Kadın Haberleri 2004

Cevap: Kadın Haberleri 2004

Kadındır affeder


Doğu’da kocasını aldatmaya kalkan kadınların yüzde 66’sı bu durumun ölümle sonuçlanacağından emin. Ancak aynı kadın aldatıldığında ‘boşarım’ bile diyemiyor



Ö. DEMİRCİOĞLU / O. ALTUĞ



Magazin dünyasında aldatan ve aldatılan kadın ve erkeklerle ilgili haberlerin çok fazla oluşu, Türkiye’nin her yerinde insanların birbirlerini kolayca aldattığını göstermiyor. Hele de kadınların. Kadının İnsan Hakları Projesi (KİHP) tarafından Doğu ve Güneydoğu’da yapılan bir araştırma kadınların kendilerini aldatan kocasını affetmeye meyilli olduğunu gösteriyor. Ancak araştırmanın öteki ayağı, yanı kadının aldatması hâlâ düşünülecek en kötü durumla sonuçlanıyor. 19 yerleşim yerinde yaşları 14-75 arasında değişen 599 kadın arasında yapılan araştırma sonuçlarına göre, kadınların yüzde 66.6’sı zina yaptıkları takdirde kocaları tarafından öldürüleceğini düşünüyor. Araştırma, aynı kadınların, kocaları kendilerini aldattığında son derece affedici olduklarını da gösterdi. Buna göre, aldatılan kadınların yüzde 66’sı kocasını boşamaktan yana değil.
Evlilik ve cinsellik
KİHP Koordinatörü Pınar İlkkaracan tarafından İngilizce olarak hazırlanan “Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik" adlı araştırma kitabı, Müslüman toplumlarda tabu sayılan cinsellik konusuna ışık tutma iddiasını taşıyor. Pınar İlkkaracan, kitabının “Bekaret, Evlilik ve Kadın Cinselliği" adını taşıyan bölümünde KİHP’nin araştırmalarına yer verdi. Yapılan araştırmanın sonuçlarını değerlendiren İlkkaracan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kadınlar üzerindeki ölüm tehdidinin en az namus cinayetleri kadar vahim olduğunu söyledi.
Öldüren zina
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, kadınların yüzde 66.6’sı zina yapmaları halinde, kocalarının kendilerini öldüreceğini düşünüyor. Pınar İlkkaracan’a göre, bu durum, bölgedeki yerel kuralların geçerliliğinin ve kadınların nasıl bir psikolojik baskı altında yaşadığının en önemli göstergesi. Zina yaparsa öldürüleceğine inananların oranı, az yada hiç eğitim almamış, sadece dini nikah yapmış ve kırsal alanda yaşayan kadınlar arasında yüzde 74.3’e kadar çıkıyor.
Eğitim seviyesi yükseldikçe kadınlar arasındaki “ölüm korkusu" da bir nebze azalıyor. Ortaokul ve üstü eğitim alan kadınlarda zina yaparsa sonunun ölüm olacağını düşünenlerin oranı yüzde 46.9’a kadar düşüyor.
Erkektir yapar
Araştırmaya katılan kadınların büyük bir çoğunluğu, zina yaptıkları takdirde öldürüleceklerini düşünürken, kocalarının zina yapmasına ise oldukça hoşgörülü yaklaşıyorlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da eğitim düzeyi ilkokulun altında olan kadınların yüzde 74.9’u zina yapması durumumda kocasını boşamayacağını açıklıyor. Kadınlarda eğitim düzeyi yükseldikçe de kocasını zina yapması durumunda boşayacağını belirten kadınların sayısında artış gözleniyor. Ortaokulu bitirmiş kadınların yüzde 68.5’i zina yapan kocasını boşayacağını belirtiyor. Ancak kadınların tümünün verdiği yanıtlar değerlendirildiği zaman zina yapan kocasını boşamaktan yana olmayan kadınların oranının yüzde 66 gibi yüksek bir düzeyde olduğu görülüyor. Araştırmacı Pınar İlkkaracan, bu sonuçları, “Görünen o ki, yöredeki kadınlar için zina, törelere göre onların ölümüyle sonuçlanacak bir suçken, erkeğe verilen tek ceza boşanmadır. Kadının evlilik dışı bir ilişkide bulunması törelere göre suç teşkil ederken, erkeğin evlilik dışı ilişkisi meşru görülüyor." diye yorumladı.
Tabular yıkılmalı
“Dünya tartışsın" diye kitabını İngilizce olarak hazırlayan psikoterapist İlkkaracan, “Kadının siyasi hayata katılması, kadın erkek eşitliği, zorla evlendirme sürekli gündemimizde yer alan, rahatça konuşup tartıştığımız konular fakat cinsellik, namus, ve bekaret gibi kavramlar toplumumuzda çok fazla yer almıyor. Müslüman toplumlarda kadına baskı aracı olarak kullanılan bu kavramların artık konuşulması ve çözümlenmesi gerekir" dedi. Batıda gelişen kadın hareketlerinin cinselliği ilk konu olarak ele aldığını belirten İlkkaracan, sıranın Müslüman toplumlarda olduğunu ve bu tabuların artık yıkılması gerektiğini vurguladı.
Hazırlık aşaması beş yıl süren kitap, İslamda cinsellik ve cinsel politikalar, Zevk, arzu ve aşk, Bekaret, evlilik ve kadın cinselliğinin kontrolü, Kadınlararası aşk ve cinsellik, cinsel taciz ve tecavüz ve son olarak da çeşitli uygulamalar ve stratejiler adı altındaki altı bölümden oluşuyor. Diğer Müslüman ülkelerde kadına yönelik kapsamlı istatistiki çalışmalar olmadığı için, kitaptaki verilerin çoğu Türkiye’de yapılan sosyal araştırmalara dayanıyor. Kitabın her bölümünde Müslüman toplumlardaki kadınların yazdıkları makaleler ve araştırmalar yer alıyor. Mısır’dan Meryat F.Hatem, Pakistan’dan Rubina Saigol, İran’dan Shahla Haeri, Türkiye’den Gülşah Seral, Filiz Koçali, İpek İlkkaracan kitapta makaleleri yer alan kadınlardan bazıları.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

