Tevfik Fikret Resimleri

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Tevfik Fikret Resimleri
tevfik fikret resimleri tevfik fikretin resimleri fikret fotoğrafları resmi ressam
132_b_4519.jpg


24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu, 19 Ağustos 1915'te aynı kentte öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü ve babasının uzun yıllar sürgünde olması onu yaşamı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.

1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Onun bu dürüst tutumu yaşamı boyunca çeşitli zamanlarda ortaya çıkacaktı. Daha sonra kısa bir süre sonra çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi'nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891'de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892'de Galatasaray Sultanisi'nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894'te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır'la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı. 1895'te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray'daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.

1896'da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem'in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej'e Türkçe öğretmeni olarak atandı. Bu dönemde Abdülhamid yönetimi aydınlar üstündeki baskısını giderek yoğunlaştırıyordu. Sansür ve jurnalcilik bütün hızıyla işliyordu. Tevfik Fikret o günlerde bir dost evinde okuduğu II. Abdülhamid'i eleştiren bir şiiri nedeniyle gözaltına alındı. Evi arandı, söz konusu şiir ele geçmeyince serbest bırakıldı. Bir süre sonra, bu kez ahlaki açıdan yıpratılmak için, Robert Kolej'deki bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek yeniden göz altına alındı. Bütün bunlar ondaki 'inziva' düşüncesini daha da derinleştirdi. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret'in 'Yeşil Yurt' şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun'cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.

Bütün zamanını Robert Kolej'de geçirmeye başladı. 1901'de 'inziva' düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in yamacında, planlarını kendi çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905'de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyor, toplumcu bir tavırla kavga şiirleri yazıyor, bunlar İstanbul'da elden ele dolaşıyordu. 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Bir Lahza-i Taahhur' bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, çok sevdiği kızkardeşinin yaşamlarını yitirmesi ve evinin Abdülhamit'in haber alma örgütünce sürekli gözetlenmesi onu büyük ölçüde etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. 1908'de de, II.Meşrutiyet'in ateşli savunucuları arasına katıldı.

Meşrutiyet'ten sonra 'inziva'sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid'le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terikki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid'le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şerefin çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi'nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle tutucu basının ağır eleştirilerine uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi günde istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek 'Doksan Beşe Doğru' şiirini yazdı. Bunu 'Han-ı Yağma', 'Sancak- Şerif Huzurunda' gibi şiirler izledi. Bu kez de İttihad ve Teraki'nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914'te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu.

Gençlik dönemindeki şiir denemelerinden sonra, Galatasaray'da Fransız şiiriyle tanışan kendi şiir bireşimini aramaya başlamıştır. Le Parnasse Contemporain dergisi çevresinde toplanan ve Parnasçılar olarak anılan şairlerden, özellikle de François Coppè'den etkilenmiştir. 19007de çıkan Rübab-ı Şikeste'de topladığı şiirlerinde görülen şiir anlayışında ve ses arayışında bu şairlerin etkisi olduğu düşünülebilir. Fransız edebiyatındaki 'Şiirsel yazı' türünün etkisiyle dize sonlarını değişik fiil kipleriyle ya da fiilsiz bağlayan şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp düzeyi özgür bırakışı, aruz ölçüsünün katı kalıplarını genişletmiştir. Müstezat kalıbında yazdığı şiirlerindeki bu tür denemelerin, Türk şiirinde serbest nazma geçişi kolaylaştırdığı söylenebilir. Rübab-ı Şikeste'deki 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Hemşirem İçin', 'İzled ' gibi toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerin yanı sıra, günlük konuşma diline yatıştığı 'Balıkçılar' ve benzeri şiirlerinde izlenimci bir hava görülür. Ama, 'Balıkçılar' dakiyalın söyleyişe bütün şiirlerinde rastlanmaz. Servet-i Fünun'cuların çoğunda görülen dil seçkinciliği, onun şiirinin de özelliğidir. Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde sözcük kullanımına örnek verilirken çoğunlukla Fikret'in şiirlerinden alıntı yapılması da bunun kanıtıdır. Onun, şirini zedeleyen bu tutumu, müzikal anlatımı öne çıkartmış, ama bazı şiirlerini de yer yer söylev havasına sokmuştur.

Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum vardır. 'Yağmur ' şiiri, yağmur damlarının cam üstüne düşüşünü andıran bir sesle kurulmuştur. Fikret'in betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı onun ressam kişiliğiyle de ilgilidir. Şiirlerindeki karmaşık dil resimlerinde görülmez. Çoğu tablosunda yalın bir ayrıntı arayışı göze çarpar. Pastel renklere ağırlık verişi, şiirlerindeki hüzünlü söyleyişi anımsatır. Güleriz Ağlanacak Halimize adlı kendi portresinde ve aşiyan tablosunda ise stilize bir anlatım vardır.



ESERLERİ
Şiir kitapları: Haluk'un Defteri (1914), Tarih-i Kadim (1928)




ztf13.jpg






ztf16.jpg


ztf18.jpg



ztf20.jpg


ztf21.jpg


ztf23.jpg


ztf26.jpg


908’de, II. Meşrutiyet’in ilanıyla, Tevfik Fikret münzevi ruhundan sıyrılacak; yeniden ümitlenecektir. Ancak 1908 tarihli Deniz ve Kayalar, bu ümitleri değil; aksine Fikret’in münzevi yıllarını anımsattığından, bu resmi henüz II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce yaptığı düşünülebilir. Fikret’in münzevi ruhunun aynası gibi görünen bu resimde, Besim F. Dellaloğlu’nun Romantik Muamma adlı kitabının girişindeki satırları akla gelir yeniden: “Romantizm ilkellik ve saflıktır; o, gençliktir, yaşamdır; doğal insanın coşkulu yaşama duygusudur. Fakat aynı zamanda, o, solgunluk, ateş, hastalık, dekadans ve “yüzyılın hastalığıdır.” Romantizm ölümdür. O, yaban, grotesk, mistik, doğa ötesi, ay ışığı, büyülü şatolar, devler, akan su, karanlık, karanlığın güçleri, akıldışılık ve söylenemeyendir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, antik, tarihsel, Gotik katedrallerdir. O, yeniliğin peşinde olmak, devrimci değişim, şimdiyi yaşama tutkusu, bilgiyi reddediş, geçmiş ve gelecek, zamansızlığın bilincidir. O, nostalji, rüya, tatlı ve acı melankoli, yalnızlık, sıla hasreti, yabancılaşma duygusudur.” (Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 18.)





ztf31.jpg


Tevfik Fikret’in natürmortlarında, kompozisyon kurgusu açısından bir dönem resim dersleri aldığı Şeker Ahmet Paşa’nın etkileri hissedilse de, Fikret’in resim ve şiiri birlikte düşünmesi olgusuyla, onun çoğu natürmortunda olduğu gibi, “Güller”inde de karşılaşılır. “Güller”e eşlik eden “Topu Bir Gül” şiiri Fikret’in resmini daha da renklendirir. (Topu Bir Gül şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.4’ten alınmıştır.)

Koca, pürfeyz bir gülistandan
Topu bir gülceğiz koparmışsın
Olmasın bunda kinaye sakın?

Ne demek sanki? Gonce-i hüsnün
Topu bir kerecik mi şemm edilir?
Güzelim bir çiçekle yaz mı gelir?


ztf33.jpg


ztf29.jpg



Türbe” resminin de Tevfik Fikret’in buhran yıllarına denk gelen resimleri arasında sayılabilir. Yapıda her ne kadar Beşiktaş’taki Şeyh Zafiri Külliyesi’nin türbesinden izler bulmak mümkünse de, Fikret’in burada önceden yapmış olduğu etüdleri, bu hayali olması kuvvetle muhtemel türbesinde bir araya getirdiği düşünülebilir.



ztf36.jpg



ztf38.jpg



ztf40.jpg


ztf41.jpg


Fikret’in gelecekteki umudunun gençler olduğu ve gençlere misyon yüklemenin Tevfik Fikret’te bir ilk olduğu, sonradan Fikret’in bu görüşünün Atatürk’e yansıdığı, Atatürk tarafından örnek alındığı bilinir. Bu açıdan bakılacak olunduğunda Fikret’in “Çocuklar” resminde de ön planda yer alan bir eliyle yüzünü kapatmış olan çocuğun toplumun Fikret’in yaşadığı yıllardaki karmakarışık durumunu, onu arkadan izleyenlerin ise, geleceği temsil edecek olan çocuklar olduğu düşünülebilir. Belli ki, resim yine Fikret’in münzevi yıllarında gerçekleştirilmiştir ve bu yıllarda yazdığı “Sabah Olursa” şiiri resmi anlaşılır kılacaktır. (Sabah Olursa şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.14’ten alınmıştır.)

