Sahabelerİmİz

Ce: Sahabelerİmİz

EBU SAİD EL-HUDRİ (? - O. 47)



Ashâb-ı kirâmın fakihlerinden biri. Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd, Adiyy b. Neccâr kabilesindendir. Babası, Medine'de İslâm'ın tebliği başladığında müslüman olmuş, Ebû Said müslüman bir ailede dünyaya gelmiştir.

Ebû Said el-Hudrî, Rasûlullah'ın hadislerinden binden fazla rivayet eden Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Ümmü'l-Mü'minin Âişe, Abdullah b. Abbâs, Cabir b. Abdillah el-Ensârı, ile birlikte Muksirun adı verilen sahâbelerden biridir. Bu yedi sahâbî, onaltıbinden fazla hadis rivâyet etmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî bin yüz yetmiş hadis rivâyet etmiştir. Bunlardan kırküç tanesi Buhâri ve Müslim'de yirmi altısı yalnız Buhâri'de, elliikisi yalnız Müslim'de, diğerleri öteki hadis kitaplarında bulunmaktadır (Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi, I, 26 Mukaddime).

Ebû Saîd, Medine'de Mescid'i Nebevî'nin inşasına katılmış, Bedir gazasında küçük olduğundan bulunamamış, onüç yaşında Uhud gazasına babası ile katılmış ve bu savaşta babası Mâlik şehid olmuştur. Babasının ölümünden sonra ailesinin geçimi ona kalmış ve önceleri açlık çekmiş, karnına taş bâğlamıştır. Ailenin kadınlârı, "Kâlk dâ Râsûlullâh'â git, ondan bir şey iste, herkes istiyor" dediklerinde önce gitmemiş, sonra Rasûlullah'ın huzuruna gittiğinde onun şu hutbeyi irâd ettiğini görmüştür: ''İstiğna gösteren ve iffeti muhâfaza eden insanları Cenâb-ı Hak âlemden müstağni kılar." Bu sözü duyduktan sonra bir şey istemeye cesaret edemeden dönmüştür. Bunun sonrasını kendisi şöyle anlatır: "Rasûl-i Ekrem'den bir şey dilemeyerek döndüğüm halde Cenâb-ı Hak bize rızkımızı gönderdi. İşimiz o kadar yoluna girdi ki, Ensar içinde bizden daha zengin bir kimse yoktu" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 449)

Ebû Said, Benû Mustalik ve Hendek gâzâlarına da katılmış, seferlere çıkmıştır. Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn, Tebük gazalarında bulunmuştur. Rasûlullah'ın on iki gazasında yer almıştır (Sahîh-i Buhâri, II, 251). Hz. Ömer ve Osman devirlerinde Medine'de fetvâ vermiş, Hz. Ali devrinde Nehrevan savaşında bulunmuştur. Haricilere ilişkin şu rivâyeti vârdır:

Bir gün Rasûlullah bir şeyleri taksim ederken bir adam geldi ve ona: "Yâ Râsûlullâh, âdalet üzere hareket et" dedi. Râsûlullâh, "Ben adalet etmezsem kim eder?'' buyurdu. Hz. Ömer âdâmın kellesini uçurmak istedi. Rasûlullah buyurdu ki: "Hayır bırak. Onun öyle arkadaşları olacak ki, onlar sizin namazlarınızı, oruçlarınızı beğenmeyecek, fakat onlar bir ok yayından nasıl çıkarsa dinden öyle çıkacaklar. Bunların içinde öyle bir adam bulunacak ki, memelerinden biri kadın memesi gibidir. Bunlar, insanlar bir fetret içinde iken zuhur edeceklerdir." Ve o sıradâ bu adam hâkkında şu âyet nâzil oldu: ''Adamlar içinde öyleleri vardır ki, sen sadakayı dağıtırken seni kaşla gözle muâheze ederler.'', "Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verilirse hoşnut olurlar, verilmezse hemen öfkeleniverirler. Eğer onlar Allah ve Rasûlü'nün kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve 'Allah bize yeter; O ve Rasûlü bol nimetinden bize verecektir; doğrusu biz Allah'a gönül bağlayanlardanız' deselerdi daha hayırlı olurdu" (et-Tevbe, 9/58-59).

Ebû Said bu hadisi naklettikten sonra şöyle demiştir: "Şehâdet ederim ki, Rasûl-i Ekrem bu sözleri söylemiş, yine şehâdet ederim ki, bu adamı Hz. Ali katletmişti. Bu adam teşhis olunurken vakta yerinde bulundum, onun Rasûl-i Ekrem'in tarif ettiği gibi olduğunu gördüm." Hicretin 36. yılında olan bu olaydan sonrâ Ebû Sâid 60. yılda Kerbelâ faciasına şâhit olmuştur. 63. yılda Medine halkı isyan edince ve Yezid'e karşı çıkârak Abdullah b. Hanzala'yâ bey'at edince Ebû Said de bu harekete, kâtılmıştır Ancak Yezid'in kuvvetleri ile Medineliler çarpışırken iki tarafın da bu savaştan bezgin olması ve Ebû Said el-Hudri'nin silahını bırakması ve esir olarak Şam'â götürülerek orada Yezid'e bey'at etmesi, Abdullah b. Ömer ile arasının açılmasına yol açmıştır. Abdullah ona: 'Sen iki emire mi bey'at ettin?' demiş, İbn Ömer buna müteessir olmuş ve, "Nass, bir emir etrafında toplanmadan iki emire bey'at doğru değildir" demiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 29-30).

Ebû Said, H. 74 yılında seksenbir yaşında vefât etmiştir. Ashâbın fakih ve âlimlerinden olan Ebû Said'in Abdurrahman, Hâmza ve Sâîd adında üç çocuğu olmuştur. Ebû Saîd'in rivâyetlerini nakledenler arasında Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbâs, Enes b. Mâlik, İbn Ömer, Ebû Katâde, Ebû Tufâyl, Saîd b. el-Müseyyeb, Târık b. Şihâb, Atâ, Mücâhid... bulunmaktadır. Talebelerinden Kuz'a Ebû Saîd'e, Rasûlullah'ın namaz kılma şeklini sorduğunda Ebû Said şöyle demiştir: "Rasûl-i Ekrem öğle namazına durdukları zaman birimiz kalkar, Baki'ye gider, ne işi varsa görür, ondan sonra evine gelir, abdestini tazeler, sonra mescide döner, Resul-i Ekrem'i birinci rekâtta bulurdu" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., 111, 35). Ebû Said'e, "Siz bu hadisi bizzat Rasûl-i Ekrem'den mi duydunuz? " diye soran Kuz'a'ya o şöyle cevap verir: "Ben Rasûl-i Ekrem'den duymadığım şeyi nasıl naklederim? Evet, bizzat Rasûl-i Ekrem'den duydum." Medine valisi Mervân'ın bir gün bayram namazında, namazdan evvel hutbe okumasına cemaatten biri "sünnete muhâlefet ediyorsun" diye karşı çıkmış, Ebû Said de şöyle demiştir: "Bu zat vazifesini ifa etmiştir. Rasûl-i Ekrem efendimizden duydum: 'İçinizden biri bir kötülüğü görür ve onu eliyle yok edebilirse hemen onu yok etsin; eliyle yok edemezse diliyle yok etsin, o da olmazsa kalbi ile yapsın. Bu da imanın en zayıfıdır" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 10).

Ebû Saîd, Rasûlullah'tan her duyduğunu her zaman rivâyet etmemiş, ihtiyaç duyduğu zamanlarda, sünnetin yanlış uygulandığını gördüğünde hadis rivâyet etmiştir. O, yoksullara, öksüzlere yardım etmiş, onları evine alarak barındırmış ve terbiye etmiştir. Leys, Süleyman b. Amr bunlardandır.

Ebû Said el-Hudrî'nin rivayetlerinden bazıları:

"Üç mescidden başkasına ziyaret maksadıyla yola çıkılmaz. Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ. "

"Bir adam bir yere girmek için üç kere izin ister, ona izin verilmezse geri dönmelidir."

"Hayırdan ancak hayır çıkar, hayırdan ancak hayır gelir. Hayır ancak hayır getirir, fakat hayrı hakkından alan berekete nâil olur, hayrı haksız yoldan alan bereketten mahrum olur. "

''Kalpler dört çeşittir; Temiz ve nurlu kalpler; perdeli ve karanlık kalpler; çarpık kalpler; karışık kalpler. Temiz kalpler mü'minlerin kalbidir; iman bu kalplerin çorağıdır. Perdeli ve karanlık kalpler kâfirlerin kalpleridir. Çarpık kalpler münâfıkların kalpleridir; bunlar hakkı tanır, fakat onu inkâr ederler. Karışık kalpler içinde hem iman hem nifak bulunan kalplerdir; bu kalplerde kan da var, irin de var. Bunların hangisi galebe çalarsa o kalp de, o hal ve mâhiyeti alır. "

"Dünya yemyeşil ve tatlıdır. Cenâb-ı Hak, sizi dünyaya halife yapıyor. Sizin ne yapacağınıza bakıyor, Allah'tan sakının dünyadan korkun İnsanların en hayırlısı, kolay kolay kızmayan, çabuk uyum sağlayandır. İnsanların en fenası çabuk kızan ve uyum sağlamayanıdır. Gaddarlığın en büyüğü bir yöneticinin emri altındakilere zulmetmesidir. Hakkı bilen bir kimse, sakın insanlardan korkarak ve çekinerek hakkı söylemekten çekinmesin. Cihadın en faziletlisi zâlim bir hükümdar karşısında söylenen sözdür. "

"Birtakım yöneticiler türeyecek, onların etrafını birtakım adamlar saracak, bunlar zulm edecekler, yalan söyleyecekler. Bunların yanına giren, onların yalanlarına inanan, onlara zulümlerinde yardım eden benden değildir, ben de ondan değilim. Bunlara karışmayın, bunların yalanlarına inanmayın; bunların zulümlerine yardım etmeyen kimse benden, ben de ondanım " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 6-24).
 
Ce: Sahabelerİmİz

ERKAM B. EBİ'L-ERKAM VE EVİ (V.h. 53 veya 55/m. 673-675)



Mekke'de müslüman olan ilk sahâbîlerden biri. Erkam b. Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tır. Babasının adı Abdü Menâf; annesinin adı Ümeyye binti Hâris'tir. Erkâm, Mekke'nin en zengin ve mûteber ailelerinden biri olan Mahzûm kabilesine mensuptu. Annesi Ümeyye, Huzâa kabilesindendi. Mahzûmîler, Hz. Peygamber'in muhâliflerinden olmakla beraber, Erkam onun sâdık bir sahâbîsi olmuştur. İbn Abdilberr'e göre (el-İstîâb, I, 31) Erkam, "Zâlime karşı, mazlumla birlikte hareket edeceğiz" diye and içen ve İslâm tarihinde "Hılfü'l-Füdûl" cemiyeti diye bilinen fazîletli grup içerisinde zikredilir.

Erkam, Hz. Ebû Bekir'in teşvikiyle, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Osman b. Maz'ûn ile aynı gün müslüman olmuştu. İslâmî kaynaklar onu, müslüman olan ilk onbeş kişi arasında saymaktadır. Oğlu Osman'a göre ise, yedinci müslümandır. Onun, "Ben İslâm'da yedinci kişinin oğluyum. Babam yedinci kişi olarak müslüman oldu" dediği nakledilir (İbni Sâ'd, Tabakat, III, 242; Hâkim, el-Müstedrek, III, 502; Reckendorf, İA, "Erkam " mad. IV, 3 1 6) . Resulullah (s.a.s.) ile birlikte başta Bedir ve Uhud olmak üzere, bütün savaşlara katılmıştır. Medine'ye ilk hicret edenlerdendir. Hz. Peygamber onu, Ensar'dan Ebu Talha ile kardeş yapmıştır. Hicretten sonra, Medine'de Zureykoğulları mahallesinde bir evde oturmuştur. Bu evin kendisine Hz. Peygamber tarafından verildiği rivâyet edilmektedir (İbn Sâ'd, a.g.e. III, 244).

