suç ve ceza kavramları!!!

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
suç ve ceza kavramları!!!
GİRİŞ

Bir suçtan söz edebilmemiz için her şeyden önce bir hareket icra edilecektir. Bu fiil tabii anlamda gözle görülebilen bir hareket, bir değişiklik olabileceği gibi aynı zamanda hissedilebilen, görülebilen, duyulabilen ve hem de hissedilebilen bir değişiklik de olabilir. Demek ki suçun varlığı için her şeyden önce dünyada meydana gelen bir değişiklik olmalıdır. Eğer dünyada bir değişiklik yok ise cezalandırılan bir hareket yoktur. Aksi halde kişinin düşüncesi cezalandırılmış olurdu. Oysa kişinin düşüncesi Roma Hukukundan beri cezalandırıl-mamaktadır.



SUÇUN TANIMI

Suç, kanunun cezalandırdığı eylemdir. Suç işleyen kimseye ceza verilir. Suç kavramının ne olduğu, onu meydana getiren genel unsurlarla incelenir. Kanun koyucunun toplum düzenini sağlamak amacıyla bir takım kurallar koyduğu, bu kuralların fertler tarafından ihlal edilmesi halinde ortaya suçun çıktığı ve suç teşkil eden eylemin karşılığında bir yaptırımın konulduğu bilinmektedir. Bu anlamda kanunun cezalandırdığı eyleme suç dendiği görülür. Bir eylemin suç vasfını alabilmesi için aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenecek olan genel unsurların oluşması gerekir. Kanun suç teşkil eden eylemlerin özel unsurlarını da belirtmiştir. Bununla beraber aynı madde içerisinde cezalar da belirtilmiştir.

Sonuç olarak; suçtan söz edebilmek için kanundaki özel olarak düzenlenmiş suç tanımının genel unsurlarla birlikte oluşmuş olması gerekir. Suçu aşağıdaki gibi tanımlayabiliriz :

Suç, isnat kabiliyetine sahip bir kişinin kusurlu iradesinin yarattığı icrai veya ihmali bir hareketin meydana getirdiği, kanunda yazılı tarife uygun, hukuka aykırı ve yaptırım olarak bir cezanın uygulanmasını gerektiren bir eylemdir.



SUÇUN HUKUKİ KONUSU

Her suçta bir fail ve hukuki bir konu vardır. Suçun hukuki konusu, suç tarafından ihlal edilen hukuki varlık veya çıkardır; başka bir deyişle suçun hukuki konusu, bir eylemi suç haline getirmekle korunan hak ya da yarardan ibarettir.

Suçun hukuki konusunu oluşturan yani suç tarafından ihlal edilen varlık veya çıkarlar bireylere, topluma ve devlete ait olabilir; dolayısıyla bireysel, toplumsal veya kamusal bir nitelik taşıyabilirler.

Bu varlık veya çıkarlar maddi veya manevi nitelikte olabilir. Bu nedenle suçun hukuki konusu, suçun maddi konusundan farklı bir kavramdır. Bu konu, suçun üzerinde işlendiği kişi veya eşyadır, başka bir deyişle sadece maddi veya fizik yapıya sahip olan varlıklar suçun maddi konusunu, oluşturabilir. Örneğin hırsızlıkta, adam öldürmede, müessir fiilde, ölünün cesedine hakarette, suçun maddi konusu sırasıyla taşınır mal, insan vücudu ve cesettir. Suçun hukuki konusu ise, yine sırasıyla zilyetlik, hayat, fiziki bütünlük ve ölülere saygı duygusudur.

Belirtmek gerekir ki suçun, maddi konusu, suçun üzerinde işlendiği her kişi veya eşya değil, suçu öngören normda belirtilen kişi veya eşyadır.



SUÇUN FAİLİ

Her suçun bir faili vardır. Suç, bir devletin ülke sınırları içerisinde yaşayanlara yüklediği bir emrin ihlali olduğuna göre, insan tarafından işlenmeyen bir suç düşünülemez. Ceza hukuku anlamında hukuka aykırı eylemi işleyen kişi suçun failidir.

Kanunlarda öngörülen suçların büyük bir çoğunluğu herhangi bir kişi tarafından işlenebilirken, bazı suçlar ancak belirli kişiler tarafından işlenebilmektedir. Kanun suçun varlığı için bazı hallerde failin belirli bir hukuki veya fiili durumda bulunmasını şart koşmaktadır. Örneğin, TCK.'nun 202nci maddesindeki "zimmet" suçunun varlığı için failin memur olması, 200ncü maddesindeki "sırrın dokunulmazlığını ihlal" suçunun varlığı için failin PTT. memuru olması gerekir.



SUÇUN MAĞDURU

Her suçun bir mağduru vardır. Ceza hukuku da dahil tüm hukuk kuralları bir kişiden kaynaklanan ve başka bir kişinin çıkarlarını etkileyen hukuka uygun veya aykırı davranışları düzenler. Bir kişinin kendisine yönelik suç işlemesi söz konusu değildir. Bu nedenle, örneğin kendi kendini sakatlama veya kendi malını tahrip etme eylemleri sadece işleyeni etkiledikleri sürece suç sayılmaz. Çünkü, söz konusu eylemler başka kişilere yansımaz. Bununla beraber, bir kişinin kendisini askerliğe yaramayacak hale getirmesi (As.Ceza K.md.79) ve "felakete karşı aktedilmis bir sigorta bedelini almak amacıyla kendisine ait malı tahrip etmesi" suç sayılmıştır (TCK.md. 504). Çünkü, eylem birinci durumda kişinin askerlik hizmeti yapmasına ilişkin devlet çıkarına, ikinci durumda ise sigorta şirketinin mal varlığına ilişkin çıkarlarına zarar vermektedir.

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi mağdur, suçu oluşturan eylemden doğrudan etkilenen kişi veya kişilerdir. Bir başka deyişle mağdur, ceza normu tarafından korunan ve suç tarafından ihlal edilen yani suçun hukuki konusunu oluşturan hukuki varlık veya çıkarların sahibidir.



SUÇLARIN AYRIMI VE CEZALAR

Suçlar : Suç çeşitli gruplara ayrılabilen bir bütündür ve çeşitli ayrımlara tabi tutulabilir. Suçlar cezaların türüne göre;

a. Cürümler,

b. Kabahatler olarak ikiye ayrılır (TCK.md.1, fıkra:2)

a. Cürüm :

Cürümler nitelik olarak kötü bir niyetle işlenen, bireylerin ve toplumun hukukunu doğrudan doğruya ve ağır bir şekilde ihlal eden suçlardır. Bunlar kanunun;

(1) İdam,

(2) Ağır hapis (Müebbet ve geçici, geçici olan 1-24 yıl arasında değişir),

(3) Hapis (7 günden-20 yıla kadar),

(4) Ağır para cezası,

(5) Kamu hizmetlerinden yasaklılık, cezası ile cezalandırdığı eylemlerdir.

b. Kabahat :

Kabahatten nitelikli olarak kendilerinde kötü bir niyet bulunmayan kişilerce yapılan, bireylere ve topluma hafif zarar veren suçlardır. Kabahat türünden eylemler, birey ve toplumun muhtemel olan zararlarının önüne geçmek ve düzeni sağlamak için suç sayılmışlardır. Kabahatler, kanunun :

(1) Hafif hapis cezası,

(2) Hafif para cezası,

(3) Belirli bir meslek ve sanatın tatili cezası ile cezalandırdığı eylemlerdir.

Cürümlerde kasdın bulunmaması cezayı kaldırır. Ancak taksirli bir fiilden dolayı yasaların cezalandırdığı eylemler istisnadır. Kabahatlerde cezalandırmanın yapılması kasdın varlığını gerektirmez. Yani failin eylemini bilerek ve isteyerek işlediğini kanıtlamaya gerek yoktur.(TCK.md.45)

Bir suçun cürüm veya kabahat olup olmadığı belirlenirken o suça TCK.da karşılık olarak konan cezaya bakılır. Eylemin karşılığında cürüm cezaları varsa o suç cürüm, kabahat cezaları varsa o suç kabahat türünden bir suçtur.