Bu memlekette de bir gün sabâ olursa, Haluk,
Eğer bu memleketin sislenen şu nâsiye-i
Mukadderatı kavî bir elin, kavî, muhyî
Bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk,
Şu paslıçehre-i millet biraz gülerse… O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün
Bir irtibâtım olur şüphesiz; o gün benden
Ümidi kes, beni kötrüm ve boş muhitimde
Merâmetimle umut; çünkü leng ü pejmürde
Nazarların seni mâziye çekmek ister; sen
Bütün hüviyet ü uzviyetinde âtisin;
Terennüm eyliyor el’an kulaklarımda sesin!
Evet sabah olacaktır, sabâh olur, geceler
Tulû-ı haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,
Bu mai gök size bir gün acır; melul olma
Hayâta neş’e güneştir, melâl içinde beşer
Çürür bizim gibi… Siz, ey fezâ-yı ferdânın
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Ufukların edebi iştiyâkı var nûra.
Tenevvür… Asrımızın işte rûh-i âmâli;
Silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli,
Zîya içinde koşun bir halas-ı meşkura.
Ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!




ztf44.jpg
 
Cevap: Tevfik Fikret Resimleri

ztf46.jpg





Tevfik Fikret’in babasıdır Hüseyin Efendi. Fikret’in doğduğu1867 yılında, Şehremâneti (İstanbul Belediyesi) meclis üyeliğiyle Defter-i Hakanî tevkiliğine getirilecek, II. Abdülhamid dönemi jurnalciliğinden nasibini alarak saraya jurnal edilecek; bunun üzerine mutasarrıflıkla Hama’ya sürülecek, İstanbul’a dönemeden Nablus, Akkâ, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulunacak, Halep’te oturamayıp Antep’i isteyecek ve 1905 yılında orada ölecektir. Babasının oradan oraya sürülmesi gibi, jurnalcilik Fikret’in de peşini bırakmayacak ve onu buhranlara sürükleyecektir. Hüseyin Efendi’den aldığı mirası ise, oğlu Hâluk’a ve Hâluk gibi gençlere devredecektir. Bu ümitlerini de “Haluk’un İnancı” adlı şiirinde dile getirecektir. (Haluk’un İnancı şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.36’dan alınmıştır.)

Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak
Kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
Ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.

Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
Dünya dönecek cennete insanla, inandım.

Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
Ben buna Tevrat’la, İncil’le, Kuran’la inandım.

Tekmil insanlar kardeşi birbirinin… Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.

İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
Bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
Kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
Aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
Yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
Patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
Yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
Bilim gücüyle olacak ne olacaksa… İnandım.

ztf49.jpg




Tevfik Fikret, resimleriyle de şiirleriyle de oğlu Haluk’a öğütler vermeye devam eder. “Haluk’un Bayramı” adlı şiirinde olduğu gibi… (Haluk’un Bayramı şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.32’den alınmıştır.)

Baban diyor ki: Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşünüyorsun, bilir misin?... Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Siyah-ı mateme benzer terâne-i îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet… Evet meserrettir
Çocukların payı; lâkin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor… Halûk, dinle!


ztf51.jpg


“Yine Haluk” diyor Tevfik Fikret burada da… (Yine Haluk şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.34’ten alınmıştır.)

Siyah bir gece… Altımda bir kırık tekne,
Başımda bir sıkıntılı, melun hayat yine;
Verip küreklere hala olanca kuvvetimi
Yetişmek istiyorum güven veren bir yere.

Niçin, niçin?.. Buna birçok sebep düşündüm ben:
Hayır, ne miskinliğimden, ne aczim ve üzüntümden;
Bütün bu derdimin sebepleri sende toplanıyor,
Sen, ah ey sarışın ve çelimsiz çocuk, hep sen.