Erkam denilince akla gelen hususlardan biri de onun "evi"dir. Çünkü "Erkam'ın evi", İslâm'da ayrı bir özelliğe sahiptir. Sözkonusu ev; Kâbe'nin batısında, Safâ ile Merve arasında, Safâ tepesinin eteklerinde, hacıların hacc görevini yapmak için gelip geçtikleri en işlek bir yerdeydi. Erkam, ilk müslümanların sıkıntılı günlerinde evini Resulullah'ın ve dolayısıyla İslâm'ın hizmetine sunmuştu. Bu hareketiyle o, daima hakkın ve haklının yanında olduğunu göstermişti. Hz. Peygamber, kendi evini terkederek bu eve tasındı. Burası İslâm'ı tebliğe elverişli emin bir yerdi. Bir süre bu evde emniyet içerisinde İslâmî tebliğe devam etti. Ancak onun orada ne zaman ve ne kadar kaldığı konusu tartışmalıdır. Bununla beraber, 615-617 yılları arasında kaldığı tahmin edilmektedir. Peygamberliğinin dördüncü senesinde taşındığı da söylenmektedir.

Erkam'ın evi, İslâm'ın ilk yıllarında, Peygamberimize ve ilk müslümanlara bir çeşit sığınak vazifesi görmüştür. İslâm'a gönül verenler orada toplanır, cemâat halinde namaz kılarlardı. Hz. Peygamber de onlara, peyderpey nazil olan Kur'an ayetlerini okur, dinî hükümleri tebliğ eder ve oraya gelenleri İslâm'a davet ederdi. Böylece bu ev, oraya gelen pekçok kimsenin müslüman olma şerefine nâil olduğu bir yer olmuştur. Hattâ, Hz. Ömer gibi İslâm tarihinin en mühim şahsiyetlerinin hidâyetine de sahne olmuştur. Onun müslüman oluşundan sonra Hz. Peygamber bu evden ayrılmıştır. Çünkü Hz. Ömer'in İslâm'a girişi, müslümanlara güç kazandırmış ve daha rahat hareket etmelerini sağlamıştır. O dönemde Mekkeli müşriklerin ilk müslümanlara uyguladıkları amansız baskı ve işkence gözönünde bulundurulacak olursa, Hz. Erkam'ın evini İslâm'ın tebliği uğrunda Resulullah'ın hizmetine sunmuş olmasının mana ve önemi daha kolay anlaşılacaktır. İşte bu özelliğinden dolayı ona "Dâru'l-İslâm ", "Beytü'l-İslâm " gibi isimler verilmiştir. Hattâ bu evin, İslâm uğrunda vakfedilen ilk bina olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu hizmetinden dolayı Erkam ve evi, müslümanlarca hep saygı ile anılmıştır. Evin diğer bir özelliği de, İslâm'a ilk girenlerin sırasını ve dolayısıyla İslâm'a girişte kimin kime sebkat ettiğini tespit konusunda, tarih başlangıcı olarak kullanılmış olmasıdır. Tarihçiler bu hususa büyük önem vermişlerdir. Ayrıca bu ev İslam'ın yapılan gizli davetinde merkezi ve karargâhı olmuştur.

Erkam b. Ebi'l-Erkam, bu mübârek evi sonradan oğlunun ve yakınlarının yararına vakfetmiş ve vakfiyesinde şöyle demiştir.

"Besmele... Bu, Erkâm'ın, Safâ'dan biraz ilerideki evi hakkında yaptığı ahid ve vasiyyetidir ki: Onun arsası Harem-i Şerif'ten sayıldığından, ev de Harem'leşmiş, dokunulmazlaşmıştır. Satılmaz ve kendisine mirasçı olunamaz. Hişam b. As ve Hişam b. As'ın azadlı kölesi filan (ismi zikredilmemiştir) buna şâhittir." Erkam'ın bu mübârek evi, içinde oğulları ve torunları tarafından oturulmak veya icarlarından yararlanılmak surdiyle Halife Ebu Câfer el-Mansur (v. 158 h.) zamanına kadar devam etti. Halife Mansur, hacc sırasında, Safâ ile Merve arasında sa'yederken, Erkam'ın torununun develeri evin arkasındaki bir çadırda bulunurken Halife de onların alt tarafından geçiyordu. Arada mesafe çok kısa idi. Hattâ Halife'nin başındaki serpuşu almak isteseler elleriyle uzanıp alabilecek derecede yüksekte idiler. Halife Mansur, Merve'ye inip tekrar Safâ tepesine çıkıncaya kadar eve ve evdekilere baktı, durdu. Halife Mansur, Erkam'ın torunu Abdullah'ın, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a uyanlardan olduğu halde onunla birlikte hareket etmemiş olduğundan ilgilendi. Medine vâlisine, Erkam'ın torunu Abdullah b. Osman b. Erkam'ı hapsetmesi ve zincire vurulması için emir yazdı. Bu emri de Kûfeli Şihâb adında bir şahısla Medine valisine gönderdi. Abdullah b. Osman b. Erkam hapsedilip zincire vurulduğu zaman yaşı sekseni aşmış bir ihtiyardı. Bu durum onu son derece üzmüş ve bunaltmıştı. Halife Mansur'un Medine vâlisine gönderdiği Kûfeli Şihâb b. Abdi Rabbin, Abdullah b. Osman'ın hapsedildiği yere vardı ve ona, "Ben seni içinde bulunduğun şu halden kurtarırım, Dâr-ı Erkam'ı bana satar mısın? Çünkü müminlerin emiri o evi istiyor. Eğer satacak olursan, senin hakkında halife ile konuşurum, suçunu da affettiririm?" dedi. Abdullah b. Osman b. Erkam, "O ev vakıftır, sadakadır. Benim onda ancak bir intifâ' hakkım vardır. Buna da kız kardeşim ve başkaları ortaktırlar" dedi. Şihâb, "Sen kendine düşen hakkını bize ver, ondan ilgiyi kes, kurtul" dedi. Abdullah'ın sabit olan hakkı şehâdetle hesaplandı. On yedibin dinarlık bir satış senedi yazıldı. Bunun peşinden kızkardeşi de paranın çokluğuna aldanarak hakkını sattı. Halife Mansur, bu evde intifa' hakkı olan herkesin haklarını satın alıp ilişiklerini kesti.

Erkam'ın evi, Halife Mansur'un ölümünden sonra oğlu Halife Mehdi'ye geçti. O da eşi Hayzûran'a bağışladı. Hayzûran, bu evin çevresindeki evleri ve arsaları satın alıp ona katmak sûretiyle Dâr-ı Erkam'ı yeniden yaptırdı (İbn Sâ'd, a.g.e., III, 243-244). Bu imardan sonra adı Dâr-ı Hayzûran olarak anılan ev içinde namaz kılınan bir mescid haline getirildi (Ezrâki, Ahbâr-ı Mekke, II, 260).

Bu ev daha sonra halife Ca'fer b. Mûsa'ya geçti. Bu evde bir müddet de Mısır ve Yemenliler oturdular. Daha sonra Gassân b. Abbâd, Musa b. Ca'fer'in oğullarından bu evin tamamını -veya büyük bir kısmını- satın aldı (İbni Sâ'd, a.g.e., III, 244). En sonunda bu evi, Mısır-Kahire defterdârı İbrahim Bey, Sultan ikinci Selim'e hediye etti. Üçüncü Murad da, hicrî 999 (1591) yılında bu evi mescid tarzında yeniledi. Bugün artık bu evi yerinde görmek mümkün değildir. Harem-i Şerif için yapılan çevre düzenlemesinde yıkılmış, arsası zaten Harem'in arsasına dahil kabul edilen bu ev aslına rucû etmiştir (M. Asım Köksal, Erkam'ın Evi, Diyanet Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 1984, Cilt: 20, Sayı: 3, sh. 3-8). (Ayrıca bkz. İbni Hacer el-Askalâni, el-İsâbe JF Temyîzi's-Sahâbe, I, 28; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbeî Ma'rifeti's-Sahâbe, I, 74; Dâiratü'l-Maârifi'l-İslâmiyye, I, 630-631; Nedvî, Ashâb-ı Kirâm, III, 18-23; Mahmud Esad, İslâm Tarihi (tıc.), s.433, 548).

Erkam b. Ebi'l-Erkam, H. 54 veya 55'te seksen yaşın üzerinde, Muâviye'nin hilâfeti döneminde vefat etmiştir. Bedir ehlinin en son vefat edenidir. Vasiyyeti üzerine namazını sâdık dostu Sâ'd b. Ebı Vakkâs kıldırmıştır. Kabri Cennütü'l-Bakî'dedir.
 
Ce: Sahabelerİmİz

FADL İBN ABBAS



Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve sahâbî. Adı Fadl, künyesi Ebû Muhammed'dir. Lâkabı,"Redîfu'r Rasûl" idi. Nesebi, Fadl b. Abbâs,

b. Abdulmuttalib b. Hişam b. Abdülmenaf b. Kusay'dır.

Bedir'den önce müslüman olmasına rağmen (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 37) müşriklerden çekindiği için müslümanlığını açığa vurmamıştır.

Mekke'nin fethinden bir müddet önce babası Hz. Abbâs ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hicretinden bir müddet sonra Mekke'nin fethi gerçekleşti. Fadl b. Abbas, ilk defa gazaya yani Mekke fethine katıldı, sonra Huneyn gazasında bulundu. Burada da büyük kahramanlık gösterdi. Müslümanların Huneyn'de dağınıklık göstermesi üzerine Fadl, büyük bir dirâyet ve fedakârlıkla Resulullah'ın yanında bulundu ve Havâzin kabîlelerine karşı çarpıştı.

Veda haccında Resulullah (s.a.s.) ile birlikte onun devesine binmişti. Bunun için ona "Redîfu'r Rasûl' yani "Resulullah (s.a.s.)'in üzengi arkadaşı" lâkabı verilmişti. Bu sırada Has'am kabilesinden genç ve güzel bir kadın bir mesele sormak istedi. Fadl, gözlerini kadına dikmişti. Resulullah kadına bakmıyordu. Fadl'ın bu hareketini beğenmedi ve ona, dikkatli olmasını ihtar etti; kadına bakmasın diye, üzengisinden tutup, başını çevirdi (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 37).

Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in hizmetinde bulunanlardandır. Resulullah son hastalıklarında, son hutbelerinde Fadl'dan sözetmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, V, 212, İbn Abdi'l-Berr, İstiâb, V, 535). Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in gasl sırasında hazır bulunmuş; gasli suyunu dökmüş, Hz. Ali de gasletmiştir.

Hz. Fadl, çok güzel yüzlü idi (el-İsâbe, V, 212). Ümmü Mektum isimli bir kızı vardı. Bu kız, Hz. Hasan ile evlenmiş, daha sonra ondan boşanarak, Ebû Musa el-Eş'ârî ile evlenmiştir (el-İstiâb, 535).

Hz. Fadl b. Abbâs'tan yirmidört hadis rivâyet edilmiştir. Bunlardan üç tanesi müttefekun aleyh'tir (Tenzibü'l-Kemâl, 309). Râvileri arasında şunları saymak mümkündür: Sahâbenin büyüklerinden İbn Abbâs ve Ebû Hureyre'den başka Kerib, Kusm b. Abbâs, Abbâs b. Ubeydullah, Rebiab. Hâris(Tehzibü't-Tehzib, IV, 280).

