İstanbul'un Ezan Seslerİ

Mirmiga

Yeni Üye
Üye
İstanbul'un Ezan Seslerİ
İstanbul'da yaşayanlar bilirler büyük camilerin birbirlerine yakın olduğu semtlerde çifte ezan okunur. Birbirine yakın iki câmide müezzinler ezânı minârelerden karşılıklı okurlar ve buna �çifte ezân� denir. Doyulmaz bir lezzettir.

Hele ince ruhları bir anda yakalayan bu sese Üsküdar'da, akşam vaktinde, güneşin son ışıkları sahili altına boyadığı zaman yakalandıysanız, gönüllü tutsaklığınız başlamış demektir. Mihirmah Sultan Camii ile Yeni Valide Camii arasındaki çifte ezan bitinceye kadar bulunduğunuz yerde kala kalırsınız. Hele bir de mevsim Ramazan ayına denk geldi ise, daldığınız âlemden sizi ancak, gürültü kirliliğinin en acımasızı kornalar koparabilir. Bıraksalar bakışlarınız, Mimar Sinan'ın narin minareleri ile Valide Camiinin ağaçları arasında seyri adet edinir.

Kendinize geldiğinizde ise Mihrimah Sultan Camiinin mimarisindeki farklılığı, Valide Camiinin yan duvarındaki, en az caminin kendisi kadar zarif kuş evini farkedeceksiniz. Ondan evvel minarelerdeki zarafet sizi sarıp sarmalayacaktır zaten. Sürekli bir yükseliş duygusunu aşılayan minareler İstanbul'un âlemi haline gelmiş durumda. Çevrelerini, şekere üşüşmüş karıncalar misali saran karartılara rağmen camiler, İstanbul'un yedi tepesini de süslemeye devam ediyor.

Mescidlerimiz aslında, fazlaca tekellüflü binalar değildir. Hatta bizim ibadet etmemiz için bir binaya bile ihtiyacımız yoktur. Hergün defalarca geçtiğimiz, dünya telaşının bizi bir başına bir sonunsa sürüklediği yolların, sağına soluna serpiştirilmiş namazgâhları hatırlarsak, ecdadın ibadet etmedeki pratikliğine hayran oluruz. Belki minaresi, mihrabı, kürsüsü, son cemaat yeri yoktur ama orası her hal ü karda temiz bir yerdir ve ibadet etmek için bütün şartları haizdir.

Bu saydığımız unsurlar da zaten dini birer gereklilik değil, mimari geleneklerimizin ibadethanelerimize şahane ilaveleridir. Hatta eski güzelliğini muhafaza eden mahallelerde hala minaresiz mescidler bile görebilirsiniz. Eğer, tarihin izlerini bugüne taşıyan, sessiz adımların gezindiği sokaklarda, biraz daha dikkatli dolaşır, nereye bakacağınızı bilirseniz, mescidlerin içine doğru çekilmiş, şirin balkonlara benzeyen ezan yerlerini mutlaka görürsünüz. Şehirler büyüyüp, insanlar çoğalınca mimarlarımız, müezzinleri bu mütevazı balkonlardan alıp yüksek minarelere çıkarmış. Ya bu mükâfatı emsalsiz vazifeyi layık olduğu gökler makamına ulaştırmak veya yerden-gökten gelecek sözlere itibarı kalmamış insanların arasından çıkarıp yüce bir merhaleye yerleştirme ihtiyacından olsa gerek.

Şüphesiz minareler ezan okuyan kişinin, müezzinin sesini daha uzaklara ulaştırmada büyük yardımcıdır. Gerçi, minareye çıkma zahmetine bile girmeden, çeşitli ses donanımlarıyla, oldukça yüksek perdeden ezan okunabiliyor. Güzel sesi dinlemeye doyum olmaz ama güzel ses öyle bolca dağıtılan bir nimet, kolayca kazanılan bir meleke değil. Hal böyle olunca Şirazlı Sadi'nin kıssalarında anlattığı hadiseler yaşanmaya başlıyor:

Çirkin sesli bir hatip sesini güzel sanır, boşu boşuna bağırıp dururdu. Sanırsın ayrılık kargasının çığlığı onun ezgilerinin perdesindedir. Yahut �Seslerin en çirkini merkeplerin sesidir� ayeti onun için inmiştir.

Köylüler mevkii yüzünden onun sesine katlanıyorlar, kendisini kırmayı uygun bulmuyorlardı. Nihayet, o lkenin bu adamcağıza karşı gizliden gizliye kin besleyen hatiplerinden biri onu ziyarete geldi:

-Hayırdır, dedi, seni rüyamda gördüm. Çirkin sesli hatip:
-Nasıl gördün, diye sordu. Öteki cevap verdi
-Sanki senin gayet güzel bir sesin varmış, herkes okuyuşundan zevk alıyormuş.
(Burada bu fena kalpli adamın inceliğine ve hatipin irfanına dikkatinizi çekmek isterim)
Hatip biraz düşündü ve:
-Ne mübarek rüya görmüşsün, dedi. Çünkü bana eksiğimi öğrettin. Anlaşıldı ki çirkin sesliyim, okuyuşumdan halk rahatsız oluyor. Tövbeler olsun, bundan sonra okursam da hafif sesli okurum.�

Artık bu kadar zarif insanlar kalmadı, söyleyecekleri sözü doğrudan, dümdüz, insanın kaşını gözünü kanatırcasına söylüyorlar ama olsun, hatibin gösterdiği kadar olsun anlayışı göstermek bizim boynumuzun borcu. Kusurdan kimse hali değil, önemli olan kusuru düzeltmekteki atikliğimizdir.

Hakk�ı bâtıldan ayırmak bir mü�minin esas vazifesidir, hakikat hangi yönden ve kimden gelirse gelsin kabul etmek erdemini göstermek büyüklüktür. Ramazanda ruhların inceldiği, anlayışların keskinleştiği günlerde olmayı fırsat bilip, şu soruncuğa da bir çözüm bularak, problem çözmedeki maharetlerimizi geliştirmeli.

Diyorlar ki: Her sesi güzel olan ezan okuyamayacağı gibi, makam bilgisi eksik olursa, sesini kullanmayı bilmezse okunan ezanın hakkını veremez. Ezanı hakkıyla okuyabilmek için uzun yıllar bu yolda çalışmış, ezanı güzel okuyan ustaları dinleyerek yetişmiş, kısacası bunun eğitimini almış olmak gerekir. Sesi güzel diye ezan okumak hakkında bilgi sahibi olmayanların okudukları ezanlar hatalı olduğu gibi, zaten ezan kültürü kesintiye uğramış olan halkımızın büyük bölümünün zihninde yanlış bilgilenmelere, ruhlarında da fena tesirlere yol açar.

Şirazlı Sadi ise kıssasını şöyle bitiriyor:

Dostların sohbetinden ıstırap duyarım, çünkü çirkin huylarımı güzel gösterirler, kusurumu hüner ve olgunluk sayarlar, dikenimi gül ve yasemin yaparlar. Nerede o pervasız, küstah düşmanlar ki bana benim ayıbımı göstersinler.
 
Geri
Üst