Soyut Heykel
soyut heykel nedir
Soyut Heykel - Adnan Çoker
Cumhuriyet Dönemi'yle başlayan heykel sanatındaki büyük gelişim, Türk heykelinin kendini kanıtlamasına, heykeltraşlarımızın yeteneklerinin tanınmasına, yeni bir alan olan anıtheykelciliğinde teknik sorunlara değin açmazların çözümlenmesine olanak sağlamıştı. Başlangıcından bu döneme kadarki gelişimini çeşitli nedenlerle geç tamamlamış olan heykelin, özellikle 1945-50'lerde anıtheykelciliği dışında hızla açıldığı, konumunu değiştirerek resim sanatına koşut bir atılım gerçekleştirebildiği gözlenir.
Buna neden, kuşkusuz dönemin yeni sanatsal arayışlarının her iki dalı da derinden ilgilendirmiş, her iki dal sanatçılarının da aynı platform üzerinde çabalarını yoğunlaştırmış olmalarıdır. Sanatçılarımızın her birini bağlayan aynı çağdaş koşullar sanatsal anlayışlarındaki ayrımı, özellikle 50'li yılların yoğun arayış ortamı içinde kapatmaya zorluyordu. Bundan sonra sanatçılar ister soyut, ister somut alana odaklansınlar, geleneksel yorumlamadan çok, plastik elemanlarla yüklü yeni bir anlayışa temelleneceklerdir. Anıtheykelciliğinin dar sınırları içinde daha çok teknik sorunlarla uğraşan heykeltraşlarımızı heykelin bağımsız plastiği içindeki sorunlar ilgi alanına çağırır olmuştu.
Bu yıllarda Koman, Bara, Müritoğlu, Gezer ve Çalık gibi sanatçılar gerek devlet bursu, gerekse kişisel olanaklarla yurtdışına gidebilmişler ve dünyada gelişen yeni olaylara karşı ilgisiz kalamamışlardır. Dış ülkelerden yurdumuza gelen yabancı sergi etkinliklerinin de ülkemiz sanatçılarına etkisi söz konusudur. Örneğin 1955'de İstanbul Şehir Galerisinde açılan Norbert Kricke'nin demir heykellerinden oluşan sergisi benzer sorunlarla uğraşan genç yetenek Kuzgun Acar'ın sorularına yanıt veriyordu.
1953'den sonra başlayan Anıt-Kabir çalışmalarında başarılı rölyef ve anıt heykelleri ortaya koyan heykeltraşların asıl önemli aşaması kuşku yoktur ki soyut ye soyutlama arayışları sonucunda çıkmıştır. Örneğin Hüseyin Gezer ilk soyutlamalarından olan "Efenin Aşkı" (1951) ile geo-metrik bir soyutlamaya yöneliyor, 1955'de devlet bursuyla gittiği Paris'ten yurda dönen ve burada soyut çalışmalarla uğraşan Koman, İstanbul'da açılan bir sergiye verdiği sökülüp, takılabilir, gezici "Dükkanı" ile serginin en ilgi çekici yapıtını ortaya koyuyor, kişisel heykel sergileri açılmaya başlıyor, Şadi Çalık burada bir kez daha önemle üzerinde durulması gereken "Minimumizm" adlı yapıtını 1957'de İstanbul Amerikan Haberler Merkezi'nde açılan bir grup sergisinde ilk kez gösteriyordu.
Şadi'nin tümüyle soyut bir yapıt olan Minimumizmi, 6 mm. çapında mat siyaha boyanmış, 1.20 cm. uzunluğunda ve üç çatılı bir kaide üzerine monte edilmiş bir inşaat demiriydi. Şadi bu heykeli o zaman Şişli'de Karemetal adlı bir madeni eşya atölyesinde yapmıştı. Bu üç çatallı kaide üzerinde uzayan demir çubuk, gerçek boşluğun bu anlamda vurgulanmasının ülkemizdeki ilk denemesi oluyordu ve kuşku yoktur ki ilk sergilendiği günden bu yana önemi giderek artmıştır.
Kuzgun Acar sınırsız yaratı yeteneğinin özgürlüğü içinde sadece heykel anlayışında değil, heykel malzemesinde de değişiklikler gerçekleştiriyordu. Geleneksel heykel malzemesi yerine gündelik ve sanat dışı sayılan araç-gereci heykele sokuyor ve daha sonra da dinamik bir üslup içinde temel çivileriyle boşluğun çizime dönüştürüldüğü demir heykellerinin yapımına koyuluyordu. Bildiğimiz gibi bu heykeller kendisine 1961'de Paris Gençler Bienali'nde heykel birincilik ödülünü kazandırmıştı. Böylece sanatçı gücünü uluslararası minderde kanıtlamış oluyordu.
Sanatçıların dış ülkelerde yapılan yarışma etkinliklerinde de başarılı sonuçlar aldığı gözlenir bu dönemlerde. 1953'de Londra Çağdaş Sanatlar Enstitüsü tarafından açılan "Bilinmeyen siyasi esir" için anıt yarışmasına katılan 57 ülke arasında Türkiye de bulunuyordu ve bu uluslararası yarışmaya gönderilen 3500 maket arasından ülke jurileri 200 anıt-maketini yarışmaya katılmak üzere seçmişlerdi. Bunların arasından yapılan elemede 80 ülkeden ikisini Çalık ve Müritoğlu'nun maketleri kazanıyordu. Gerek Türkiye'den, gerekse diğer ülkelerden yollanmış olan yapıtlarda göze çarpan ortak nokta soyut ve soyutlamaya yönelinmiş oluşuydu.
