Mutluluk..........
Duygusal Gereksinmeler
Birincil duygusal gereksinim sevilmek ve sevmektir. Yeni doğan bir bebek annesinin sütü kadar onun sıcaklığına da gereksinim duyar. Memeli hayvanlarda dahi bu gereksinim deneylerle saptanmıştır. Sevgi görmeyen bebek ruhsal sorunlar yaşamaya başlar, sağlığını yitirir. İnsanda bunun ötesinde yaptıklarının çevresi tarafından onaylanması ve kendisinin o toplumun bir bireyi olarak kabul görmesi gereksinimi de ortaya çıkar. Ne kadar olgun ve bağımsız olursa olsun insanlar mutlaka başka insanlarla bağlantı içinde olmak ve onlarla yaşamlarını şu veya bu ölçüde paylaşma gereksinimi duyarlar. Bu, insanın kendisini diğer hayvanlardan ayıran tüm özelliklerinin onun toplumsal bir varlık olması sonucunda üretilmiş olmasından kaynaklanır. İnsanlar tek başına yaşıyor olsaydı dil ortaya çıkamazdı. Dil olmadan düşüncenin bu boyutta derinleşmesi olanaksızdı.
Bir toplumun bireyi olarak kabul gören ve sevildiğini hisseden birey bundan sonra saygınlık kazanma ve yakın ilişkiler geliştirme gibi gereksinimler duymaya başlar. Bu aynı zamanda kendi potansiyellerini gerçekleştirerek tatmin olmaya yönelmektir. Bu gereksinimler toplumdan topluma farklılık gösteriyor gibidir. Sözgelimi Yeni Gine’deki Arapeş’ler üretimde verimin düşmesi pahasına küçücük bahçelerinde bir kaç aile birarada çalışırlar. Herkes kendi bahçesinde çalışmış olsa verimin artması olasıdır, ama onlar birbirleriyle daha yakın ilişkide olmak için ortak çalışmayı yeğlerler. Batılı toplumlarda ise yakın ilişkiler ikinci plana atılmaya, kişisel başarı öne çıkarılmaya çalışılır. Bu toplumlarda kendini gerçekleştirme denilince bir kollektif içinde ortaya çıkan başarıdan daha çok kişisel olarak ulaşılan bir başarı anlaşılır. Bu farklılıklar o toplumların geçirdiği kültürel gelişmenin sonucudur. Ancak evrensel bir bakışla sorunu irdeleyecek olursak, her kişisel başarı aslında kollektif bir çabanın ürünüdür. Tüm kişisel gibi görünen başarılar daha önce üretilenlerin kavranıp onun üzerine bir şeylerin koyulması ile gerçekleşir. Kendisinden önce üretilenleri yeterince kavramamış, kendisiyle aynı alanda çalışanlarla sağlıklı bir iletişim kurmamış bir kişinin başarılı olma şansı hiç bir toplumda yoktur. Dolayısıyla kendini gerçekleştirme aynı zamanda içinde yaşanılan toplumla daha ileri bir bütünleşme sürecidir, ondan bağımsızlaşma değil. Ancak burada daha önce yapılanları aşma sürecinde kimi değer yargılarıyla çatışma içine girme sözkonusu olabilir. Bu ise toplumdan bağımsızlaşma değil, tersine toplumu daha ileriye götürme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hatta kimi durumlarda böyle bir çatışma içindeki kişi o günkü toplumdaki saygınlığını tümüyle yitirebilir. Galile buna bir örnektir. Burada insanın bir nihai hedefe sahip olma ve kendi kararlarını verme gereksinimi ile toplumdaki saygınlık gereksiniminin kesiştiğini görebiliyoruz. Galile dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyerek o günün değerleriyle çatışmaya girdi, böylece saygınlığını kaybetme pahasına nihai hedefinden vazgeçmedi. Daha sonra ölüm cezasına çarptırılacağını anladığı zaman boyun eğmiş olsa da uzun vadede saygınlık kazanmış oldu.
