ben öldükten sonra en cok SENİ ÖZLEYECEGİM

eylül

Yeni Üye
Üye
ben öldükten sonra en cok SENİ ÖZLEYECEGİM
Ölüyorum sevgili…
Hiç hazır değilim üstelik.
Gerçi zaman verseler bile ne denli hazırlayabilirim ki kendimi ölüme.
Her şey anlamsız geliyor artık, hiçbir bebek sevimli gelmiyor mesela.
Sevgili ölüyorum… Hazır değilim üstelik… Zemheri bir ormanda kaybolmak gibi. Hiç insansız ve yeterince korkutucu. Neden korktuğumu bile bilmiyorum üstelik. Soluksuzca, durmaksızın koşuyorum aynı doğrultuda bu puslu ormanda ve hep aynı boşluğa çıkıyorum. Ve hep ağlıyorum sonunda.
Biliyor musun artık dua etmiyorum, Tanrıya olan inancım azalıyor her geçen gün.
Beni bu soğuk cihaza mahkum edebilmek için başka bir hastaneye sevk edecekleri gün, hani yanıma gelip saçlarıma dokunduğun gün. Gözlerime bakarak çok tatlı göründüğümü söylediğin, sana bir şeyler söylemek için çırpındığım, kendimi paraladığım ama sadece göz kapaklarımı yumabildiğim o gün ‘’sana inanmıştım’’ sevgili. Bu yanmış suratımı, parçaladıktan sonra tellerle sardıkları vücudumu ambulansın içindeki aynada görene kadar yaşayabileceğime olan bir inanç taşıdım şuan cihaz sayesinde çalışan kalbimde. Bana neden yalan söyledin sevgili? Ölüme bu kadar yakınken en çok ihtiyacım olan şey gerçekliğindi, insanların yalın dürüstlüğüydü. Şimdi bana sadece acıdığını düşünerek çürüyorum. Ölmek benimle ilgili aldığın kararları yüreğinle değil, vicdanınla aldığını bilmekten çok daha güzel Artık benim için.
Şimdi valizsiz çıkacağım bu yolculuğun sabahındayım. Bir kız evladına sahip olmanın mutluluğunu düşünüyorum bu son sabah. Baba olamayacağımı biliyorum.
Duyacağım son ses şu tepemdeki siyah kutudan gelecek, telefondaki çevir sesine benzeyen, benim aranızdan ayrıldığımı ifade eden kalp atmayış sesi yerine, Eylül Başak’ın bir tek kelimesi olması için bu yatakta, namerde muhtaç halimle yıllarca ölümü bekleyebilirim biliyor musun? Birde biliyor musun sevgili, ölümü beklediğin tek bir gece, bir asır zindanda yaşamaktan daha beter geliyor kişiye? Ölümü beklerken neyi düşünmeli insan, şimdi en çok onu düşünüyorum. Her şey karmakarışık bu yerde. Hiç bir şeye, hiçbir anlam yükleyemiyorum. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu seçemiyorum. Ölüm bu denli yakınken ve bütün çıplaklığıyla koynuma girerken anlıyorum ki hiçbir şeyi çözemeyeceğim.
Ama bir tek şeyi biliyorum sevgili;
BEN ÖLDÜKTEN SONRA EN ÇOK SENİ ÖZLEYECEĞİM…





‘’ Ölme sevgili...’’