İkinci kez boşandığı eşini öldürdü...


DHA
GEBZE'nin Darıca Beldesi'nde 23 yaşındaki Murat Polat, 1 yıl önce boşanıp, yeniden evlendikten sonra ikinci kez boşanan eşine yeniden evlenme teklif eden 23 yaşındaki Murat Polat, kendisine olumsuz yanıt veren 21 yaşındaki Sevda Karakoç'u 11 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Genç kadının daha önce "Beni öldürecek'' diyerek eski eşini savcılığa şikayet ettiği ortaya çıktı.
Gebze'nin Sıraselvciler Sokak 1612'nci Sokak'ta oturan Sevda Karakoç, kendisini sürekli dövdüğü ileri sürülen Murat Polat ile 2.5 yıl önce evlendi. Çiftin bu evlilikten şu anda 1.5 yaşında olan bir çocukları dünyaya geldi. Ancak, aşırı derecede kıskanç olduğu belirtilen ve bu nedenle eşine sürekli baskı yapan Murat Polat ile Sevda Karakoç boşandı. Yakınları, çiftin çocuklarının dünyaya geldiğini göz önüne alarak araya girince Murat Polat eşi Sevda ile barıştı. Çift, ikinci kez nikah masasına oturdu. Ancak, şiddetli geçimsizlik sürünce 6 ay kadar önce tekrar boşandı.
Bir mobilya mağazasında çalışan Sevda Karakoç'u sürekli rahatsız eden ve `Seni kimselere yar etmem' diyen Murat Polat, önceki akşam saatlerinde Sırasöğütler Mahallesi 1612'nci Sokak'ta bulunan evine giderek konuşmak istediğini bildirdi. Sevda ve Murat daha sonra Darıca Beldesi'ne geldiler.
Kazım Karabekir Mahallesi Atatürk Caddesi üzerindeki Huzur Sokak'ta konuşurken, iddialara göre Murat, "Seni kimseye y^ar etmem. Yeniden evleneceğiz'' dedi. Ancak Sevda Karakoç, "Daha önce boşanıp bir kez daha evlendik. Sen de gördün anlaşamıyoruz'' diyerek bunu reddedince aralarında tartışma çıktı. Bir anda kendisini kaybeden Murat Polat, üzerinde taşıdığı bıçağı talihsiz kadına rastgele sapladı. 11 bıçak darbesi alan Sevda Karakoç olay yerinde öldü.
Cinayeti çevreden görenlerin polise haber vermesi üzeruine, ekipler Murat Polat'ı kısa sürede yakaladı. Murat Polat polise verdiği ilk ifadesinde, boşandığı eşini çok sevdiğini belirterek, "Onunla yeniden evlenmek istiyordum. Kabul etmedi. Onu çok seviyordum. Öldürmek istemezdim. Bir anda kendimi kaybettim'' dedi.
Bu arada Sevda Karakoç'un cuma günü Gebze Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği dilekçede eski eşi Murat Polat'ın kendisini sürekli rahatsız ederek ölümle tehdit edildiğini bildirerek, can güvenliğinin sağlanmasını istediği ancak, bu başvuru ardından herhangi bir önlem alınmadığı ifade edildi.


Milliyet, 06.09.2004
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Bir erkekle aşk yaşadığını iddia ettiği ablasını öldürdü...


DHA
GAZİANTEP'te 40 yaşındaki Abdurrahman Karaaslan, bir erkekle aşk yaşadığını iddia ettiği ablası 45 yaşındaki Selma Karaaslan'ı pompalı tüfekle öldürdü.
Zeytinli Mahallesi'nde oturan Abdurrahman Karaaslan, eşinden ayrıldıktan sonra kendisiyle birlikte yaşayan ablası Selma Karaaslan'ın sevgilisi olduğunu duyunca çılgına döndü. Gece eve gelen Abdurrahman Karaaslan, uyuyan ablasını uyandırarak bu konuda hesap sordu. İki kardeş arasında tartışma çıktı. Abdurrahman Karaaslan, kendisine hesap soramayacağını söyleyen ablasını ruhsatsız av tüfeğiyle vurdu. Abla Karaaslan olay yerinde ölürken katil zanlısı kardeş cinayetten sonra polise teslim oldu. Karaaslan'ın ilk ifadesinde, ablasının bir erkekle aşk yaşadığını duyduğunu belirterek, "Namusumu temizledim'' dediği belirtildi.



06.09.2004, Milliyet
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Anadolu Kadını "Avrupa'nın Öteki"si Değil!


