Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI
türkçenin sırları özet türkçenin sırları özeti nihat sami banarlı özet nihat sami banarlı kitabı özeti
Nihat Sami BANARLI’nın Türkçe’nin Sırları adlı eseri, Türk Dilinin güzelliklerini, inceliklerini ve ahengini ele aldığı yazılardan oluşmaktadır. Her biri ayrı bir başlık halinde toplam kırk üç ayrı çalışmadan meydana gelen eserdeki yazılar birbirini tamamlar nitelikte olup Türkçe’nin estetiğine dikkat çeken bir bütünlük meydana getirmiştir. Türk Dili üzerine uzun yıllar yaptığı araştırmalarını dilimizin ses, şekil ve mûsikisi arasındaki bağlantılarını ele alan bu eser ilk basımından zamanımıza kadar ilgiyle okunmaktadır.Aşağıda kitaba ait önemli noktaların özeti sunulmuştur...


Bir Dil Konferansı başlıklı yazıda; Nihat Sami Banarlı: Dilin millet için öneminden bahsederek zaman içinde kaynağını dışarıdan alan ideolojilerin milleti tahrip etmek için dili bozmaya yöneleceğine dair kaygılarını dile getirmektedir. Bir Türk dili sevdalısı olan Banarlı “Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk Dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.” diyerek dilimizi öğretmenin önemine işaret ederek bu vazifenin yalnızca Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlere ait bir vazife olmadığına dikkat çeker, diğer öğretmenlerin ve anne babaların bu konuda sorumluluk almaları gerektiğini vurgular. Türk Dilindeki kelimelerdeki nağme güzelliğine dikkat çeken Banarlı, Türkçe’nin ideal bir şiir dil oluşundan da bahseder. Türkçe’nin bir imparatorluk dili olduğunu belirten yazarımız, “Türkçe hüküm sürdüğü toprakların neresinde güzel bir ses bulmuşsa onu kendi bünyesine almıştır.” der. Öz Türkçecilik adına halkın benimsediği bu tür kelimeleri değiştirmenin yanlışlığına işaret eden yazar şöyle demektedir: “Böyle bir tarih boyunca işlene yontula güzelleşmiş halk şiirine, aile harimine, millî vicdana yerleşmiş kelimeleri sevmemiz, anlamamız ve korumamız tabiidir. Böyle kelimeler dillerde, efsanenin Nisan yağmurundan düşen damlaları sedef içinde saklayıp işledikten sonra iri ve parlak inciler haline koyması gibi zamanla ve sabırla işlenmişlerdir. Bu halis incileri birtakım encik boncukla değiştirmek en azından incideki kıymeti anlamamaktadır.”Yanı sıra yazar Türk toplumundaki uzun hece kavramından bahsedip,atalarımızın eski zamanlarda iletişim zor olduğundan kısa ama uzun heceli kelimeler kullandığına;bu yüzden de günümüzdeki eski eserlerin çoğunda bu kavramın olduğundan bahsetmiştir.

İmparatorluk Dilleri başlıklı yazı, “Her halk kendi ikliminin lisanını söyler” şeklindeki Yahya Kemal’e ait cümleyle başlamaktadır. Türkçe’yi sevmenin ve anlamının önce Türk milletini sevmek ve milletimizin tarih boyunca emek verip meydana getirdiği her millî eseri sevmek, anlamak gereği ifade edilerek bir dilin imparatorluk dili olması için sahip olması gerekli şartlar aktarılır. Yazar; Türkçe’nin de bir imparatorluk dili olduğuna işaret eder. Türkçe’nin hüküm sürdüğü imparatorluk içinde kullanılan ve halk tarafından benimsenen kelimeleri değiştirmemek gerektiğini vurgulayarak bunun yanlışlığına temas eder: “Bir dilin doğuşunda, karakterinde, ananesinde ve dehasında başka dillerden derlenmiş kelimeleri millîleştirme hayatı ve kudreti varsa artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili kendi tabiatından ve dehasından uzaklaştırmaktır ki, bunu ancak cehaletin ve dalâletin elleri yapar... Hakikat şudur ki Türk milleti gibi asırlarca hatta çağlarca dünya sathında konuşmuş büyük ve fatih bir milletin dili öz dil olamaz imparatorluk dili olur.” Türkçe’yi Yahya Kemal’in eserlerinde kullandığı dil olarak tanımlayan yazarımız görüşlerini şu şekilde dile getirir: “Türk dili Kendi Gök Kubbemiz kitabını meydana getiren muhteşem şiirlerin söylendiği lisandır. Bir dil Açık Deniz gibi, Sülaymaniye’de Bayram Sabahı gibi Bir Tepeden, Itrî, Vuslat ve Erenköyü’nde Bahar gibi şiirler söyleyebiliyorsa bu dil hatta dünya ölçüsünde büyük lisan demektir. Kendi Gök Kubbemiz bir semboldür. Türkçe ona benzer ve onun ayarında İstiklal Marşı gibi Çanakkale Şehitleri gibi Bülbül vb. gibi Ahmet Haşim’in Piyalesi’nde musikîleşen şiirler gibi, Orhan Seyfi’nin Peri Kızıyla Çoban Hikâyesi gibi Faruk Nafiz’in Han Duvarları gibi daha nice şiirler söylenmiştir. Bir milleti ebediyen ayakta tutabilecek kudretteki bu müstesna şiirler biliyoruz milletimizi çürütmek isteyenlerin kâbusudur.”