Bunları sana yirmi yedi gündür hiç gelmediğin evinden, o ‘’şiir yazmaya birebir’’ dediğin balkondaki ahşap masanda yazıyorum.
O sabah evden çıkışından sonra kimse uğramamış belli. Yatağın bile toplanmamış baksana. Sehpanın üstündeki bozuk paralar, yarım bıraktığın çay bardağın, şarjda unuttuğun telefonun hepsi o lanet kazayı geçirdiğin gün bıraktığın gibi. Biraz sakinleşmek, sadece seninle kalabilmek için içimde, buraya (mabedine) kaçmıştım oysa. Galiba gelmemeliydim. Şimdi imkanı olsa da, ne kadar çok canımın yandığını anlatabilsem sana.
Ölme sevgili...
Şimdi hiç zamanı değil bırakıp gitmenin. Ben senin verdiğin nefesle yaşıyorum sevgili... Sen nefes veremezsen, ben nefes alamam. ‘’O çakmak çakmak gözlerinde barındırdığın asil yıldızlarını benim gökyüzümden alma sakın.’’ Bu kötülerin dünyasında bir tek senin kanatlarının altında güvende hissediyorum kendimi. Huzuru senin yasadışı gülümseyişinde buluyorum. Dünyanın bütün bebeklerini benim için sevimli yapan tek şey, bir gün senden bir çocuk sahibi olmanın hayaliydi. Beni bu düşümden mahrum etme. Sevgili ölme... Ve benden seni valizsiz çıkacağın bu yolculuğa uğurlamamı bekleme. ‘’ya beni de götür, ya sende gitme’’
Sendin bana inançlarım için savaşmam gerektiğini öğreten. Hatırlıyor musun, sadece inanmanın yeterli olmadığını, mücadele etmek gerektiğini sen anlatmıştın bana. Ve şimdi bu sabah Tanrı’ya olan inancını yitirdiğini söylüyorsun. İşte en çok bu yüzden kızıyorum sana. ‘’En çok ihtiyacımızın olduğu bu zamanda inançlarını ve hayallerini kaybetme ne olur!’’
Hani başka bir hastaneye sevk edildiğin gün, hani seni beş dakika görebilmem için izin verdikleri gün, yanına oturup sana dokunabildiğim o son gün, gözlerindeki o yıldızlarını tekrar görebilmenin verdiği mutlulukla gerçekten neyi gördümse onu söyledim sana. İnan seninle ilgili aldığım bütün kararlarımı, vicdanımla değil düşlerimle ve yüreğimle aldım ben. Bu beynimdeki irin beni yok edene kadar yada sen beni nefessiz koyana kadar her zaman senin için aldığım kararlar yüreğimden olacak.
Daha ne kadar dayanabilirim açlığına, uykusuzluğuna, yağmursuzluğuna, sessizliğine ve sensizliğine bilmiyorum. Beni dayanıklı ve güçlü yapan sendin hep. Senin büyülü cümlelerindi. Şimdi bana, ‘’koynuna benim yerime bütün çıplaklığıyla ölümü almaya hazırlandığını söylüyorsun.’’
Sen incir ağaçsız hastanende ölümü beklediğin bir geceyi, bir asır zindanlarda yaşamakla eş tutabiliyorsun ya sevgili;
Ben, beni ölümle aldatmamanı beklediğim, o koridorda geçen gecelerin hiç birini hiçbir mecazla kıyaslayamıyorum.
Ölümün hayatıma ilk teğet geçtiği yer beynimde küçük bir tümör olduğumu öğrendiğimiz gündü. Hatırlıyor musun beni nasıl teselli ettiğini? Bana neden savaşmam gerektiğini anlatışını hatırlıyor musun? İşte o gece düşünmüştüm ilk kez ölümü. Sana konduramadığım bu kaderi, kendim için daha çabuk ve daha kolay kabullenmiştim oysa. Ve ölümü üstümde denediğim o gece bana da anlamsız geliyordu her şey. Çünkü sendin her şeyin anlamı, sen varsan anlamlıydı her şey.
‘’Ve ölüm maalesef yalnız yaşanan bir kavramdı.’’ O ölüm provası yaptığım gece, bende aynı çelişkilere ulaşmıştım düşündükçe. İnsan düşündükçe, fark ediyor doğru olanı düşünmediğini.
Ölümün en çirkin tarafı; ‘’Ölürken neyi düşünmeli insan?’’ sorusuna bulunamayan cevabın verdiği acıdır aslında. Biliyorum...
Ama sen;
Kanser olduğumu öğrendiğimde bana anlattıklarını düşün oldu mu? Beni ‘’NASIL?’’ ve daha önemlisi ‘’NEDEN?’’ tekrar yaşama bağladığını düşün,
Niçin yaşaman gerektiğini,
Vereceğin her nefese olan muhtaçlığımı,
Eylül Başak’ımıza anlatacağın masalları,
Bana hamile kıyafeti alacağın mağazayı,
Birde Akdeniz’de bir ev düşün, mavi odalı...

Ölme sevgili...
Hep yanımda ol, ve hiç özleme beni!
 
Geri
Üst