SUÇ DIŞINDA KALAN HUKUKA AYKIRI EYLEMLER

Toplum düzenini bozan hareketler sadece ceza kanunlarında yer alan suçlar değildir. Ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmamalarına rağmen toplum düzenini bozan, toplumsal disipline zarar veren eylemler çoktur. Haksız eylemler ile idare tarafından idari kararlarla yaptırım uygulanan bu tür eylemlere “suç dışında kalan hukuka aykırı eylemler” adı verilir. Bu eylemler dört ana başlık altında toplanabilir:

a. Haksız eylemler :

Hukuka aykırı olarak başkasına zarar veren her türlü eylemdir. Eylemi yapan kişiye borç doğurur, kişisel zararlara neden olur. Kasten ve taksirle işlenebilir. Haksız eylemden zarar gören kişinin tazminat isteme hakkı doğar. Borçlar Kanunu mad. 41 haksız eylemleri tanımlamıştır.

b. Disiplin suçları :

Toplumun genelini ilgilendirmeyen, belirli bir durumda olan ve belli bir topluluğa bağlı olan kişiler tarafından işlenebilen suçlardır. Disiplin suçunu işleyen kişilere disiplin cezası verilir (İhtar,tevbih, maaş kesme, oda hapsi vb).

c. Kolluk önlemlerini gerektiren eylemler :

Kolluğun hukuk düzenini koruyacak idari önlemleri almasını gerektiren eylemlerdir. Örneğin yasa, halka açık yerlerin gece belirli bir saatte kapatılması kuralını koyar. Bu tür işyerini belirtilen saatte kapatmayan ilgilinin hareketi, kolluk önlemlerini gerektiren bir eylemdir. Bu eylemlerin cezası idaridir. Böyle bir yerin mülki amir onayıyla kapatılması idari bir cezadır.

d. Vergi cezalarını gerektiren eylemler :

Devletin veya kamu idaresinin gelir kaynaklarına zarar veren veya vereceği düşünülen hareketlerdir. Bu eylemlerin yaptırımı, mali niteliktedir. Örneğin vergi beyannamesinin usulsüz doldurulması bu tür bir eylem, bu usulsüzlüğe vergi dairesinin uyguladığı para cezası bu eylemin yaptırımıdır.



SUÇUN GENEL UNSURLARI

Suçun genel unsuru bir eylemi suç haline getiren özelliklerin neler olduğunu belirlemeye ve onu diğer hukuka aykırı eylemlerden ayırmaya yarar.

Organik bir bütün olduğu için, suçu gerçek anlamda parçalara bölmek olası değildir. Ancak, anlaşılması için fikri bir incelemeye tabi tutulması zorunludur. Bu inceleme sonucunda, suç birtakım esaslara bölünebilir. Dolayısıyla suç, bu esasların bütünlüğünden oluşan hukuksal bir olaydır.

Bu esaslardan bir kısmı nitelik olarak kurucu yani asli, diğer bir kısmı ise ikincil esaslardır. Kurucu esaslar (unsurların) olmaması halinde eylemin suç niteliği oluşmaz. İkincil esasların yokluğu suçun oluşumuna engel değildir. İkincil esaslar, suçun meydana gelip gelmemesi yönünden değil, meydana gelen suçun ağır ya da hafif olarak nitelendirilmesi yönünden değer taşırlar. Bu esaslara "Suça etki eden nedenler" adı verilir.

Suçun Genel Unsurları:

(1) Kanuni unsur : Suçta kanunilik prensibinin zorunlu bir sonucu olarak eylemin kanunda belirtilen tanıma uygun olması gerekir. Eylem, ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda suç olarak tanımlanmamışsa suç niteliği taşımaz.

(2) Maddi unsur : Bu unsurun gerçekleşebilmesi için dışa yansıyan bir eylemin bulunması zorunludur. Bu eylem olumlu ya da olumsuz nitelik taşıyabilir. Eylemin fikir ve düşünce aşamasında kalması durumunda suç oluşmaz. Maddi unsur hareketi (olumlu ya da olumsuz), hareketten doğan sonucu ve bu hareket ile sonuç arasındaki nedensellik bağını kapsar .

(3) Manevi Unsur : Eylemin istemli olma özelliğidir. Burada söz konusu olan kusurlu bir iradedir. Failin kusurlu bir biçimde hareket ettiğini söyleyebilmek için, her şeyden önce kendisinin anlama ve isteme yeteneklerine sahip olması, ayrıca iradesinin de kusurlu olması gerekmektedir.

(4) Hukuka Aykırılık : Eylem ile hukuk düzeni arasında bir çelişkinin varlığı da suçun oluşumu için zorunludur. Yapılan bir eylem, ceza yasalarındaki suç tanımlarından birine uysa bile, ceza hukukunun başka kuralları ya da diğer özel ve kamu hukuku kuralları yapılmasına izin veriyorsa veya haklı sayıyorsa, eylem hukuka uygundur.

Eylemin bir suç oluşturması için, yukarıda belirtilen dört genel kurucu unsurun gerçekleşmesi zorunludur. Aksi takdirde eylem suç teşkil etmez.



SUÇUN KANUNİ (SUÇUN KALIBI) UNSURU

Suçun kanunilik unsurundan anlaşılması gereken öncelikle somut olarak meydana gelen olayın ceza kanununun bir maddesinde belirtilmiş bulunan tarife uygunluğudur. Kısaca bir eylemin kanunda suç olarak tarif edilmiş olmasıdır. Bu durum "Suçların kanuniliği" ilkesi ile de doğrudan ilgilidir. Bir eylem kanunda suç olarak belirtilmedikçe toplum açısından ne tür bir tehlike olursa olsun fail cezalandırılamaz, bunun için mutlaka söz konusu hareketin suç olarak kanunda belirtilmiş olması gerekir. Bu belirtme cezalandırılma için gerekli olan bütün vasıfları kapsamalıdır. Yalnızca eylemin adının belirtilmesi yeterli olmaz. Örneğin "Hırsızlık yapan kişi cezalandırılır" demek yeterli değildir, hırsızlığın oluşabilmesi için gerekli bulunan hareketler özellikle açıklanmalıdır. Ancak bu tanıma uygun olan bir hareket hırsızlık olarak kabul edilebilecek ve cezalandırılabilecektir. Bu durumda meydana gelen bir hareketin hırsızlık olup olmadığı, bu hareketin kanunda önceden yapılmış hırsızlık tanımına uyup uymadığının tespiti ile anlaşılacaktır. Bir örnek ile şöyle açıklayabiliriz.

Kanundaki hırsızlık tanımının özel unsurları :

a. Başkasının,

b..Taşınabilir bir malını,

c. Rızası olmaksızın,

ç. Faydalanmak amacıyla,

d. Bulunduğu yerden almak,

Yukarıda sıralı bulunan özel unsurlar TCK’ nun hırsızlıkla ilgili 491nci maddesinden alınmıştır. Bu tanım herhangi bir olaydan önce, kanun tarafından belirlenmiştir. Bir olaya hırsızlık iddiası ile ilgili makamlar el koyduğunda o olayla ilgili bilgiler toplanarak yukarıda belirtilen unsurların her birine uyup uymadığı belirlenecektir. Bunun sonucunda olay bu tarife uyuyorsa eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğundan söz edilebilecektir. Yargılamanın da basit olarak bu faktörlerin somut olayda varlığının tespiti olduğunu söyleyebiliriz.

Kolluk el koyduğu bir olayın delillerini toplarken o olayla ilgili olan kanun maddesini bulmalı, bu maddenin özel unsurlarını yukarıdaki gibi tespit etmeli ve bu faktörlerin varlığını ya da yokluğunu anlamamızda işe yarayacak hususları bulmaya çalışmalıdır. Gerek ifade gerekse diğer tutanaklarda da bunların tespiti amaç olmalıdır.

Sonuç olarak kanunilik unsuru; işlenen eylemin kanuni bir tarife tam olarak uygunluğudur diyebiliriz.



SUÇUN MADDİ UNSURU

a. Hareket :

(1) Hareketin anlamı ve halleri : Hareketsiz suç yoktur. Hukuk dilinde eylem terimi de hareket yerine kullanılır.

Hareket, önce de açıklandığı gibi, duygu ve düşüncenin bedene yansıması, bedendeki belirişidir. Hoşumuza giden bir yazıyı okuduğumuz zaman gülümseriz. Gülümseme yüz kaslarının hareketidir. Şoför, yoldaki adama çarpmamak için direksiyonu kırar, arabayı yolun boş yönüne alır. Çarpmama düşüncesinin bedendeki belirişi, direksiyonu kırma hareketidir.