Bir Dil Nasıl Güzelleşir başlıklı yazıda: “Dilleri dil yapanlar birtakım alaylı hatta âlim dilciler değil milletlerdir; milletlerin dile bir güzellik ve bir güzel ses vermek için yaratılmış kadın erkek ve adsız evlâtlarıdır. Bir de milletlerin dillerini seven anlayan ve ilâhî bir güzellikte kullanan büyük şairlerdir.” diyen Banarlı, eserindeki bu başlık altında daha çok şairlerin Türk Dilini şiirleriyle güzelleştirdiklerinin altını çizer. Fransız şiirinden örneklerle düşüncelerini pekiştiren yazar şiirlerdeki halkın benimsediği dili kullanmanın avantajına dikkat çeker.

Bahar ve Türkçe başlığı altında Banarlı; Türkçe’nin yaşadığı ideolojik sıkıntılardan uzaklaşarak onu bir bahar sabahının ümit verici güzelliği içinde bir bahar güneşi kadar beyaz ve berrak bir duyguyla hatırlamak istediğini ifade ederek Türkçe’ye hizmet edenleri yâd eder. Tarihteki en büyük Türk Dili âşıklarından olan Ali Şir Nevâî’nin Türkçe’nin üstünlüğü ile ilgili tespitlerine atıflarda bulunarak Türkçe kelimelerin Nevâî zamanında birer bahar gülü olduğunu söyleyerek Nevâî’nin şu sözlerine yer verir: “Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı kan dökücü ve bu güllerin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçe’yi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe’nin fezasında tabiatımın atını koşturdum; hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden nihayetsiz kıymetli taşlar la’ller, inciler aldı; gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı.” Türkçe’nin güzellikleriyle söylenmiş her söz ve şiiri birer gül demetine benzeten Banarlı, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’unu bu güllerden biri olarak vasıflandırır.

Beyaz Lisan başlıklı yazıda; Türkçe’nin Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî dönemindeki seyrinden bahsedilir. Abdülhak Hamîd, Tevfik Fikret, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Faruk Nafiz’den Türkçe’nin hakiki sanatkârları olarak bahsedilir.Ömer Seyfettin’in asıl Türkçe’yi bu lisanlardan uyanışla başlattığına dikkat çeker,ve Seyfettin’in bu lisana ‘Beyaz Lisan’ adını verdiği söylenir.

Altın Yumurtlayan Tavuk başlığı altında yazıya başlık olan hikâye aktarılarak “Yirminci asır Türkçe’si başlangıçta milletimize altın gibi kıymetli ve güzel kelimeler kazandıran tılsımlı bir talih kuşuydu. Günümüz dilcileri onu boğazladılar. Hikâye budur. Bugün Türkçe’mizi her bakımdan huzursuzluk ve yoksulluk içinde bırakanların kelime diye yaydıkları bu müzahrefat, onların hoyratça boğazladıkları altın yumurtlayan tavuğun kursağında bulduklarıdır. Gerçek Türkçecilik milletin zevkine ve sevgisine yedire yedire işlenen millî kelimeler ve söyleyişler anlayışıdır.” denilerek konu atıfta bulunulan hikâye ile özdeşleştirilir.

Benim Dünyam başlıklı yazıda Türk Halk zevkinin bir kelimeyi Türkçeleştirirken ona verdiği ahenk ve sihirli söyleyişe dikkat çekilir Giyim ve kuşamlarda kullanılan elbiselerin isimlerinden bahsedilerek bunların salt bir nesne adı olmaktan çok elbisenin işlevi ile Türk zevkini çağrıştırıcı bir mânâ zenginliği taşımasının önemine temas edilerek şöyle denilir: “Son yıllarda şehir kızlarımızın giydiği kaba, iri makine dikişli, soluk renkli dar Amerikan pantolonlarının zevksizliği yanında yörük kızı Ayşe’nin hâlâ çok güzel ve çok millî bir hava ile dalgalanan zarif şalvarını ondan da yani gömlekten de cana yakın bulurdum.”