Türkiye'de yaşayan ve çeşitli sorunlarla karşı karşıya olan kadınların ikircikli bir konumu var. Çünkü bir yandan, laik bir ülkenin yurttaşları olarak çok önemli kazanımlar elde etmiş durumdayız, öte yandan önümüzde hâlâ aşmamız gereken ciddi engeller duruyor.

Bu engelleri aşmak için uzun süredir sarf ettiğimiz çabaların ise, ne yurt içinde ne de dışında yeterince değerlendirildiği söylenemez. Dolayısıyla, Türkiye'de kadının konumunu, sınırlı da olsa karşılaştırmalı bir çerçeve içinde ele alarak bütünsel bir tablo çizmeye yönelen bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündük.

"Kadının konumu", Türk modernleşmesinin başından itibaren yurt içinde ve dışında önemli bir ilgi ve tartışma odağı oldu. Bu tartışmalar, bir yandan İslamcı köktenciliğin yükselişi, diğer yandan da Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin gündemde olması nedeniyle son yıllarda yeniden hız kazandı.

Köktendincilik salt İslam'a özgü bir olgu değil; Batı'da da, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) Protestan köktendinci Ahlaki Çoğunluk (Moral Majority} hareketi örneğinin gösterdiği gibi, yer yer saldırgan bir yükseliş içinde.

Her türlü köktendinciliğin merkezinde ise, kadının konumu ve onun toplumsal denetimi sorunu var, çünkü kadınlar topluluğun saflığını ve sınırlarını belirleyen simgeler olarak kullanılıyorlar. Böyle olduğu halde, Batı merkezci ve Şarkiyatçı yaklaşımlar bu gerçeği görmezden gelerek "kadının toplumsal denetimi" olgusunun salt İslam'a ve Müslüman kültürlere özgü olduğu yanılsamasına kapılıyor ve üstelik bunu, kültürler arasında mutlak, değişmez farklılıklar ve duvarlar inşa etmek için kullanıyorlar.

Böylelikle, Müslüman toplumlarda yaşayan kadınlar "geri", "pasif", "itaatkar" olarak kurgulanarak Batılı "ileri", "özgür" ve "mücadeleci" kadının "öteki"si konumuna indirgeniyor.

Acıdır ki, bu indirgemeci tutuma, farklılıklara karşı duyarlı olma iddiasında bulunan ve Batı merkezli modernleşme yaklaşımının bütüncül ve eril söylemini yıllardır eleştirmiş olan bazı feminist kesimler de kapılabiliyor.

Örneğin AFEM (Association deş Femmes de l'Europe Meridi-onale) Türkiye'nin AB üyeliğine kabulüne karşı çıkarken, Türkiye'de kadın haklarının "geriliği"ni, "namus" cinayetlerinin vb. varlığını ve İslamcı yükselişi gerekçe olarak kullanıyor.(1)

Ancak daha çarpıcı olanı, Elisabeth Badinter gibi önemli bir feminist tarihçinin tutumu. Badinter de Türkiye'de kadınların konumunun "geriliği"nden ve Fransa'daki [Müslüman] azınlıkların durumundan yakınarak "Batılı değerlere sırtını dönen kendi banliyölerimizde kadın-erkek eşitliğini kabul ettiremiyorsak, Anadolu kadınlarını özgürleştirebileceğimizi nasıl düşünebiliriz?" diye soruyor.(2)

Bu soruyu, kadınları tarihe kazandırmak ve onların birer özne olarak tarihin şekillendirilmesine nasıl katkıda bulunduklarını gün ışığına çıkarabilmek için onca çaba harcamış olan bir feminist tarihçinin sorduğuna inanmak kolay değil. Bu sözler, "öteki kadın"ın (bu bağlamda "Anadolu kadını") bir "özgürleştirilme" problemi olduğunu iddia ediyor ve bunu yapacak olanın da (doğal olarak!) "biz", yani "Avrupalılar" olduğunu varsayıyor.

Anadolu kadınının, "özgürleştirilme" değilse bile bir "özgürleşme" problemi gerçekten var ve bu problemi dünyadaki başka kadınlarla paylaşıyor ve gene onlar gibi uzun süredir konumunu değiştirmek için mücadele ediyor.

Kadınların özgürleşme problemi, derecesi ve biçimleri toplumlara göre farklılık göstermekle birlikte dünyanın her yerinde devam ediyor. Eğer öyle olmasaydı ne Birleşmiş Milletler'in (BM) ne de AB'nin eşitlik konusunda ya da kadına uygulanan şiddete karşı bunca uyarı yapması ve hem yasal hem de pratik önlemler alması gerekli olmazdı.

Örneğin kadın-erkek eşitliği açısından dünyanın en ileri ülkelerinden olan İsveç Parlamentosu'nun 1998'de kabul ettiği "Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası"nın gerekçesinde şu sözler yer almazdı:

"[İsveç'teki] bütün kazanmalara rağmen, birçok alanda kadınlar ve erkekler arasında önemli bir güç eşitsizliği mevcuttur. Bu eşitsizliğin en çarpıcı örneği ise, erkeklerin kadına yönelttiği şiddettir. Alınan çok sayıda önleme karşın, özellikle son yıllarda, İsveç'te binlerce kadın şiddete maruz kalmaktadır." (3)

İsveç bir İslam toplumu değildir, ama yukarıda vurgulandığı gibi henüz kadın ile erkek arasındaki güç dengesizliğinin sürdüğü bir toplumdur ve bu dengesizliğin en açık ifadesi de kadına uygulanan şiddettir. Bu şiddetin biçimi kültürlere göre çeşitlilik gösterebilir; örneğin Türkiye'de "namus cinayeti", Afrika'nın bazı yerlerinde "kadın sünneti", İsveç ya da Fransa'da "erkeklerin kadın partnerlerini öldürmeleri" biçimini alabilir, ama olgunun niteliği aynı kalır.

