Ramazan gelenekleri

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Ramazan gelenekleri
istanbul un gelenekleri ülkemizde ramazan hazırlıkları
En kutlu ay” Ramazan Ayı, asırlar boyu, Müslümanların gündelik hayatlarında mühim değişiklikler husule getiren bir ay olmuştur. Bu ayda maddi ve manevi hayatın ritmi artmış; yavaşlık hıza, durgunluk hareketliliğe dönüşürken, bir huzur ve dinginlik havası hakim olagelmiştir. Bu sebeple Müslümanlar Ramazan Ayı’nı “On bir ayın sultanı” diye tavsif etmişler ve her yıl sevinçle karşılamış, hüzünle uğurlamışlardır.
Osmanlı toplumunda ve hususiyle İstanbul’da Ramazan Ayı’nın ifade ettiği mana ve güzellikleri anlatmaya kelimeler kifayet etmez.


Eski İstanbul’da Ramazan Ayı yalnızca dini veçheleri ile değil, toplumsal ve kültürel hayatın hemen her alanına nüfuz eden etkisiyle yaşanmıştır. İbadetlerden yeme-içmeye, okuma-dinleme-öğrenme alışkanlıklarından gezme ve eğlenmeye kadar hemen her alanda bir Ramazan etkisi hissedilmiştir. Bu etki toplumun her kesiminde; en fakirinden en zenginine, Müslümanından gayrimüslimine imparatorluğun bütün katmanlarınca hissedilen ve yaşanan bir etki idi.
Ramazan’a Girerken
Üç ayların girmesi ile beraber Ramazan’ın gelmesi beklenmeye başlanırdı. Kandil gecelerinde yükselen manevi coşku ile aydınlatılan cami, minare ve sokaklar adeta Ramazan’ın geleceğini haber verir, Ramazan hazırlıklarını başlatırdı.
Ramazan’a hazırlık önce zihni bir hazırlık idi. Kandil geceleri de bu zihni hazırlığın tamamlanma fırsatları idi.
Ardından maddi hazırlıklar gelirdi. Ramazan’a girerken İstanbul evlerden sokaklara ve çarşılara, oradan cami ve türbelere kadar hummalı bir temizlik faaliyetine şahit olurdu.
Ramazan hazırlıklarının bir başka yönü alışveriş idi. Bugün olduğu gibi, eski İstanbul’da da Ramazan Ayı çarşı ve pazara hareketlilik getirirdi. Bu alışveriş hareketliliğinde fakirler ve ihtiyaç sahipleri de unutulmaz, onlar da nasiplendirilirdi. Ramazan zengininden fakirine, çocuğundan ihtiyarına herkes için bir bolluk ve bereket ayı idi.
Ramazan Aydınlığı
Eski İstanbul, hayatın gündüzleri yaşandığı, geceleri ise insanların evlerine çekildiği bir şehir idi. Geceleri şehir hemen tamamen karanlık idi. Hava karardığında dışarı çıkmak durumunda olanlar için fener taşıma zorunluluğu vardı.
Ramazan Ayı ise şehrin bu genel görüntüsünün bütünüyle değiştiği bir zaman dilimi idi. Ramazan’da bu ayın maddi ve manevi hususiyetleri dolayısı ile gündelik hayatın hareketliliği gündüzden biraz daha geceye kayardı. Bu nedenle Ramazan Ayı’nda şehrin sokakları aydınlatılır, kadın-erkek, küçük-büyük herkes iftar sonrası camilere, teravih sonrası da Ramazan eğlencelerine iştirak ederdi.
Ramazan Ayı’nda İstanbul her zamankinden daha parıltılı idi. Ramazan aydınlığının en etkileyici kaynağı her halde çift minareli camilerde iki minare arasına asılan mahyalar idi. Mahya, harfleri ipe asılı kandillerden oluşan ışık yazıların adıdır. Bugün elektrik lambaları ile kurulan bu mahyaları eski devirde kandillerle kurmak hakikaten zor zanaat idi. Bugünün “aydınlatılmış” gecelerinde mahyalar hala güzeldir ama geceleri karanlığa bürünen eski İstanbul’da bu mahyalar müthiş etkileyici şeylerdi.

