Haklı olan değil, güçlü olan kazanır

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Haklı olan değil, güçlü olan kazanır
haklı olan güçlüdür
Bir mücadelenin, bir savaşı bir tarafın kazanması, o tarafın haklılığı ile değil, gücü ile belirlenen bir olgudur.


Adalet ve haklılık



Türk Dil Kurumu'na göre hakkın tanımı: Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç, dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk. Ancak adaletin dengesiz ve zayıf olduğu yerlerde, kazanımların yönünü haklılıkdan ziyade güçlülük belirlemektedir.

Adalet mekanizmasının işlevsel olmadığı oluşumlarda, yasaların uygulanması da aaafiyete kalmaktadır. Örneğin ülkemizde binlerce yasa, geçerliliğine rağmen uygulanmamaktadır. Trafikte cep telefonu ile konuşmak, emniyet kemeri takmamak gibi kural ihlalleri, tamamen görevli polisin aaafiyetine kalmıştır.

Hepimizin çok iyi bildiği bir örnek vardır. Baklava çalan çocuk hapse girer ve ağır bir ceza alırken, hayali ihracatçılar, nitelikli dolandırıcılar serbest kalır. Ancak bu tür haksızlıklar, gazetelerde yer alan bir haber olmaktan öteye gitmemektedir. Ne yargı cephesinden, ne de siyasi cepheden gereken destek verilmemektedir. Çünkü baklava çalan çocuk, kimsenin umrunda değildir, hiçbir şey ifade etmemektedir.



İnsan faktörü


İnsanlığın varlığından bu yana değişmeyen bir gerçek var. O da insanoğlunun hırsı, aç gözlülüğü ve tutkularının esiri oluşu. Hırslarının ve tutkularının esiri olan insan, çoğu zaman gerçekleri kabul etmek yerine, onları görmezden gelerek, kendi doğrularını yaratmaya çalışmaktadır.

Zaman içerisindeki doğrular ve kavramlar, ülkelere, kültürlere veya topluluklara göre değişiklik göstermiştir. Örneğin şiddete alışık bir toplum olan ABD'de, bir şüphelinin üzerine sayısız mermi yağdırılması normal karşılanabilirken, aynı şeyin İngiltere'de yaşanması durumunda tepkiler farklı olacaktır. ABD'de insan hayatı değerlidir, ancak devlet her zaman haklıdır, çünkü güçlüdür. Devletin temsilcisi olan polisin de uyguladığı şiddet ve yöntemler, bazı istisnai durumlar haricinde pek tartışılmaz.



Avrupa'nın geçmişi


İnsanlığın gördüğü en kanlı savaşlara ve toplu ölümlere sahne olan Avrupa coğrafyasının insanları, coğrafi keşiflerle birlikle gelen kolonicilik ve sömürgecilikle, yerkürenin önemli bir kısmına hakim duruma gelmişlerdir. Avrupalılar, bu sömürgecilik ve kolonicilikle beraber, bir çok soykırıma da sebebiyet vermiştir.

Almanların Yahudi soykırımı, Fransızların Cezayir soykırımı ve daha nice irili ufaklı sistematik nüfus kırımı. Yakın bir tarihte meydana gelen Raunda soykırımının altında da Fransız-Belçika imzası ve Dünya'nın geri kalanının iki yüzlülüğü vardır. Avrupalılar için kendi insanlarının taşıdığı değer, başka milletlerin insanları için söz konusu değildir. Diğer toplumların verdiği kayıplar, onlar için sadece bir istatistiktir. Sözde “insan hakları” adı altındaki hassasiyetleri ise, bazı devletlerin iç işlerine karışmak için kullandıkları bir silahtan öte bir şey değildir.

Geçmişi, hatta bugünü bile yanlışlarla dolu olan Avrupa, Türkiye'ye olmayan bir Ermeni soykırımını dayatmaya çalışmakta ve bunun sayesinde tavizler koparmakta, Türkiye'yi her geçen gün biraz daha köşeye sıkıştırmaktadır. Türkiye'nin savunma pozisyonunda kalması ve haklılığını hiçbir platformda haklılığını onaylayan destekçi bulamamasının sebebi, haklı olmasına rağmen güçsüz durumda olmasından kaynaklanıyor. Bu güçsüzlük, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi irade yetersizliğidir. Zorlu bir coğrafyada bulunan ve ekonomik yeterlilikten yoksun bir ülke, aynı zamanda güçlü bir dış politika ve diplomasi yeteneğinden de yoksunsa, günden güne erimeye mahkûmdur.


ABD'nin geçmişi


Soykırım konusunda hiçbir millet, amerikalılar kadar başarılı olamamıştır. Nüfusa oranla bakıldığında, amerikalıların kızılderililere yaptığı soykırım ilk sıralarda gelir. Milyonlarca kızılderilden geriye sadece bir avuç kızılderili kalmıştır.

ABD'nin savaş karnesi de hayli kabarık. Japonya'da sivillerin bulunduğu iki şehre atom bombası atması, Vietnam'da köylü, kadın veya çocuk demeden, tepelerine binlerce ton napalm bombası yağdırması gibi toplu imhalara sebep olmuş, ancak süper güç olmanın verdiği ayrıcalıklı konum, onu dokunulmaz kılmıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndaki atom bombaları için ABD'nin hala resmi bir özür dilemediğini ekleyelim.