Bu açıdan, kadınların özgürleşme mücadelesi bütün dünyada devam etmektedir. Bu mücadelenin kazanılması ise, her yerde kadınların kendi çabalarına ve hem evrensel hem de yerel düzeyde aralarında kurabildikleri dayanışmaya bağlıdır.

Kadınların "geriliği"ni, ya da "namus cinayeti", "kadın sünneti" gibi olguları azınlık gruplarıyla, Orta Doğu ülkeleriyle, İslam'la vb. özdeşleştirmek, bu grupların ya da kültürlerin "problemli" olarak damgalanması anlamına gelir.

Buysa, kültürü homojen bir olgu olarak kabul eder; yani belirli bir grubun değişmeyen yekpare (monolitik) bir kültüre sahip olduğunu ve bu kültürün de bir bütün olarak bu tür pratikleri onayladığını varsayar. Böylece grubun üyeleri arasındaki görüş ve tutum ayrılıklarını görmezden gelerek onları homojenleştirir ve söz konusu grup/kültür ile onun "dışındakiler" arasında aşılmaz bir duvar inşa eder. Üstelik her nasılsa "dışarıdakiler", o grubu yargılama yetisine ve hakkına sahip oldukları vehmine kapılarak kendilerine göre "problemli" olan grubu/kültürü kendi (geri) "öteki"leri ilan ederler.

Bütün bir kültürü/grubu/dini problemli olarak nitelendirdiğinizde içsel muhalefetin ve mücadelenin varlığını görmek elbette mümkün olmaz ve dolayısıyla benzer değerleri paylaşan özneler arasında yapıcı ittifaklar ve dayanışma da kurulamaz.

Sonuçta bu yaklaşım, kültürel değer ve tutumları mutlak değişmezler olarak kabul eden muhafazakar ittifakların elini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Dolayısıyla, kültürel farklılıkların mutlaklaştırılmasına dayanan aşılmaz duvarlar inşa etmek yerine, "öteki gruplar" hakkında bilgi edinerek köprüler kurmaya çalışmak, başka kültürleri anlamanın önündeki engelleri aşmayı sağlayabilir.

Bu gerçek, köprünün her iki yanındakiler için de geçerlidir, çünkü köprüyü bir kez inşa ettiniz mi iki tarafa da geçiş olanağı tanımış olursunuz.

(...)

Kadınların konumunun değişmesi ve eşitlik bağlamındaki politika ve önlemlerin geliştirilmesi için belirleyici olan, hiç kuşkusuz, Türkiye'de kadınların kendi adlarına kendi verdikleri mücadeledir. Ne var ki, uluslararası dayanışma, tarihsel olarak, kadınların eşitlik mücadelesinde her zaman önemli olmuştur ve bugün de önemini korumaktadır.

Türkiye'de kadınlar bunun öneminin farkındadırlar ; (4) Avrupa'da da bu ihtiyacın farkında olan ve dayanışmanın gereklerini yerine getiren çok sayıda kadın örgütünün ve ağının bulunması sevindiricidir.

Avrupa Kadın Lobisi (EWL), AB'nin genişleme sürecinden korku duyan muhafazakar tutumlara karşı sesini yükselterek bu genişlemeyi sevinçle karşıladığını duyuruyor: "Genişlemiş bir AB, toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi açısından yeni ve heyecan verici olanaklar ve meydan okumalar sunuyor."

EWL, haklı olarak, "genişlemiş bir Avrupa'da güçlü bir kadın hareketinin AB düzeyinde gelecekteki politikaların şekillendirilmesi için anahtar rolü oynayacağını ve bu politikaların giderek daha fazla kadınların eşitlik, toplumsal gelişme, dayanışma ve adalet yaklaşımlarım yansıtması gerektiğini" ifade ediyor.

Türkiye sekretaryasını "Türkiye'de ve Avrupa Birliği'nde (AB) Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlıklı kitabı yayınlayan Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği'nin (Ka-Der) yaptığı, Avrupa Kadın Lobisi'nin çağrısı bugün her zamankinden daha anlamlı:

"Dileğimiz, kadın haklarının eksiksiz gerçekleştiği ve kadınlar ile erkeklerin güç ve kaynakları eşit biçimde paylaştıkları bir Avrupa yaratılması için kadın hareketlerinin birlikte çalışmasıdır. Dolayısıyla, kadınlar ve erkekler arasında tam eşitliğin sağlanması amacımıza ulaşmak için hem AB içindeki, hem de aday ülkelerdeki kadın örgütleriyle daha da sıkı bir işbirliği için çağrıda bulunuyoruz." (5) (BB)

* Prof. Dr. Fatmagül Berktay; İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Başkanı

* Bu yazı, Fatmagül Berktay, İnci Özcan Kerestecioğlu, Sevgi Uçan Çubukçu, Özlem Terzi ve Zeynep Kıvılcım Forsman'ın yaptığı; editörlüğünü Fatmagül Berktay'ın üstlendiği; Ka-Der'in yayınladığı "Türkiye'de ve AB'de Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlıklı kitaptan özetlenerek alıntılandı.