Her hareket ceza hukukunu ilgilendirmez. Ceza hukukunda hareketin, bir amaca, bir suça yönelmiş olması gerekir. Yıldırımın düşmesi ölüme neden olabilecek bir harekettir, ama ceza hukuku açısından hareket değildir. Buna karşın; silahı dolduran, pusuya yatan, ateş eden kişinin hareketi, bilincinin yöneldiği belli bir sonucu, "öldürmeyi" amaçlamıştır. Ceza hukukunun konusu olan hareket budur.

(2) Hareket, "yapma" ya da "yapmama" şeklinde olabilir; başka bir oluş imkanı yoktur. Yapma, bir şey yapmaktır. Vurmak, kırmak, almak vb.

Hareketin öteki hali "yapmama"dır; durmak, bir şey yapmamaktır. İnsan davranışının bir hali de budur. Durağan halde, duygu ve düşüncenin bedene yansımasıdır. Ancak bu yansıma kasları harekete getiren bir etki değil, tersine durduran bir etkidir ve bu niteliği ile davranıştır. Her "yapmama" şüphesiz hukuk düzenini ilgilendirmez. Düzenin "yap" dediğini yapmamak, ihmal etmek suçtur. İhmal suçları, bu anlamda yapmama halinden doğan suçlardır. Yapmama hali hukuk düzenini bozduğu için, hukuk dilinde "hareket" olarak nitelenmektedir. Gerçekte yapmama, insanın içinde (ruhunda) kalan psikolojik bir oluştur, dışa vuran bir hareket olarak belirmez, ama hukuksal sonuç doğurduğu için hareket sayılır.

Bu açıklamaya göre; suç olan hareket, yapma (icra) veya yapmama (ihmal) biçimindedir.

Bir suç, tek ya da birkaç hareketten oluşur. Bir kurşunla adam öldürme suçunda hareket tektir. Birçok darbelerle gerçekleşen dövme suçunda, birçok hareket tek hareket olarak değerlendirilir. Çünkü, tek suç kastı (dövme kastı) birkaç hareketle gerçekleştirilmektedir.

Bazı suçlarda, suçun kanuni unsurunda tarif edilen hareketlerden herhangi birisinin yapılması ile suç oluşmaktadır. (Seçimlik hareketli suçlar)

Örneğin güveni kötüye kullanma (emniyeti suiistimal) suçun kanuni tarifinde (TCK. md.508) birkaç hareket biçimi sayılmıştır: Bir kişi geri vermek veya belli bir biçimde kullanmak üzere aldığı şeyi satarsa, rehin verirse, kullanır ve tüketirse, gizler ve inkar ederse, değiştirir ve çevirirse (bozar ve değiştirirse) güveni kötüye kullanmış olur.

Burada görüldüğü gibi, seçimlik hareketli suçun oluşması için, hareketlerden birinin işlenmesi gerekli ve yeterlidir. Örneğin, bir kişi aldığı bir şeyi harcarsa , tüketirse veya satarsa suç işlenmiştir.

Sahte özel evrak düzenleyen ve kullanan fail cezalandırılır(TCK.md.345). Bir kişi sahte bir banka teminat mektubu (özel evrak) düzenliyor ve ihbar üzerine yakalanıyor. Bu durumda suç henüz oluşmamıştır. Suçun oluşması için suçun kanuni tanımında yazılı iki hareketin yapılması gerekir. Hareketlerden birisi evrak düzenlemek, diğeri ise bu evrakı kullanmaktır. Sahtekarlığı yapan kişi düzenlediği evrakı kullansaydı suç gerçekleşirdi.

b. Sonuç :

Her hareketin bir sonucu vardır. Maddi olmadığı ya da gözle görülmediği için sonuç yok sanılabilir. Bu yanıltıcıdır. Sonuçsuz hareket olmaz. Sonuç, hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliktir. Bu değişiklik suçun kanuni tanımına uygunsa, ceza hukuku bakımından sonuçtur. Bu anlamda bir sonuç yoksa ortada suç da yoktur. Dış dünyadaki değişikliğin her zaman maddi olması gerekmez. Acı, öfke, onur kırıklığı vb. haller de dış dünyadaki değişikliklerdir. Bir sövme hareketinin sonucu, kendisine sövülen kişinin, kişilik haklarının ihlalidir.

c. Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağlantısı :

Failin sorumluluğu için, hareketi ile hareketinin sonucu arasında bir neden-sonuç bağlantısı bulunmalıdır. Başka bir deyişle sonuç hareketten ileri gelmiş olmalıdır. Nedensellik bağlantısı yoksa sonuç faile yüklenmez.

d. Nedensellik Bağlantısının Kesilmesi :

Eylem ile sonuç arasında nedensellik bağlantısı kesilince, sorumluluk artık faile yüklenemez. Değişik bir çok neden bağlantıyı kesebilir.

Örnek 1 : A, B’ yi yaralıyor. B basit ve tehlikesiz bir ameliyata razı olmadığı için, kaptığı tetanos mikrobundan ölüyor. Burada A'nın eylemi ile B'nin ölümü arasında nedensellik bağlantısı kesilmiştir. A, öldürmeden değil, yaralamadan sorumludur.

Örnek 2 : A, B'nin yaralanmasına neden olur. Yara öldürücü değildir. Hastaneye kaldırılan B, serum verilmediği için tetanostan ölüyor. Yargıtay'a göre yaralayan A'nın hareketi ile ölüm arasında nedensellik bağlantısı yoktur. Hastane görevlilerinin ihmali (kusurlu hareketi) nedensellik bağlantısını kesmiştir.

görüldüğü gibi, birinci örnekte mağdurun, ikinci örnekte üçüncü kişinin (hastane görevlisinin) hareketiyle nedensellik bağlantısı kesildiğinden, sonucu faile yükleme olanağı kalmamıştır.



SUÇA TEŞEBBÜS KAVRAMI

Hareketin yapılmasından sonra sonuç meydana gelmişse suç oluşmuştur ve faile işlediği suça uygun ceza verilir. Bazı durumlarda ise, eylemin icrasına başlanmasına rağmen failin hedeflediği sonuç oluşmaz. Bu durumda faile bu suçun cezası verilemez; ancak, fail cezasız da kalmaz. Teşebbüs Kurumu, suç işleme kastıyla harekete geçilmesine rağmen bitmemiş, yarım kalmış suçların ayırımı ile bu suçlara verilecek cezaları kapsar.

Teşebbüs, bir cürüm işleme kastıyla ve elverişli vasıtalarla icra hareketine başlayan bir kişinin elinde olmayan engel nedenlerle icra hareketini bitirememesi (Eksik teşebbüs TCK.md.61) veya icra hareketini bitirmesine rağmen elinde olmayan engel nedenlerle sonucun meydana gelmemesi halidir (Tam teşebbüs TCK.md.62).



SUÇA TEŞEBBÜSÜN KOŞULLARI

Bir suç işlemek için harekete başlayan bir kişiye teşebbüs nedeniyle ceza verilebilmesi için aşağıdaki koşulların varlığı aranır:

a. Kastın varlığı koşulu :

Kasıt sadece cürümlerde arandığı için, kişi bir cürüm işleme kastıyla hareket etmelidir. Kabahat türünden suçlarda kasıt aranmadığı için, kabahate teşebbüs suç oluşturmaz. Taksirle cürüme teşebbüs durumunda da fail suça teşebbüsten cezalandırılmaz. Yasa, bir kişinin suça teşebbüsten cezalandırılabilmesi için, suçun cürüm olmasını ve suça kasıtla başlanılmasını bir koşul olarak aramıştır. Örneğin, adam öldürmek bir cürümdür. Ancak birisini kasıtla (bilerek ve isteyerek) öldürmek için icraya başlayan fakat suçu teşebbüs derecesinde kalan bir kişi adam öldürmeye teşebbüsten cezalandırılacaktır.

Taksirle (dikkatsizlik, tedbirsizlik) hareket eden; ancak öldürme olayı teşebbüs halinde kalan bir kişi de cezalandırılmayacaktır. Örneğin, bir avcının arkadaşını av hayvanı sanarak ateş etmesi fakat vuramaması halinde, avcıya adam öldürmeye teşebbüsten ceza verilmeyecektir.

b. Suça elverişli araç kullanma koşulu :

Suçta kullanılan araç, işlenecek suçu gerçekleştirmeye elverişli (yetecek durumda) olmalıdır. Elverişli araç mutlaka elde edilmiş bir silah, bir bıçak olmayabilir. Suçu meydana getirebilecek her türlü malzeme elverişli araç sayılır. Örneğin güçlü, kuvvetli bir kişinin zayıf, kuvvetsiz bir kişiyi elleriyle boğmaya kalkması halinde, kolları ve elleri elverişli birer araç sayılır. Aynı malzeme, bazı olaylarda elverişli, bazı olaylarda ise sonuca ulaşılması için elverişsiz araç olarak nitelendirilebilir.