Çekirdek aile yapısı şimdiden iflas etmiş durumdadır ve insanların yakın ilişkilerde aradığı duygusal tatmini sağlayamamaktadır. Çünkü günümüzde bu tatmin sürekli olarak kendini yenilemeyi, yaşamı ve kendini daha derinden kavramayı gerektiriyor. Bunun ise hızla değişen bir toplumda birbirlerinden soyutlanmış çekirdek aile yapısı içinde gerçekleşmesi olanaksız.
Yakın ilişkilerin kurulduğu en önemli alan belki de insanın kendisini yeniden ürettiği ilişkilerdir. Aşk ve karşı cinsle kurulan arkadaşlık burada yaşamsal bir gereksinim olarak ortaya çıkar. Çocuklarla kurulan ve onlara yaşam deneyimlerinin aktarıldığı yakın ilişkiler de bu sürecin bir diğer parçasıdır. Günümüzün çekirdek ailesinde bu ilişkiler belirli kurallar, tabular ve ekonomik zorunluluklarla kısıtlanmış durumundadır. Geçmişte olduğu gibi çocukların büyükanneleri, dedeleri ve diğer akrabalarıyla yakın ilişki içinde onların deneyimlerinden yararlanması bile olanaksızlaşmıştır. 24 saati endüstriyel toplum tarafından denetlenen ebeveyinlerin soyutlanmış olarak yaşaması aile içi sorunları giderek artırmaktadır. Evliliklerin çoğu başarısızlıkla sonuçlanmakta ve eşler boşanarak yeni evlilik arayışı içine girmektedirler. Çekirdek aile yapısı şimdiden iflas etmiş durumdadır ve insanların yakın ilişkilerde aradığı duygusal tatmini sağlayamamaktadır. Çünkü günümüzde bu tatmin sürekli olarak kendini yenilemeyi, yaşamı ve kendini daha derinden kavramayı gerektiriyor. Bunun ise hızla değişen bir toplumda birbirlerinden soyutlanmış çekirdek aile yapısı içinde gerçekleşmesi olanaksız. Sürekli şartlamayı amaçlayan medyanın bombardımanı altında kalmak yerine, insanlar daha yaygın ve yoğun karşılıklı iletişim gereksinimi içindeler. Kadının toplumsal yaşamda etkin olarak yer almadığı dönemde erkekler çocuklara bakan kadınları evde bırakarak kahvelerde ve benzeri ortamlarda bunu yaşıyorlardı. Kadınlar ise komşularıyla yakın ilişki içindeydiler. Kadınların çalıştığı ve evdeki sorumlulukların daha eşit bir şekilde paylaşıldığı günümüzde ise ne kadın ne de erkek bu toplumsallaşma gereksinimini karşılayabiliyor.
Sağlıklı bir insan, fizyolojik gereksinimler arasında saydığımız seks gereksinimini de sağlıklı bir duygusal ilişki içinde karşılamaya çalışır. Ancak tüm ilişkilerin maddi bir temelde belirlendiği günümüzde bu konuda da bir çok kısıtlamalar ve sınırlar ortaya çıkar. Eşlerin ekonomik güçleri birbirine yakın değilse potansiyel sorunlar onları bekler. Böylece her kişi için seçenekler daha baştan sınırlanmıştır. Kadın, geleceğini güvenceye alacak bir eş arayışı içindedir. Erkek ise gelecekte tüketim çılgınlığıyla onu daha ağır bir köleliğe sürüklemeyecek bir eş seçmeye çalışır. Ama doğal olarak bu konuda kimse garanti veremez. Kimi kadın erkeğini daha fazla tüketime yönelterek kendi gücünü kanıtlar. Kimi erkek mutlu olmadığı halde nafaka ödeyerek yaşamayı göze alamadığı için yeni bir evlilik arayışına giremez. Kimi kadın ise tek başına ayakta duramayacağı için mutsuz bir evliliği sürdürür. Çocukların durumu başka kaygılar yaratır. Sonuçta duygusal açıdan tatminkar evlilikler oldukça seyrektir.