Dipnot

(1)Position de I'AFEM sur l'opportunite d'ouvrir en decembre 2004 deş negociations en vue de l'adhesion de la Turqui a l'Union europeenne (21 Nisan 2004).

(2) E. Badinter, 17 Mayıs 2004 tarihli l'Express dergisi; akt. Zeynep Göğüs, Hürriyet gazetesi, 17 Temmuz, 2004; abç. Badinter'in l'Un Est l'Autre adlı kitabı Türkçeye de çevrilmiş ve geniş yankı yapmıştır (Biri Ötekidir, Afa Yayınları, 1992).

(3) Şiddete karşı yasaya ilişkin bilgilendirme belgesi: Swedish Government Offices Fact Sheet on Violence Against Women, 1999.

(4) AB için Türkiye Kadın inisiyatifi, Türk Parlamenterler Birliği çatısı altında kurulan ve parlamento dışı STK temsilcilerini de bünyesinde toplayan Kadın-Erkek Eşitliği Danışma Komisyonu ve Mart 2004'de Türkiye'den çok sayıda kadın örgütünün bir araya gelmesiyle Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Ulusal Koordinasyonu'nun kurulması bu farkındalığın yakın tarihli somut örnekleridir.

Kaynak: 13 Eylül 2004, BİA
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Katil töre işbaşında

Ceylanpınar'da beş aylık hamile Gülseren Artuk 'töre' kurbanı. Cinayeti lise öğrencisi yeğen üstlenirken, Artuk'un üç ağabeyi de gözaltına alındı

22/09/2004 Radikal

MEHMET HARBURCU, VEDAT ÇUBUK
ŞANLIURFA - Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bir genç kız daha töre cinayetine kurban gitti. Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde yaşayan 22 yaşındaki Gülseren Artuk, kimliğini açıklamadığı bir kişiden hamile kaldığı için, aile meclisinin aldığı kararla öldürüldü. Kızını kurtarmak için araya giren anne Nure Artuk da elinden yaralandı.
Olay, önceki akşam saat 20.00 sıralarında Bahçelievler Mahallesi Urfakapı mevkisindeki tarlada meydana geldi. Annesi Nure Artuk'la birlikte tarlada çalışan Gülseren Artuk, başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Kızını kurtarmak için araya giren anne Nure Artuk da, seken kurşunla parmağından yaralandı.

Beş aylık hamileydi
Cinayeti işlediğini öne süren Gülseren Artuk'un 16 yaşındaki yeğeni, Ceylanpınar Lisesi ikinci sınıf öğrencisi B.A., polise teslim olarak, halasını kendisinin öldürdüğünü söyledi. Olayla ilgili soruşturma başlatılırken, yapılan otopside Artuk'un beş aylık hamile olduğu ortaya çıktı.
Gülseren Artuk'un yaşadığı gayrimeşru bir ilişki sonucu hamile kaldığı ve bu nedenle aile meclisinin aldığı karar üzerine talihsiz kızın öldürüldüğü öne sürüldü. Genç kız Artuk'un ağabeyleri Mustafa, Hüseyin ve Abdullatif Artuk da, yeğen B.A. ile birlikte gözaltına alındı.
Parmağından yaralanan anne Nure Artuk, Urfa Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alınırken, haklarında cinayete karıştıkları iddiasıyla yasal işlem yapılan üç ağabey ile lise öğrencisi yeğen B.A., adliyeye sevk edildi. Cinayeti, Artuk'un büyük ağabeyi 30 yaşındaki Mustafa Artuk'un işlemiş olabileceği ileri sürüldü.

Sakine, Güldünya, Atmaca, Şemsiye...

· Adana'da sık sık akrabalarına gittiği için hakkında 'kötü yola düştüğü' dedikoduları çıkan Sakine Demir'i, 11 Temmuz 2004'te oğlu öldürdü.

· İstanbul Avcılar'da yaşayan N.H. sevdiğiyle kaçtıktan kısa bir süre sonra evine döndü. Ama aile meclisi hakkında ölüm kararı vermişti. 5 Nisan 2004 günü N.H.'yi babası boğarak öldürdü.

· Güldünya Tören, Bitlis'te kuzeninin kocasından hamile kalınca İstanbul'da yakınlarına bırakıldı. Çocuğunu doğurduktan sonra iki kardeşi Güldünya'yı sokak ortasında vurdu. 22 yaşındaki kadın ölmedi. Ama kardeşleri hastaneye de geldi ve 25 Şubat 2004'de Güldünya'yı öldürdü.

· Yanmış halde cesedi bulunan Naciye Atmaca, 25 Ocak 2004'te yasak aşk yaşadığı iddiasıyla üç erkek kardeşi tarafından vurularak öldürüldü.

