Insan beyninde davranışı düzenleyen kimyasallar

ESDE

Hamiş Melek
Insan beyninde davranışı düzenleyen kimyasallar
insan beyni, davranislar, kimyasal, beyin kimyasi, davranis konusunu okumaktasiniz

insan%20beyni-ad.jpg




Sevgili Melekler,

İnsan beyni nöral ağların kompleks kolleksiyonundan oluşup algısal aktiviteleri işleyen ve değerlendiren bir sistemdir. Beyin içindeki spesifik fonksiyonları işleyen bireysel ağlar ve bölgeler, daha kompleks fonksiyonları işlemek için birleşirler. Birkaç düzine hormonal ve nörotransmitter sistem, bu mükemmel bilgi işlem sistemi için anahtar kimyasalları oluşturur. Bir molekülün şeklinden çıkan elektrokimyasal özelliklerin nasıl nöral bilgi taşıyabildiği ve bunun ne olduğu çok açık değildir. Nörolojik bilimler için şuur ve nöral bilginin tabiatı, hala bir sırdır. Bilim adamları şu ana kadar çeşitli zihinsel bozukluklar ve durumlar ile belirli hormonal ve nörotransmitterlerin seviyeleri arasında belli bir ilişkinin olduğunu saptadılar. Mesela şizofreni(dopamin miktarı yüksek seviyede) ve Parkinson hastalığı (dopamin miktarı düşük seviyede) ilgili beyin bölgelerinde dopamin seviyelerinin yüksek veya düşük oluşuyla bağlantılıdır. Serotonin seviyesindeki artma ve azalmalar, kendine güvenme ile doğrudan bağlantılıdır. Serotonin seviyesi yüksek olduğunda kişi, yorgunluk bilmeden çalışır. Bugün antidepressan olarak kullanılan Prozac ve LSD gibi hallüsinasyon yapıcı ilaçlar, serotonin sistemi üzerinden etkisini ortaya koyan ilaçlardır. Bütün bu bilimsel bulgular, çok ciddi sosyal problemleri de beraberinde getirmektedir. Eğer belli bir davranış, esas olarak belirli nörotransmitterlerin kombinasyonuyla ortaya çıkıyorsa , o zaman sorumluluk ve özgür iradenin geçerli olduğu alanların hukuki açıdan yeniden tanımlanması gerekir. Mesela bir kişinin serotonin sentezi anormal derecede düşük ise, bu kişi saldırgan davranış ve şiddete güçlü şekilde yatkındır. Eğer bir kişinin doğuştan özgür iradesini kullanma kapasitesi düşük ve azalmış ise, bu kişi kanuni açıdan hangi davranışlarından sorumlu tutulacaktır.
Ayrıca kimyasal test teknolojisi geliştikçe, eğitimde öğrencileri seçme ve yönlendirmede de kaçınılmaz etkileri olacaktır. Mesela yüksek serotonin seviyeleri, düz motor kasların ve bununla ilişkili hareketlerin koordinasyonunu zenginleştirdiği için, atletleri ve violin gibi müzikal enstrümanları çalabilecek öğrencileri seçmede kullanılabilecektir. Bu kişilerin bu gruplara dahil olabilmesi için veya bazı negatif davranışları azaltmak için eğitimde kimyasal tedavi uygulamak ne ölçüde kabul edilebilir bir davranış olacaktır. Mesela hiper-aktif çocuklarda kullanılan Ritalin gibi ilaçlar hakkında devam etmekte olan tartışmalar, insanın kompleks algısal gelişimindeki aysbergin sadece görünen kısmını oluşturmaktadır. Çünkü hiperaktif çocukların % 15-30 kadarı dahi ve yaratıcı tiplerdir.
Nörotransmitterler milisaniyeler içinde fonksiyon görüp sonra tahrip edilirler. Dolayısıyla bu maddelerin hepsini ölçebilmek ve dinamiğini ortaya çıkarabilmek çok zordur. Hormonlar kan yoluyla taşındıkları için kısmen daha uzun sürede aktif hale geçip daha uzun sürede tahrip edilirler. Dolayısıyla izlenmeleri ve ölçümleri nisbeten kolaydır. Kortizol ve diğer güçlü glukokortikoidler, beyinin stresli durumlara cevap verme sistemi üzerinde çok önemli roller oynarlar. Beynin ürettiği cevap, kısa süreli olup, yaşamı tehlikeye atan durumlarda ayakta kalmayı sağlayıcı geçici bir destektir. Kronik olan ve sosyal olarak devam eden stres durumlarına beynin ürettiği cevap yetersizdir. Bugünkü toplum hayatında görülen hastalıkların büyük bir kısmında kronik stres, hastalığı hazırlayıcı veya başlatıcı yada ilerletici önemli bir faktördür. Kronik stres sonuçta öğrenmeyi ve hafızayı düzenleyen nöral sistemlerin etkinliğini azaltabilmektedir. O halde öğrencilerde fiziksel olarak tahrip edici kronik strese yol açmayan, hoş, teşvik edici ve insanı bir şeyler öğrenmeye motive eden bir okul çevresi ve ortamı nasıl geliştirilebilir? Çünkü öğrencilerde stres oluştuğunda, beyin strese cevap üretirken, öğrenme ve hafızayla bağlantılı nöral sistemlerin işleyişinde performans azalması ortaya çıkmaktadır.
Önümüzdeki yıllar, beynin işleyişini sağlayan biyolojik prensiplerle ve teorilerle uyumlu eğitim teorilerinin geliştirildiği ve makine merkezli eğitimden beyin/zihin merkezli eğitime geçişin yaşandığı dönem olacaktır. Önümüzdeki yüzyılın eğitimi, kesinlikle biyolojik prensiplerin ışığında ve beynin/zihnin tabii işleyişiyle uyumlu eğitim modelleri etrafında örgüleşecektir. Bir eğitim liderinin ifadesiyle “ Mucit ve kaşifler yerine taklitçi adamların yetiştiği eğitim sisteminden mucit ve kaşiflerin yetiştiği sistemlere geçiş yapılacak ve bu bağlamda herşey değişecek kitap-okul-kapı-sıra .... hepsi...değişecektir. Böyle bir sisteme öncülük yapmanın ilk şartı, kısmen her şeyi değiştirecek isyancı ruhlara ve eleştirel düşünebilen sorgulayan insanlara sahip olmak veya bunların yetişmesini sağlamaktır”.

Bu yazının eğitimcilerimiz başta olmak üzere insanımızın bu gelişmeler karşısında seyirci rolünden vazgeçip, insanın biyolojik çalışma mekanizmasına ters düşmeyen, özellikle beynin ve zihnin işleyişiyle uyumlu, yeni öğrenme ortamları ve okul modelleri geliştirmesine vesile olmasını temenni ediyorum.



Yararlanılan Kaynaklar

1- SYLWESTER R. (1996). Recent Cognitive Science Developments Pose Major Educational Challenges.
2- GOLEMAN D. (1998). Duygusal Zeka. Varlık/Bilim. 7.Baskı. İstanbul
3- ASHER J.j.(1997). 21. Yüzyılın Süper Okulu. İnkilap Kitapevi. Beyaz Nokta Vakfı. İstanbul.

4- Mustafa ULUDAG
 
Geri
Üst