Birincil duygusal gereksinim sevilmek ve sevmektir. Yeni doğan bir bebek annesinin sütü kadar onun sıcaklığına da gereksinim duyar. Memeli hayvanlarda dahi bu gereksinim deneylerle saptanmıştır. Sevgi görmeyen bebek ruhsal sorunlar yaşamaya başlar, sağlığını yitirir. İnsanda bunun ötesinde yaptıklarının çevresi tarafından onaylanması ve kendisinin o toplumun bir bireyi olarak kabul görmesi gereksinimi de ortaya çıkar. Ne kadar olgun ve bağımsız olursa olsun insanlar mutlaka başka insanlarla bağlantı içinde olmak ve onlarla yaşamlarını şu veya bu ölçüde paylaşma gereksinimi duyarlar. Bu, insanın kendisini diğer hayvanlardan ayıran tüm özelliklerinin onun toplumsal bir varlık olması sonucunda üretilmiş olmasından kaynaklanır. İnsanlar tek başına yaşıyor olsaydı dil ortaya çıkamazdı. Dil olmadan düşüncenin bu boyutta derinleşmesi olanaksızdı.
Bir toplumun bireyi olarak kabul gören ve sevildiğini hisseden birey bundan sonra saygınlık kazanma ve yakın ilişkiler geliştirme gibi gereksinimler duymaya başlar. Bu aynı zamanda kendi potansiyellerini gerçekleştirerek tatmin olmaya yönelmektir. Bu gereksinimler toplumdan topluma farklılık gösteriyor gibidir. Sözgelimi Yeni Gine’deki Arapeş’ler üretimde verimin düşmesi pahasına küçücük bahçelerinde bir kaç aile birarada çalışırlar. Herkes kendi bahçesinde çalışmış olsa verimin artması olasıdır, ama onlar birbirleriyle daha yakın ilişkide olmak için ortak çalışmayı yeğlerler. Batılı toplumlarda ise yakın ilişkiler ikinci plana atılmaya, kişisel başarı öne çıkarılmaya çalışılır. Bu toplumlarda kendini gerçekleştirme denilince bir kollektif içinde ortaya çıkan başarıdan daha çok kişisel olarak ulaşılan bir başarı anlaşılır. Bu farklılıklar o toplumların geçirdiği kültürel gelişmenin sonucudur. Ancak evrensel bir bakışla sorunu irdeleyecek olursak, her kişisel başarı aslında kollektif bir çabanın ürünüdür. Tüm kişisel gibi görünen başarılar daha önce üretilenlerin kavranıp onun üzerine bir şeylerin koyulması ile gerçekleşir. Kendisinden önce üretilenleri yeterince kavramamış, kendisiyle aynı alanda çalışanlarla sağlıklı bir iletişim kurmamış bir kişinin başarılı olma şansı hiç bir toplumda yoktur. Dolayısıyla kendini gerçekleştirme aynı zamanda içinde yaşanılan toplumla daha ileri bir bütünleşme sürecidir, ondan bağımsızlaşma değil. Ancak burada daha önce yapılanları aşma sürecinde kimi değer yargılarıyla çatışma içine girme sözkonusu olabilir. Bu ise toplumdan bağımsızlaşma değil, tersine toplumu daha ileriye götürme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hatta kimi durumlarda böyle bir çatışma içindeki kişi o günkü toplumdaki saygınlığını tümüyle yitirebilir. Galile buna bir örnektir. Burada insanın bir nihai hedefe sahip olma ve kendi kararlarını verme gereksinimi ile toplumdaki saygınlık gereksiniminin kesiştiğini görebiliyoruz. Galile dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyerek o günün değerleriyle çatışmaya girdi, böylece saygınlığını kaybetme pahasına nihai hedefinden vazgeçmedi. Daha sonra ölüm cezasına çarptırılacağını anladığı zaman boyun eğmiş olsa da uzun vadede saygınlık kazanmış oldu.