· Mardin'de Şemsiye Allak, Halil Açil'le imam nikâhı kıydı. Aile, Açil ve Allak'ı öldürme kararı aldı. Çift, 21 Kasım 2002'de kaçmaya çalışırken pusuya yatan aile tarafından taşlanarak öldürüldü.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Motorize 'ahlak' timi

Samsun'da zabıta, "ahlak devriyesi"ne çıktı. Sahil ve parklarda gezen
gençleri "yakalayan" ekipler, "Düzgün oturun. Yanlış anlaşılır" diyor

ŞENOL ÇAKIR Samsun DHA

Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin 9 kişilik motorize zabıta ekibi, deniz
kenarında birbirlerine sarılarak sohbet eden sevgilileri, "uygun"
davranmaları için uyarıyor. Görevliler, çimlere uzanan ya da ağaç altında
sohbet edenlerin de yanlış anlaşılabileceği gerekçesiyle bankta oturmalarını
istiyor.
Sahil Yolu'nda, bankta birbirlerine sarılan, ellerini omuzlarına atan
sevgilileri görünce hemen yanlarına giden zabıtalar, çevredekilerin rahatsız
olduğunu öne sürerek, "düzgün oturun" uyarısında bulunuyor. Zabıta Güvenlik
Amiri Arif Yalçın Kaya, uygulamaya okulların açılmasıyla birlikte ağırlık
verildiğini, bazen kötü durumda yakalanan gençlerin tepkisiyle
karşılaştıklarını, ancak bunu onların iyiliği için yaptıklarını söyledi.
Kaya, "Bir anne baba, çocuğunun okuldan çıktıktan sonra evine gelmesini
ister; 12 - 13 yaşındaki bu çocukların, kendisinden 5 - 10 yaş büyüklerle
gezmesini istemez. Bu eksikliği kapattığımıza inanıyoruz. Bunda yanlış bir
şey yok" dedi.
Okuldan kaçan kızların erkek arkadaşlarıyla dolaşmasını engellediklerini
söyleyen Zabıta Başkomiseri Cemil Taflan ise "Önce okula gitmelerini
sağlıyoruz. Okul kıyafetiyle sahilde dolaşmamalarını istiyoruz.
'Ailelerinize şikâyet ederiz' diyerek uzaklaştırıyoruz" diye konuştu.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Kenan Şara, "Kamu ahlakına uygun
olmayan, içki içen, insanları rahatsız edenleri sadece ikaz ediyoruz"
demekle yetindi.

CHP: Uygulama çağdışı
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, 28 Mart seçimleri
öncesi ANAP'tan AKP'ye geçerek yeniden başkan seçilmişti. Uygulamanın
çağdışı olduğunu kaydeden CHP Samsun Milletvekili İlyas Sezai Önder,
"Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'ye geçtikten sonra acaba anlayışı mı
değişti? Türkiye'nin gündemini gereksiz yere zina tartışmaları işgal ediyor.
Acaba ondan esinlenerek mi bunları yapıyorlar? Anlaşılan AKP'li Belediye
Başkanı fikir değiştirmiş" şeklinde konuştu.

Belediye ve valilik: Talimat vermedik

ANKARA Milliyet
SAMSUN'daki skandal üzerine İçişleri Bakanlığı bürokratları, Samsun Valiliği
ve belediye başkanlığı yetkilileriyle görüştü. Ancak bakanlığa, böyle bir
talimat ve uygulamanın olmadığı söylendi. Bakanlık yetkilileri, gelen bu
yanıt nedeniyle, şimdilik idari ve adli bir uygulamanın söz konusu
olmadığını belirtti.

Hukukçular: Suç varsa müdahale edilebilir

SAMSUN'da zabıtaların müdahalesini doğru bulmayan hukukçular, konuyla ilgili
şunları söyledi: "El ele tutuşmak, birbirine sarılmak, hayâsızca hareket
sayılmaz. Müdahale doğru değildir. Kamu düzenini bozucu hareketler
bakımından zabıta müdahale edebilir, ancak suç unsuru taşıyan olaylarda asıl
yetki polis ve jandarmadadır."
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Türkiye'nin Anayasası Anayasa Değil mi?
Öncelikli sorun, AB'ye girip girmemek değil, kendi değer ve kriterlerimize
sahip çıkmak. "AB içişlerimize karışamaz"; "AİHS'nin özel yaşamın gizliliği
ile ilgili 8. maddesinin ahlak ve sağlık konusunda istisnaları olabilir"
deniliyor. Peki ya Anayasa?



--------------------------------------------------------------------------
------
BİA Haber Merkezi
22/09/2004 Av.Hülya GÜLBAHAR
--------------------------------------------------------------------------
------
BİA (İstanbul) - Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği tartışmalarına
girmeden önce, Türkiye'de bugünkü (22.09.2004) haberlerden sadece ikisine
bakalım.

İlk haber Şanlıurfa'dan: 18 yaşındaki Gülseren Artuk, "gayrımeşru" ilişki
sonucu hamile kaldığı gerekçesiyle aile meclisi kararıyla katledildi.
Gülseren 5 aylık hamileydi. Bir "töre/namus" ya da biraz daha daraltılmış
tanımıyla "zina" cinayeti daha...

İkinci haber Samsun'dan: Sabahleyin CNN Türk'te görüntülü bir haberde,
genç bir çift, oturdukları parktan kendilerine "ahlak polisi" edası vermiş
görevlilerce çıkartılıyor. Çift uzaklaşıyor... Ama tatmin olmuyor görevliler
daha da uzağa gönderiyorlar...

Toplum olarak günlerdir Türk Ceza Kanunu'nu (TCK) tartışıyoruz. Zina yoğun
bir biçimde tartışılırken, en az onun kadar önemli ve tehlikeli bir maddeden
çok az sözediliyor: 15-18 yaş arası gençlerin rızaya dayalı cinsel
ilişkilerine getirilen hapis cezası...

