçekleştirdi. Hipnozun nasıl 'işlediğini' kimse bilmese de ortalıkta bazı kuramlar dolaşıp durmaya başlamıştı bile. 19. yüzyılın sonlarındaysa Fransa'da ortaya çıkan ve birbirine zıt iki ekolden biri, hipnoz sürecinin, kişinin "telkine açıklık" derecesine bağlı olduğunu, zamanın önde gelen nörologlarından Jean-Martin Charcot'nun temsilcisi olduğu ikinci ekolse hipnozun isteri du*rumuna çok yakın, fizyopatolojik bir durum olduğunu savunuyordu. Bu sıralarda Fransız mahke*melerinde, hipnoza dayandırılmış kanıtlarla des*teklenen ve sayıları hızla artan davaların görülme*ye başlanması, iki ekol arasındaki uçurumu iyice açmaya başlamıştı. Konunun bilimsel yönü yavaş yavaş cazibesini yitirerek 1930'lara kadar da ken*dini toparlayamadı. Psikolog Clark L. Hull'ın 1933'te hipnoz üzerine yayımlanan kitabı, hipno*zu insan doğasının olağan bir çıktısı olarak gös*teriyor, en temel unsurlarının da kişinin hayal gücü ve telkine açıklığı olduğunu savunuyordu. 2. Dünya Savaş’ıysa bu konuda da beklenmedik bir dönüm noktası oldu. Yaralı askerler için ilaç temi*ninin güçlüğü, bir grup klinisyeni hasta ve yaralıların ağrılarının giderilmesi amacıyla hipnoz uy*gulamaya itti. Savaş sonrasında bu kişilerin bir kısmı, etkinliklerini bugün de yoğun biçimde sür*düren Klinik ve Deneysel Hipnoz Derneği'ni (Society for Clinical and Experimental Hypnosis -SCEH) kurdular. Günümüze kadar gelebilmiş önemli bir merkez konumundaki Amerika Klinik Hipnoz Derneği (American Society of Clinical Hypnosis - ASCH) ise 1959'da, klinik hipnozun en önemli isimlerinden Milton Erickson başkanlığında SCEH'ten ayrılan bir grubun girişimiyle oluşturuldu.
 
Geri
Üst