Osmanlı Harekata Nasıl Çıkardı?

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Osmanlı Harekata Nasıl Çıkardı?
Geçmişten günümüze Türk ordusunda seferler nasıl yapılırdı?


Ordumuzun Irak'ın kuzeyine girip, teröristlerin dışındaki halka zarar vermeden geri dönmesi, bana Osmanlı ordusunun seferlerini hatırlattı.Osmanlı ordusunun, yüz bin kişiyi geçen ordularla yaptığı seferler, büyük bir disiplin içerisinde cereyan eder, askerler sefer yolu üzerindeki köylülerin tarlalarına ve hayvanlarına fazla bir zarar verirlerse, zarara uğrayan kişinin zararı devlet tarafından karşılanır, disiplini bozan askerler idamla cezalandırılırdı.Osmanlı tarihi anlatılırken devamlı olarak yapılan savaşlardan bahsedilir.

Ancak Osmanlı ordularının seferlere nasıl çıktıkları üzerinde fazla durulmaz. On binlerce kişilik ordular yüzlerce kilometrelik mesafelere nasıl gitmiştir? Osmanlı seferlerinin lojistiği nasıl gerçekleşirdi? Son yıllarda yapılan araştırmalarda bu tür konular daha fazla çalışılmaya başlandı.

SAVAŞ KARARI

Osmanlı İmparatorluğu'nda bir devlete savaş ilân edilmesi için Divân'da karar alınması gerekirdi. Divân-ı Hümâyun üyelerinin yanı sıra Kaptan Paşa, Şeyhülislâm, Yeniçeri Ağası ve bazı beylerbeyi ve komutanlar da katılırdı. Herkese söz hakkı verilerek fikrialınırdı. İlgililerden ordunun, donanmanın ve hazinenin durumu hakkında bilgi alınırdı. Bir yere savaş açmadan önce de devrin şeyhülislâmı veya önde gelen din adamlarından savaşın meşruluğuna dair fetva alınırdı.

Fetva alınıp, savaş kararında ittifak edilince padişahın tuğları cebehânenin önüne dikilirdi. Bundan sonra da bütün Osmanlı ülkesi harekete geçerdi. Seferin yapılacağı yöndeki şehirlerde bulunan Osmanlı vali ve kadılarına emirler yazılarak yollar ve köprülerle ilgili yapılması gereken işlerin yerine getirilmesi emredilirdi.

Yollar temizlenip, genişletilir, üzerindeki engeller kaldırılır ve on binlerce askerin zorluk çekmeden geçebileceği hâle getirilirdi. Harap köprüler tamir edilir, eğer yıkılmış olan varsa yeniden yapılırdı. Bu ön tamirlerin yanı sıra sefer esnasında da ordunun önünden giden görevliler yolları düzenler, bataklık yerleri geçişe uygun duruma getirir, köprüleri tamir ederlerdi.

YİYECEKLER DEPOLANIYOR

Sefer sırasında en önemli meselelerden birisi on binlerce kişinin yiyecek ihtiyacının karşılanmasıydı. İnsanların yanı sıra askerleri ve ordunun ağırlıklarını taşıyan hayvanların yemlerinin temini de gerekliydi. Bunun için sefer yolu üzerinde mahalli yöneticilere emirler gönderilir ve onların vasıtasıyla menzil adı verilen belli noktalarda gerekli ihtiyaç maddeleri ambarlarda depolanırdı. Menzillerde toplananlar, un, buğday, bulgur, çavdar, darı, pirinç, arpa, yağ, bal, koyun, tavuk, ekmek, saman, ot ve odun gibi maddelerdi. Sebze ve meyveler de orduda tüketilen maddelerdendi.

Bu maddelerden depolanması uygun olmayanlar ise yol boyunca satın alınırdı. Askerlere kuru yiyecekler yerine günlük pişirilmiş yemek verilmesi askerin beslenmesi açısından çok daha önemliydi. Günde iki defa yemek pişirilirdi.

DİSİPLİNİ BOZANA İDAM

Yüz bin kişiyi geçen ordularla yapılan seferler, büyük bir disiplin içerisinde cereyan ederdi. Askerler sefer yolu üzerindeki köylülerin tarlalarına ve hayvanlarına fazla bir zarar verirlerse, zarara uğrayan kişi orduya gelerek durumunu bildirirdi. Tarlası çiğnenmiş veya hayvanı alınmış birisinin zararı devlet hazinesi tarafından karşılanırdı. İkinci Mustafa, 1695 Avusturya seferi sırasında Sofya'da tebdil-i kıyafetle hazırlıkları kontrol ederken, bir cebecinin sahibinden izinsiz vişne ağacını kırıp, meyvesini yediğini görünce hemen orada sipahiyi öldürtmüştü.