Hz. Fadl'ın vefatı hakkında değişik bilgiler verilmiştir. Bir kısım râvîler, Suriye'de meydana gelen salgında vefât ettiğini; bir kısmı ise, Ecnâdin savaşında şehid olduğunu söylüyorlar. Bu rivâyetlerden ikincisi, daha yaygındır ve doğruya daha yakındır (el-İsâbe, 212).
 
Ce: Sahabelerİmİz

HÂLİD B. VELÎD



Hz. Peygamberin, hakkında "ne güzel kul" diye buyurduğu sahabî.

Nesebî, Hâlid b. Velid b.Muğire b. Abdillah b. Amr b. Mahzum. Annesinin ismi Lübâbe olur. Hz Meymune'nin yakın akrabasıdır. Hz. Hâfid'in lakabı Seyfullah (Allah'ın Kılıcı)'dır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mute savaşındaki başarısından ötürü onu Allah'ın kılıcı diye övmüştür. Künyesi Ebû Süleyman'dır. Yedinci hicrî yılında müslüman oldu (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413)

Hz. Hâlid (r.a.)'ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Mekke'nin şerefli ve itibarlı ailelerinden biri olan mahzum oğullarındandır. Ordu komutanlığı Hz. Hâlid'in ailesinin bir imtiyazıydı. Uhud savaşında ve Hudeybiye sulhu esnasında Hâlid b. Velid, Kureyş ordusunun komutânlarından birisiydi.

Hudeybiye anlaşmasından sonra Hz. Peygamber umre için Mekke'ye gidince Hâlid'in daha önce müslüman olan kardeşi Velid'e Hâlid'i sordu. Hz. Peygamber Halid gibi bir insanın müşriklerin içinde kalmasının şaşılacak bir durum olduğunu belirtti. Velid kardeşi Halid'e Peygamber (s.a.s)'in bu iltifatını bildiren bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Hz. Halid müslüman olmak için Mekke'den yola çıkınca, yolda Amr b. el-Âs ile karşılaştı ve beraberce Mekke'den Medine'ye gelip müslüman oldular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 158).

Hz. Hâlid hicrî sekizinci yılda yapılan Mute savaşına bir nefer olarak katıldı. Ordu komutanlarının sırayla şehîd olması üzerine Ashab istişâre ederek komutayı Hz. Hâlid'e vermiş. Hz. Peygamber Medine'de olup bitenleri haber verip komutanların şehid düşmesini anlattıktan sonra komutayı Allah'ın kılıçlarından birinin aldığını söylemiştir.

Bu olaydan sonra Hz. Hâlid Seyfullah (Allah'ın Kılıcı) diye anıldı. Halid (r.a.) komutasına aldığı orduyu kalabalık düşman karşısında bozguna uğratmandan Medine'ye getirmeyi başardı (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Hz. Hâlid, Mekke fethinde süvarilerin komutanı idi. Ordunun sağ kanadını kontrol ediyordu. (Müslim, Sahih, II,103). Mekke fethinde müslümanlara karşı çıkan küçük gruplarla Hz. Hâlid çarpışmıştır.

Huneyn savaşında Hâlid büyük cesaret ve yararlılık göstermiştir. Hatta bu savaşta yaralanınca Hz. Peygamber ziyaretine geldi, dua etti. Hâlid şifa.buldu (İsdü'l-Gâbe, II, 103).

Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber Nahle'deki Uzza putunu kırmaya Halid b. Velid'i gönderdi. Hâlid Uzza putunu kırıp geri döndü.

Taif kuşatmasına katıldı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Dumetu'l-Cendel'in hristiyan emiri Ukeydir'in üzerine Halid'i gönderdi. Hz. Halid Ukeydir'i yaban sığırı avlarken yakaladı ve esir aldı; teslim olmayan kardeşini öldürdü. Diğer kardeşi ve Ukeydir'i esir alarak ganimetlerle birlikte Hz. Peygamber'e getirdi.

Hicrî onuncu yılda Necrân'a Hârisoğullarım İslâm'a davet etmek için gönderildi. Onları üç gün müddetle İslâm'a davet etti. Necrânlılar müslüman oldular.

Hz. Ebû Bekir Hâlife olunca Hz. Hâlid'i komutan olarak yalancı Peygamberlerin üzerine gönderdi. Yalancı Peygamber Tulayh b. Huvaylid'i Buzaha'da mağlup etti sonra Temimoğulları üzerine yöneldi ve Mâlik b. Nuveyra'nın komutasındakilerle karşılaştı. Mâlik'i silah bırakmasına rağmen esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer, Hâlid'i bu olayda hatalı davrandığı gerekçesiyle kınamıştır.

Daha sonra Museylemetu'l-Kezzâb'a karşı sefere çıktı ve onu Yemâme sınırında Akraba denilen yerde mağlub etti ve öldürttü.

Yalancı Peygamberlerle olan mücadelesinden sonra zekat vermeyen kabileler üzerine gönderildi. Onları da sindirdi. Daha sonra Hicrî oniki yılında Irak'a İranlılara karşı gönderildi. İki ay zarfında Iran Sâsânî, ordularını bozguna uğratarak Hire'yi zabtetti ve Fırat çevresini hâkimiyeti altına aldı.

Suriye sınırında Bizanslıların ordu hazırladıkları haberi gelince hilâfet merkezinden Hz. Hâlid'e Irak bölgesinin komutanlığını Müsenna'ya bırakarak Şam'a gitmesi emri verildi. Hicrî onüçüncü yılda Bizanslıları Acnadeyn'de mağlup ederek Şam'a doğru püskürttü. Hz. Hâlid şehri muhasara etti ve hicrî ondördüncü yılın receb ayında Şam (Dımaşk) şehrini zabtetti. Daha sonar Humus'u fethetti. Yermuk savaşında Bizanslıları bozguna uğrattı. Kudüs'ü kuşattı ve teslim aldı. Bütün Suriye mıntıkası müslümanların eline geçti.

Hicretin 17. yılında Hz. Ömer, Hâlid b. Velid'i komutanlıktan indirdi. Hz. Hâlid'in komutanlıktan ahmşının sebepleri ve azledildiği yıl tarihçiler arasında ihtilaflıdır. Genel kanaate göre, Hz. Ömer, hilâfet merkezine döndükten sonra Hâfid'i azletti. Ama bu rivayet gerçeği yansıtmamaktadır. Hz. Ömer hilafetinin beşinci senesi, yani hicretin 17. senesinde Hz. Hâlid'i azletmiştir.

Komutanlıktan alınışı ile ilgili olarak bir çok sebepler ileri sürülmektedir. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz: Hz. Hâlid bir çok insana kumanda ediyordu. Ancak sert mizaçlı olup sert muamele ediyordu. Kimsenin sözünü dinlemiyor, kendi fikrinden başkasına kıymet vermiyordu. Hatta birçok işlerde hilâfet merkezinin görüşlerine de müracaat etmiyordu.

Irak topraklarını İslâm topraklarına dönüştürdükten sonra Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in emrinin hilâfına hacca gitmiş ve bu duruma Hz. Ebû Bekir çok üzülmüştü. Kendi başına buyruk bir tavrın içinde hareket ediyordu. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a) zaman zaman Hz. Ebû Bekir Efendimize Hz. Hâlid'i komutanlıktan azletmesini istemişti. Hz. Ebû Bekir (r.a) daima şöyle cevaplandırmıştı: "O, Allah'ın kılıcıdır, bu kılıcı kınına sokmak doğru değildir."

Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde de Hz. Halid'in tutumunda bir değişiklik olmadı. Yine bildiği gibi devam etmekteydi. Ancak Hz. Ömer (r.a) Onu hemen azletmedi. Bir çok defalar kendisini uyardı, ve bu konuda mektuplar gönderdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanındaki meseleleri de ona hatırlattı.

Komutanlıktan alınışının ikinci sebebi ise, müslümanların genelinde şöyle bir fikir oluştu, fetihlerin gerçekleştirilmesi Hz. Halid'in kabiliyet ve kahramanlığından kaynaklanmaktadır. Fetihlerin yegane sebebinin Hz. Halid olarak gösterilmesi elbette bir yanlışlıktı. Savaşların zaferlerle neticelenmesinde onun dehasını da gözardı etmek mümkün değilse de ondan ibaretmiş gibi göstermekte doğru değildir.

Üçüncü sebep; Hz, Halid (r.a) ordu masraflarında pek fazla israf yolunu tutmuştu. Ordu ekranına bol para dağıtması diğer mücahidlere kötü örnek oluyordu. Bu hususta şâirler mübalağalı şiirler bile yazmıştı. Eş'as b. Kays'a bir defasında onbin dinar bahşiş vermişti. Olay halife Hz. Ömer (r.a)'e intikal etti. Hz. Ömer Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile haber gönderdi. "Bu kadar bol parayı müslümanların malından yani ordu tahsisatından verdi ise müslümanlara hıyanet etmiştir. Kendi kişisel payından, kendi cebinden vermiş ise israf etmiştir. İkisi de câiz değildir." Halife Hz. Ömer, Hz. Hâlid'i azlettikten sonra hilâfet merkezine çağırıp, sorguya çekti. Bol para harcadığından bahsetti. Hz. Hâlid, Ganimetten eline geçen hissesinin hesabını verdi. Hesabı temiz vermişti. Hz. Ömer Hz. Hâlid'i iltifat ve ikramla karşıladı. Gönlünü aldı. Yazdığı ve her tarafa gönderdiği fermanlarda; Hz. Hâlid'in, kusur veya herhangi bir kabahatinden dolayı azledilmediğini, ancak bütün müslümanların zihinlerinin aydınlanması için, yani bu kadar İslâm futuhâtının yalnız Hz. Hâlid'in kolunun kuvvetiyle meydana gelmediğini herkesin bilmesi için azlettiğini bildirdi.

Hz. Ömer, Hâlid'i idari görevlere getirdi. Bir yil kadar valilik yaptı sonra istifa etti (Müstedrek, II, 297).

Hz. Hâlid (r.a) cihâd duygusu ile şehitlik arzusu ile dopdolu bir mü'mindi. Cihâd meydanları onun için Allah'a en yakın meydanlardı. Kendisi şöyle der: "Ben harp meydanında mücahede ve mücadeleden aldığım zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam" En büyük arzusu cihad meydanlarında şehid düşmekti. İran üzerine yürürken, İranlılara şu haberi gönderdi: "Sizin dünyayı sevdiğiniz kadar Âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum".

Hz. Halid şirke ve küfre karşı çok şiddetli idi. Müslüman olduktan bir sene kadar sonra Uzza putunu yıkmak için gittiğinde Uzza'ya şiirle şöyle seslenir: "Ey Uzza bu geliş seni ta'zim için değil seni inkâr içindir. Çünkü ben gördüm ki Allah seni değersiz kılmıştır." (İbn Esir, Üsdü'l-Gâbe, II, I10).

Hz. Hâlid savaşçı olduğu kadar şahsi fazilet ve ilim konusunda da üstündü. Fırsat buldukça Hz. Peygamber'in sohbetlerinden istifade etmiş, Medine'de onun etrafında bulunan ilim ve irfan ashabı arasında Hz. Hâlid'in bulunduğu zikredilmiştir. Üç-dört mesele ile ilgili fetva verdiği de rivayet edilir.

Hz. Hâlid'in Buhârî, Müslîm ve diğer hadis kitaplarında Hz. Peygamberden onsekiz hadis rivayet etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Rasûlullah. Hâlid'in şecâat ve cesaretini muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde medhetmişti. Mekke fethinden sonra müslümanlar, her tarafa toplanıp Mekke'ye girdikleri zaman Hâlid görününce, Hz. Peygamber Ebû Hureyre'ye: "Bu gelen kimdir?" diye sormuştu. Ebû Hureyre: "Hâlid b. Velid'dir" demiş. Onun üzerine Hz. Peygamber: "Bu Allah'ın ne iyi bir kuludur" buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 1360).

