MÜrŞİdİ Kamİl

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
MÜrŞİdİ Kamİl
Allah’a sonsuz hamd ü senâ, habîbine bînihaye salat u selâm olsun. Fatiha-yı şerif, Kur'an-ı Kerîm’in birinci suresi, ümmü’l-kitap. Onsuz namaz caiz değil. Yedi âyetten mürekkep olan bu sure-i celilede Besmele-yi şeriften sonra, -o Besmele ki, içerisinde Allah, Rahman ve Rahim esmalarıyla derin mânâlar ihtiva eden, Fatiha’nın kapısını açan, bizleri maddeden mânâya geçiren bu Besmele-yi şeriften sonra- “Hamd Allah’a mahsustur.” Öyle Allah ki, âlemleri yaratan, yaşatan, terbiye eden Rabbi’l-âlemin. Rab: Terbiye edici.

Muhterem Dostlar!

İnsanlığın timsâli, eşsiz insan Hz. Muhammed Mustafa (asv) Efendimiz: “Rabbim, beni kendi edebiyle edeplendirdi, kendi ahlâkıyla ahlâklandırdı.”

Kutsî ve ulvî davanın kökeninde edebin, terbiyenin yer aldığını görüyoruz. Edep, hayâ, îmân, güzel ahlâk eşittir terbiye ile. Kainatın Efendisi, bizleri tevhît ile terbiye ederek, edep, îmân, ve güzel ahlâk ile giyindiriyor.

“Edep bir taç imiş nûr-u Hüda’dan

Giy ol tacı emin ol her belâdan.”

İşte Dostlar!

O mürşid-i kâmil ki, tevhîdin potasında erimiş, terbiye edilmiş, edebe, ahlâka mugayir bütün engellerden geçmiş, kelâm-ı-Hak’la mutlaktan tevhidi telkîne memur edilmiş, vâris-i nebî, naib-i Hak, Hazret-i insan...

Onun terbiyesine girip, zikrullah alanların vücutlarında inkılâp başlar. Zikrullah ile dili mâsivadan, gafletten, nefsânî, şehevî, kötü emellerin esaretinden kurtulur. Öyle bir dil olur ki, Allah diyen bir dil, yumuşacık bir dil. Kabalık gitmiş, öfke, hiddet gitmiş, kırık bir dil. İnsanlar arasında tesanüdü, sevgiyi, muhabbeti işleyen, insanlar arasını sulh eden, iyilik için diller döken, en tenezzüllü, tevazulu kelimeler söyleyen, Kelâm-ı Hak’la bülbüller gibi öten, ahde vefa eden bir dil. Hülâsa terbiyeli bir dil!

Göz, gaflet perdesi kalkmış, eserde müessiri müşâhâde eden bir göz. İnceliklere vâkıf.

“Kime ref-i hicap oldu, gözü mahbûbunu gördü

Ana sor mahbûbun vasfın, ki sorma gözü a’madan.”

A’ma dosttan haber veremez, hakikatleri göremez. Hak mürşidin terbiyesinde terbiye edilen göz... Ona paha biçilmez. Her nereye baksa, sırr-ı hikmetler, mânâlar, hakikatler derler. Öyle bir görüş ki, âşıkın dediği gibi “Güzele bakmak sizde bir türlü, bizde bir türlü.” İşte bu, İlâhî terbiye!..

Kulak mâsivaya, nefsânî duygulara, Hakk’a perde olan bütün duygulara “dur”demiş, terbiye edilmiş. Kelâmı, Hak’tan duymuş. Her ses, onun kulağında zikrullah olmuş, muhabbet, muhabbetullah olmuş. Tecellî sıfatın mazharı. Mânevîyatını, ruhaniyyetini duygularıyla kuvvetlendirmiş. Duygu, düşünce, tefekkür sahneleri açılmış. Ya Rab ne güzel duygu! “Sizde bir türlü bizde bir türlü” diyen Hak erenlerin söylediği gibi.

Terbiye edilenlerle edilmeyenlerin arasındaki fark!..

O eller ki “Yedullah” sırrının mazharı. Dövmekten, kırmaktan, hakaretten kurtulmuş. Duygu ve düşünceden aldığı emirle zarar hanesinden kâr hanesine geçmiş. Vuran değil, veren el. İten değil, tutup, kaldıran el. Yarayı saran, acı doyuran el olmuş. Düşünce ve tefekkürün icraat ve muamelât organı olan eller, edebin, terbiyenin ve iyi düşüncenin neticesi Aman Allahım, ne hayırlı el, ne güzel el olmuşlar!

Bâtıla giden ayaklar, Hakk’a dönmüş. Akl-ı selim, tefekkür ve iyi düşünceden nasibini alan bu insanoğlu, adımlarını göre göre atan, her hâliyle örnek insan, hazret-i insan. Hülâsa, “Hak geldi; bâtıl gitti!”

Fenâfillâhta süzülmüş, zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûduna ermiş, Hak mürşidin terbiyesinde terbiye olan bu zât-ı muhteremleri anlatmak mümkün mü?