Kelimelerin İzdivacı başlıklı yazıda: izdivaçta olması gereken uyumdan örneklerle söz edilerek bunun zorluğundan bahsedilir. Ancak ikiz ruhlarla bunun mümkün olduğundan bahisle Türk Dilindeki kelimelerin izdivacının böyle sihirli bir izdivaç olduğu söylenir. Türk halkının kudretli lisan zevki ile renkli ve ışıklı terkiplerin bu şekilde oluştuğunu bahsederek bunlar nur topu gibi yeni ve millî bir izdivacın evlâtları olarak vasıflandırılır: Akarsu, anadili, anayol, akağa, bindallı, bozkır, cankurtaran, çamsakızı, yanardağ, demiryolu, ateşböceği, kuş dili, ebemkuşağı, karakalem, karayel, hanımeli, yavruağzı, gülkurusu, camgöbeği, gece mavisi, su yeşili, nar kırmızısı örnekleri verilir. Kelimelerin izdivacı bazen insanların izdivacından doğan güzel yavrulara ad olur, diyen Banarlı, bu tür isimlere şunları örnek olarak verir: Gülnur, Gülşah, Gülten, Güldalı, Gülderen, Gönlügül, Ayşegül, Yazgülü.. Ayrıca bunların Türkçe’nin gelişmesinde önemli yeri olduğu anlatılır.

Güzel Evin Hikâyesi başlıklı yazıda; Ev kelimesinin öztürkçe oluşundan bahsedilerek kelimenin Türk Dil tarihi içindeki seyrinden bahsedilmiştir.Genel olarak bu bölümde de halkın kabul ettiği dile sahip çıkma tavsiye edilir: “Bizim dil konusunda yapacağımız iş kelime fethinden hatta kelime idhalinden korkmamaktır. Şu şartla ki İngilizlerin, Fransızların bilhassa büyük Türk halkının yaptığı gibi derhal millî damgamızı vurabilelim. Onları Türkçe’nin sesiyle ve kendi estetiğimizle millîleştirelim.Çünkü ortak medeniyetler içinde milletlerin en büyük zaferi işte bunu yapmak, bunu yapabilmektir.”Ayrıca Türk milletinin böyle önemli kelimeleri her şeye karşın koruduğundan bahsedilmiştir.
 
Ce: Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI

Gönül Sözüne Dair isimli yazıda; gönül kelimesinin en eski Türk ilinden beri varlığından söz edilerek bu kelimenin halk ve divan şairlerince kullanılmasına örnekler verilir; Yunus’un “Taştın yine deli gönül/Sular gibi çağlar mısın?” deyişinden Yahya Kemal’in, “Ya şevk içinde harâb ol ya aşk içinde gönül ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahûd gül.” beytine yer verilir.
Yunus’un Türkçesi başlığı altında; Yunus Emre’nin kullandığı dile dikkat çekilir. Yunus Emre’nin ilk Türkçe eserleri verdiğinin yanı sıra,Yunus ilâhîlerinin XII. Asırda Türkistan’da Ahmed Yesevî ile başlayan Türk diliyle oluşturulan tasavvuf edebiyatı, Yunus’un ilâhilerinde Türkçe’nin zaferleri olmuştur, diyerek Yunus’un kullandığı elif, garîb gibi kelimelere yüklediği ince mânâlara dikkat çeken yazar, Yunus’un dilindeki ses ve söz uyumuna işaret eder: Yunus Emre Türkçe’si burada gösterilemeyecek kadar zengin, millî, yüksek inanış ve düşünüş çizgileriyle süslü ve güzel sesli varlığıyla onu okuyan her Türk’te büyük gurur uyandırır. Bu Türkçe halis Türkçe hatta beyaz Türkçe’dir. Fakat aynı Türkçe’nin kuruluş ve yükselişi hiçbir övünüşe hiçbir gösterişe tenezzül edilmeden herhangi bir Türkçecilik propagandasına başvurulmadan büyük bir şairin kendi Türk dili kültürüyle ve Türkçe’nin içinde oluşuyla gerçekleşmiştir.

Rakseden Dil başlığı altında; Türkçe kelimelerin söyleyişe uygun ses yansımalarından oluşması, kelimelerle resim yapma, kelimelerin armonisi gibi hususlara temas edilerek şairlerden örnekler verilmiştir. Karacaoğlan’ın:


İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye



Şiirinde duygulanırken siz uzun ve devamlı yağan karların musikisini ve ince Anadolu yollarında uzayan uzamak şöyle dursun bitmeyen aşık, derviş, şair yürüyüşündeki gönül dolduran sabırlı hareket güzelliğini gözlerinizle görürsünüz: Elif uzun ve uzunluğu ölçüsünde ince bir harftir. Buna benzer bir başka hareket güzelliğini Divan şairi Vasıf şu tanınmış beytinde:


O gül endâm bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün



şeklinde ifade der.Ve bir başka ahenk şairi Yahya Kemal’in Endülüs’te Raks adlı şiirinden de örnekler verilir.Dilde böyle sanatların kullanılmasının gelişime katkı sağlayacağına değinir.

İlmi Yenen Bir Vehim başlıklı yazıda; Atatürk’ün tüm hayatını dil için harcadığına ve Güneş Dil Teorisi’nden Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dil çalışmalarından bahsedilir. Yahya Kemal’in dil çalışmalarına davet edilmesi üzerine: “Benim yaşayan Türkçe’ye karşı vehmim vardır. Benim dilde ilmim yok yalnız böyle bir vehmim vardır. Ben bu vehimle baş başa kalmak istiyorum” şeklinde mazeret sunarak katılmaması hatırlatılır, onun bu sözünden hareketle “Vehimler sahte, hatta sahte olmayan ilimleri bile yenebilir, bu vehmi duyan ruhların büyüklüğüyle ölçülürdü.” görüşüne yer verilir.