Hz. Peygamber yine onun hakkında "Hâlid Allah'ın Kılıcıdır" buyurmuştur. Yine Hâlid hakkında: "Hâlid b. Velid'e gelince, o herşeyini sizin için vermiştir, nesi var nesi yok harplerde Allah yolunda sarfetmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünen, I, 163).

Hz. Hâlid gönderildiği seriyyelerde ve yaptığı muharebelerde Allah rızasını ve Allah'ın dinine davetini esas almıştır. Nitekim Yermuk savaşında Rumların komutanına savaş meydanında İslâmı tebliğ etmiş ve komutan Corc onun daveti ile müslüman olmuştur.

Hz. Peygamber'in şahsına karşı da çok büyük hürmeti olan Hz. Hâlid onun isminin mücerred anılmasından bile rahatsız olmuş; savaşlarında kazandığı muvaffakiyeti Hz. Peygamberin sakalından bir kaç taneyi sarığının içinde taşımasına bağlamıştır (İbn Hacer, el-İsabe, I, 413-415; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, II, 109-112).

Bekir SAĞLAM
 
Ce: Sahabelerİmİz

HASSAN B. SÂBİT (r.a)



Kâfirlere karşı İslâm ve Müslümanları şiirleriyle destekleyen, "Rasûlullah'ın şâiri" diye bilinen Sahabî. Nesebi; Hassan b. Sâbit, b. Münzir b. Haram b. Amr b. Zeyd-i Menât b. Adiyy b. Amr b. Mâlik b. Neccâr b. Sa'lebe b. Amr b. Hazrec; künyesi, Ebu'l-Velid Ebû Abdurrahman ve Ebu'l-Hasan olarak bilinmektedir. Ünvânı; Şâir-i Rasûlullah'dır. Babası Sâbit, Annesi ise Furay'a bint-i Hâlid'dir. Soyu, Neccaroğulları kabilesinden gelip Kâhtanî Araplarına ulaşır. Peygamberimizden yedi veya sekiz yıl önce dünyaya gelen Hassan b. Sâbit, yüz yirmi yaşını geçkin olarak Muaviye döneminde Medine'de vefat etmiştir (682M). Onun vefatı ile ilgili ayrı ayrı tarihler verilmektedir (İbn Hacer el-Askalanî, el-İsabe, I, 326).

Hassan b. Sâbit, müslüman olmadan önce şiirleriyle tanınan ve sevilen şâirlerden olup, bu durum daha sonra da devam etmiş, Müslüman olduktan sonra da İslâm hakkında şiirler yazıp söylemeye başlamıştır. O, bulunduğu Gassânî sarayında Yahûdi bir din adamından duyduğu yeni bir peygamberin geleceğine dair sözler üzerine onu beklemeye koyulmuş, sonuçta Hazrec kabilesinden Medine'de yeni bir Peygamber'in geldiği haberini duymasıyla müslüman olmuştur. O sırada Hassan b. Sâbit'in ileri bir yaşta, yaklaşık altmış yaşlarında olduğu söylenmektedir (Ahmed Nedvî, Sâib Ensârî, Asr-r Saâdet, Türkçe çev. III, 367).

Hassan b. Sâbit (r.a) müslüman olduktan sonra peygamberimizin yanından ayrılmamış, ihtiyarlığına rağmen İbn Abbâs'a göre bizzat Peygamberimizin gazvelerine katılmıştır. Bedir savaşında yaşlılık ve bedenen zayıflık sebebiyle bulunamamış, ancak yazdığı ve söylediği şiirleri ile müşrikler üzerinde büyük te'sir yaparak müslümanları cihada teşvik etmiştir. Rasûlullah, Hassan b. Sâbit'in müşriklere karşı söylediği şiirler hakkında "Hassan'ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha etkilidir" buyurmuştur (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, III, s. 26).

Hassan b. Sâbit (r.a) şiirleriyle; Rasûlullahı, İslâmiyeti ve müslümanları över, İslâm'ın yücelmesini ve cihâdı teşvik edici beyitler söylerdi. Ayrıca Kureyş kâfirleri ve diğer müşriklerin İslâm'a saldırılarına karşı onların yüzkaralarını ortaya koyucu şiirlerle ağızlarını sustururdu. Hz. Hassan bütün şâirlerin en üstünlerinden biri kabul etmiştir (İbn Rüşeyk, Kitabü'l-Umde, I, 56).

Medine'de Peygamberimiz Mecsid-i Nebevîde Hassan b. Sâbit'e ait bir minber yaptırmış, gerek ihtiyar olması ve gerekse o dönemin bir geleneği olan şiirin arab insanının üzerindeki te'sirini gözönüne aldığından İslâmî tebliğin yönünün sadece kılıçla değil aynı derecede söz ve yazıyla da gerçekleştirilmesinin önemine dikkat çekmiştir. Bu gün dahi bin dört yüz on yıldır yürütülen bu yolda; yazılı ve sözlü tebliğin önemi kat kat artarak devam edegelmiştir. "Ey Hassan, müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir. Ashabım silahla harbettikleri gibi sen de dilinle savaş" (Tehzibu't-Teshib, II, 247, Asr-ı Saadet, III, 372).

Hassan b. Sâbit (r.a), hayatı boyunca şiir sahasının önde gelen simâlarından biri olmuştur. Bedir savaşından sonra yahudi şair lideri Ka'b b. Eşref savaşta ölen Mekkeli müşrikleri için şiirler söylemişti. Çevrede te'sir uyandıran bu şiirlere karşı Peygamberimiz (s.a.s) de Hassan b. Sâbit'e şiirler yazmasını söylemiş Hassan b. Sâbit de Yahudi şaire karşı şiirler yazarak onun Mekkeli müşrikler arasında itibarının sarsılmasına neden olmuştur. Hicretin dokuzuncu yılında Temimoğulları kabilesinden bir heyet, esirlerini almak üzere Medine'ye gelmişti. Yanlarında en meşhur hatiblerinden de getirerek İslâm aleyhinde propaganda yapmayı düşünüyorlardı. Ancak Peygamberimiz Hassan b. Sâbit, Utarid adlı müşrik şâirin söylediği şiire karşı "Kalk bunun konuşmasına karşılık ver" emriyle, Hassan b. Sabit oradaki müşriklere güzel bir ders vermiş ve onların meclisten çıkıp gitmelerini sağlamıştır. Daha sonra Temim heyetinden Akra b. Hâbis, kendinden geçerek "Allah'a yemin olsun ki bu Zat'a (Rasûlullah'a), bizim bilmediğimiz bir yardım gelmektedir. O muhakkak muvaffak olur, onun hatibi ve şâiri bizim şâirimizden üstündür" diyerek hayranlık ve İslam'ın gücünü itiraf etmiştir. Sonra Akrâ b. Habis Peygamberimize gelerek müslüman olmuş ve orada bulunan Temimoğulları da İslâm'ı seçmişti. Bu olaya sebep olan Hassan b. Sâbit'in, şu meâldeki bir şiir söylediği kaydedilmektedir: "Fihr ve kardeşlerimin önde gelen kişileri, insanlara uyacakları bir adeti açıkladılar. Kalbinde Allah'a karşı tavka duygusu bulunanlar ve her türlü hayrı işleyenler bu adeti memnuniyetle kabul ederler. (...) Çok iffetlidirler. Onların iffeti hakkında vahy nâzil oldu. Hiç bir pisliğe bulaşmayan müslümanlardır. Dünyaya düşkünlükleri de onları kirletmez (..). Arzular ve taraftarlar farklılık gösterdikleri zaman sen Rasûlullah'ın kendilerine taraftar olduğu kavme ikramda bulun (...) onlar bütün kabilelerin en faziletlisidirler; ister ciddi olarak konuşsunlar isterse alay etsinler bu hüküm değişmez; (İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l Meâd, çev. Vecdi Akyüz, Ali Vasfikurt, Salim Ögüt, İstanbul 1990, IV, 68-69). Aynı dönemde Abdullah b. Revâha ve Ka'b b. Mâlik de İslâm'ın yüceliği için şiirler söylüyorlardı.

Hassan b. Sâbit (r.a), Peygamberimizin vefatıyla ruhî bir çöküntü içerisine girmiş ve üzüntüsünden gözleri görmez olmuştur. Uzun mersiyeler söyleyerek Peygamberimizin arkasından yas tutmuştur. Şiirlerinin birinde "Rasûlullah'ın pak alnı karanlık içinde göründüğü zaman ortalığa nur saçan, karanlığı aydınlatan çerağ gibi görünür" demişti. Daha sonraları böyle bir hal içinde uzun bir hayat yaşayan Hassân b. Sâbit, M. 862 yılında vefat etmiştir. Peygamberimizin "Muhakkak ki Allahu Teâla, Rasûlünü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassân'ı Cebrâil (a.s)'la takviye etmektedir" Hadisi onun tek tesellisi olmuştur (Buhâri, Bedu'l-Halk 6; Meğâzî, 30; Müslim, Fadailü's-Sahabe,153-157). Hassân b. Sâbit'in Peygamberimiz hakkında "Sizden iyisini gözlerim görmedi asla, sizden güzelini doğurmadı hiçbir ana, her ayıp ve kusurdan pak yaratıldınız, sanki dilediğimiz gibi yaratıldı mı" (Müslîm, Fedâilü's-Sahâbe,151) sözleri de "şâirlere sapıklar uyar. Onların her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak imân edip sâlih amel işleyenler Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zâlimler, yakında nasıl bir inkılapla yıkılacaklarını bileceklerdir" (eş-Şuarâ, 26/224-227) âyetlerinde geçen "Sâlih amel işleyen" şâir kullar arasında olduğunu göstermektedir.
 
Ce: Sahabelerİmİz

MUS'AB İBN UMEYR (r.a) (v.3/625 m).



Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).

Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.

Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve neti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.

Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti.

Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 118).

Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (İbn Sa'd a.g.e., III, 120).

Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar.

Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121).

Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).

Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.

Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121).
 
Ce: Sahabelerİmİz

BEY B. KA'B



Sahabe-i kiramın büyüklerinden biri olup Rasûlüllah (s.a.s)'in vahiy kâtiplerindendir. Übey (r.a)'ın babasının adı Ka'b, annesinin ismi Suheyle'dir. İki künyesi vardır: Ebu'l-Münzir ve Ebu't Tufeyl. Medineli olup Hazrec kabilesinin Neccâr oğulları kolundandır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Übey b. Ka'b'ın Müslümanlığı kabul etmesi Rasulüllah(s.a.s)'in Medine'ye hicret etmesinden önce, Akabe biatlarında olmuştur. Übey b. Ka'b ikinci Akabe biatında Rasûlüllah (s.a.s)'e biat eden yetmiş kişi içerisinde idi. Rasûlüllah (s.a.s) Medineli Müslümanlar arasında yapmış olduğu kardeşlik antlaşmasında Übey b. Ka'b ile Aşere-i Mübeşşere (Cennetle müjdelenen on kişi) den Said b. Zeyd'i kardeş yaptı. Übey, Rasûl-i Ekrem ile Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün muharebelere katıldı. Uhud muharebesinde kendisine bir ok isabet etmiş, Rasûlüllah (s.a.s) ona bir tabib göndermiş, tabib okun girdiği yerdeki damarı keserek üzerini dağlamıştı. Bu suretle Übey b. Ka'b bu arızadan kurtulmuş oldu (bk. Müslim, Selam, 73-74).

