Gedikli Ateşevi

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Gedikli Ateşevi
Adana’da, İslâhiye yöresindeki Gedikli’de, 1964 yılında kazılara başlayan rahmetli Prof. Bahadır Alkım Anadolu Ön-Türk kültürü için temel değerde 2 Ateşevi bulmuştur.

Gedikli’de B. Alkım anlatıyor: “... ölüler üç şekilde gömülmektedirler, bunların üçüncüsünde ölüler yakılmaktadırlar. Bu maksatla çalışan, ölülerin yakıldığı iki yer tespit ettim. yakıldıktan sonra ölülerin külleri, topraktan yapılan kaplara konulmakta ve sonradan üst üste sıralanmaktadırlar. Depolanma yeri, 20x11 metrelik bir alanı kaplamaktadır, derinliği 2.5/3 metreyi bulmaktadır. Bu derinlikten, kazıların bittiği 1966 yılında, 159 kül kabı çıkardık. Aynı tür ölü gömme şeklini Suriye’de, Kuzey Mezopotamya’da, ve Anadolu’da görmekteyiz. Bu ölü gömme şeklini –14 ve –13 yüzyıl tarihli bir Hitit çivi yazısıyla yazılmış olan tablette rastlamaktayız, bir krala ait olan (Cremation Royale) muhteşem bir merasimi hikâye etmektedir. İlyada’da Hektor ve Petrocle’un yakılmalarında, bu şekil bir ölü gömmenin varlığını öğrenmekteyiz. Peki, kimler- di bu Gedikli halkı?” (9)
Yanıtımız malumdur: Bu halk Ön-Türkler ya da Ön-Türk kültürüyle yetişmiş, dolayısıyla Ön-Türk diyeceğimiz Anadolu halkı idi. Ölü gömme merasimi, Ön-Türkler’deki “vücudu ateşe verme merasimi”dir. Bu merasimi yapmak için seçilen kutsal yerlere ise “ateş evi” denmektedir. İlgili kültün adı ise ateş kültü’dür. Bu kültte vücudun ateşe verilmesinden sonra, büyük bir ziyafet çekilir, mezarın etrafında 7 kere dönülür, ziyafet adeti, “orgie” halinde Etrüskler’den Roma’ya geçmiş olabilir. İslâmiyet’teki cenaze sonrası yemeğin kökenini ateş kültünde aramak gereklidir. Bütün bu merasimler, İB-İS BOLUQ’ larda, yani zamanın yüksek öğretim veren üniversitelerinde öğretilir. Kül kabına Ön-Türkçe UR ES OS denir. UR, cesedi yakma, ER, erme, erişme, OS, tanrı beldesi... Cesedi yakma (yoluyla) tanrıya erişme. Aynı kelime Antik Yunan’da OROS OLMUŞTUR, Latince ve İtalyanca’da URNO, Fransızca’da, URNE (ürn) dür. Küllerin konulduğu kaplar 30/40 santimetre büyüklüğündedir, içlerinden küllerden başka ufak toprak kaplar ve her kaptan 1 iğne çık- maktadır. “Suriye Şişecikleri” diye tanınan, Shilierman’ın “depas amphikypellon” adını vermiş olduğu bu kadeh büyüklüğündeki kaplar Troya’da görülmektedir.

Ateş kültünün, dolayısıyla Ön-Türk kültürünün varolduğu bu yerde, “pişirmek, yemek ve içmek” için kullanılan, bu yörede ve Suriye’de bilinen seramik ürünlerin (11) Ön-Türk sanatına ait olacağı düşüncesindeyiz. Taşı işlemesini, tarihte ilk sıntaşlarını bilen, duvarlarına kayalara resim yapan ön atalarımızın, toprak kaplar da üretebileceği tamamen mantıklıdır. Aynı yöredeki Yesemek’in, bir açık hava heykel atölyesi (12) olduğu düşünülürse, bu konuda ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkar. Zaman ve mekânda ve Anadolu’da, Ön-Türk varlığını bir türlü hazmedemeyen arkeologlarımızın ve bu konuda hiçbir bilgileri olmayan sanat tarihçilerimizin ilgilerine bütün samimiyetimizle sunulur. Ayrıca bu atölyelerin varlığına özellikle Mimar Sinan Üniversitesi’nin dikkatini çekmek isteriz.

Prof. Bahadır Alkım, İslâhiye yöresine girişte şöyle denmektedir; “...1958’den beri, Amanus dağları silsilesinin doğusundaki Sakçagözü, Zincirli yaylaları Türk arkeolojisi için “bilinmeyen yer” idi.

Amanus sözcüğü üzerinde biraz duracağız. Bu sözcük, Prof. Alkım’ın vermiş olduğu şekle göre, AM+ANA+US kavramlarından meydana gelir. Günümüzde anlamını çirkin bir yönde kaybetmiş olan A ile M harflerinin oluşturduğu hece Ön-Türkçe’de “sevgi” demektir ki, Latin dillerine AM/are, sevmek; AM/ore, aşk şeklinde geçmiştir. Bu halde, AM+ANA+US adı Us yüce demek olduğuna göre, “yüce sevgi anası” olacaktır. Ön-Türk kültürünü bu kez söylence bilim, dolayısıyla dil ve düşünce olarak da keşfetmekteyiz. Aynı düşünce sistemini Kıbrıs’ta da bulmak- tayız. Kıbrıs’ta doğmuş olan “güzellik tanrıçası”nı Antik Yunan’a hediye etmek isteyenler, ona- “afro”dan, m”su”dan, “deniz”den çıktığı hikâyesini uydurarak Afrodit adını vermişler, Yunan mitolojisine mal etmişlerdir. Şimdiki bilgilerimize göre, güzellik tanrıçası Kıbrıs kökenlidir (13) ve ona Amathios adı verilmiştir. Kelimeyi bilimsel bir gözle, ön yargılardan uzak olarak analiz edersek AM+ATA+(!) OS’u buluruz, yani OS evren olduğuna göre, “evren- deki sevgi atası” anlamını buluruz. Lefkoşe müzesi eski müdürü Diakos’a göre (14) Kıbrıs’a Anadolu’dan –6.binlerde geçişler olduğuna göre, bu adın kökeninin Ön-Türkçe oluşu asla yadırganamaz.