Fuzûlî’nin Duası başlıklı yazıda: Eski zamanlarda milletimizin yetiştirdiği büyük adamlara karşı saygılı olduklarını,bunun günümüzde yok olduğunu ayrıca Fuzuli’yi bile şair olarak saymayanların ortaya çıktığını,nedeni ise bu şairin Türkçe eser yazmadığı iftirası olduğunu belirtir. Oysa Fuzûlî’nin Türkçeciliğine dair görüşlere şairden örneklemeler yapılarak onun Türkçe eser meydana getirirken Allah’a şu şekilde dua ettiği anlatılır: “Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Allah’ım! Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan milleti yaptın! Acem fasihlerinin ise sözlerini İsa nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın. Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum. Allah’ım benden iltifatını esirgeme.”

Kelimelerin Tadı başlıklı yazıda; şairlerin bazı kelimeleri bir lezzet gibi kullanmalarından bahsedilir. “Düşmek” sözcüğü örnek olarak ele alınır bu kelimenin çeşitli mânâ ve çağrışımlarıyla ilgili kullanılışlarına örnekler verilir.Türkçe’nin herhangi bir kelimeyi böyle heykel çamuru gibi yoğurup türlü güzellikler haline koymasındaki büyük deha örneklenir: “Allah elden ayaktan düşürmesin, Neşe aynasına toz düştü, yolumuz menzile düştü, güneş gibi çöllere düştü, dilden dile düşmek, yüreğine od düşmek, aklına düşmek, iş başa düşmek, pay düşmek, saça ak düşmek, gönüle uçmak düştü, semadan yere mehtap düşmesi, gönüller düşmesin, düştü bir dal gibi gölgen sulara”... Bunun yanı sıra Türkçe’de daha böyle birçok kelime olduğu ve edebiyatımızda çokça kullanıldığı belirtilir.
 
Ce: Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI

Yahya Kemal Türkçesi başlıklı yazıda; Türk Dilinde Yunus Emre Türkçesi, Nevâî Türkçesi, Fuzûlî Türkçesi gibi yer etmiş Türkçeler olduğu hatırlatılarak XX. Asır şiirinde de Yahya Kemal Türkçesinin varlığından söz edilir.Yahya Kemal’in Türkçe anlayışıyla ilgili olarak şunlar söylenir:

“Şiirde, yaşayan Türkçe’ye girmemiş hiçbir Arap, Acem ve Frenk kelimesini kullanmamak, Yaşayan Türkçe’ye girmiş Arap, Acem ve Frenk kelimelerini onlara Türklerin verdiği ses ve mânâ içinde Türkçe addetmek, nahivde Türk milletinin cümleye verdiği mimariye şiddetle sadık kalmak ve tatlısu Türkçesinin Servet-i Fünun şiirindeki tesirini kaldırmak, aşka, kahramanlığa, elemlere ve şevklere Türk milletinin verdiği ifadeyi gözetmek, şiirdeki ritmin lisan hâline gelmesi demek olan halis mısraı bulmak ve böyle mısralara kadar yekpare bir ritim terkibi halinde terennüm etmek böylelikle şiiri, nesre zıt bir terkip olarak oluşturmak. Şiiri o çıkış noktasından hareket ederek söylemek ki bu şiir önce bizi bizim milliyetimizi, bizim duygu ve düşünce dünyamızı söylesin fakat aynı şiir bu millî atmosfer içinde bizi terennüm ederken aynı ölçüde beşerî olsun. Bütün insanlığın duygu düşünce şevk ve heyecan âlemlerinin müterennimi olabilsin, hulâsâ olarak Yahya Kemal’in şiirinde göze çarpan şey “Türkçe duyuş ve Türkçe duyuşu, Türkçe deyiş haline kalbetmek şeklinde millî bir sanattır.”

Efendi Efendimiz başlıklı yazıda; Türk zevk ve kültürünün çeşitli ülkelerden çiçek derler gibi derlediği, kendi zevk ve mânâ bahçesinde yetiştirip güzelleştirdiği beyaz Türkçe’ye mal ettiği sözcüklerden birine örnek olarak “efendi” kelimesi ele alınır.

Köşe başlıklı yazıda Türkçe’nin mecazlar ve cinaslar lisanı olduğundan bahsedilerek köşe kelimesine Türkçe’de yüklenen mânâlara örnekler verilir.

Türkçe’nin Gül Bahçeleri adlı yazıda; meyve adları ele alınarak bunlar için kullanılan mecaz ve benzetmelere yer verilmiştir.Bütün bu isimler,sözler,ve söyleyişler,Türkçe’nin var olduğu asırlardan beri her kelimeyi başka,başka manalarda kullanmayı zevk edinmiş bir halkın icadı olduğu anlatılır.