Peygamber Efendimizin bir duasını arz edeyim: “Rabbim, ilmimi ziyadeleştir, anlayışımı ziyadeleştir. Beni fenâfillâhta süzülmüş, nispet olan varlık ve benlikten geçmiş, zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûduna ermiş, kelâmı Hak’tan almış, Hak mürşidin telkînine riayet, emrine itaatla al denileni almış, at denileni atmış bu sâlihler zümresinden beni ayırma. Çünkü onlar velâyet makamının sırrına ermişler.”

Allah’ın Resûlü insanlar arasında muamelâtı, idareyi, icraatı görürken “nübüvvet” makamında bulunurdu. Kılı kırka yarar, âdil hareket etmek için Rabbisinden yardım diler, en iyi idare şeklini gösterirdi. Urûç edip sâlihler zümresinde de muhabbetullah ederdi. Velâyetin ve buranın mensuplarının ne kadar faziletli bir yer tuttuğunu beyân etmekte.

Zirve-yi tevhîde canı, malı, her şeyi pahasına yükselmek isteyen Hak erenler, ne imtihanlar oldular... En ağır belaları Allah peygamberlere, evliyaullaha, derece derece mü’minlere verdiğini ve bu belanın içerisinde kenz-i mahfinin -hikmetler hazinesinin- mevcut olduğunu kim bilebilir ki...

Muhterem Dostlar!

O nebîler ki, annesiz, babasız, kimsesiz, yek başına ihtilâl etmiş, inkılâp etmiş. Bundan daha büyük mucize, bundan daha büyük kemâlat olabilir mi? Nûr-i tevhît, ezel ve ebed sönmeyecektir. Lut kavmi, Ad kavmi, Hz. Musa’nın(as) uğradığı yahudiler zulmü, ateşe atılan İbrahim (as), Hz. İsa’nın (as) geçirdiği olaylar...

Bütün peygamberler, peygamberlerden sonra bütün velilerin derece derece başlarına gelen hadisâtlar...

Hiç bir varlık onları Allah’tan, zikrullah ve muhabbetullahtan alıkoyamamıştır. Çünkü onlar, maddenin, makamın, dünyâ ve ukbânın çekiciliğinden kurtulmuş. İlâhî cereyan, ilâhî aşk, ilâhî tecellî, Hak dostları kendine çekmiştir.

Mevlâ-yı Müteal, bizleri, cân dostları bu zümre-yi sâlihinden ayırmasın.

Mektubumun başında belirttiğim gibi bu zümre kimdir?

Hak mürşitte terbiye edilmiş, vücudunda inkılâp olmuş. Dil, göz, kulak, duygu ve düşünce, ellerin ve ayakların muamelâtı değişmiş, “hayrun nas” ünvânını kazanmış.

İşte Kur’an-ı Kerîm bunlar için [1] “Öldü demeyin, onlar haydırlar, diridirler.” Terbiye edilmiş, edep, ahlâk, îmân-ı kâmil, [2]“La havfun aleyhim” sırrının mazharı bunlar. Melâmetin sırrına ermişler.

Efendim öyle buyururdu: “Kâinatın özü melâmet. Tarîkat ların hakikatı melâmet, zübdesi.” Mürşidimizde hepsi mevcut. Yeter ki sadâkat ve teslimiyetimizde eksiklik yapmayalım.

Bu anlattıklarım, bu Hak dostları siyasetten uzak, maddeden uzak, makam hırsı, dünyânın bütün çekiciliklerinden uzak; hiçbir varlık onları kendine çekemez. Vatan sevgisi, insan sevgisi, bayrak ve sancak sevgisi bunlarda sonsuzdur. Çünkü vatanı sevmek îmândandır.

Bilhassa çocuklarımıza sevgi gösterelim. Tatlı dil, iyilikle muamele edelim. Onlara insan sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi verelim. Onları zararlı kaynaklardan, kötü gidişlerden koruyup muhafaza etmesini bilelim. Vatan için hayırlı evlât olmalarına Allah’tan dua ve niyaz eder, hepinizi Allah’a emânet ederim.







Fâtiha-yı şerif, Ümmü’l-Kitap’tır.

Fâtiha, yedi âyet, makâmâttır.

Fâtiha’sız namaz caiz değildir.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



Sakın ha..Ehlullahı inkâr etme!

Nefsine uyarak bâtıla gitme.

Akl-ı selîmle düşün, inat etme.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



Kur’an-ı Kerim onlardan bahseder.

“Evliyaullah’a korku yoktur” der.

Hak dostları daim zikirdedirler.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



Dervişler fenafillâh olmuşlardır.

Nispet varlıklardan soyunmuşlardır.

Bunların sohbetleri mutlaktandır.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



Ehlullah’ı mürşitler yetiştirir.

Nefsânî olanları O, attırır.

Kesrette vahdeti mürşit sevdirir.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



Kullukta Hakk’a ibâdet ederler.

Urûç eder Hak’la sohbet ederler.

Vahdeti tevhîtle şuhûd ederler.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!



İlm-i Ledün’ü aşkla zevk ederler.

Halk yüzünden Hakk’a nazar ederler.

HÜSEYİN SABRİ, bunlar Hak erenler.

Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!
 
Geri
Üst