SEFERE ÇIKILIYOR

Sultan, ordu Hasanpaşa palankasında da bir sipahinin halktan zorla arpa aldığını görünce, diğerlerine ibret olması ve düzeni bozanların başına neler geleceğini göstermek için, o askeri oracıkta katlettirdi. Seferin yönüne göre, Anadolu tarafında Üsküdar veya Gebze'de, Rumeli tarafında ise Davut Paşa civarında padişahın otağı kurularak birliklerin toparlanması sağlanırdı. Osmanlı ordusu büyük bir disiplin ve sessizlik içerisinde hareket ederdi. Sefer boyunca savaş düzeni bozulmadan yürünürdü. Akşam olduğunda çadırlar kurulur, gerekli ihtiyaçlar karşılandıktan sonra yatılırdı.

Konaklama yeri seçiminde sulak ve otlak yerler tercih edilirdi. Ordu için kurulan on binlerce çadır büyük bir şehir görüntüsü arz ederdi. Çadırlar belli bir düzen içerisinde kurulurdu. Hangi çadırın hangisinin yanında yer alacağı belli kurallara bağlanmıştı. Kurulan çadırlarda askerler yağmurdan ve soğuktan korunurdu. Yıkanma ve tuvalet ihtiyacı için hamam ve hela çadırları vardı.

Ayrıca ibadet ihtiyaçları için mescid çadırı, hasta ve yaralılar için hastane çadırı, yiyecekler için mutfak çadırları ve devlet arşivi için defterhâne çadırları kurulurdu. Mescid çadırlarında hem namaz kılınır, hem de dini görevliler tarafından vaaz verilirdi. Bu vaazlarda gazanın kazandıracağı sevaplar ile şehidlik anlatılarak askere şevk verilirdi. Padişah ve devlet ileri gelenlerinin çadırları ise birer saray gibi büyük ve muhteşem olurdu. Gece uyunduktan sonra sabah gün ağarmadan yürüyüş için hazırlıklar yapılırdı. Meşalelerin ışığı altında yapılan hazırlıklardan sonra güneşin doğmasıyla birlikte yürüyüş tekrar başlardı.

Seferin yapılacağı bölgeye yakın bulunan Osmanlı idarecileri casuslar vasıtasıyla bilgi toplarlardı. Düşman topraklarına yaklaşılınca savaş divânı toplanır ve ne yapılacağı tartışılırdı. Hangi yoldan nasıl gidileceği, hedef bir kale ise nasıl bir kuşatma taktiği izleneceği belirlenirdi. Eğer düşmanla bir meydan savaşı yapılacaksa nasıl bir düzen alınacağı konuşulurdu.

Bu savaş divânlarında serhat bölgelerin valilerinin fikirlerine tecrübelerinden dolayı önem verilirdi. Saldırılacak ülkeye ilk olarak akıncılar veya Kırım Tatarları gönderilirlerdi. Akıncılar girdikleri ülkelerde küçük gruplara ayrılarak yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunurlardı. On bin kişilik bir akıncı birliği beşer kişilik iki bin vurucu tim hâlinde düşman ülkesine girerek, her tarafı tahrip edip, korku salardı. Küçük birlikler hâlinde oldukları için yakalanmaları ve engellenmeleri de kolay değildi. Akıncı tahribatından sonra tertibat alınarak, düşman kuvvetler beklenilirdi. İki ordunun bir sahrada karşılaşmasıyla sıra kozların paylaşılacağı meydan savaşına gelmiş olurdu.

SEFERLER EYÜP SULTAN'I ZİYARETLE BAŞLARİ

İstanbul alındıktan sonra Osmanlı orduları sefere çıkmadan önce padişahlar, ilk olarak Eyüp Sultan'ı, ardından da atalarının türbelerini ziyaret ederlerdi. Osmanlı padişahları gittikleri türbelerde fakirlere büyük miktarlarda sadaka dağıtırlardı. Sefere padişah gitmiyorsa o zaman ordu komutanlığına atanmış olan serdarlar Eyüp Sultan Türbesi'ne giderlerdi.

Ardından büyük bir merasimle padişah ve devlet ileri gelenleri İstanbul'dan yola çıkarlardı. Padişahın yakın maiyetini teşkil eden peykler, solaklar, müteferrikalar bu merasim esnasında göz alıcı kıyafetler giyerlerdi. İstanbullular da bu töreni seyre çıkarlardı. Osmanlı ordusunun sefere çıkışı çok haşmetli olurdu. Rengârenk kıyafetler içerisinde, bayrakları ve silahları ile çeşitli askeri kıtaların geçişi töreni seyreden herkesi hayran bırakırdı.Bu konuda farklı görüşler varsa da burada ifade edilecek son görüş, gözle kulağa damlatılan ilaç orucu bozmazsa da, buruna akıtılan ilacın (yemek borusu ve mideyle doğrudan ilgisi bulunduğundan dolayı) orucu bozacağı şeklindedir. Bu itibarla mümkünse bu gibi beden içine akıp giden ilaç koymalar iftardan sonraya tehir edilmeli, değilse sonra bu oruçlar bir gün olarak kaza edilmeli, şüpheli şeyden kurtulma tarafı tercih edilmelidir. Konu tıbbı ilgilendirdiğinden farklı tıbbi yaklaşımlar söz konusu olmuştur.
 
Geri
Üst