Hayâlin Ölümü başlıklı yazı, Türkçe’de yerleşmiş olan hayâl kelimesinin dışlanmak istenmesine tepki olarak şu ifadelere yer verilmektedir:

“Uydurmacılar bu sefer de hayâli öldürüyorlar! Mâsum hayâli, ızdırapları dindiren, insanlara eşsiz güzellikler gösteren, insanlara yaşama gücü veren, ruhlarda teselliler uyandıran hayâli öldürüyorlar. Tek hayâl denmesin diye millî vicdanda nurdan bir güzellikle, narin bir ses, ruhtan bir sevgili gibi yaşayan bu zarif kelimeyi de “Gökten dehâ-yı nârı çalan” Promete’yi öldürür gibi, her gün yeniden öldürüyorlar.” Ayrıca yazıda, hayâl kelimesinin kullanıldığı şiirlerden örnekler verilerek kelimenin Türkçe’ye uyumu ve farklı kullanılışlarıyla anlam zenginliği örnekleniyor.

Merdiven başlıklı yazıda; merdiven sözcüğünün Türkçe oluşundan bahsedilir. Bu kelimenin manasını en güzel Ahmet Haşim’in merdiven şiirinden anlayabileceğimize değinilmiştir.

Örneğin Faciası adlı yazıda; bu kelimenin Türkçe kökenli olmamasına rağmen dilimizde Türkçeleşmesi başka kelimelerle birleşerek anlam zenginliği kazanması anlatılır. Alman şairi Geothe’nin “Bir dilin kudreti kendini yabancı olan şeyleri atmakta değil, onları yutup hazmetmekte gösterir.” sözü nakledilir.Yanı sıra bu kelimeden yola çıkarak oluşturulan ‘örneğin’ kelimesinin bir uydurma olduğunu ve kullanılmaması gerektiği bildirilir.

O Gül Endam Yerine Konulan Cadı başlıklı yazıda; mîmarî eserlerimiz ve dil arasında ilgi kurularak halkın kabulünü kazanmış kelimelerin yerine sonradan türetilenleri kullanmayı dayatmanın yanlışlığına işaret edilir. Bu durum zevksizlik olarak nitelenir. Bu durum Vasıf’ın şiirindeki gül endamlı güzel yerine cadı oturtmakla eş değer olarak görülür.

Güzel ve Güzelden Anlamak başlığı altında: “Bir dilde bir mefhumu ifade için kullanılan kelime sayısı ne kadar kabarıksa o dili konuşan milletin o mevzuda o kadar büyük bir hayatı var demektir.” kanaatine yer verilir. Buna örnek olarak da yiğitlik ifade eden “er, eren, yiğit, alp, batur, mert, bahadır, cesur, kahraman, cılasın, dilaver, dilir, yavuz, yaman, arız, kakız, arslan, börü, efe” kelimeleri gösterilir. Yazıda, savaş meydanlarına av eğlencesine gider gibi neşeyle gitmiş ve ömrü savaşlarda geçmiş fatih bir milletin kelimeler dünyasında böyle sözlerin çok sayıda olmasının çok tabiî oluşu dile getirilir.
 
Ce: Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI

Nasıl Aldatıyorlar başlıklı yazı; Bazı konuşmalarda Edebiyatımızı kötüleyen bir tarz olduğu ve bunu nedeni edebiyatımızdaki kelimelerin çoğunun yabancı olduğu ve bunun kabul edilemez olduğundan bahsedilir.Divan edebiyatını dışlayanlara karşı bu edebiyatımızı bir savunmadır. Banarlı, bu edebiyatın dili hakkında şunları söyler: “Türk Divan edebiyatının şiir dili umumiyetle iki türlüdür: Biri şairlerin İslâm felsefesi, hikmet, tasavvuf, mitoloji, kimya astronomi ve çok iyi bildikleri diğer İslâmî ilimlerle, zengin İslâm medeniyeti kültürüyle söyledikleri kültür ve tefekkür şiirinde kullandıkları lisan. Bu dil pek tabiî olarak İslâm medeniyetinin ortam kültür lisanından alınmış kelime ve terimlerle yüklüdür. Tıpkı asırlarca ve bugün hâlâ ilim eserlerini Lâtince veya Lâtince’den alınmış kelime ve terimlerle yazan Avrupalıların kullandıkları dil gibi. İkinci dil yine umumiyetle aşk şiirlerinde ve aşk hikâyelerinde rastlanan sade, külfetsiz samimî ve bazen öztürkçe denebilecek saflıkta bazen de tamamıyla öztürkçe mısralarla söylenen şiirlerde görülür.”