Örneğin, bir kişinin şeker hastası bir kişiye fazla şeker yedirerek öldürmeye teşebbüs etmesi halinde, şeker elverişli bir araçtır. Aynı şeker, sağlıklı bir kişiye öldürme kastıyla verilse bile elverişsiz bir araçtır. Araç, kastedilen sonucu meydana getirebildiği ölçüde elverişli olarak nitelenebilir. Aracın elverişli olduğu saptandıktan sonra, sonucu meydana getirmekte yetersiz kalması önem taşımaz. Örneğin, barutun rutubetli olması nedeniyle ateş almaması halinde, teşebbüsün varlığı kabul edilir. Zehir miktarının az konulması veya zehirlenen kişinin bünyesinin kuvvetli olması nedeniyle cinayetin gerçekleşmemesi halinde, fail teşebbüsten cezalandırılır.

c. İcraya başlama koşulu :

Bir suça hazırlık hareketleri (hareketler ayrıca bir suç oluşturursa, o suçun cezası verilir) cezalandırılmaz; ancak suçun icrasına başlayan hareketler cezalandırılır. Örneğin, bir kişinin hırsızlık amacıyla anahtar yaptırması suça hazırlıktır ve ceza verilmez. Ancak, bu anahtarı hırsızlık yapmak istediği evin kapısının kilidine soktuğu anda yakalanması halinde, icra hareketine başlanılmıştır ve fail suça teşebbüsten cezalandırılır. Hazırlık hareketlerinin ne zaman bittiği, icra hareketinin ne zaman başladığı, olayın ve durumun özelliğine göre ayrıca değerlendirme yapılarak tespit edilir. Failin hareketlerinin sonucu yaratmaya yetecek düzeyde olması halinde, yapılan hareketin icra hareketi olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Bazı eylemlerin hazırlık hareketlerinin cezalandırıldığı görülmektedir. Ancak, hazırlık hareketleri yasanın açıkça öngördüğü durumlarda cezalandırılabilir. Örneğin, patlayıcı maddelerle ileride suç işlenmesi halinde, paralarda yapılan sahtekarlık fiillerinde, suç işlemeye alenen tahrik, suç işlemek için teşekkül oluşturma ve vatana ihanet gibi suçlarda hazırlık hareketleri cezalandırılmaktadır.

d. İcra hareketlerinin bitmemesi veya bitmesine karşın sonucun failin elinde olmayan (isteği dışında) engel nedenler yüzünden meydana gelmemesi:

İcra hareketleri devam ederken, failin isteği dışında ortaya çıkan birtakım engel nedenler yüzünden icra hareketlerinin tamamlanamaması durumunda, fail işlemek istediği suça eksik teşebbüsten, icra hareketleri bitmiş ancak elinde olmayan bir nedenle sonuç gerçekleşmemişse, suça tam teşebbüsten sorumlu olur. Eksik teşebbüsten failin isteği ile vazgeçmesine "gönüllü vazgeçme"; tam teşebbüsten isteği ile vazgeçmesine "faal nedamet (pişmanlık)" denir. Gönüllü vazgeçmede, failin icra hareketlerine başlamadan eylemine son vermesi bir cezasızlık nedenidir. Ancak icraya başlamadan önceki eylemleri suç oluşturuyorsa sadece bu eylemden dolayı cezalandırılır. Yoksa işlemeyi kastettiği suçtan cezalandırılmaz. Eksik teşebbüste ve faal nedamet (gönüllü pişmanlık) halinde faile ceza verilir. Ancak bu cezalar yasada belirtilen oranda indirilir.

Örneğin, adam öldürmek isteyen bir kişi ateş etmek üzere iken güvenlik kuvvetlerince yakalanırsa adam öldürmeye eksik teşebbüsten, ateş ederek vuramaması halinde adam öldürmeye tam teşebbüsten sorumludur.


HUKUKA AYKIRILIK UNSURU

Hukuka aykırılık, bir hareketin hukuk düzeniyle çelişmesidir. Hukuk düzeni, yürürlükte olan hukuk kurallarının kurumlaştığı düzendir. Bu kurallardan herhangi biriyle çatışan hareket hukuka aykırıdır. Ancak, her hukuka aykırı hareket suç değildir. Suç olması için, ceza kanunlarındaki suç kalıplarından birine uyması da gerekmektedir.

Hukuk düzeni, hukuka aykırılığı kaldıran nedenleri de öngörmüştür. Bu nedenlerden biri varsa hukuka aykırı eylem, bir suç kalıbına uygun olsa bile, hukuka aykırı ve suç olmaktan çıkar. Hukuka aykırılığı kaldıran neden, suç olan eylemi hukuka uygun bir eyleme dönüştürür. Hukuka aykırılığı kaldıran nedenler bir başka deyişle "hukuka uygunluk nedenleri" dir. Her hukuka uygunluk nedeni bir gerekçeye dayanır.

Hukuka uygunluk nedenleri, kanunlarda açıkça belirtilmiştir ya da doktrin ve mahkeme içtihatlarında işlenerek ortaya konulmuştur. Bu nedenlerin tümü ceza kanununda yazılı değildir. Diğer kanunlarda da hukuka uygunluk nedenleri bulunabilir. Bunlar da eylemi suç olmaktan çıkarır. Çünkü, belli bir hukuk düzeni içinde bir kanunun uygun gördüğü bir eylemi başka bir kanun cezalandırmaz.

Çok eskiden beri bilinen hukuka uygunluk nedenleri TCK’ nun 49 ncu maddesinde düzenlenmiştir. Aşağıda açıklanacak ilk dört neden bunlardır.



HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİ

a. Kanunun bir hükmünü yerine getirmek :

Kanunun hükmünü yerine getirmek, bu işle görevli kişinin ödevidir. Görev kanundan doğar. Kanun kavramı burada geniş anlamda düşünülmelidir. Kanunlara aykırı olmayan tüzük ve yönetmelik de bir kişiyi görevlendirmiş olabilir. Görevli olmayan bir kişinin, kanunun hükmünü yerine getirme yetkisi yoktur.

Örneğin, icra memuru haciz işlemi için bir konuta girebilir. Bu, İcra ve İflas Kanunu’ndan doğan bir ödevin gereğidir. İcra memuru sıfat ve yetkisini taşımayan bir kişinin haciz amacıyla konuta girmesi suçtur. Bunun gibi, silah kullanma belli kişilere (polise, askere, jandarmaya) belli şartlar altında tanınmış bir yetkidir. Bu kişiler dışında bir başkasının silah kullanması hukuka aykırıdır.

CMUK’ nun 127nci maddesinde yer alan "suçüstü halinde suç isleyen kişileri geçici olarak herkesin yakalama yetkisi" kanunun bir hükmünü yerine getirmeye önemli bir örnektir.

b. Yetkili merciin emrini yerine getirmek :

Yetkili merciin emrini görev gereği yerine getirmek de bir hukuka uygunluk nedenidir. Örneğin polis, hakimin tutuklama emrini veya arama kararını yerine getirirse, kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma(TCK.md.179) veya konut dokunulmazlığını bozma(TCK.md.193) suçunu işlemiş olmaz. Böyle bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı için, emrin kanuna göre yetkili merciden verilmiş olması, yerine getiren memurun bu işle görevli bulunması gerekir.

Emri veren merciin emri kanuna uygun değilse memur böyle bir emri yerine getirebilir mi? Bu, kanunsuz emir sorunudur.

Kanunsuz emir:

Emir konusu yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Bilindiği gibi emir; hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair suretle ifadesi olarak tanımlanır. Buna rağmen amirin emrinin konusu olan talep şu özellikleri içeriyor olabilir:

(1) Amirin talebi hizmete ilişkin olmayabilir.

(2) Amir böyle bir talepte bulunmaya yetkili olmayabilir.

(3) Talep hukuka uygun olmayabilir.

(4) Talep konusu açıkça suç teşkil edebilir.

Bu tür sakatlıkları olan emir kanunsuz emirdir.

Kanunsuz emir konusunda temel düzenleme 1982 Anayasasının 137nci maddesidir. Bu maddenin getirdiği düzenleme şu şekildedir:

"Madde 137-Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.

Konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.

Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır."