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) amacına ulaşırsa zina hapis cezalık bir
suç olarak düzenlenecek, zina yapan eşini/kardeşini öldüren erkeklere haksız
tahrik maddesiyle indirimli tarifeden cezalar verilerek "teşvik" uygulanacak
ve 15-18 yaş arası cinsel ilişkiye giren herkes cezaevlerine gönderilecek.
Bunlar devletin yapacakları....

Her iki olayda da görüldüğü gibi, "devlet vur deyince, vatandaş öldürmeye
devam edecek"... Samsun'daki genç çiftin başına gelenlerin hepimizin başına
geleceğini kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor. Başta kadınlar olmak
üzere, genç-yaşlı herkesin hayatı kendini ahlak bekçisi atayanların
kontrolünde geçecek. Sokaklarda, parklarda, okullarda, işyerlerinde birileri
tarafından "gayrımeşru" ilişkiye girip girmediğimiz hakkında sorgulanacağız.
Kimlik kontrollerinden, bekaret kontrollerinden geçeceğiz. Aramızdan
birileri öldürülmeye devam edecek.

İşte bugün tartıştığımız konu budur. Biz böyle bir hayatı istiyor muyuz,
istemiyor muyuz? Toplumun ezici bir çoğunluğu açık, net ve kararlı bir
biçimde istemediğini söylüyor. Binnaz Toprak ve Ali Çarkoğlu'nun 1999'da
yaptığı araştırma, zinaya hapis cezası verilmesini isteyenlerin oranının
yüzde 16-18 arasında olduğunu gösteriyor. Bundan daha açık bir veri olabilir
mi?

Buna rağmen bu yüzde 16-18'lik kesimin, kendi kafasındaki bu ilkel ahlak
anlayışını bütün bir topluma dayatmaya çalışması hiçbir biçimde kabul
edilemez.

Bence öncelikli sorun, AB'ye girip girmemekten önce bizim yaşam
biçimimize, kendi değer ve kriterlerimize sahip çıkma sorunu...

Sürekli olarak "AB bizim içişlerimize karışamaz", deniliyor. "Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) özel yaşamın gizliliği ile ilgili 8.
maddesinin ahlak ve sağlık konusunda istisnaları olabilir", deniliyor.
Bunlara verilecek yanıt çok... Ama önce asıl sorumuzu soralım:

Peki bizim Anayasamız, Anayasa değil mi?

Bizim anayasamızdaki "kişi dokunulmazlığı, herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı" ile ilgili 17. Madde orada süs olsun
diye mi duruyor? Ya da kişi hürriyeti ve güvenliği (madde 19), özel hayatın
gizliliği (madde 20), konut dokunulmazlığı (madde 21)...

Bu en temel hakları, zinaydı, evlilik öncesi ya da evlilik dışı cinsel
ilişkiydi vb. konularda saçma sapan gerekçelerle kullanılmaz hale getirme
çabası; Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesini askıya almaya
çalışmaktan başka olabilir?

İster Türkiye'de yürürlükteki hukuksal mevzuatta yer alsın, ister
uluslararası sözleşmelerde belirtilsin, temel hak ve özgürlükleri ancak
başkalarının temel hak ve özgürlüklerine zarar verdiği ya da tehlikeye
attığı zaman kısıtlayabilirsiniz. İki yetişkin insanın, kendi tercih ve
seçimine bağlı olan, tamamen gönüllülük üzerine kurulu ilişkilerine kim, ne
hakla karışabilir? Kimin, hangi temel hakkı, bundan ne zarar görebilir?

Ayrıca, eğer uluslar arası sözleşmeleri, anlaşmaları, kriterleri kendi iç
işlerimize müdahale sayacaksak, Anayasanın 90. maddesini neden değiştirdik?
Neden uluslar arası sözleşmeleri iç hukukun da üstünde birer hukuk normu
haline getirdik? Şık duruyor diye herhalde!

Bugüne dek öne sürdükleri "Anadolu kadınları istiyor" benzeri tüm
iddialar, daha ağızlarından çıkar çıkmaz çürütüldüğü için ellerinde kala
kala bu iki argüman kaldı: İç işlerimize karıştırmayız ve sizin AİHS'niz
bile, zina gibi durumlarda özel yaşamın dokunulmazlığını sınırlamaya izin
veriyor argümanları...

Her iki argüman da, birer büyük hukuksal gaf bence... Ne yazık ki, koskoca
Başbakan, gidip Brüksel'de aynı gafları tekrar ederek AB'yi ikna edeceğini
düşünebiliyor.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Kadın avukata tecavüze 36'şar yıl hapis
Kadıköy'de kaçırdıkları kadın avukata tecavüz eden ve değerli eşyalarına el koyan 3 sanığa 36'şar yıl ağır hapis cezası verildi.


İstanbul Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Cengiz Çetin, Mikail Aslan ve Hüseyin Özdemir getirildi. Gizlilik kararı bulunan duruşmaya, İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu da müdahil avukat olarak katıldı.

Duruşmada kısa bir aradan sonra kararını açıklayan mahkeme, her 3 sanığa da, “gasp amaçlı adam kaçırma”, “evli kadını kaçırıp, alıkoymak”, “birden fazla kişiyle zorla ırza geçmek” suçlarından 36'şar yıl ağır hapis cezası verdi.