Çekirdek aile yapısı şimdiden iflas etmiş durumdadır ve insanların yakın ilişkilerde aradığı duygusal tatmini sağlayamamaktadır. Çünkü günümüzde bu tatmin sürekli olarak kendini yenilemeyi, yaşamı ve kendini daha derinden kavramayı gerektiriyor. Bunun ise hızla değişen bir toplumda birbirlerinden soyutlanmış çekirdek aile yapısı içinde gerçekleşmesi olanaksız.
Yakın ilişkilerin kurulduğu en önemli alan belki de insanın kendisini yeniden ürettiği ilişkilerdir. Aşk ve karşı cinsle kurulan arkadaşlık burada yaşamsal bir gereksinim olarak ortaya çıkar. Çocuklarla kurulan ve onlara yaşam deneyimlerinin aktarıldığı yakın ilişkiler de bu sürecin bir diğer parçasıdır. Günümüzün çekirdek ailesinde bu ilişkiler belirli kurallar, tabular ve ekonomik zorunluluklarla kısıtlanmış durumundadır. Geçmişte olduğu gibi çocukların büyükanneleri, dedeleri ve diğer akrabalarıyla yakın ilişki içinde onların deneyimlerinden yararlanması bile olanaksızlaşmıştır. 24 saati endüstriyel toplum tarafından denetlenen ebeveyinlerin soyutlanmış olarak yaşaması aile içi sorunları giderek artırmaktadır. Evliliklerin çoğu başarısızlıkla sonuçlanmakta ve eşler boşanarak yeni evlilik arayışı içine girmektedirler. Çekirdek aile yapısı şimdiden iflas etmiş durumdadır ve insanların yakın ilişkilerde aradığı duygusal tatmini sağlayamamaktadır. Çünkü günümüzde bu tatmin sürekli olarak kendini yenilemeyi, yaşamı ve kendini daha derinden kavramayı gerektiriyor. Bunun ise hızla değişen bir toplumda birbirlerinden soyutlanmış çekirdek aile yapısı içinde gerçekleşmesi olanaksız. Sürekli şartlamayı amaçlayan medyanın bombardımanı altında kalmak yerine, insanlar daha yaygın ve yoğun karşılıklı iletişim gereksinimi içindeler. Kadının toplumsal yaşamda etkin olarak yer almadığı dönemde erkekler çocuklara bakan kadınları evde bırakarak kahvelerde ve benzeri ortamlarda bunu yaşıyorlardı. Kadınlar ise komşularıyla yakın ilişki içindeydiler. Kadınların çalıştığı ve evdeki sorumlulukların daha eşit bir şekilde paylaşıldığı günümüzde ise ne kadın ne de erkek bu toplumsallaşma gereksinimini karşılayabiliyor.
Sağlıklı bir insan, fizyolojik gereksinimler arasında saydığımız seks gereksinimini de sağlıklı bir duygusal ilişki içinde karşılamaya çalışır. Ancak tüm ilişkilerin maddi bir temelde belirlendiği günümüzde bu konuda da bir çok kısıtlamalar ve sınırlar ortaya çıkar. Eşlerin ekonomik güçleri birbirine yakın değilse potansiyel sorunlar onları bekler. Böylece her kişi için seçenekler daha baştan sınırlanmıştır. Kadın, geleceğini güvenceye alacak bir eş arayışı içindedir. Erkek ise gelecekte tüketim çılgınlığıyla onu daha ağır bir köleliğe sürüklemeyecek bir eş seçmeye çalışır. Ama doğal olarak bu konuda kimse garanti veremez. Kimi kadın erkeğini daha fazla tüketime yönelterek kendi gücünü kanıtlar. Kimi erkek mutlu olmadığı halde nafaka ödeyerek yaşamayı göze alamadığı için yeni bir evlilik arayışına giremez. Kimi kadın ise tek başına ayakta duramayacağı için mutsuz bir evliliği sürdürür. Çocukların durumu başka kaygılar yaratır. Sonuçta duygusal açıdan tatminkar evlilikler oldukça seyrektir.