Soyut Heykel - Adnan Çoker
Cumhuriyet Dönemi'yle başlayan heykel sanatındaki büyük gelişim, Türk heykelinin kendini kanıtlamasına, heykeltraşlarımızın yeteneklerinin tanınmasına, yeni bir alan olan anıtheykelciliğinde teknik sorunlara değin açmazların çözümlenmesine olanak sağlamıştı. Başlangıcından bu döneme kadarki gelişimini çeşitli nedenlerle geç tamamlamış olan heykelin, özellikle 1945-50'lerde anıtheykelciliği dışında hızla açıldığı, konumunu değiştirerek resim sanatına koşut bir atılım gerçekleştirebildiği gözlenir.
Buna neden, kuşkusuz dönemin yeni sanatsal arayışlarının her iki dalı da derinden ilgilendirmiş, her iki dal sanatçılarının da aynı platform üzerinde çabalarını yoğunlaştırmış olmalarıdır. Sanatçılarımızın her birini bağlayan aynı çağdaş koşullar sanatsal anlayışlarındaki ayrımı, özellikle 50'li yılların yoğun arayış ortamı içinde kapatmaya zorluyordu. Bundan sonra sanatçılar ister soyut, ister somut alana odaklansınlar, geleneksel yorumlamadan çok, plastik elemanlarla yüklü yeni bir anlayışa temelleneceklerdir. Anıtheykelciliğinin dar sınırları içinde daha çok teknik sorunlarla uğraşan heykeltraşlarımızı heykelin bağımsız plastiği içindeki sorunlar ilgi alanına çağırır olmuştu.
Bu yıllarda Koman, Bara, Müritoğlu, Gezer ve Çalık gibi sanatçılar gerek devlet bursu, gerekse kişisel olanaklarla yurtdışına gidebilmişler ve dünyada gelişen yeni olaylara karşı ilgisiz kalamamışlardır. Dış ülkelerden yurdumuza gelen yabancı sergi etkinliklerinin de ülkemiz sanatçılarına etkisi söz konusudur. Örneğin 1955'de İstanbul Şehir Galerisinde açılan Norbert Kricke'nin demir heykellerinden oluşan sergisi benzer sorunlarla uğraşan genç yetenek Kuzgun Acar'ın sorularına yanıt veriyordu.
1953'den sonra başlayan Anıt-Kabir çalışmalarında başarılı rölyef ve anıt heykelleri ortaya koyan heykeltraşların asıl önemli aşaması kuşku yoktur ki soyut ye soyutlama arayışları sonucunda çıkmıştır. Örneğin Hüseyin Gezer ilk soyutlamalarından olan "Efenin Aşkı" (1951) ile geo-metrik bir soyutlamaya yöneliyor, 1955'de devlet bursuyla gittiği Paris'ten yurda dönen ve burada soyut çalışmalarla uğraşan Koman, İstanbul'da açılan bir sergiye verdiği sökülüp, takılabilir, gezici "Dükkanı" ile serginin en ilgi çekici yapıtını ortaya koyuyor, kişisel heykel sergileri açılmaya başlıyor, Şadi Çalık burada bir kez daha önemle üzerinde durulması gereken "Minimumizm" adlı yapıtını 1957'de İstanbul Amerikan Haberler Merkezi'nde açılan bir grup sergisinde ilk kez gösteriyordu.
Şadi'nin tümüyle soyut bir yapıt olan Minimumizmi, 6 mm. çapında mat siyaha boyanmış, 1.20 cm. uzunluğunda ve üç çatılı bir kaide üzerine monte edilmiş bir inşaat demiriydi. Şadi bu heykeli o zaman Şişli'de Karemetal adlı bir madeni eşya atölyesinde yapmıştı. Bu üç çatallı kaide üzerinde uzayan demir çubuk, gerçek boşluğun bu anlamda vurgulanmasının ülkemizdeki ilk denemesi oluyordu ve kuşku yoktur ki ilk sergilendiği günden bu yana önemi giderek artmıştır.
Kuzgun Acar sınırsız yaratı yeteneğinin özgürlüğü içinde sadece heykel anlayışında değil, heykel malzemesinde de değişiklikler gerçekleştiriyordu. Geleneksel heykel malzemesi yerine gündelik ve sanat dışı sayılan araç-gereci heykele sokuyor ve daha sonra da dinamik bir üslup içinde temel çivileriyle boşluğun çizime dönüştürüldüğü demir heykellerinin yapımına koyuluyordu. Bildiğimiz gibi bu heykeller kendisine 1961'de Paris Gençler Bienali'nde heykel birincilik ödülünü kazandırmıştı. Böylece sanatçı gücünü uluslararası minderde kanıtlamış oluyordu.
Sanatçıların dış ülkelerde yapılan yarışma etkinliklerinde de başarılı sonuçlar aldığı gözlenir bu dönemlerde. 1953'de Londra Çağdaş Sanatlar Enstitüsü tarafından açılan "Bilinmeyen siyasi esir" için anıt yarışmasına katılan 57 ülke arasında Türkiye de bulunuyordu ve bu uluslararası yarışmaya gönderilen 3500 maket arasından ülke jurileri 200 anıt-maketini yarışmaya katılmak üzere seçmişlerdi. Bunların arasından yapılan elemede 80 ülkeden ikisini Çalık ve Müritoğlu'nun maketleri kazanıyordu. Gerek Türkiye'den, gerekse diğer ülkelerden yollanmış olan yapıtlarda göze çarpan ortak nokta soyut ve soyutlamaya yönelinmiş oluşuydu.