Übey b. Ka'b cahiliyye döneminde de okuma yazma bilen az sayıdaki kimselerden biri idi (İbn Sa'd, Tabakat, I, 498). Rasulüllah(s.a.s) Medine'ye hicret edince, orada, ensar içerisinde yazılarını ilk yazan Übey b. Ka'b olmuştur (İbn Seyyidi'n-Nas, II, 315). Yazdığı yazıların sonuna "filan oğlu filan yazdı" diyenlerin de ilki idi (İbnü'l-Esir, Üsdu'l-Gabe).

Şu halde Medine döneminde Rasulüllah(s.a.s)'e gelen vahyi ilk yazan Übey b. Ka'b olmuştur. Übey b. Ka'b olmadığı zaman Zeyd b. Sabit yazardı. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ilahi vahyi Cebrail (a.s)'dan aldığı zaman, Übey b. Ka'b onu daha yazının ıslaklığı üzerinde iken ezberler, Rasûlüllah (s.a.s)e okurdu (Zehebî, Siyer, I, 280) Übey ashabın en alimlerindendi. Tabiinin büyük bilginlerinden olan Mesruk (663/683) şöyle derdi: "Rasûlüllah (s.a.s)'in ashabıyla görüştüm. İlimlerinin şu altı kişiye dayandığını gördüm: Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka'b ve Ebu'd-Derdâ "(İbnü'l-Kayyim, İ'lâmu'l-Muvakkıîn, I, 16).

Übey b. Ka'b, Kur'an-ı Kerîm'i en iyi okuyan sahabîlerden idi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Ümmetimin en iyi okuyanı Übey'dir." (Zehebî, Siyer, I, 392) buyurmuştur. Bu sebeple Seyyidü'l-Kurra (okuyucuların efendisi) lakabıyla tanınmıştı. Kur'an-ı Kerîm'i sekiz gecede hatmederdi. Rasulüllah(s.a.s)'in zamanında Kur'an'ı cem' ederek ona arzeden sayılı sahabîlerden biri idi. Nitekim Enes b. Malik, "Rasûlüllah (s.a.s) zamanında Kur'an'ı dört kişi hıfzetmiş olup hepsi de ensardandı. Bunlar: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Ebû Zeyd ve Zeyd b. Sabit'tir" (Buharî, Menakıbu'l Ensar 17; Tirmizî, Menâkıb 33) demiştir.

Übey b. Ka'b, Rasûlüllah (s.a.s)'in ashabına Kur'an'ı kendilerinden öğrenmelerini tavsiye ettiği dört kişiden biridir. Abdullah b. Amr b. As'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Rasulüllah(s.a.s)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Kur'an'ı dört kişiden alın (öğrenin). Abdullah b. Mes'ud'dan,-Rasulüllah(s.a.s) önce bunu zikretti, Ebu Nuzeyfe'nin mevlası Salim den, Muaz b. Cebel'den ve Übey b. Ka'b'dan" (Buharî, Menakıbu'I-Ensar,16). Bu dört sahabîden Muaz ile Übey ensardan, Abdullah b. Mes'ud ile Salim ise muhacirlerdendir.

Rasûlüllah (s.a.s) Übey b. Ka'b'ı, Kur'an-ı Kerim'i iyi bilen bir sahabî olması sebebiyle öğretmen olarak tayin etmişti. Mescid-i Nebevi'de Kur'an-ı Kerîm'i öğretirdi. Aralarında Ebu Hureyre ve İbn Abbas'ın da bulunduğu bir çok sahabînin hocalığını yapmıştır. O, Kur'an-ı Kerîm'i öğretmesi karşılığında her hangi bir maddi şey de almazdı. Nitekim ondan şöyle rivâyet edilmiştir: "Muhacirlerden birine Kur'an öğretmiştim. Bu zat bana bir yay hadiye etti. Ben bunu Rasûlüllah (s.a.s)'e anlatınca: "Onu alırsan ateşten bir yay almış olursun" buyurdu. Ben de yayı sahibine geri verdim"(İbn Mace, Ticarât, 8).

Übey b. Ka'b, Kur'an'ın lafızlarının eda keyfiyetini, kıraat vecihleriyle ilgili hususiyetlerini öğrenmeye özen gösterirdi. Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz (s.a.s)'e Übey'e Kur'an okumasını emretmiştir. Enes b. Malik (r.a)'dan şöyle rivâyet edildi: Rasulüllah (s.a.s) Übey b. Ka'b'n: "Âllah bana Lemyekünillezîne keferfi suresini sana okumamı emretti" buyurdu. Übey "Allah benim adımı da andı mı?" dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Evet" deyince Übey b. Ka'b sevincinden ağladı (Tecrid-i Sarih Tercümesi, X, 21).

Bu hadis-i şerif sahabe içerisinde Übey b. Ka'b'ın faziletine işaret ettiği gibi, onun kıraat ilmindeki yerine de işaret etmektedir.

Übey b. Ka'b, kıraatı bizzat Rasulüllah (s.a.v)'den almıştır. O, Hz. Ömer'e "Ben Kur'an-ı Kerîm'i daha taze iken bizzat Cebrail (a.s)'an alan zattan aldım" demiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 117)

Kur'an-ı Kerîm'e karşı duyduğu rağbet ve arzu Übey b. Ka'b'ın faziletini artırmış, bu sebeple Rasûlüllah (s.a.v)'in takdirini, ashabın saygısını kazanmıştır.

Übey b. Ka'b aynı zamanda Rasûlüllah (s.a.v) zamanında fetva veren az sayıda sahabîden biridir. Muhammed babası Sehl'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Rasûlüllah (s.a.v) zamanında fetva veren, üçü muhacir ve üçü ensardan olmak üzere altı kişi idi. Muhacirlerden olanlar Ömer, Osman, Ali; ensardan olanlar da Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit'tir" (İbn Sa'd, aynı eser, II, 350).

Übey b. Ka'b, Rasûlüllah (s.a.v) zamanında idârî görevlerde de bulunmuştur. Rasûlüllah (s.a.v) onu Belî, Uzre ve Benî Sa'd kabilelerinin zekâtlarını toplamak üzere görevlendirmişti. Übey b. Ka'b bu görevi esnasında karşılaştığı bir vak'ayı şöyle anlatır:

"Rasûlüllah (s.a.v) beni Belî, Uzre ve Benî Sa'd b. Huzeym b. Kadâa kabilelerinin zekatlarını toplamak üıere gönderdi. Onların zekatlarım topladım. Nihayet onlardan sonuncu adamın yanına vardım. İçlerinde bu adamın evi ve köyü Medine'de Rasûlüllah (s.a.v)'e yakın olanı idi. Bu adam bana bütün malını topladı. Ben de zekat olarak almaya henüz iki yaşına girmiş bir dişi deveden başkasını bulamadım. Kendisine onu alacağımı söyledim. Mal sahibi, "Bunun sütü de yok, yük taşımak için de elverişli değil. Allah'a yemin ederim ki senden önce zekat toplamaya gelen ne Rasûlüllah'a ve ne de onun elçisine malımdan sütü olmayan ve yük taşımaya da elverişli olmayan bir deveyi vermedim. İşte genç, semiz dişi deve. Onu al." dedi.

Ben ona, "Bana emredilmeyen şeyi almam. İşte Rasûlüllah (s.a.v) sana yakın, istersen ona gider, bana söylediklerini anlatırsın. Şayet o, kabul ederse, eder, etmezse reddeder" dedim. Adam:

"Bunu yapacağım" dedi ve benimle çıktı, bana vermek istediği deveyi de aldı. Rasulüllah(s.a.v)'e gelince:

"Yâ Rasûlüllah, malının zekatına almak için elçin geldi. Malımı topladım. O, sütü olmayan ve yük taşımaya da elverişli olınayan henüz iki yaşına girmiş bir deveyi seçti. Ben kendisine alması için genç, semiz bir dişi deve gösterdim, almaktan imtiha etti. İşte o deveyi getirdim, al ya Rasûlüllah" dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Senin üzerine borç olan Übey b. Ka'b'ın ayırdığı devedir. Sen kendi rızanla daha iyisini vermek istersen, onu kabul ederiz ve Allah bundan dolayı sana ayrıca mükafat verir," buyurdu. Adam:

"Ben de bu maksatla onu getirdim, buyur al, yâ Rasûlüllah!" dedi.

"Hz. Peygamber (s.a.v) devenin alınmasını emretti ve malının bereketlenmesi için dua etti." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142).

Übey b. Ka'b'ın, Rasûlüllah (s.a.v)'in vefatından sonra ilk halife Hz. Ebû Bekir zamanında da mühim görevler yaptığım görüyoruz. Hz. Ebû Bekir mühim bir mesele ile karşı karşıya gelip çözümünü Kur'an ve sünnette bulamadığı zaman ashabın seçkin alimlerini toplar, onlarla istişarede bulunurdu. Übey b. Ka'b da Hz. Ebû Bekir'in danışma meclisi üyelerinden idi. Aynı zamanda Hz. Ebû Bekir döneminde fetva vermekle görevli meşhur fakihlerden biri idi (İbn Sa'd, Tabakat, II, 350). Bu dönemde onun Kur'an'ın cem'i için kurulan komisyonda görev aldığını da görüyoruz.

Übey b. Ka'b, ikinci halife Hz. Ömer'in de teveccühünü kazanmıştır. Hz. Ömer, Übey b. Ka'b'a çok hürmet eder, ondan yararlanır ve ona Seyyidü'l-Müslimin (Müslümanların ulusu) derdi (Tecrid X, 22). Hz. Ömer'in hilafeti döneminde onun şura meclisinde çalışır ve kabilesi Hazrec'i temsil ederdi. Aynı zamanda fetva işlerine de bakardı. Hz. Ömer bir zaman halka hitabında şöyle demiştir:

"Kur'an'dan sormak isteyen Übey b. Ka'b'a gelsin, feraizden sormak isteyen Muaz'a, mal isteyen de bana gelsin. Çünkü Allah beni hazinedar ve dağıtıcı kıldı" (Zehebî, Siyer I, 394).

Hz. Ömer zamanında teravihi cemaatle ilk kıldıran da Übey b. Ka'b olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında, onun vefatından sonra ilk halife Hz. Ebû Bekr, daha sonra kısmen de Hz. Ömer zamanında teravih namazı cemaatle değil, münferid olarak kılınmıştır. Bir defa Hz. Ömer mescide gidince halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını gördü. Kimi tek başına kılıyor, kimi küçük bir cemaat oluşturmuş kılıyorlardı. Hz. Ömer bütün halkı bir tek imamın arkasında toplamayı düşündü ve ertesi gün Übey b. Ka'b'ı teravih imamı tayin edip cemaati onun arkasına topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı (Buharî, Teravih, I; Tecrid-i Sarih Terc., IV, 75-76).

Hz. Ömer, hilafeti zamanında fetva işleri üzerinde hassasiyetle durur, ancak bu işe ehil olanların fetva vermesine müsade ederdi. Onun zamanında ancak Hz. Osman, Hz. Ali, Muaz b. Cebel, Abdurrahman b. Avf, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Ebu Hureyre ve Ebu'd-Derdâ gibi tayin ettiği zatlar fetva verirdi (M. Şiblî, Asr-ı Saadet, Terc. Ö. Rıza, Doğrul, İst. 1974, VI, 369).

Übey b. Ka'b, Hz. Ebû Bekir döneminde olduğu gibi Hz. Ömer döneminde de danışma meclisi üyesi idi. Çeşitli konularda fikri alınır, görüşlerine değer verilirdi (İbn Sa'd a.g.e, II, 350; M. Şiblî, a.g.e., IV, 334).