Biz bu elemanlara, Adana’nın tarihi adı olan Apadana’yı ilave edebiliriz; Apa canı (ruhu); Aparan, alıp tanrıya götüren demektir ki, bu, bütün bu yörede Ön-Türk kültürünün egemen olduğunun en kuvvetli işaretidir. Kuvvetle muhtemeldir ki ileriki araştırmalarda burada bir Ön-Türk devletinin varlığı ortaya çıkacaktır. Apadana adının tam analizi için, dilcilerimiz bu kelimenin doğuşunu ve kompozisyonunu aramalıdırlar.

Sonuç

a) Doğu Anadolu yüksek yaylası yoluyla Anadolu’ya girmiş olan Ön-Türk kültürü –3.binlerde, bu yörelerde süregelmiştir.

b) Ön-Türk kültürünün en önemli elemanlarından biri olan “ateş kültü”, bir kral cenaze merasiminde ortaya çıkacak kadar Hititlerin içindedir.

c) C) Antik Yunan’ın kökeninde bulunan Pelaqların Ön-Türk oldukları, Mirşan’ın Ön-Türkçe okumuş olduğu 120 Pelasq yazıtıyla açığa çıkmıştır (15)

Hint-Avrupa dillerine Anadolu’da köken arayanlar

Hint-Avrupa dillerinin başlangıç tarihini –7. binden aşağı almak isteyenler çareyi bu dil grubunu Eskişehir—Konya yöresine yerleştirmişler ve onu Nostratik (bize ait, bizim anlamında) adlandırmışlardır.(16) Ve de hemen yeni bir açmaza girmişlerdir. Bu yeni icada rağmen bazı sözcüklerin kökeninin bulunmaması üzerine, adetleri olduğu veçhile, en ucuz çareye başvurmuşlar, bunların bilinmeyen bir dili konuşan, ölü bir ırka ait olduğuna karar vermişler ve bu ırkın yaşamış olduğu dünyaya da Proto World adını vermişlerdir.

İşte size “Proto World”cadan iki örnek:

SU adı Proto Word’ce de Haku, Nostratik’te Haku, Hint-Avrupa’da Hakv olur ve Latince’de Aqua şeklini alır. Orta Asya’da –15.binlerde damgalar halinde tarih yüzüne çıkan Ön-Türkçe bilinmediği, Doğu Anadolu yüksek yaylasından Orta Asya kültürünün –15.binlerden –şimdilik- sızdığı bilgileri dışında olduğu için, Ön-Türkçe’de SIVI kavramının AKUWWA diye seslendiği konusunun cahilidirler. Aquwwa’nın İtalyan yarımadasında “Aqua” şeklini alması da Etrüsklerin sayesinde olmuştur.

Aquwwa sözcüğünün AQ/AK/mak ve OQUWWA’nın da kova sözcüklerini verdiklerini düşünmekteyiz... Dilcilerimize!.



Herhalde ön-atalarımızın –700’de doğmuş olan Laqtince’den Aqua’yı alıp zamanı binlerce yıl geri işleterek bu sözcüğü “Aquwwa” haline getirdikleri düşünülemez. İkinci örneğe geçelim:

Proto World’cede Kuni, Nostratik’te Küni olmuş, Hint-Avrupa’ya Gven diye geçmiş, İngilizce’de Queen halini almıştır. Ön-Türklerde güneş ve ay, tanrının enerjisini temsil eder ve biri gündüzleri diğeri geceleri aydınlatır. Adları KÜN-EKİ’dir. İlgili petroglif, “Tamgalı Say”da Kazakistan’da bulunmaktadır.

İşte bu petroglifteki KÜN, Proto World’daki KUNİ, İngilizce’ye KİNG, Almanca’ya KÖNİG olarak geçmiş, KÜN-EKİ de QUEEN ve KÖNİGİN olmuştur.

Nostratik’i Konya-Eskişehir yörelerine yerleştirenler herhalde Anadolu’nun Hitit öncesinde boş olduğunu sanmaktadırlar ki, Çatalhöyük kültürüne sarılıp, Anadolu’yu Avrupa’ya bağlamak sevinci içindedirler. Ve de Türkler’i “Orta Asya’nın medeniyetsiz çobanları” olarak gördüklerinden ve bundan büyük bir mutluluk duyduklarından, ayrıca bu görüşlerine bizden hiçbir tepki gelmediğinden, Çatalhöyük Sana Tanrıçası’nın vücudunun ve Çatalhöyük kutsal odalarının duvarlarının Ön-Türk damgalarıyla süslenmiş olduğunu ve bu damgaların halılar ve kilimlerle günümüze kadar gelmiş olduklarını bilmemektedirler.

Acaba Kültür Bakanlığı, Doğu Anadolu kaya resimleri ve yazıtlarını ortaya çıkaran ve bunları okuyan, bu surette tarihsiz sanılan -ya da özellikle bırakılan- Doğu Anadolu tarih ve kültür- ünün kökenini tespit etmiş olan araştırmacılarımız Erzen ve ekibi, Uyanık, Koşay, Alok ve Mirşan’ı ödüllendirmeyi düşünmüş müdür?
 
Geri
Üst