TC. Anayasasının bu düzenlemesi karşısında konuyla ilgili olarak As.Ceza Kanunu'nun 41nci maddesi; hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse, bu suçun işlenmesinden emir verenin sorumlu olduğunu belirtmektedir. Ancak şu hallerde emri yerine getiren asta da ceza verileceği öngörülmüştür.

(a) Ast kendisine verilen emrin hududunu aşmış ise,

(b) Amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiille ilgili olduğu ast tarafından bilinmekte ise astın da sorumlu olacağı açıklanmıştır. Buradaki düzenlemenin dışında İç Hizmet Yönetmeliği’nin 33ncü maddesi emirle ilgili olarak İç Hizmet Kanunu'nun 8 ve 16ncı maddelerine dayanılarak bir düzenleme getirmiş ve Askeri Ceza Kanunu'nun yukarıda belirtilen maddesine de yollamada (atıfta) bulunmuştur.

Sonuç olarak; ast aldığı emri kanun ve nizama uygun olmasa bile yerine getirir ve ondan sonra şikayet edebilir. Emrin bir suç olduğu ast tarafından bilinmekte ise emir ifa edilmez, en kısa yoldan bir derece üst amire bildirilir.

Yukarıda belirtilen durumlardan 1-2-3 numaralı hallerde emri alan ast emri yerine getirecek, bu hallerdeki durumda daha sonra bir üst amire şikayette bulunabilecektir.

4 numaralı durumda ise ast bu durumun suç olduğunu kendisi de bilmekte ise emri yerine getirdiğinde amirle birlikte sorumlu olacaktır.

c. Meşru Müdafaa (Haklı Savunma) :

Türk Ceza Kanunu’nu Meşru Müdafaa Kurumunu 49ncu maddesinin 2nci fıkrasında düzenlemiştir. Buna göre; "Gerek kendisinin, gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu derhal uzaklaştırma zaruretinin sebep olduğu mecburiyetle ... işlenen eylemlerden dolayı faile ceza verilemez."

Meşru müdafaa hukuka uygunluk nedenlerinin en eskisidir. Günümüzde bu kurumu kabul etmeyen hukuk düzeni yok gibidir.

Hukuki Esası : Meşru müdafaa halinde işlenen eylem hukuka uygundur. Bunun nedeni hukuk düzeninin kendi koruduğu hakkın çiğnenmesine, yok edilmesine izin vermeyeceği düşüncesidir. Hukuk düzeni; bizzat varlığını haksızlıkların ortadan kaldırılmasında, adaletin sağlanmasında bulur. Kişiler tarafından bu tür haksızlıkları yok etmek için yapılan hareketleri de bu nedenle cezalandırmaz.

Her canlı kendisine karşı yapılan saldırılara karşı koymak içgüdüsüne sahiptir. İnsan da bir canlı olmak sıfatıyla kendisine ve hem cinsine yapılan saldırılara karşı koymak içgüdüsüne sahiptir.

Kendisine karşı yapılan bir saldırıyı uzaklaştıran kişinin eylemi hukuk düzenine aykırı olmadığı gibi; ahlak bakımından ayıplanmayan ve aynı zamanda toplumun savunulmasını sağlayan bir davranıştır. Bu nedenle hukuka uygundur.

Meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi yani haklı olabilmesi için saldırıya ilişkin koşullarla, savunmaya ilişkin koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Saldırıya ilişkin koşullar; saldırının haksız ve kişiyi ilgilendiren bir hakka yönelik olması ve halen var olmasıdır. Savunmaya ilişkin koşullar ise; savunmada zorunluluk bulunması ve savunma ile saldırı arasında bir oranın bulunmasıdır. Şimdi bu özellikleri kısaca inceleyelim:

(1) Saldırıya İlişkin Koşullar :

(a) Saldırının Haksız Olması Koşulu :

Saldırının haksız sayılabilmesi için ceza hukukuna göre; bir suç oluşturmasına gerek olmayıp hukuka aykırı olması yeterlidir. Eğer saldırı bir hukuka uygunluk nedeni ile birlikte bulunuyorsa; örneğin bir kimse kişisel bir hakkını yerine getirmek ya da görevini yapmak amacıyla hareket ediyorsa; saldırı haksız sayılmayacaktır. Bu nedenle borçlusundan parasını isteyen alacaklının "para isteme" eylemi haksız sayılmayacağından; alacaklıya karşı yapılan hareket meşru müdafaa olarak nitelendirilemez. Yine tutuklama müzekkeresine dayanarak bir kimseyi tutuklayan ve koluna kelepçe takan kolluk görevlisinin hareketi de haksız sayılmayacağından, bunlara karşı yapılan hareketler de meşru müdafaaya olanak veren hareketlerden sayılmaz.

Ancak, memur tarafından yapılan hareketler tahrik niteliği taşıyorsa ona karşı yapılan hareketler meşru müdafaadan sayılmamakla birlikte, faile uygulanacak ceza indirilecek; meşru müdafaa koşullarına olanak veren hareket niteliği taşıyorsa, memura karşı yapılan hareketler meşru müdafaa sayılacak ve faile ceza verilmeyecektir. Çünkü hakkın bu biçimde kötüye kullanılmasını kanun korumaz. Bu nedenle kusurlu yapılan hareketler haksız olmaktan kurtulamazlar.

Saldırıda bulunan, anlama ve isteme kabiliyetine sahip olmayan bir kimse ise (örneğin akıl hastası, yaş küçüklüğü vb.) bu durumda sorun nasıl çözümlenir? Bu konuda farklı çözümler olmakla beraber şu düşünceye katılmaktayız: Bir kimsenin ceza ehliyetine sahip olmaması, manevi unsura yönelik olmakla beraber eylemin hukuka aykırı sayılmamasına olanak vermez. Bu nedenle, bu gibilerin yapmış oldukları hareketler de meşru müdafaaya olanak verir.

Saldırıya, kendi haksız hareketi ile neden olan kimse, karşı taraf esasen meşru müdafaa durumuna koymamışsa; haksız hareketi yapmış olmakla beraber meşru müdafaadan yararlanır. Ancak saldırıda bulunan, tahrik eden kimse bu tahriki ile onu saldırıya yöneltip kendini meşru müdafaa durumundaymış gibi göstermek istemişse ceza görecektir; aksi takdirde ceza görmeyecektir.

(b) Saldırı kişiliğe ilişkin bir hakka yönelmiş olmalıdır:

Ceza Kanunumuzun 49ncu maddesi kişiliğe ilişkin tüm haklara saldırı halinde meşru müdafaayı kabul etmemiş, daha dar anlamda; "Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan" hareketleri esas almıştır. Nefis tabiri öğretide sadece hayat hakkı olarak anlaşılmakta; vücut bütünlüğüne yönelmiş saldırı olarak da kabul edilmektedir. Irz tabiri, nefs tabirini daraltıcı nitelikte sayılmayıp; özellikle onu kuvvetlendirici nitelikte sayılmaktadır. Bu nedenle ırz tabiri vücut bütünlüğüne dahildir.

Mala karşı saldırı halinde ceza kanunumuz genel olarak meşru müdafaayı kabul etmemiştir. Ancak mala karşı saldırı Türk Ceza Kanununun 461 nci maddesinde belirlenen koşullara uymaktaysa, o zaman kanunumuz bu özel halde dahi meşru müdafaaya yer vermektedir.

(c) Saldırının halen varolması :

Meşru müdafaanın bu koşulunun varlığını kabul edebilmek için bir saldırının bulunması ve savunma ile saldırının aynı zamanda gerçekleşmesi şarttır. Saldırı olmaksızın savunma yapılamaz. Ayrıca saldırı sona erdikten sonra yapılan hareketler de meşru müdafaa sayılamaz. Kişisel öç olur. Ayrıca muhtemel bir saldırıya karşı yapılacak hareketler de savunma niteliğinde kabul edilemez. Ancak başlayacağı kesin olan bir saldırıyı başlamış, bitmiş olmasına rağmen, tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.

(2) Savunmaya İlişkin Koşullar :

(a) Savunma Zorunluluğu Koşulu :

Meşru müdafaanın en önemli koşullarından biri olan bu şarttan saldırıdan savunmada bulunmaksızın kurtulma olanağının bulunmaması yanı saldırının başka suretle uzaklaştırılması olanağının yokluğu anlaşılır.