Übey b. Ka'b tefsir sahasında da ashabın önde gelenlerinden biri olup Medine tefsir ekolünün reisi olarak kabul edilmiştir. Celaleddin es-Suyutî (ö. 911/1505) tefsir sahasında meşhur olan sahabîlerin on kişi olduğunu belirtmiş, bunlar içerisinde de kendilerinden en çok tefsir rivâyet edilenlerin Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Übey b. Ka'b olduğunu belirtmiştir (bk. Suyutî, el-İkton, II, 187).

Übey b. Ka'b vahiy kâtibi olması sebebiyle Rasûlüllah (s.a.v)'in fiil ve hareketlerine muttali bir sahabî idi. Kütüb-i Sitte'de kendisinden altmış küsür rivâyet edilmiştir. Bakiy b. Mahled (ö. 276/889)'in Müsned'inde Übey b. Ka'b'ın yüz altmış dört hadisi vardır. Bunlardan üçü hem Buhari'de ve hem de Müslim'de vardır. Ayrıca Buharî üç hadisi tek başına rivâyet etmis ,yedi hadisi de yalnız Müslim rivâyet etmiştir (Zehebi, Siyeru A'lami'n -Nübela ' I ,402). Übey b. Ka'b ın rivayet etmiş olduğu hadislerrden birinin anlamı şöyledir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ademoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir ikincisini ister. İki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. Ademoğlunun içerisini topraktan başka bir şey doldurmaz. Allah Teâlâ ise tevbe edenin tevbesini kabul eder" (Tirmizî, Menokıb, 32).

Übey b. Ka'b'ın vefat tarihi ihtilaflıdır. el-Vakıdî der ki, "Bir kısım hadiseler onun Hz. Ömer'in hilafeti döneminde olduğuna delalet etmektedir.

Yakınları ve başkalarının onun Medine'de hicri 22 senesinde öldüğü söylediklerini gördüm. Hz. Ömer "Bugün Müslümanların ulusu öldü" demiştir. Onun Hz. Osman'ın hilafeti döneminde hicri 30'da öldüğünü söyleyenler de olmuştur. Bize göre bu daha doğrudur. Çünkü Hz. Osman ona Kur'an'ı cem etmesini emretmiştir" (İbn Sa'd, Tabakat, III, 502; Zeheb, I, 400).
 
Ce: Sahabelerİmİz

ZEYD B. HÂRİSE



Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl el-Kelbî. Üsâme'nin babası. Ashâbın ileri gelenlerinden olup, Resûlullah (s.a.s)'ın en çok sevdiği arkadaşlarındandır. Bu yüzden sahâbe arasında "el-hubb" diye anılırdı.

Tam künyesi: Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl (İbn İshak'a göre, Şurahbîl) b. Kâ'b b. Abdiluzza b. Imriülkays b. Âmir b. Abdivüdd b. Avf b. Kinâne b. Bekr b. Uzre b. Zeyd el-Lât b. Rufayde b. Sevr b. Kelb b. Vebre b. Tağlib b. Hulvân b. İmrân b. Luhaf b. Kuzâa'dır (İbn Hişâm, es-Sîretü'n Nebeviyye", I, 247; İbn Sa'd, et-Tabakâtıt'l-Kilbrâ, III, 40; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe fı Ma'rifeti's Sahâbe, II, 281).

Kaynakların ifadesine göre; cahiliyye döneminde, Zeyd'in annesi Su'dâ, yanında oğlu olduğu halde akrabalarını ziyarete gider. Bu sırada Benî el-Kayn b. Cisr'e mensup bazı atlılar, Su'dâ'nın akrabaları olan Benî Ma'n evlerine baskın yaparlar. Zeyd'i de bu arada beraberlerinde alıp götürürler. Zeyd, bu sırada temyiz çağında bir çocuktur. Onu, Ukaz Panayırına götürüp satışa arzederler. Hz. Hatice'nin yeğeni Hakîm b. Huzâm b. Huveylid de o esnada panayıra uğrayıp Mekke'ye götürmek üzere birkaç köle satın alır. Zeyd b. Hârise de bu köleler arasında bulunmaktadır. Hakîm, Mekke'ye döndüğünde, halası Hz. Hatice kendisini ziyarete gider. O da halasına köleleri göstererek, dilediği köleyi seçip götürebileceğini söyler. Hz. Hatice de Zeyd b. Hârise'yi seçer. Daha sonra O'nu, Resûlullah (s.a.s)'e bağışlar.

Kelb kabilesine mensup bazı insanlar, hac için Mekke'ye geldiklerinde Zeyd'i görüp tanırlar, Zeyd de onları tanır. Dönüşte durumu babasına haber vererek bulunduğu yeri tarif ederler. Zeyd'in babası Hârise ile amcası Kâ'b, yanlarına fidye alarak Mekke'ye gelirler ve Resûlullah (s.a.s)'ın yanına varıp: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu! Ey kavminin efendisinin oğlu! Sizler, Harem'in ehlisiniz, köleyi azad eder, esiri yedirirsiniz. Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Bize iyilikte bulun, sana fazlasıyla fidye vereceğiz" derler.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), Zeyd'i çağırtarak, kendisini istemeye gelen bu kişileri tanıyıp tanımadığını sorar. Zeyd de, bunlardan birinin babası diğerinin de amcası olduğunu söyleyerek tanıdığını ifade eder. Bu sefer Resûlullah Zeyd'e, dilerse babasıyla gidebileceğini, şayet isterse yanında kalabileceğini söyleyince, Zeyd, Resûlullah (s.a.s.)'in yanında kalmayı tercih eder. Peygamberimiz de Zeyd'i elinden tutarak Hicr denilen yere çıkarır ve: "Şahid olun, Zeyd benim oğlumdur. O bana mirasçıdır, ben de O'na mirasçıyım!" diyerek Zeyd'i evlat edindiğini ilan eder (İbn Sa'd, a.g.e., III, 40-42; İbn Hişâm, a.g.e., I, 247 vd.; el Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, III, 24).

Zeyd b. Hârise, Muhammed (s.a.s.)'e risalet gelinceye kadar yanında kaldı ve Resûlullah, peygamber olur olmaz O'nun risâletini tasdik edip müslüman oldu, O'nunla birlikte namaz kıldı ve: "Onları babalarının isimleriyle çağırın..." (el-Ahzab, 33/5) meâlindeki ayet nazil oluncaya kadar "Muhammed'in oğlu" diye anıldı. Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Zeyd, Zeyd b. Hârise olarak çoğalmaya başlandı (İbn Hişâm, a.g.e., I, 247; İbn Sa'd, a.g.e., III, 42; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).

Zeyd b. Hârise, Resûlullah (s.a.s.)'ın cefakâr dostlarından biriydi. Hemen hemen tüm sıkıntılı zamanlarında O'nunla birlikteydi. Nitekim, çevre kabileleri İslâm'a davet etmek kabilinden Tâif'e giden Rasûlüllah'ı yalnız bırakmamış, Tâiflilerin attığı taşlar Peygamber (s.a.s.)'e isabet etmesin diye kendi vücudunu siper etmiş ve başından çeşitli yaralar almıştı (İbn Sa'd, a.g.e., I, 212).

Müslümanlar Medine'ye hicret etmeye başlayınca, Zeyd b. Hârise de hicret etmişti. Resûlullah (s.a.s.), hicretten sonra Medine'de, ashabı arasında kardeşlik tesis ettiğinde, Zeyd'l-e Hamza b. Abdülmuttalib'i de kardeş ilan etmişti. Bu sebepten Hz. Hamza, Uhud günü şehadet şerbetini içmeden önce Zeyd'i kendisine vâsî tayin etmişti (İbn Nişâm, a.g.e., I, 505; İbn Sa,d, a.g.e., III, 44).

Zeyd b. Hârise; Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarıyla Hudeybiye Barışı ve Hayber fethinde de bulunmuştur. Resûlullah (s.a.s.), Müreysî gazasına çıktığı zaman kendisini Medine'ye vekil olarak bırakmıştı.

Bunun yanında Zeyd, komutan olarak da çeşitli seriyyelere katılmış ve üstün başarılar göstermiştir. Bu seriyyeler; Karede, Cemûm, el-Iys, et-Tarafa, Hisma ve Ümmü Kırfa'dır. Son olarak Mute Savaşı'na iştirak etmiş ve bu savaşta şehid olmuştur.

Resûlullah (s.a.s.), sancağı ilk önce Zeyd'e vermiş ve: "Şayet Zeyd şehid olursa, sancağı Câfer alsın, O da şehid düşerse, Abdullah b. Ravâha alsın" buyurmuştur. Bu üç sahâbî de Mute günü, kahramanca savaşarak Hakk'ın rahmetine kavuşmuşlardır.

Zeyd, şehid olduğu zaman 50-55 yaşları arasındaydı.

Resûlullah (s.a.s), bu üç kahraman dostunun şehadet haberini duyunca gözyaşlarını tutamayarak ağlamış ve onlar için: "Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Câfer'e mağfiret et! Allah'ım; Abdullah b. Ravâha'ya mağfiret et!" diyerek dua etmiştir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 45, II, 86-90 ve 128-129; el-Askalânî, a.g.e., III, 26).

Zeyd, birkaç hanımla evlenmişti ki, bunlardan biri de Zeyneb bint Cahş'tır. Bir diğeri, Ümmü Külsüm bint Ukbe. Zeyd ondan boşanıp Dürre bint Ebî Leheb ile evlendi. Sonra onu da boşayarak Hind bint el-Avuâm (Zübeyr b. el-Avvâm'ın kız kardeşi) ile evlendi. Sonunda, Peygamber (s.a.s.), Zeyd'i, dadısı ve aynı zamanda cariyesi Ümmü Eymen'l-e evlendirdi. Ashâbın ileri gelenlerinden biri olan Üsâme, işte bu hanımdan dünyaya geldi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 45; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).

Zeyd b. Hârise; kısa boylu, çok esmer ve basık burunlu idi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 44).
 
Ce: Sahabelerİmİz

ABDULLAH İBN ABBÂS



Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcası Abbâs (r.a.)'ın oğlu. Kesin olarak ne zaman doğduğu bilinmemekle birlikte onun Hicret'ten üç yıl kadar önce, Müslümanlar Mekke'de Şi'b-i Ebi Tâlib'te ekonomik ve sosyal kuşatma ve baskı altındayken doğduğu bilinmektedir. Annesi Ümmü'l-Fadl Lübabe binti el-Haris olup Mü'minlerin annesi Meymune'nin kız kardeşidir. Ümmü'l-Fadl, kadınlar arasında Hz. Hadîce'den sonra İslâm'a girenlerdendir.

Babası Hz. Abbâs, Abdullah doğar doğmaz onu Hz. Peygambere götürmüş, Rasûlullah (s.a.s.) de onu kucağına alarak: "Allahım! Onu dinde fakîh kıl. Kitaben açıklamasını ona öğret" diye dua etmişti. İslâm'ın yayıldığı ve hâkim olduğu Medine toplumunda büyüyen Abdullah tam bir İslâmî terbiye ve bilgi almıştı. Abdest almayı ve namaz kılmayı bizzat Hz. Peygamberden öğrenmişti. Gençliğinde de Peygamber efendimiz tarafından birkaç kez başı okşanarak: "Allah'ım! bütün ilim ve hikmeti bu başa ver, ona te'vil ve tefsir'i öğret. Allah'ım!: İnsanoğluna verdiğin her ilim ve hikmeti bunun göğsünde topla" (Buhâri, Vudû, 10; Müslim, Fadailu's-Sahâbe, 138). diye dua etmiştir. Abdullah sürekli olarak Rasûlullah'ın yanında bulunmuş ve ondan büyük ölçüde feyz ve bilgi almıştır.