Sanıklar kararın ardından Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ne gönderildiler.

İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, adliyeden ayrılışı sırasına gazetecilere yaptığı açıklamada, verilen cezanın kendileri için tatminkar olduğunu belirterek, mahkemenin üst sınırdan ceza verdiğini söyledi.

(aa)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Belediye Zabıtası "Ahlak Bekçiliği" Yapamaz


--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
23/09/2004 Yıldız SAMER
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimindeki Samsun Belediyesi'nde Zabıta Ekipleri'nin kentin kıyı şeridinde elele oturan ve birbirine sarılan gençleri, çevreye rahatsızlık verdikleri gerekçesiyle "düzgün" oturmaya davet etmesi konusunda değerlendirmelerine başvurduğumuz hukukçu ve uzmanlar, uygulamanın yasal açıdan dayanağı olmadığı görüşünde.

Av. Ergin Cinmen, insanların kamusal alanlarda elele veya birbirlerine sarılarak yürümesi veya oturmasının bireyin özgürlük alanı içinde bulunduğunu, Belediye Zabıta Ekiplerinin de "ahlaki" gerekçelerle müdahale hakkı bulunmadığını belirtiyor.

Yerel yönetimler ve siyasal İslam konusunda çalışan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Araştırma Görevlisi, Ali Ekber Doğan da Belediyenin ve Zabıta ekiplerinin böyle bir yetkisi olmadığını ifade ediyor.

Doğan "Zabıta yönetmeliğine göre de böyle bir yetkileri yok. Eğer belediye bu işi bugüne kadar yapmayıp uygulamayı şimdi başlatmışsa, zina tartışmaları, aile kurumu gibi muhafazakar yorumlu konjonktürel bir yan etkiden söz edilebilir" diyor ve ekliyor:

"Yapılan, yalnızca ne kadar muhafazakar olunduğunun bir kez daha duyurulması; şehirdeki sosyal mekanların bu şekilde muhafazakar bir içerikte yeniden kodlanması."

Kişisel özgürlüklere aykırı

Av. Ergin Cinmen, Türk Ceza Kanunu içinde suç unsuru oluşturan, kamusal alanda edepsizce ve hayasızca hareket etmek, müstehcenlik gibi maddelerin cinsel suçlar için söz konusu olabileceğini ve bu alanın emniyet görevlilerin yetkisi içinde olduğunu belirtiyor.

"Belediye Zabıtasının elele dolaşmayın gibi müdahalelerde bulunmaya hiçbir şekilde hakkı yok" diyen Av. Cinmen, "Bunlar insanların özgürlük alanı içindedir" diyor ve ekliyor:

"Cinsel suçlar için bir yasak söz konusu olabilir. Bunun dışında elele kol kola dolaşmak tamamen insanların hayata bakışına bağlı özgür alanlarıdır. Hiçbir kamu otoritesi bu insanların hayatına karışamaz. Üstelik kişi özgürlüğünü engelledikleri için, engelleyen suçlu sayılabilir."

Yasalara göre kişi özgürlüğüne, yasal dayanak olmadan karşı koyup engelleyen kişiler açısından uygulamanın suç teşkil ettiğini ifade eden Av. Cinmen "Aslında Cumhuriyet Savcılarının gazetelerdeki haberlere göre resen harekete geçmesi gerekir" diyor.

"Önümüzde Ramazan var. Bu tip uygulamaların önü alınmazsa vahim sonuçlar ortaya çıkabilir" diyen Av. Cinmen, bu açıdan savcıların ve Belediye Başkanı'nın harekete geçmesi gerektiği görüşünde.

Muhafazakar yorumlu tartışmaların etkisi

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi Ali Ekber Doğan, Belediye Zabıtasının, zabıta Yönetmeliğine göre elele kol kola dolaşanlara müdahale yetkisi bulunmadığını ifade ediyor "Zabıtanın insanların 'ahlaki' kurallara uyup uymadığı konusunda verecekleri bir ceza da yok" diyor.

Yerel yönetimler ve siyasal İslam konusunda araştırmacı olan Doğan, uygulamayı "Belki konjonktür gereği, zina tartışmaları, ahlak, aile kurumu gibi muhafazakar yorumlu tartışmaların kamusal alanı kaplaması nedeniyle ortaya çıkan bir yan etki olabilir" diye yorumluyor
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Atatürk heykeliyle konunun ilgisi aşağıda alıntı yaptığım kitaptan kaynaklanmaktadı. Bunlar daha başlangıç-


Milli Eğitim Bakanlığının okullara tavsiye ettiği ingilizce kitabındaki şu ifadeler görenleri şok etti: "Türk Gençliği Atatürk olmadanda modern bir Türk Cumhuriyeti’nin olacağını çok iyi bilmektedir"
--------------------------------------------------------------------------------
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) okullara tavsiye ettiği ve ders kitabı olarak okutulan “New Bridge To Success Coursebook 2 For Preparatory Classes” adlı İngilizce kitabıyla bir skandala daha imza attı.

MEB tavsiyeli İngilizce kitapta Türk Halkının Lideri başlıklı bölümde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk için kullanılan “ Türk Gençliği Atatürk olmadan modern bir Türk Cumhuriyeti’nin olacağını çok iyi bilmektedir”ifadesi görenleri şaşkına çevirdi.
 
Geri
Üst