Savunmada zorunluluk olup olmadığını, soyut olaylara göre değil somut olaydaki durum ve koşullara göre değerlendirmek gerekir. Genellikle saldırıdan kolluğa haber vermek suretiyle kurtulma olanağı varken ya da ufak bir takım hareketlerle kaçınma olanağı varken; bunu yapmayarak, savunmada bulunma durumunda, meşru müdafaadan yararlanmanın söz konusu olamayacağı kabul edilmektedir.

Buna karşılık kaçma olanağı varken kaçmayarak, kendini savunan kişinin de meşru müdafaadan yararlanması doğaldır. Çünkü hukuk düzeninde, kişinin kaçmasına ilişkin bir yükümlülük yoktur.

(b) Saldırı ile savunma arasında oran bulunması :

Saldırı ile savunma arasında belirli bir oranın bulunması; saldırıya uğrayan hakkın konusuna ve kullanılan vasıtaya göre değerlendirilmek gerekir.

Kanunumuz ; kişiye yönelik haklara karşı bir saldırı söz konusu olduğundan, meşru müdafaayı kabul etmiştir. Bu yüzden, bu koşul çok önemlidir. Bunun için yapılan savunmanın ihlal ettiği hak ve menfaat arasında bir denge aranacaktır. Kendisini tokatla döven kimseyi yaralama ya da öldürmede bu oran yoktur. Olayda gerekli orantının değerlendirilmesi saldırının objektif ağırlığına göre belirlenebilecektir. Fakat bununla yetinilmeyecek; kendisine saldırılanın kişisel durumu da dikkate alınacaktır.

Kullanılan vasıtalar bakımından da saldırı ile savunma arasında oran bulunması şarttır. Ancak kulanılan vasıtaları eşit anlamak ya da aynı nitelikte anlamak gerekmez. Önemli olan kullanılan vasıtayı, yapılan saldırıyı uzaklaştırmaya yetecek ölçüde kullanmaktır. Bütün bunlar somut olaydaki hal ve koşullara göre değerlendirilir.

Savunmada zorunlu sınır aşıldığında, savunmada aşırılığa kaçılmış olduğu için, eylem hukuka aykırı sayılır ve TCK:md. 50'ye göre faile indirimli ceza verilir.

(3) Üçüncü kişi lehine savunmanın özellikleri : Kanunumuz, başkasının nefsine veya ırzına yönelik saldırılara karşı da meşru müdafaayı kabul etmiştir. Üçüncü kişi lehine yapılacak meşru müdafaanın şartları, genel meşru müdafaanın şartları ile aynıdır.

d. Zaruret Hali:

(1) Kavram : Zaruret hali, Türk Ceza Kanununun 49ncu maddesinin 3ncü fıkrasında düzenlenmiştir. "Gerek nefsini ve gerekse başkasını, oluşmasına bilerek neden olmadığı ve başka türlü koruma imkanı da olmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden korumak zaruretinin sebep olduğu mecburiyetle işlenen fiillerden dolayı ceza verilemez." Meşru müdafaa, her devletin hukuk düzeninde yer aldığı halde zaruret halinin hukuk düzenine geçmesi oldukça yenidir. Yine bu müessesenin sınırlanması gerektiği ileri sürülmektedir. Bir kimsenin kendisini korumak için de olsa başkasının hak ve menfaatlerine zarar vermesi, ahlaken tasvip göremez. Bilhassa zaruret halinde tehlikeden kurtulmak için bir kimsenin hayatının feda edilmesi, gerçekten açıklanması güç bir durumdur. Ahlak kuralları, başkasının hakkını feda etmektense, kişinin kendini feda etmesini öngörür. Bununla birlikte, bu konuda eskiden beri kabul edilen bir prensip vardır. O da zaruret sınır tanımaz. İnsanlar tehlike halinde bulundukları zaman kendilerini içgüdüleri gereği koruma gereğini duyarlar. Dolayısıyla insanda var olan bu koruma içgüdüsünü dikkate almamak sakıncalıdır. Meşru müdafaa ile zorunluluk hali arasında bir takım farklar vardır. Zorunluluk halinde kişinin kendisini korumak için yaptığı hareketler, tehlikenin doğumu ile ilgili olmayan masum bir kişiye yönelmektedir. Meşru müdafaada ise, haksız tecavüzü yapana karşı savunma yapılmaktadır. Zorunluluk halinde tehlikeyi doğuran hareketin haklı ya da haksız olmasının bir önemi yoktur. Bu tehlikeyi bir insan yaratmış olabileceği gibi doğa da yaratmış bulunabilir. Ayrıca, meşru müdafaada tazminat ödenmesi koşulu olmadığı halde, zorunluluk halinde tazminat söz konusu olur.

(2) Hukuki Niteliği : Zorunluluk halinin bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesi ve ceza yaptırımı uygulanmasının nedeni; zorunluluk halindeyken, başkalarının hak ve çıkarlarına yönelen bir fiil işleyen kimsenin, bu eyleminde aslında bir toplumsal zararın olmamasıdır. Kaldı ki, her insanda bulunan koruma içgüdüsüne değer vermeyen bir ceza hukuku gerçekçi sayılamaz.

(3) Zorunluluk halinin koşulları : Zorunluluk halinin koşulları ikiye ayrılarak incelenir. Birincisi tehlikeye ilişkin koşullar, ikincisi savunmaya ilişkin koşullardır:

(a) Tehlikeye ilişkin koşulların özellikleri :

(I) Tehlikenin varlığı koşulu: Meşru müdafaada saldırının varlığı hakkında söylenenler burada da aynen geçerlidir. Tehlikenin var olmasından olasılık değil, kesinliği anlaşılmalıdır.Tehlike henüz gerçekleşmemekle birlikte, gerçekleşmesi büyük bir olasılık olarak gözüküyorsa yine tehlikenin varlığını kabul zorunludur. Bu nedenle civarda dolaşan bir kuduz köpeğin saldırısından korunmak için silah taşınması halinde tehlikenin varlığı kabul edilir.

(II) Tehlikenin nefse yönelmiş ağır bir tehlike olması koşulu : Meşru müdafaanın koşullarını incelerken, nefse ve ırza yönelik bir saldırının olması gerektiğini söylemiştik. Burada ise sadece nefse yönelik bir tehlikenin olması şart koşulmuştur. Sadece bu deyime bakarak, kanunumuzun ırza yönelik tehlikeleri korumadığı söylenemez. Öğretide nefis deyimi geniş olarak yorumlanmaktadır. Buna göre; hayata, vücut bütünlüğüne yönelen tehlikelerden başka, özgürlüğe şeref ve haysiyete yönelen tehlikeler de ağır olmak koşuluyla zorunluluk halini doğurur. Tehlike ağır olmalıdır. Tehlikeden kurtulmak için yapılan hareketler, masum bir kişiye yöneldiği için bunun belli bir ağırlıkta olması şarttır. Kişisel bütünlüğe yönelen tüm tehlikeleri ağır saymak olanaksızdır. Bu nedenle açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişinin bir yerden ekmek çalması durumunda, zorunluluk halinin gerçekleştiği ileri sürülürse de; hamile kaldığı çocuğu düşürmeğe kalkışan kadının eylemi bu nitelikte sayılamaz.

(III) Tehlikenin doğumuna bilerek neden olmamak koşulu : Tehlikeye bilerek neden olmamak koşulu geniş olarak yorumlanmalıdır. Bu nedenle tehlikeye bilerek ve isteyerek neden olanlar zorunluluk halinden yararlanamazlar. Örneğin arabasını normal hızın çok üstünde süren kimse, önüne bir engel çıkması nedeniyle, bundan kurtulmak için direksiyonu kırarak yayaya çarpması durumunda zorunluluk halinden yararlanamaz. Failin tehlikenin doğumuna bilerek neden olduğunu kabul edebilmek için tehlikenin doğumuna doğrudan doğruya katılmış olması aranır.

(IV) Tehlikeye göğüs germe görevinin olmaması : Bazı kişiler bir tehlikeyi karşılamak görevi ile donatılmışlardır. Bu görev ahlaki değil, hukuki niteliktedir. Söz konusu görev yasadan veya sözleşmeden doğabilir. Örnek olarak asker kişiler itfaiye erleri, deniz adamları gibi kişilerin tehlikeye karşı koymaları görevleri gereğidir. Bu nedenle zaruret halinin bu koşulu anılan saçışlara uygulanmayacaktır.