İstanbul Konuşması başlıklı yazı; İstanbul Türkçesi üzerine değerlendirmelerin yapıldığı bir araştırma yazısıdır. Nabi’den Gökalp’e bu Türkçe hakkındaki görüşler aktarılır: Nabi’nin ifadesiyle İstanbul Türkçesi “Türk milletinin sahip ve hakim olduğu her yerden gelerek İstanbul’da yaşayan İstanbul’da konuşan İstanbul’da şiir ve şarkı söyleyen Türkler tarafından meydana getirilmiş güzel lisandır.” Ziya Gökalp ise bu Türkçe için şunları der: “İstanbul Türkçesinin sesleri şekilleri ve dilbilgisi kuralları Türkçe’nin temeli olduğundan başka Türk lehçelerinden ne kelime ne siga ne edat ne terkik kuralları alınmaz.” Şairin:


Güzel dil Türkçe bize
Başka dil gece bize
İstanbul konuşması
En saf en ince bize



mısralarına da yer verilir

Gramerci başlıklı yazı; Kelimelere salt gramer açısından bakmanın yanlışlığına işaret ederek halkın bu kelimeleri kabulüne ve kendine uygun bir ağızla telaffuz edişine dikkat çekilerek dilcilikte taassubun olmaması gerektiği ifade edilir.

Cânân, Nâlân, ve Güldalı başlıklı yazı; Çocuklarına Nâlân ismini verenlerin bu kelimenin ağlayan, inleyen mânâsında olduklarını bilmeden sırf ondaki cânân kelimesine olan uygunluk ve telaffuza hoş gelmesindeki kelimenin ahenginden dolayı tercih ettikleri ifade edilir.Özellikle Anadolu’da gül kelimesi ile yapılan birleşik isimlerin bayan adları olarak verilmesine dikkat çekilerek buna gerekçe olarak da “gül”ün Hazreti Muhammed’in (s.a.s.) remzi oluşu gösterilir. Kelimenin aslının Farsça’da “gul” olduğu kelimeye gül inceliğini, Türklerin verdiği hatırlatılarak yazı şu sözlerle tamamlanır: “Türk milletini içinden yıkmak isteyenler onun önce dilini ve arkasından dinini devirmek yolundadırlar. Onun tarihteki en büyük zaferlerini bu iki asil kaynağa bağlı oluşla kazandığını da onlar çok iyi bilirler. Yıkmak isteyişlerinin asıl sebebi esasen budur.

Ata Hoca Öğretmen başlıklı yazıda; Türk milletinin hocaya olan saygısı örneklenir; “Gençliğimde filan şehirde hocalık yapıyordum. Fakat sokağa çıkmaya utanırdım. Çünkü şehir halkı hocayım diye geçtiğim her yerde beni ayağa kalkarak selamlardı. Büyüklerin bu hürmet dolu selâmları esasen çok terbiyeli olan çocukların ve gençlerin üzerinde derin tesir bırakır, küçük-büyük herkesten gördüğüm saygı beni hocalığın sevgisi, şevki ve gururuyla doldururdu. Şimdilerde hocaya böylesine hürmet bir masaldır. Büyük ve manevî bir tükeniş bizim vicdan ve terbiye dünyamıza musallat olmuş ne hocaların nicesinde hocalık vasfı, ne de talebede ve velilerde hocaya saygı duygusu bırakmıştır.” denilerek hayıflanılır. Öğretmen kelimesinin bile hocalığı küçük düşüren bir kelime olduğundan bahsedilir.En eski zamanlarda ise hocalara ata,koca gibi isimler söylendiğini belirtir.Türkçe’de büyük meslekleri ve büyük mefhumları cılız ve sünepe sözlerle ifade etmek âdetinin olmadığı açıklanır.


Dil Savaşları adlı yazı; dilin sadece okullarda öğretilmesinin yeterli olmayacağı bir dili layıkıyla öğrenmek için o dili bütün dil, kültür, sanat ve tarih değerleriyle yakından tanıyıp sevmek gerektiğine değinilir. O dilin hâline olduğu kadar mazisine de hürmetin gerekliliği vurgulanır; ayrıca o dilin vücuda geldiği ortak medeniyetler içindeki yerini ve değerini bilhassa bu medeniyetler içindeki millî hamlelerini bilmek anlamak ve sevmek lazımdır, denilerek “millî dil sevgisi, millet sevgisinin büyük ve bölünmez bir parçasıdır.” ifadesine yer verilir. Yazının başlığı ile orantılı olarak Türkçe’nin yeni kelimeleri içine sindirerek kendi içinde bir telaffuz ve anlam güzelliği ile kelimeleri kendi bünyesine alışları örneklenir

Elif..Gül..Ankara başlıklı yazı; Kelimelerin de aynı canlılar gibi bire hayatı olduğu,dolayısıyla onları öldürmek bir insanı öldürmek kadar acımasız olduğu anlatılır. Bu üç kelimenin hikâyesini anlatır. Muhammed adının Mehmetçik adına dönüşmesi gibi örnekler verilerek bu sözcüklerin de asıllarından farklı bir telaffuza büründüğü anlatılır.

