Sen razı ol da herkes öfkeyle dolsun..

bence

Yeni Üye
Üye
Sen razı ol da herkes öfkeyle dolsun..
Sen razı ol da herkes öfkeyle dolsun..


“Allah’ım günahlarımı ört!” diye ağlayan bir dişi aslanın hikâyesi bu..

Avcılardan kurtulalı beri bir dağda yaşıyor, yalnız.
Her gece şafak sökene kadar oturuyor kefeninin üstünde.
“İlâhi! Sesler sustu, hareketler durdu, bütün sevgililer sevdiğine kavuştu.
Ben de seninle baş başayım ey sevdiğim!” diye mırıldanarak aralamaya çalışıyor tövbe kapısını.

Sözlerin samimiyetinden, gözyaşlarının sıcaklığından, dönüşlerin kesinliğinden emin değil. İstiğfarların bile istiğfara ihtiyacı olduğunu düşünüyor çünkü. Kırık bir testisi, eski bir hasırı, yastık yerine kullanılan tuğlaları ve yanına gelenlere söyleyecek bir çift sözü var: “O’nun, fakirleri fakir olduğu için unutup, zenginleri de zengin olduğu için hatırlayıp yardım ettiğini mi sanıyorsunuz! Mâdemki Rabbim benim hâlimi biliyor, benim hatırlatmama ne lüzum var. O, öyle istiyor, biz de O’nun istediğini istiyoruz.”

O’nun istediğini istemek, dile kolay.

Zira nimetlerin sevildiği gibi sevilmek istiyor belalar.

Sırf O istediği için kucaklanmak.

“Yâ Rabbî! Benden râzı ol!” diyen bir adama bu yüzden kükrüyor aslan: “Kendisinden râzı olmadığın (Kazâ ve kaderine rızâ göstermediğin) bir zâtın, senden râzı olmasını istemeye utanmıyor musun?”

Ah utanmak! Nasıl da gülümsüyor uzaktan! Günahlarını gizlediği gibi sevaplarını gizleyenleri arıyor, her günün kendinden bir şeyler götürdüğünü fark edip zamanın peşine düşenleri.

“Yâ Rabbî! Beni kendinle öyle meşgûl et ki, senden alıkoyacak işlerden uzak kalayım!” deme cesaretini gösterenleri.

İstiğnanın diliyle reddedenleri dünyayı: “Kâinatın sahibinden bile istemeye utanırken, kuldan neden dünyalık isteyeyim!”

“Dördüncü” anlamına gelen “Râbia” ismini taşıyan bir öncü aslan geçti hicrî ikinci asırdan. “Korku” ve “Ürperme” kelimelerini telaffuz ederken muasırları, o “İlâhî Aşk” ve “İlâhî Hoşnutluk”tan söz açtı. Atâ b. Rabah ve Zünnûn el-Mısrî’nin soluk aldığı bir dünyada yaşadı o ve dünyayı kötüleyen sûfîleri, “Ben dünyanın dört bucağıyla kalplerinize yerleştiğini görüyorum. Zira kalplerinizdeki en yakın şeye bakıp konuştunuz!” diye uyardı.

Her namazını, “Bu benim son namazımdır!” diye kıldı, her orucunu “Bu benim son orucumdur,” diye. Kâbe yolunda öyle yorgun düştü ki, Kâbe’ye varmadan Kâbe ona vardı.

“Nedir bu hal!” diye sordu İbrahim Edhem, “Sırrı nedir bu iltifatın?” “Ya İbrahim! Sen namaz eyledin, ben niyaz eyledim!” dedi Râbia.

Süfyan-ı Sevrî bir gün, “Ah benim derdim, ah kederim!” dedi de, dişi aslanın söz pençesi ona da değdi: “Öyle diyeceğine, ‘Ah yazık bana, ne az dertliyim,’ de!
Eğer gerçekten mahzun olsaydın, bu kadar rahat nefes alabilir miydin!”

Hz. Yusuf gibi birkaç pula satılmıştı çocukluğunda. Anne ve babasını kaybettiğini gören avcılar, ağlarını atmışlardı yavru aslana. Onu altı dinar ödeyerek satın alan ihtiyar, bir gece Allah’a yakarışına şahit olunca, bir sabah açmıştı kafesini aslanın.

İşte duası genç Râbia’nın: “İlâhî sana malumdur ki ben gönlümü Sana vermişim. Fakat elimden ne gelir ki, beni bir mahluka köle ettin. Hür olsaydım bir an geri kalmazdım kulluğundan!”

Râbia el-Adeviyye, hür oldu yeniden ve ölene kadar korudu özgürlüğünü. Kendisiyle evlenmek isteyenlere, “Nikâh vücutla olur. Bende vücut yoktur,” dedi. Yokluk makamıyla var oldu çünkü. Bir mektupla kendisine talip olan Basralı zengine şu satırları yazdı: “Dünyaya değer vermemek kalbin ve bedenin rahatlığıdır. Ona hırsla sarılmak ise gam ve kederi getirir. Mektubum sana ulaştığında durma, ahiret için azığını hazırla! Kendine öğüt ver, başkasına bir şeyler teklif etmeye bakma!”

Kefeni hep yanındaydı. Ölümden değil günahlarıyla huzura varmaktan korkuyordu. Şükür ki Rahîm’di Rab. “Allah’ım bana rahmet kapısını aç” diye dua eden birine, “Yüce Allah’ın rahmet kapısı kapalı mı ki açmasını istiyorsun? Rahmet kapısı her zaman açık. Kalp kapın açık mı sen ona bak!” demişti bir seferinde.

Ölüm döşeğinde baş ucunda bekleyenlere, “Beni yalnız bırakın! Meleklerle baş başa kalmak istiyorum,” demiş, kapanan kapının arkasından şu ayetler işitilmişti; “Ey mutmainne nefs, razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön! Has kullarımın arasına katıl ve Cennetime gir.” (Fecr Suresi: 89)

İçeri girenler seksen yaşındaki Râbia el-Adeviyye’den geriye İmam Gazâlî’nin öğretilerinin de temelini teşkil edecek bir ruh mirası kaldığını görmüşlerdi.

Tur Dağı’na defnedildi Râbia. Hasan el- Basrî bir mezar taşı gibi koydu noktayı:

“Nasıl erkek aslanlar yaşadıysa, dişi bir aslan da yaşadı bu dünyada!”


A. ALİ URAL
 
Geri
Üst