(b) Korunmaya ilişkin koşullar :

(I) Başka türlü korunma olanağının bulunmaması koşulu: Zorunluluk halinin hukuka uygun sayılmasının asıl nedeni; nitelikleri belirtilen bir tehlike karşısında bulunan kimsenin, başka türlü hareket olanağından yoksun olması, yani yasanın suç tarifine uygun bulunan ancak bu nedenle suç sayılmayan eylemi işlemek zorunda kalmasıdır. Başka türlü korunma olanağının bulunması, başkasının hak ve çıkarlarına zarar vermeksizin kurtulmayı, kaçmayı ifade eder. Ancak bu şart görecelidir. Tehlikenin meydana geldiği durumlarda failin ruhsal durumunu da dikkate almak gerekir. Tehlikeden kurtulma olanağı bulunmakla birlikte, failin bu durumunda seçme yapabilecek kudret ve kabiliyete sahip olup olmadığına da bakılmak gerekir. Seçme yapamayacaksa zorunluluk halinden yararlanacaktır.

Meşru müdafaada saldırıda bulunanın önünden kaçmama durumunda, meşru müdafaadan yararlanıldığı halde, zorunluluk halinden yararlanılmaz. Ancak kaçmanın tehlikeden kurtulmayı sağlaması gerekir.

(II) Tehlikeden korunmada orantının bulunması koşulu : Bu koşuldan şu anlaşılmalıdır. "Tehlikeyle karşı karşıya kalan hak ya da menfaat ile, tehlikeden korunmak için zarar verilen hak ya da menfaat arasında bir nispet (oran) mevcudiyeti olmalı, feda edilen menfaat, korunandan daha üstün olmamalıdır. Bu nedenle şeref ve haysiyetinin zarar görmemesi için çocuk düşüren kadının eyleminde orantı yoktur. Burada şu atasözünün söylenmesi, sanırız yersiz olmayacaktır. "Pire için yorgan yakılmaz." Üçüncü şahsı kurtarma: Türk Ceza Kanunu, üçüncü bir kişiyi uğradığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtarmak için suç işlenmesi halinde de zorunluluk durumundan yararlanılacağını kurala bağlamıştır. Üçüncü kişinin; kurtaran kimsenin, akrabası olmasına gerek yoktur. Ayrıca bir kimseyi tehlikeye uğrattıktan sonra kurtarmak için kanunun yasakladığı bir eylemi işleyen kimse zorunluluk halinden yararlanamaz.



KUSUR YETENEĞİ

Kusur yeteneği; hak ile haksızlığı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırabilme ve bu anlayışa göre davranabilme yeteneğidir. Kusur yeteneği iki unsurdan oluşmaktadır :

a. Doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırabilme yeteneği. Bu, ayırdetme yeteneği (temyiz kabiliyeti) demektir. b. Bu seçime, bu anlayışa göre davranabilme yeteneği. Bu iki yeteneği taşıyan kişi, kusurlu olabilir ve mümeyyizdir. Başka bir deyişle, kusurlu hareket edebilir, haksız bir davranış yüzünden kınanabilir; haksız bir davranış ona yüklenebilir, ona isnat edilebilir. Kusur yeteneğine isnat kabiliyeti de denilmesinin nedeni budur. Yukarıda sayılan yeteneklerden biri yoksa, örneğin kişi doğru anlama gücüne sahip değilse, işlediği eylem ona yüklenemez, isnat edilemez. Örneğin, bir akıl hastası, komşusunun evini yakmış ise bu eylem TCK.'nun 369 ncu maddesinde yazılı suçtur. Ancak akıl hastası olan failin iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırma gücü ve bu nedenle kusur yeteneği olmadığı için, sorumluluğu yoktur.

Örneğin, bir kişi, ölüm tehdidi altında sahte senet düzenlemeye zorlanıyor ve senedi düzenliyor. Düzenleyen, yaptığı işin haksız, kötü bir şey olduğunu anlıyor ama anlayışına göre hareket edebilme olanağı yoktur. Kusur yeteneğinin bir unsuru eksiktir. Bu nedenle eylem faile yüklenemez. Örneğin, bir kişi, korkusunu yenmek için içki içiyor, bilincini bozuyor ve bir kişiyi öldürüyor. Suç işlediği sırada tam sarhoşluğu yüzünden kusur yeteneği yoktur, ama korkusuzca suç işlemek için içki içerken kusur yeteneği bulunduğundan suçtan tam sorumludur. Hatta suçu tasarlayarak (taammüden) işlemiş olmakla, tasarlamanın ağırlatıcı neden sayıldığı suçlardan daha ağır cezaya çarptırılabilir. Örneğin, bir şoför çok yorgun olduğunu anladığı halde araba sürmeye devam ediyor ve yolda uyuyor; kaza yapıp bir adamın ölümüne neden oluyor. Uyurken şoförün kusur yeteneği yoktu. Ancak, yorgun halde araba kullanan şoför kaza yapabileceğini düşünmeli ve yola çıkmamalıydı. Yola devam edip etmemek kendi elindeydi. Kaza yaptığı sırada uyumakta oluşu onu taksir ile adam öldürmenin sorumluluğundan kurtarmaz. İstemeyerek sarhoşluk veya uyuşturucu kullanmak faili cezadan kurtarabilir. Örneğin, bir kişi ilaç zannı ile içki içiyor veya bir uyuşturucu kapsülü alıyor. Bu durumda suç işlerse, kusur yeteneği olmadığından cezalandırılmaz. Yukarıda sözü geçen 48nci madde bu hali "arızi (geçici)" neden olarak nitelemektedir. Örneğin, ateşi yükselen, ateşin etkisi ile bilinci bozulan ve bir suç isleyen kişi de istemeyerek sarhoş olan kişinin durumundadır. Geçici nedenin etkisiyle suç işleyen kişi bilincini ve hareket serbestliğini tümüyle yitirmiş ise cezalandırılmaz(TCK.md.46). Önemli derecede yitirmiş ise 47nci maddede yazılı oranlarda cezası indirilir.



KUSUR YETENEĞİNE ETKİ EDEN NEDENLER

Kişinin kusur yeteneğine etki eden faktörler TCK’ nun 53 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Genel olarak bunları şu şekilde bir tasnife tabi tutabiliriz :

a. Yaş küçüklüğü:

(1) 0-11 Yaş Grubu : Çocuğun bu yaşlar arasında, (doğumundan 11 yaşını tamamlayıncaya kadar) kusur yeteneği yoktur. Bu yaş grubundaki bir çocuk suç işlerse hakkında takibat yapılmaz ve ceza verilmez. Ancak fiilin kanundaki cezası bir seneden fazla hapsi veya daha fazla bir cezayı gerektiriyorsa, savcının talebi üzerine mahkeme başkanı çocuğun tedbir niteliğinde ve 18 yaşını geçmeyecek şekilde eğitim ve ıslah için devletin idare ve kontrolünde bulunan bir kuruma konmasını veya bir cürüm işlemesine ihmal ile meydan verirlerse para cezası ile cezalandırılacaklarına dair ihtar ile veli veya vasiye teslimini emreder.

(2) 11-15 Yaş Grubu : Fiili işlediği zaman 11 yaşını bitirmiş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların isnat yeteneğine (anlama ve isteme) sahip olup olmadıkları araştırılır. İsnat yeteneğine sahip bulunmadığı anlaşılmış işe haklarında kovuşturma yapılamaz ve ceza verilmez. Bunların durumu 0-11 yaş grubunun durumunda olduğu gibidir. Eğer bu gruba giren çocuk işlediği fiilin bir suç olduğunu anlayacak derecede isnat yeteneğine sahip ise suçunun cezası indirilerek verilir. Cezaların indirim miktarları kanunda belirtilmiştir.

(3) 15-18 Yaş Grubu : Fiili işlediği zaman 15 yaşını bitirmiş olup da 18 yaşını bitirmemiş olanların işlemiş oldukları suçlara karşılık verilecek cezalar isnat yeteneğinin yeterince gelişmediği de dikkate alınarak indirilerek verilir. İndirim miktarları kanunda belirtilmiştir. Bunların cezaları özel cezaevlerinde veya büyüklere mahsus cezaevlerinin özel kısımlarında çektirilir. 18 yaşını geçtikleri zaman kanundaki şartlara uygun olarak büyüklerin bulundukları cezaevlerine nakil olabilirler.

b. Sağır ve Dilsizlik: Sağır ve dilsizlik bazı hallerde ceza ehliyetini tamamen kaldırmakta, bazı hallerde ise kısmen azaltmaktadır. Çünkü sağır ve dilsizler normal bir insana göre fizyolojik ve psikolojik açıdan eksiktir.

c. Akıl Hastalıkları: TCK'na göre akıl hastalığı iki gruba ayrılmıştır.