Sultan Abdülhamid’in Türkçeciliği başlıklı yazı; genel olarak Osmanlı hükümdarlarının sade Türkçe’yi hemen bütün tarihleri boyunca hem kendi şiirlerinde kullandığı hem de etrafındaki şairlerinin böyle bir Türkçe ile şiir söylemelerinden haz duydukları anlatılır. Sultan II. Murad’ın; Gönüller ancak açık Türkçe’den haz alır ifadesine yer verilir. Bu anlamda Sultan II. Abdülhamid’in de o zamanki dilin daha çok Türkçeleşmesi için yayınladığı talimatname sadeleştirilerek aktarılır: Talimatnamenin bazı bölümleri şöyledir:
“Sözün güzel ve doğru söyleme kaidelerine uygun olabilmesi diğer şartlarla birlikte alışılmamış kelimelerle söylenmeyişine bağlıdır...Yazı dili için İstanbul ahalisinin konuştuğu lisanın esas tutulması, cümlelerin gayet sade ve açık yazılarak kullanılan kelimelerin mümkün olduğu kadar Türkçe sözler olması herhalde çok faydalıdır...

Stalin ve Dil başlıklı yazıda; Az çok edebiyatla ilgilenen çoğu diktatörler çalışmalarını milletlerin dil hürriyetlerine müdahaleye kadar götürmüşlerdir.Bir Rus diktatörü olan Stalin de bir kitabında Türklere karşı böyle bir tutum sergilemiştir.Yazıda kısaca;Stalin’in dilciliği ele alınır bunun Türkiye için felaket oluşu anlatılır.

Türkçe’yi Arayanlar başlıklı yazıda; Türkçe’nin gidişatındaki olumsuzluktan duyulan kaygı dile getirilir. Londra Üniversitesi doçentlerinden Miss Margeret Bainbridge’nin görüşleri aktarılır: “Sizin Divan şiirinizin güzelliğini biliyorum. Türkçe’nin eski ve büyük şairlerinizin elinde neler söylemeye muktedir bir lisan oluşunun hayranıyım. Sizin hakiki Türkçeniz 40-50 sene evvel konuşulan Türkçe ile yazan muharrirlerinizin dilidir. Ondan evvelki lisanınızın her külfeti bu sonuncularının dilinde yumuşamış, kaybolmuş ortaya çok güzel bir yazı dili, bir şiir ve nesir çıkmıştır. Bugünkü diliniz ise tamamıyla uydurma ve artık güzel olmayan bir dil, ne sesi ne üslubu kalmış, ziyan olmuş bir lisan.”

Fethedilmiş Topraklar Gibi başlıklı yazıda;Alay kelimesinin Türkçe’ye Bizanslardan geçtiğini ve değiştirilerek ev ve gül kelimeleri gibi birçok eserde kullanıldığı belirtilmiştir.Yazıda da bu kelimenin geçmişte kullanılışı ve günümüzde yüklenilen mânâ zenginliğine örnekler verilir.

En Büyük Gaflet başlıklı yazıda; düşmanların bizden çalıp koparmak istedikleri üç büyük tılsım olduğu bunların; “Milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil, Türk milletini tam 1000 yıl dünyanın en ahlâklı en medeni ve en büyük kuvveti haline getiren Türk Müslümanlığı, Türk çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan millî tarih ve ecdat sevgisi olduğu aktarılır.
 
Ce: Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI

Dil ve Edebiyat Derslerimiz başlıklı yazıda; Türk Dili ve Edebiyatı derslerinin amacının çocuklarımıza millî dilin, Türk edebiyatının ve Türk Edebiyatı tarihinin öğretilmesi olduğu hatırlatılır. Öğretmenlerin bu şuurda olması gereği ifade edilir.Yanlış öğrenim sonucu cahil ve yanlış bilgiye sahip nesillerin ortaya çıkmasına neden olabileceği söylenmiştir.

Üç Dilin Sözleri başlıklı yazıda; Türkçe’nin Arapça ve Farsça’dan aldığı kelimelerle zenginleştiği halkın üç dile de hakim olduğu anlatılır.

Fuad Köprülü ve Türk Dili başlıklı yazı; Fuat Köprülü’nün dildeki sadeleştirme çalışmalarına bakış açısını anlatır. Onun: “Asırlarca işlene işlene nihayet şu son kırk yıl içinde bugünkü Acemce ve Arapça’dan çok ileri, çok zengin bir Avrupa dili, bir ilim ve edebiyat dili haline gelmiş olan zavallı Türkçe’yi, kendi tabiî tekamül yolundan çevirmek istidadını gösteren bugünkü dil anarşisinin sebepleri ilk bakışta birer sebep gibi görünürse de, daha derin bir tetkike tâbi tutulunca bunların birer sebep değil netice olduğunu hemen anlarız... Bir hükümet kendi mekteplerinde çocuklarına zorla uydurma bir dil öğretsin; bir millet meclisi yapacak binlerce acele iş dururken bir akademi vazifesi görerek uydurduğu argoyu bütün millete kabul ettirmeye kalksın. İnsanlık tarihinde bu kadar mânâsız, zararlı bir işin benzerini bulmaya imkân yoktur.” sözlerine yer verilir.