ztf53.jpg



Nazime Hanım, Tevfik Fikret’in 1890’da evlendiği, dayısı Trabzon Valisi’nin kızıdır. Ahmed Muhiddin’in, 1919 yılında yazmış olduğu Modern Kültürde Türklük Hareketi isimli tez çalışmasında, Tevfik Fikret’in arada kalmış konumuna dikkat çekmesi; Fikret’i, eskinin çözülmesi ve Batı’nın girdabı arasında sıkışıp kalmış bir figür olarak tanımlaması boşuna değildir. (Aytaç Yıldız, “Bir Osmanlı Aydınının Gözünden Modernleşme ve Edebiyat: Ahmed Muhiddin’in Düşünce Dünyası”, yayınlanmamış bildiri. Gelenek, Kimlik, Bireşim: Kültürel Kesişmeler ve Sanat, Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Günsel Renda’ya Armağan Sempozyumu, 18 Kasım 2005 günlü bildiriden tutulmuş notlardan.) Bir yandan kadın-erkek eşitliğini savunan, “Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum etmiş demektir; hüsranına ağlasın. Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer.” (Mehmet Bayrak, “Tevfik Fikret’in Düşünce Evreni”, Milliyet Sanat, S.145, 15 Ağustos 1975, s.9’dan.) diyen Tevfik Fikret’in her ne kadar eşiyle, Robert Koleji müdürünün İstanbul’a gelen oğlu onuruna verdiği bir davete katılsa ve bunun üzerine tutuklansa da, oğlu Haluk üzerinden gençlere misyon yüklerken; eşi Nazime Hanım üzerinden kadınlara bir misyon yüklediği görülmez. Nazime Hanım’ın tasvirine de yansır bu durum. Peçesini kaldırmış, buğulu gözlerle poz veren bir kadından öteye gitmez Nazime Hanım’ın portresi...


ztf56.jpg



Bir Tasvir Önünde

Güldün, bu heybet seni güldürdü; o kaşlar;
Bir ok gibi ateşli nazarlarla silahlı
Gözler, o bakırdan göğüs; atlar gibi coşkun
Bir kaplanın vaziyeti kadar tez ve kanatlı
Leventçe tavırlar, o arslan bazularla
Asabını oynattı… Bu soydan ve doğuştan
Yiğitlik sana uzak cedlerin şerefli
Bir armağanı; sen bu cesur ve asil kanı
İnsanlığı canlandırmak için feda edeceksin;

Hak bellediğin yola yalnız gideceksin!

ztf58.jpg



ztf60.jpg



Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki evinin bir dönem Mihri (Müşfik) Hanım’ın da çalışma mekanı olduğu bilinir. Fikret, Mihri (Müşfik) Hanım ile ilgili anılarını hayatının son dönemlerinde yanında olan Salih Nigâr Keramet’e şöyle anlatmıştır: “O gün kendi eliyle buzlu şerbet ikram etti. ‘Siz bunları içinceye kadar bana müsaade edin. Yukarıda hanımefendi beklemesin. İzin verirse yaptığı resimleri de getiririm. Fevkalâde şeyler. Sakın gitmeyin.’ dedi. Bastonuna dayanarak çıktı. Yarım saat sonra gene indi. Ressam Mihri Hanım’ın pastelle ve karakalemle yaptığı tasvirleri getirdi. Bir profil var ki, onu hepsinden fazla seviyordu. ‘Bakın bu ne güzel, benim başımı ne harikulade gösteriyor. Şöyle burna doğru incelen bir baş. Şu burnum biraz daha uzasa başım bir fil başı gibi olacak.’ dedi ve güldü.” (Salih Nigâr Keramet, İnkılap Şairi Tevfik Fikret’in İzleri, Kenan Matbaası, İstanbul, 1943, s.109’dan aktaran Seval Şahin, Tevfik Fikret’in Şiirlerinde Renk Belirten Kelimelerin Kullanılması Üzerinde İnceleme ve Değerlendirme, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, 2002, s.58.) Fikret’in otoportrelerinde de, Mihri (Müşfik) Hanım’ın etkileri görülür.

ztf61.jpg


ztf63.jpg


Fikret’in hastalığının iyice nüksettiği, yaşamının son dönemlerinde yaptığı otoportresine “Güleriz Ağlanacak Halimize” adını verdiği bilinir. “Güleriz Ağlanacak Halimize” adlı resmine ise, “Resim Yaparken” adlı şiiri eşlik eder. (Resim Yaparken adlı şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.46’dan alınmıştır.)

Fırçam kurumuş bir ağacın hasta bir dalı,
Elimde şikâyetçi heyecanlarla titriyor;
Gûya çiçek diye
Bir yeşil toprağa döktüğü kanlarla titriyor.
On gündür işte uğraşıyor fikrim sanatım
Bir his dalgasını resmetmek için;
Seyreylerim bu levhayı artık sürekli,
Verdim emek diye.
Seyreylerim ve bu sanatın aczine boyun eğerek
Kutsamayı ahmakça bulurum eseriyle ‘kudret’i;
Lâkin zaman olur
Pek ruhsuz bulur da beğenmem tabiatı.
Mutlak o gün beğenmek için hasta, dargın;
Bir başka çehre, gözü yaşlı bir çehre isterim…
Bundandır işte; şiir olacak yerde sözlerim
Bâzen bir inleme olur!


ztf65.jpg
 
Geri
Üst