(1) İsnat yeteneğini kaldıracak surette akıl hastalığı : Bunlara ceza verilemez, ancak muhafaza ve tedavi altına alınmasına karar verilir. Muhafaza ve tedavi süreleri kanunda gösterilmiştir.

(2) İsnat yeteneğini önemli derecede azaltacak surette akıl hastalığı : Bunlara ceza verilir. Verilecek cezalarda indirim yapılır. İndirim miktarları kanunda gösterilmiştir.

d. Geçici Sebepler: Suçu işlediği sırada geçici bir sebepten dolayı akli maluliyet halinde bulunan kimseler hakkında akıl hastalarına uygulanan hükümler uygulanır. Ancak suçun işlendiği sırada mevcut bulunan geçici sebep, isteyerek sarhoşluk veya uyuşturucu tesiriyle ortaya çıkmış ise bunlara verilecek olan cezalarda bir indirim yapılmayacaktır. Çünkü geçici de olsa şuur veya hareket serbestisini kendi istekleri ile azaltmışlar veya ortadan kaldırmışlardır. Bunun dışında sarhoşluk veya uyuşturucu alınmasından dolayı şuur veya hareket serbestisinin kalkmasına neden olan olay istemeyerek meydana gelmişse bunların suç esnasındaki şuur ve hareket serbestisinin derecesine göre hükmolunacak cezalarda indirim yapılacaktır. Burada önemli olan inceleme konusu şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak olan olaya sebep olmadaki isteme durumudur.



KUSURUN ÇEŞİTLERİ

Kusur ikiye ayrılır :

a. Kasıt ,

b. Taksir

Kasıt ve taksir, kusurun ağırlık ve yoğunluk bakımından ayrılan halleridir. Bir suçu bilerek ve isteyerek işleyen kişinin kusuru ağırdır. Bu ağır kusura kasıt adı verilir. Buna karşılık bir suçu dikkatsizlikle, tedbirsizlikle işleyen kişi de kusurludur ancak kusuru daha hafiftir. Suçu isteyerek işlememiş ancak hukuk düzeninin gereklerine aldırmamış ve dikkat etmemiştir. Bu umursamazlık, taksir (aldırmazlık) olarak isimlendirilir.

a. Kasıt : Suçu bilerek ve isteyerek işlemektir. Kasdın iki unsuru vardır. Bilme ve İsteme .

(1) Bilme : Kast için gerekli olan bilgi, suç kalıbındaki unsurları bilmektir. Fail suç kalıbındaki hareketin anlamını, suçun konusunu, hareket ile sonuç arasındaki nedensellik bağlantısını, bilmelidir. Fail, yaptığı hareketin hileli bir hareket olduğunun farkında değilse, örneğin satmak istediği bir şeydeki yabancı markanın kandırıcı niteliğini bilmiyorsa, dolandırıcılık suçunu işlemiş olmaz. Çünkü, kendisi de hilenin farkında değildir; kasdı yoktur. Örneğin; fail vestiyerde asılı şapkanın başkasına ait olduğunu bilmiyor, kendisinin sanıyor ve alıp gidiyor. Demek ki, fail suçun konusunu bilmiyor; kasdı yoktur. Örneğin; fail, yeni ameliyat olmuş hastaya isteği üzerine bir bardak su veriyor ve ölümüne neden oluyor: Bir bardak suyun ölüme yol açacağını bilmiyor. Bu nedensellik bağlantısı üzerinde bilgisizliktir. Bu bilmeme de kasdı kaldırır.

(2) İsteme : İsteme unsuru, suç kalıbında yazılı eylemi ve sonucunu gerçekleştirme kararıdır. Kast, bu karar niteliği ile kuruntudan, dilek ve umuttan başka bir şeydir. Örneğin; bir kişi mirasına konmak istediği yakınını, uçak yolculuğuna çıkması için kandırıyor. İçinden uçağın düşeceğini ve yolcunun öleceğini umuyor. Bu, bir umut, bir dilektir, Uçak düşse bile ölüm kasıtlı değildir. Çünkü bir umut veya dilek, kasdı oluşturmaz. Örneğin; bir amir yanında çalışan memuru, görevde yanlış bir işinden ötürü sert biçimde kınıyor ve uyarıyor. Bir öğretmen, ödevini yapmayan öğrenciye kırıcı sözlerle çıkışıyor, iyi çalışması gereğini hatırlatıyor. Burada amir ve öğretmenin sövme kasdı yoktur; kırıcı sözler, sövme kararının değil, etkili bir uyarma isteğinin anlatımları olarak değerlendirilebilir.

b. Taksir : İstenen bir fiil ile istenmeyen bir neticenin meydana getirilmesidir. Taksirde failin fiili şuur ve iradeyle işlemesi gerekir. Şuur ve irade kasıtta olduğu gibi taksirde de temel unsurdur. Genel olarak taksirden söz edebilmek için:

(1) Hareketin istenmesi,

(2) Neticenin istenmemesi,

(3) Yasada taksirli suçun cezalandırılmış olması,

(4) Hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunması,

(5) Neticenin öngörülmesi,

Taksirin Şekilleri :

Taksiri tanımlamayan Ceza Kanunumuz kusurluluğun bu çeşidinin sadece şekillerini belirtir. Kanunun bu konuyla ilgili kullandığı terimler arasında birlik yoksa da, taksirin başlıca şekilleri olarak TCK. 455nci maddede yer alan "Tedbirsizlik", "Dikkatsizlik", "Meslek ve sanatta acemilik", "Nizamat, ev amir ve talimata riayetsizlik" kabul edilmektedir.

(1) Tedbirsizlik : Ortak tecrübenin yüklediği tedbir görevini ihlal ederek belirli bir neticenin gerçekleşmesine engel olabilecek tedbirleri almamak ihmali bir hareket olan tedbirsizliği meydana getirir. Şayet yetkili merciler tarafından konulan normlara dayanan bir görevin ihlali söz konusuysa, artık nizamlara riayetsizlikten bahsedilir. Bu bakımdan örneğin evinde elektrik tesisatının onarımına başlamadan önce, cereyanı kesmeyen kimsenin taksir şekli tedbirsizlik, buna karşılık, tren yaklaşırken yayalara ve vasıtalara demiryolunu kapamayan bekçinin taksiri nizamlara riayetsizliktir.

(2) Dikkatsizlik : Genellikle icrai bir hareketle yapılan dikkatsizlik ortak bir tecrübenin yüklediği dikkat ve özen görevine aykırı davranılması halinde söz konusu olur. Dikkatsizliği tedbirsizlikten ayıran, taksirin bu şeklinin icrai bir hareketin neticesi oluşudur. Örneğin mesleğini icra ederken gereken dikkati sarf etmeyerek müşterisinin yüzünde sabit eser bırakan berberin kusuru dikkatsizliktir.

(3) Meslek ve Sanatta Acemilik : Meslek ve sanatta acemilikten bahsedebilmek için belirli bir meslek mensubunun icra ettiği meslek ve sanatla ilgili gerekli bilgilerden yoksun olması gerekir. Bu şekil taksirli suçlar ancak belli meslek veya sanatı icraya yetkili olanlar tarafından işlenebilir. Diğer bir deyişle failin bir meslek veya sanat mensubu olması, meslek ve sanatta acemilikten bahsedebilmek için şarttır. Bu sıfatı taşımayan failin işlediği taksirli fiil, tedbirsizlik, dikkatsizlik veya nizamlara uymamazlık olabilir. Örneğin doktorluk yapmaya kalkışan eczacı gibi. Acemilik kavramına mesleki cüret de dahildir.

(4) Nizamlara, Emirlere ve Talimata Riayetsizlik : Nizamlara, emirlere ve talimata riayetsizlik, ferdi veya sosyal bir faaliyeti düzene sokmak amacıyla, yetkili merciler tarafından konulmuş kurallara aykırılığı ifade eden bir taksir şeklidir. Yetkili merciin resmi veya koyduğu kuralların mecburilik niteliğine sahip olması şartıyla özel olmasının önemi yoktur. Çünkü her iki çeşit merci tarafından konulan kuralların düzenleme amaçları (ferdi veya sosyal bir faaliyeti düzene sokma) aynıdır.

Failin fiilinin taksirli olabilmesi için bu şekillerden birinin olayda gerçekleşmesi gerekir. Bu sayma, sınırlı olmasa da genelde kanunun kabul ettiği taksir şekilleridir
 
Geri
Üst