Hüzünlü Latifeler isimli yazı; kelime sonlarındaki d seslerinin t sesine dönüştürülmesini latifelerle ele alır.Bu şekilde okunan eserlerin daha güzel olduğu ve edebiyata katkı sağladığı bildirilir.
Sel ve Sal Hikâyesi başlıklı yazıda; bu eklerin nispet eki olarak yaygınlaştırılmasına tepki dile getirilir. Bu eklerin Türkçe’de yalnızca uysal ve kumsal kelimelerinde bulunduğu aktarılarak diğer kullanımlarının zorlama oluşundan söz edilir.Yanı sıra Türkçe de kelim sonlarında bu bu eklerin bulunmasından yola çıkılarak,b ukelimelerle yakın anlamlı diğer kelimelere de uydurularak bu eklerin eklendiği bildirilir.Ör:ulus kelimesi –al eki ile ulusal kelimesine dönüşmüştür.Buna yakın olsun diye de bölge kelimesine –sel eki getirilerek bölgesel olmuştur.Ama gerçekte böyle bir ek yoktur.

Yine Bir Dil Dramı başlıklı yazı; başka dillerden dilimize geçmiş kelimeleri dışlamaya bir tepkidir. Bu tür kelimeleri millet hafızasında silmek isteyen kişilerin yaptığı işin yanlışlığına işaret edilir. Yanı sıra kendi dilini ,özleştireceğiz diye yıkmaya çalışanların eline bırakarak her bakımdan ziyan eden tek ülkenin Türkiye olduğu belirtilir.

Dil İnkılabından 28 Yıl Sonra başlıklı bölüm, yazarın Yeni Sabah gazetesinde neşredilen yazılarından seçilen özetlerden oluşmaktadır. Bu bölümde 28 yıl içinde Türk Dili içindeki değişikliler açıklanmıştır.Halk arasında dil hareketlerine karşı itimadın sarsıldığı yönleri,dilde dürüst kalan yönler,dil inkilabının gayesi,dilin Donkişotluğu,dildeki şeref hatıraları,dilde milli olması gereken unsurlar,dilde ki cümle yapısı,Türkçenin bir mecazlar ve cinaslar lisanı olduğu,Türkçede ki kelimelerdeki mana zenginliği,ibret verici bazı örnekler,terimler meselesi,Atatürk’ün tecrübesi,Dil kurumunun durumu… gibi konular alt başlıklar halinde kısaca açıklanmıştır.


Sonuç olarak Nihat Sami Banarlı’ya ait Türkçe’nin Sırları adlı eseri Türkçe’nin incelikleri, estetiği, tarihi hakkında bilgiler veren zevkle okunabilecek bir eserdir. Eserde Türkçe’nin geliştirilmesi, korunması için yıllar önce öne sürülen fikirlerin hâlâ geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Eser Türkçe’yi sevdiren ve Türkçe şuuru veren bir özelliktedir. Türkçe’nin sadeleştirme adı altında fakirleştirilmesi ve zevkinden çok şeyler kaybetmesi birçok yazının ortak temasıdır.

İmparatorluk dili olan Türkçe’nin güzel eserlerle işlenerek canlılığını koruması ve bu yolla yeni nesle aktarılarak sevdirilmesi her edibin temel görevi ve sorumluluğudur. Ayrıca yazarlarımız bu dili çok güzel kullanarak Türkçe’yi bir dünya dili haline getirmek için gayret göstermelidirler. Türk Dilinin yaygınlaşması ve başka milletlerce de tanınması bir devlet politikası olmalıdır. Basın yayın organları ve gelişen teknoloji bu anlamda kullanılarak gerek dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Türkler, gerekse Türkçe’ye ilgi duyan yabancılar için gerekli materyaller hazırlanmalıdır. Bugün dünyanın farklı ülkelerinde gönüllü kuruluşlarca açılan Türk kolejlerinde o ülke çocuklarına öğretilen Türkçe bu ülke çocuklarının ortak iletişim haline dönüşüyor. Bu kolejlerin bulunduğu ülke çocukları bilim olimpiyatları vb. organizelerde bir araya geldiklerinde anlaşma dili olarak Türkçe’yi tercih etmektedirler. Bu hâdise bu okulların başarısı ve Türkçe’nin bir zaferidir. Başta yazarlarımız olmak üzere herkes dilini sevmeli ve güzel kullanmalıdır. Kişiler konuşmalarında ve yazılarında özellikle Türkçe kelimeleri tercih etmelidir. Kullandığımız kelime sayısını artırarak dilin işlenmesine katkıda bulunmalıyız. Bunun da en pratik yolu bu dille yazılmış eserleri okumak ve okutturmaktır. Böylece gelecek nesillere daha güzel, daha sade bir dil bırakarak dilin köprü oluşu fonksiyonunu canlı tutmuş oluruz.
 
Geri
Üst