Hz. Abdullah Hicretin sekizinci yılına kadar ailesiyle birlikte Mekke'de kalmıştı. Mekke fethi gününde, Huneyn ve Tâif gazvelerinde ve Vedâ Haccı'nda Rasûlullah ile birlikte bulunmuştu. Mekke fethinden sonra o da ailesiyle birlikte Medine'ye hicret etmişti. Birinci Halîfe Hz. Ebu Bekr'in ve ondan sonra Hz. Ömer'in sohbetlerinde bulunmuş ve birçok sahâbeden ders ve bilgi almıştı. Üçüncü Halîfe Hz. Osman'ın şahsına çok bağlı olup onun zamanında devlet kademelerinde görev almış, Abdullah İbn Ebi's-Serh ile birlikte Afrika seferine ve daha sonra da doğuda yapılan Taberistan fethine katılmıştı. Hicretin 35. yılında Hacc emirliği yapmıştı. Hz. Osman'ın şehâdetinden önce evinin etrafında nöbet bekleyen büyük sahâbelerin çocuklarıyla birlikte bulunmuş ve Halîfe'yi isyancılara karşı korumaya çalışmıştı. Daha sonra Hz. Ali'nin hilâfeti sırasında da aynı şekilde devlet kademelerinin önemli mevkilerinde bulunmuştu. Cemel ve Sıff'ın savaşlarında Hz. Ali'nin yanında yer alan İbn Abbas, Hakem Olayı'nda da Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.) ile birlikte Hz. Ali'yi temsil etmişti. Hz. Ali onu birkaç defa elçi olarak görevlendirmiş ve 'Hakem Olayı'ndan sonra da Basra Valiliğinde bulunmuştu. Bu sırada bölgede isyan eden Hâricîlerin bu isyanını bastırmış ve asayişi korumuştu. Basra valiliği sırasında kendisine atılan bir iftiraya dayanamayıp görevinden ayrılarak Mekke'ye gitmiş ve ömrünün sonuna kadar burada ilimle uğraşmıştır.

Hz. Muaviye'nin vefatından sonra Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyin'in taraftarları tarafından Kûfe'ye davet edilince kendi gitmediği gibi, bu davete icabet etmek isteyen Hz. Hüseyin'i de ikaz ederek gitmekten alıkoymaya çalıştı, fakat bunda bir türlü başarılı olamadı. Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye gitmek üzere yola çıkıp Kerbelâ'da şehid edilmesi Abdullah b. Abbâs'ı bir hayli üzdü ve üzüntüsünden gözlerini kaybetti. Nihayet 68/687 yılında Taif'te yetmiş yaşındayken vefat etti.

Abdullah İbn Abbas (r.a.) İslâm tarihinde siyâsî faaliyetlerinden çok, ilmî ve sağlam şahsiyeti ile tanınır. Asr-ı Saadette yaşının küçük olmasından dolayı Rasûlullah'ın evine ve özellikle teyzesi olan Hz. Meymune'nin hücresine rahatça girip çıkar, diğer ashabın bilmediği ve ilk anda öğrenme imkânı bulamadığı konuları öğrenirdi. Bunun için o naklettiği hadis, tefsir, ve fıkıh ilmine vukufu ile tanınır. Kur'ân, tefsir, fıkıh'ın yanı sıra Arap edebiyatı sahasında geniş bir bilgiye sahipti. Abdullah İbn Mes'ud, Onun için: "O, Kur'ân-ı Kerim'in tercümanıdır, müfessirlerin sultanıdır" demiştir. İlminin genişliğinden dolayı zamanında o, "Ümmetin âlimi, ilim deryası" gibi lâkaplarla anılırdı. Ahmed b. Hanbel'in kaydettiği bir hadiste Hz. Peygamberin İbn Abbas'ın ilmini övdüğü ifade edilir.

Abdullah İbn Ömer (r.a.) kendisine sorulup da bilemediklerinin İbn Abbas'tan sorulmasını ve cevabın kendisine de bildirilmesini isterdi. Verdiği fetva ve cevaplarından dolayı onu daima takdir ederdi.

Abdullah İbn Abbas İslâmî anlayış ve edebinden dolayı yaşlı sahâbelerin bulunduğu toplantı yerlerinde onlar konuşup bir konuda fikir belirtmeden o asla konuşmaz ve söz almayı pek uygun görmezdi. Yaşının küçüklüğünü ileri sürüp yaşlı sahâbelerle bir arada bulunmasını güzel bir davranış olarak görmeyenlere karşı Hz. Ömer (r.a.) bir gün onu da çağırmış ve Nasr sûresinin tefsiri konusunda neler düşündüğünü sormuştu. Abdullah'ın yaşının küçüklüğünden dolayı bu gibi meclislere katılmasını uygun görmeyenlerin Nasr sûresinin tefsiri konusunda herhangi bir düşünceleri olmayınca Abdullah İbn Abbas bu sûrede Rasûlullah (s.a.s.)'ın ecelinin yaklaştığını işaret eden ifadelerin olduğunu söylemiş ve Hz. Ömer de onu tasdik etmişti. Ashab yanında yaşının küçüklüğünden dolayı İbn Abbas'ın konuşmaktan çekindiğini hisseden Hz. Ömer ona şöyle demişti: "Yaşının küçük oluşu konuşmana engel olmasın, haydi konuş dinleyelim." Böylece Abdullah İbn Abbas yaşlı ve ileri gelen sahâbelerle hep bir arada oturup kalkmış ve onlardan çok şey öğrenmişti.

Abdullah İbn Abbas (r.a.) kendisine sorulan sorular için önce Kur'an-ı Kerim'e bakar cevap bulamazsa Rasûlullah'tan bu konuda bir bilginin olup olmadığını araştırır, sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in ictihadlarına ve açıklamalarına bakıp onları esas alır, aksi halde kendi ictihadıyla meseleye çözüm getirirdi. İbn Abbas Hz. Peygamberden, sahâbeden gelen ve kendi içtihadıyla oluşan tefsir bilgilerini bir kitap haline getirmiş değildir. Bize kadar intikâl etmiş bulunan ve İbn Abbas'a ait olduğu söylenen "Tenviru'l-Mikbâs min Tefsîr İbn Abbas" isimli tefsirin ona ait olup olmadığı araştırılması gereken bir konudur. Abdullah İbn Abbas'ın tefsîr'e dair rivayetleri ilim adamlarımızdan Firûzâbâdî tarafından derlenip bir araya getirilmiş ve yukarıdaki isimle yayınlanmıştır .

İbn Abbas'ın son derece disiplinli ve muntazam çalışma sistemi vardı. İşlerini titizlikle belli bir plan dahilinde düzenlerdi. Bu planına önce kendi aynen uyardı. Haftanın belirli günlerinde geniş halk kitlesine dînî ilimlerle ilgili dersler, dînî ilimler dışında Arap dili, şiiri ve edebiyatı üzerinde etraflı konuşmalar yapardı.

Hz. Osman devrinde yaptığı ilmî çalışmaların yanında Afrika seferine, İslâm ordusu adına elçilik vazifesiyle katılmıştır. Afrika'daki Bizans genel valisi Georgios ve adamlarıyla ilmî tartışmalar yapmıştır. Georgios ve etrafındakiler O'nun akıl, zeka, fikir kuvvetini ve ilim kudretini görerek: "Bu insan Arapların en derin âlimidir." sonucuna varmışlardır.

Komutan, elçilik ve valilik gibi devletin üst düzey siyasi görevlerinin yanında ilminin üstünlüğü ve derinliğiyle Ashab-ı Kiram, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından çok iltifat gördü. O bu iltifatlar karşısında daima tevazu gösterdi. Çok övüldüğü zamanlarda alçak gönüllülüğü elden bırakmaz ve: "Bana bu nimeti ihsan eden Allah'tır. Rasûlullah (s.a.s.) benim için dua ederek ilim ve hikmet niyazında bulunmuşlardır" diye konuşurdu.

İslâm tarihinde, Garibü'l-Kur'ân (Arap diliyle nazil olan Kur'ân-ı Kerim'deki Arapça olmayan, Araplarca duyulmamış, bilinmeyen, civar dillerden alınan kelimeler) hakkında açıklamalar, bunlar hakkında en sahih rivayetler İbn Abbâs'a dayanır. Müşkilü'l-Kur'ân (Kur'ân-ı Kerim'in derinliklerine inme, bulma, çözme ve güçlükleri giderme) konusunu da ilk ele alan yine İbn Abbâs'tır. Peygamber Efendimiz'den 1660 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Fıkıh ilminin temelini oluşturan kişilerdendir; ciltler dolduran fetvaları fıkıh ilminin en kuvvetli temellerindendir.

Mekke'de yetişen birçok fakîh onun vasıtasıyla yetişmiştir. Bu sebepten "Mekke Tefsir Mektebi"nin kurucusu İbn Abbas'tır denilir.

Tabiinden Ebû Sâlih (r.a.): "İbn Abbâs'ın ilim meclisi ile bütün Kureyş iftihar etse değer" dediği ve onun derslerinde tefsir, hadis, fıkıh, lisan, şiir, edebiyat, takrir gibi konularda herkesi doyuracak cevaplar verildiği kendinden sonra da kabul edilmektedir. Kendi zamanında ünü devlet sınırlarını aşmıştı.

İbn Abbâs'tan ilim öğrenen, Hadîs rivayet eden pekçok âlim yetişmiştir. Başta kendi oğulları, Muhammed İbn Abdullah, Ali İbn Abdullah, yeğeni Abdullah İbn Ubeydullah ve Abdullah İbn Ma'bed, Abdullah İbn Ömer, Şa'be İbn Hakem, Merved İbn Mahreme, Ebu't Tufeyl, Ebû İmâme İbn Sehl, Said İbn el-Müseyyeb vs. Kendisi de yüce peygamberimizden, Hz. Abbas'tan, annesi Lübâbe'den, Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.)'den, Hazreti Abdurrahman İbn Avf'den, Hz. Muaz İbn Cebel'den, Hz. Ebû Zerr el-Gifârî'den bizzat işiterek hadis-i şerif rivayet etmiştir. Rivayetleri; Kütüb-ü Sitte'de yer almaktadır.

Abdullah İbn. Abbas'ın rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:

"Kur'ân-ı Kerim'e saygı göstermek, besmele okuyarak başlamakla olur, Kur'ân-ı Kerim'in anahtarı besmeledir."

"Öğretiniz, müjdeleyiniz, güçleştirmeyiniz."

"Allah'u Teâlâ'nın size verdiği sayısız nimetler için O'nu seviniz. Beni de Allah'u Teâlâ'yı sevdiğiniz için seviniz."

"Ümmetimden iki sınıf düzgün olursa bütün insanlar düzgün olur. Bunlar bozulursa insanlar da bozulur. Bu iki sınıf âmirler ve âlimlerdir."

"Kur'ân-ı Kerim'i kendi arzusuna (görüşüne) göre tefsir eden Cehennem'deki yerine hazırlansın."

"Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Allah'u Teâlâ her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır."

"Sirkenin balı bozduğu gibi kötü ahlâk da ameli bozar."

"Kızdığın zaman sükût et."

"İşitmek görmek gibi değildir."

"Beş şeyden önce beş şeyi fırsat ve ganimet bil. İhtiyarlık gelmeden gençliği, hastalık gelmeden sıhhati, yokluk gelmeden zenginliği, meşguliyet gelmeden rahatı ve ölüm gelmeden hayatı ganimet bil."

"Bid'at sahibi bid'at işlemekten vazgeçmedikçe Allah'u Teâlâ onun hiçbir ibadetini kabul etmez."

"İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Karnını ancak bir avuç toprak doldurur. Allah'u Teâlâ tevbe edenlerin tevbesini kabul eder."

"Ölünün mezardaki hâli, imdat diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince dünyanın hepsi kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allah'u Teâlâ, yaşayanların duaları sebebiyle, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi onlar için duâ ve istiğfar etmektir."

Abdullah İbn Abbâs (r.a.) buyurdular ki:

"Kur'ân okuyan kimse hata etse, "lahin" (telaffuzda yanlışlık) yapsa veya acemi olsa bile, melek o kıraati indirdiği gibi yazar."

"Çocuklarınızın ilk sözü "Lâ ilâhe illallah" olsun. Ölümlerinde de "Lâ ilâhe illallah"ı telkin edin. Böyle olursa bin senede yaşasa Allah ondan bir günah sormaz."

"Her binanın bir temeli vardır. İslâm binasının temeli de güzel ahlâktır."

"Gece ile gündüz birer binektir. Ahirete iletme vasıtası olarak bunlara bininiz (ömrünüzden istifade edin). Zinhar tevbeyi geciktirmekten sakının."

"Gizli sadaka Rabbin gazabını söndürür. Sıla-i rahim ömrü uzatır. Hayır yapan fena ölümden kurtulur. "Lâ ilâhe illallah " sözü doksandokuz belayı defeder ki en aşağısı tasa (gam) 'dır.

"Kişinin kardeşine söylediği güzel bir söz sadakadır. Keza kişinin bir hususta kardeşine yardımı sadakadır. İçirdiği bir içim su sadakadır. Yol üzerinde eza verecek bir şeyin giderilmesi de sadakadır."

"Güzel ahlâk hatâları eritir. Suyun buzu erittiği gibi."

"İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür."

"Bir kulun cildi, Allah'tan haşyeti dolayısıyla ürperir ve tüyleri diken diken olursa o kulun hataları kurumuş ağaç yapraklarının dökülmesi gibi, üzerinden dökülür."

"Siz Cennet bahçelerine rastladığınızda faydalanınız. Dediler ki: "Ya Rasûlullah Cennet bahçeleri nedir?" Buyurdu ki: "İlim meclisleridir."

"Sana hakkı getirenden hakkı kabul et. Küçük, büyük veya hoşuna gitmeyen birinden de olsa. Ve bâtılı da reddet, küçük, büyük veya hoşlandığın bir adamdan da olsa."

"Allah bir kulu sevdiğinde, mescide kayyum eder. Sevmezse hamama hizmetçi eder."

"Allah (c.c.) zekâtı, malınızın geri kalanının güzelleşmesi ve temizlenmesi için, farz kıldı. Mirası da sizden sonrakiler için."

"Bak sana haber vereyim; en iyi hazine saliha kadındır. Kocası yüzüne bakınca, içi açılır, bir şey emretti mi yerine getirir ve kocasının gıyabında onun ırzını ve malını korur."

"Sözün içinde, büyü hükmünde sözler vardır. Şiirlerin içinde de hikmet vardır."

"Duâ rahmetin anahtarıdır. Abdest namazın anahtarıdır. Namaz da Cennetin anahtarıdır."

"Allah (c.c.) imânı müsamaha ve hayâ içinde yarattı. Küfrü de hasislik ve amel içinde yarattı."

"Kendisi doyup da komşusu aç olan kimse mü'min değildir."

"Ulemâ ile oturmak ibadettir."

"Bir kimse ümmetime ya bir sünnet ifası veya bid'atın izalesi için bir hadis ulaştırırsa onun makamı Cennettir."

"Bir kimse kardeşinin yazısına izinsiz bakarsa sanki ateşe batmış olur."

"Her hadisi herkese söylemeyin, aklı alacak adama söyleyin."
 
Ce: Sahabelerİmİz

ABDULLAH İBN ZÜBEYR



Sahâbî. Hicret'ten sonra, 622 milâdî yılında, Medine yakınındaki Kûba'da doğdu. Babası Zübeyr b. Avvâm, Cennetle müjdelenen on kişiden (Aşere-i Mübeşşere*) biridir. Annesi, Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ'dır. Teyzesi, Mü'minlerin annesi Hz. Âîşe'dir. Babası tarafından babaannesi Safiyye, Rasûlullah'ın halasıdır.

Medine'de muhâcirlerden ilk doğan çocuk Abdullah b. Zübeyr'dir. Bu doğuma muhâcirler bir hayli sevinmişti. Çünkü Medine Yahûdileri "Muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak" diye ortaya fesat saçıyorlardı. Abdullah doğunca Yahûdilerin yalanı ortaya çıktı. Doğumu Rasûlullah Efendimiz haber aldı. Dua edip, adını Abdullah, künyesini Ebû Bekir koydular. Ayrıca Ebû Hubeyb diye diğer bir künye ile de tanınır.

Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamber Efendimize getirilerek O'na bey'at* etme şerefine kavuştu. Hz. Ebû Bekir devrinde çocukluğunu atlattıktan sonra Hz. Ömer devrinde henüz oniki yaşlarında iken babası ile Yermük Savaşı'na gitti. Muharebe yerinde babası O'nu sahâbeden birine emânet ederek savaşa katıldı. Abdullah b. Zübeyr de, babasını at üzerinde savaşırken seyretti. Dört yıl sonra da (M. 639) babası ile birlikte Amr İbn el-Âs kumandanlığında Mısır fethine katıldı. M. 649 senesinde Afrika'da Abdullah b. Sa'd ile Tunus fethine gitti. Bu savaşta üstün Bizans kuvvetleri karşısında kahramanca savaşıp Roma bölge valisi Gregor'u öldürerek zaferin kazanılmasında büyük rol oynadı. Otuz yaşında, Saîd İbn el-Âs kumandasındaki orduyla Horasan seferinde bulundu. Aynı yıl içinde Hz. Osman tarafından Kur'ân-ı Kerim'in çoğaltılması için toplanan ilmî heyete katıldı. Hz. Osman şehid edildiği gün, âsilere karşı gayretle müdâfaa edenlerden idi.

Abdullah b. Zübeyr, Hz. Muâviye'nin vefatından (M.680) sonra yerine geçen oğlu Yezid'e bey'at etmedi. Hz. Hüseyin* ile birlikte Mekke'ye geldi. Bu arada Yezid tarafını tutan baba bir kardeşi Amr b. Zübeyr'in kumanda ettiği bir ordu Mekke'ye hücum etti. Abdullah bu orduyu mağlup etti. Ordu kumandanlarının çoğunu esir aldı. Yezid'le rekâbetten çekindiği için Hz. Hüseyin'e, Kûfe'ye gitmesini tavsiye etti. Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid olduğunu işitince Yezid'in adamlarını Hicaz'dan çıkararak hilâfetini ilân etti. Mekke ve Medine, Hicaz halkı kendisine bey'at etti.

İki yıl sonra Yezid'in adamları Medine-i Münevvere'yi ele geçirdiler ve Mekke'yi muhasara ettilerse de tam bu sırada Yezid'in ölümüyle taraftarları Şam'a döndüler.

Mısır ve Şam dışında İslâm devletinin diğer bölgeleri olan Hicaz, Yemen, İran, Irak ve Horasan halkı Abdullah b. Zübeyr'e bey'at etti. Hz. Abdullah dokuz yıl Mekke'de halifelik makamında bulundu. Hilâfeti zamanında Emeviler ateşe verilen Kâ'be-i Muazzama'yı* yeniden yaptırdı. Hacerü'l-Esved'in kırılan parçalarını toplatıp bir gümüş çerçeve içerisine yerleştirerek Kâ'be'nin içine aldırttı. Daha sonra Emevî hükümdarı Abdülmelik b. Mervan, Kâ'be'nin bir duvarını yıktırarak yeniden yaptırdığı ve Hacerü'l-Esved'i eski yerine koyduğu için bugünkü Kâ'be'nin üç duvarı Abdullah b. Zübeyr'in, bir duvarı da Abdülmelik b. Mervan'ın yapısıdır.

Mîlâdî 684'te Abdülmelik b. Mervan Emevîlerin başına geçince Abdullah'ın kardeşini Irak'ta öldürttü. Haccac kumandasında bir orduyu Mekke'ye gönderdi ve Mekke'yi kuşatıp tahrib etti. Muhasara altı aydan fazla sürdü. Abdullah'ın yiğitçe müdâfaasına rağmen iki oğlu ve yakınları Haccac'a teslim oldular. Abdullah'ın taraftarları dağıldı. Uzun muhâsaranın sonlarında tavsiye ve duasını almak için annesini ziyarete gelen Abdullah'a annesi: "Savaşa devam et, ya şehid olursun, ya zafer kazanırsın. Ben de acın olursa sabreder, zaferin olursa sevinirim" diye dua etti. Bir gün sonra İbn Zübeyr "Makam" denilen yerde iki rekat namaz kıldıktan sonra yeniden harbe girdi. Mancınıktan atılan bir taşla yaralandı. Kanlar içinde kıvranırken Abdülmelik İbn Mervan'ın adamları üzerine atılarak onu şehid ettiler. Şehid olduğunda yetmişüç yaşındaydı.

Abdullah b. Zübeyr, Ashâb-ı Kiram'ın tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinden ve "Abâdile"* dendir. Küçük yaşından beri Peygamber efendimizin dualarıyla yetişen ve Cennet'le müjdelenen babasının yanında cihada katılan Abdullah b. Zübeyr, kahramanlık ve cesaretiyle birlikte çok ibâdet ederdi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini ibâdetle geçirirdi. Namazda o kadar çok vecd ile huzura dalardı ki 'kıyam'da uzun müddet kalır, secdeye dalıp giderdi. Babası Zübeyr b. Avvam, onun hakkında: "İnsanların arasında Ebû Bekir es-Sıddık'a en çok benzeyendir." demişti. O, sağlam karakterli, dürüst, cesaretli, engin iman sahibi biri idi. Her girdiği muharebede cihad inancıyla kahramanlık gösterip başarıya ve zafere ulaşmıştır. Peygamber efendimiz, Habeşistan hükümdarı Necâşi'nin kendisine hediye ettiği 'harbe'yi (kısa mızrak) her zaman komutan âsâsı gibi yanında taşır, namaz kılarken sütre olarak önüne koyardı. Dört halife de bu 'harbe'yi yanlarında taşıdılar. Daha sonra bu harbe Hz. Peygamber'in emaneti* olarak Abdullah b. Zübeyr'in eline geçti ve şehid oluncaya kadar onu yanından ayırmadı.

Hz. Osman zamanında Kur'ân-ı Kerim'in tanzim ve çoğaltılması için kurulan heyette gayretle ve başarıyla çalışmıştır. Abdullah b. Zübeyr hilâfeti zamanında, Mekke-i Mükerreme'de, İslâmî devrin; bir yüzünde "Allah, vefâkâr ve adâletli olmayı emretti", diğer yüzünde "Muhammedü'r Rasûlullah" yazılı yuvarlak ve gümüş bir para bastırdı.

Abdullah b. Zübeyr, Peygamber efendimizden doğrudan doğruya hadis rivâyet etmiştir. Ayrıca babasından, dört halifeden, Âişe'den, Süfyan b. Ebû Züheyr es-Sakafit'den hadis nakletmiştir. Kendisinden de kardeşi Urve, Ebû Ziban, Atâ, Tâvus, Amr b. Dinar ve birçok değerli İslâm âlimleri hadis rivâyet etmişlerdir. Onun tarafından rivâyet olunan ve "Sahihayn" * diye anılan Buhârî ve Müslim'de otuzüç hadis-i şerif mevcuttur. Ayrıca, bu otuzüç hadis tümüyle Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur.
 
Geri
Üst