1472dw9.jpg



İlk kez I. Ahmed zamanında Sultanahmet Camii minarelerine asılan mahya, insanlar üzerinde bıraktığı tesir ve karşılaştığı beğeni dolayısıyla giderek daha çok camiye asılır olmuştu. Süleymaniye, Yenicami, Atik Valide derken İstanbul’un çift minareli camilerinin hemen hepsine mahya asılır olmuş; eski İstanbul’da mahyacılık da gözde bir zanaat haline gelmişti.
Mahya tutkunluğu bazı ilginçliklere de vesile olmuştur. Fatih döneminden kalma minareleri kısa olduğundan mahya asılamayan Eyüp Sultan Camii’nin minareleri yıkılmış, yerlerine ikişer şerefeli daha uzun minareler inşa edilmiş ve bu minarelere de mahya asılmıştı.
Bu tutkuya bir başka ilginç örnek de Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camiidir. Bu cami tek minareli olmasına rağmen, halkın isteği üzerine buraya ikinci bir minare daha yapılmış ve buraya da mahya asılmaya başlanmıştı.
Mahyalardaki yazılar genellikle dini içerikli olur, zaman zaman dönemin ruhunu yansıtan ifadelere de rastlanırdı. Yazı yerine kimi zaman resimler de asılırdı. En çok rastlanan yazı “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” idi. Ramazan sona ererken de “el-Firak” ya da “Elveda” gibi yazılar yazılırdı. Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı yıllarında mahyalarda “Hilal-i Ahmeri Unutma”, “Hubbü’l Vatan Mine’l İman” gibi ifadelere rastlamak mümkündü.
Ramazan Ayı’nda Dini Hayat
Eski İstanbul’da da Ramazan, uhrevi havanın en çok hissedildiği bir zaman dilimi idi. Bu ay “oruç ayı” idi, “gufran ayı” idi. Sahurlar, iftarlar, teravihler, mukabeleler ve ay boyunca tutulan oruç Ramazan’a asli rengini veren unsurlar idi.
Bir çok seyyah, İstanbul ve Ramazan gözlemlerini aktarırken bu ayda camilerin dolup taştığına dikkat çekmektedir. Gündüzleri başta Eyüp olmak üzere İstanbul’un belli başlı türbeleri, geceleri ve bilhassa teravih namazlarında camiler mahşeri kalabalıklara sahne olurdu.
Kalabalığın beraberinde tatsızlıklar da gelebilirdi tabii. Ramazan yazarları bilhassa ayakkabı hırsızlığının artmasından çokça müşteki olmuşlardır.
Ramazan Ayı’nda camiler her zamankinden farklı olarak sabaha dek açık kalırdı. Bazı Müslümanlar bu ayda, itikaf adı verilen cami içinde bir tür manevi inzivaya çekilme ibadetini gerçekleştirirlerdi.
Ramazan Ayı’na has ibadetlerden bir diğeri de camilerde, büyük konaklarda ve bazı evlerde mukabele okunmasıdır. Ay boyunca güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an-ı Kerim Ramazan Ayı sonuna gelindiğinde hatmedilmiş olurdu.
Ramazan Eğlenceleri
Ramazan Ayı bütün manevi ağırlığına rağmen aynı zamanda gezme ve eğlenme ayı idi. Camilerden sokaklara ve evlere yayılan uhrevi havaya herkesi etkisine alan bir neşe eşlik ederdi. Akşamları kahvehaneler dolar, Karagöz-Hacivat, meddah, ortaoyunu gibi eğlencelik faaliyetler sahuru beklerken insanları oyalardı.
Zamanın yazarları yılın on bir ayında Beyoğlu’nu merkez tutan eğlence hayatının Ramazan Ayı’nda İstanbul’a, Şehzadebaşı ve Direklerarası’na geldiğini yazmışlardır. Bunlardan birisi “Ramazan bitince İstanbul’da bir tiyatro topluluğunun para kazanmasına imkan yoktur” demektedir. Bir araştırmacı da İstanbul’da 1917-1924 yılları arasında oynanan 124 temsilin 89unun Ramazan Ayı’na rastladığını belirtmektedir.
Tiyatro kumpanyaları Ramazan eğlencelerinin küçük bir kısmını teşkil ediyordu. Ramazan eğlencelerinin merkezinde geleneksel gösteri sanatlarımız olan Karagöz-meddah-ortaoyunu üçlemesi vardı.[/size]


1473no9.jpg


Karagöz sadece bir gölge oyunu değil, aynı zamanda topluma tutulan bir ayna idi. Mevsimine göre kışın kahvehanelerde, yazın bahçelere kurulan perdelerde oynatılırdı.
Meddahlık ise bir tür tek kişilik gösteri idi. Meddahlara kıssahan da denilirdi. Bunlar omuzlarında mendilleri ve ellerinde sopaları ile sahneye çıkar, son derece etkileyici kıssa ve hikayeler anlatırlardı. Hikayelerini beden dilinin bütün imkanlarını kullanarak anlatırlar ve seyirci hikayeyi anlatılanlara adeta şahit oluyormuş gibi dinlerdi.
Ortaoyunu ise bir tür canlı oyuncularla oynanan Karagöz idi. Burada Karagöz’ün yerini Kavuklu, Hacivat’ın yerini Pişekar alırdı. Ortaoyunu da mevsimine göre kapalı mekanlarda veya açıkhavada oynanabilirdi.
Türk musikisi çalınan çalgılı kahveleri unutmayalım. Bunlar hem musikimizin güzel örneklerinin icra edildiği, yeni yeteneklerin yetiştiği okullardı; hem de sohbetin, muhabbetin demini aldığı yerlerdi.
İstanbul’un Bugünkü Ramazanları
Eski Ramazanlar anlatılmakla bitmez. Ramazan manilerine, Ramazan davulcularına, güllaca, Ramazan pidesine gelemedik bile…
Eski Ramazanları hatırlamak, unutmamak güzel. Lakin Ramazan Ayı şimdi de, en az eskisi kadar güzel yaşanıyor İstanbul’da. İstanbul’un her yanında Ramazan çadırları kuruluyor, yüz binlerce insana iftar veriliyor. İftarı ve teravihi müteakip bu Ramazan çadırlarında türlü kültür-sanat faaliyetleri gerçekleştiriliyor. İhtiyaç sahipleri hatırlanıyor, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın en güzel örnekleri veriliyor.
 
Geri
Üst