Yakın bir tarihte Irak'ın haksız işgali için, Saddam'ın gizli nükleer silahları bahane edilmişti. Bu yapılacak hareketin meşru kılınması öne sürülen gerekçenin bir yalan olduğu sonradan resmi şekilde itiraf edilmiş, ancak bunun ABD açısından olumsuz bir etkisi olmamıştır. Çünkü ABD artık alternatifsiz bir süper-güçtür, çekineceği veya hesap vermek zorunda kalacağı bir karşı dengeleyici güç kalmamıştır.

ABD bunca kıyımına rağmen, uluslararası platformda saygınlığını korumaktadır. 11 Eylül 2001'den itibaren ise İslam dünyası, terörist milletler topluluğu ve yok edilmesi zorunlu bir hastalık olarak gösterilmektedir. Ancak dünyanın en büyük silah üreticisi ve ölüm makinesi ABD'nin vatandaşları, amerikan vatandaşı olmanın getirdiği prestiji sonuna kadar yaşamaktadırlar (Vizesiz seyahat).



Atatürk de haklıydı ama güçlü olduğu için kazandı


Yurdun dört bir köşesinin işgal altında olduğu yıllarda Mustafa Kemal, bu haksız durumu kabul etmedi ve milletini esaretten kurtardı. Bunu da tartışma ile, müzakere ile yapmadı. Çarpışarak, savaşarak kazandığı üstünlükle başardı.

Büyük zaferin ardından Saltanat'ın kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, yirmi imzalı bir komisyon önergesi, muhalif vekiller tarafından meclise sunuldu. Milli mücadeleye hiçbir katkısı olmayan, üstüne üstük mücadelenin lideri Atatürk için ölüm emri çıkaran padişaha, yeniden gücü ve iradeyi teslim etme yanlısı saltanatçıları vekillerin bir girişimiydi bu.

Muhalif vekillerin verdiği yirmi imzalı önerge kabul edildi ve ardından konu, komisyonda görüşülmeye başladı. Mustafa Kemal'den, bu saçma durumu kabullenmesi, elbette ki beklenemezdi. Tartışmanın yapıldığı salona giren Mustafa Kemal, şu tarihi konuşmayı yaptı:
"Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."
Bu sert konuşma etkisini gösterdi, Saltanat'ın kaldırılması kabul edildi. Görüldüğü gibi Atatürk, davasında haklı olmasına rağmen, meclisten kararı geçirebilmek için gücünü ortaya koymuştur.




Bugünkü durum

Türkiye yakın bir geçmişte dış politikada, günümüzle karşılaştırıldığında çok daha aktif ve iradeliydi. Tasu Çiller döneminde Kardak kayalıkları için verilen mücadele ve Çiller'in hatırımızda kalan sözü; “Türkiye'nin verecek bir çakıl taşı bile yoktur”, Necmettin Erbakan döneminde İncirlik Üssü'nün kapatılması gibi örnekler gösterilebilir.

O günlerde vermeme üzerine işleyen dış politika, maalesef günümüzde sürekli verme, hiç almamaya dönüşmüştür. Avrupa Birliği'nin dayatmaları ile Türkiye lehine olan yasalar bir bir değiştirilmiş, KKTC gözden çıkarılmış, Irak'taki gelişmelere kayıtsız kalınmış, Kuzey Irak'taki 2,5 milyon Türkmen, kaderine terkedilmiş, 4 Temmuz 2003'de, Kuzey Irak'daki Süleymaniye kentinde bulunan türk askerlerinin kafasına çuval geçirilmesine sessiz kalınmış, terörle mücadele edilmemiş, çökme noktasına gelen terör örgütünün yeniden canlanmasına seyirci kalınmış, Mesut Barzani ve Celâl Talabani gibi aşiret liderleri şımartılmıştır.

Bu verme üzerine süregelen son dönem, terör örgütü bağlantılı kişilerin, cezaevlerinden ve dağdan TBMM'ye girişlerinin önünü açmıştır. Bu insanlar, sözde demokrasi adı altında her türlü kanundışı eylemin arkasında durmakta ve söylemleri ile destek vermektedir. Terörle mücadele eden türk ordusunu bile “barışı bozan” bir unsur olarak tanımlamaktan çekinmemektedirler. Çünkü bu insanlar, iç ve dış güçlerce korunmakta, kanunsuzluklarına rağmen ceza veya yaptırımla karşılaşmamaktadırlar. İşte bu, haklı olduğunuz halde nasıl güçsüz ve pasif duruma geldiğinizin en iyi örneklerinden biridir.



Son söz


Bir mücadelenin, bir savaşı bir tarafın kazanması, o tarafın haklılığı ile değil, gücü ile belirlenen bir olgudur. Bu güç, insanların bilinçaltını etkileyerek iradelerini teslim almakta, güçlünün her koşulda haklı olacağını düşünmesine sebep olmaktadır. Mücadelenizi verirken, sadece haklı olmanın yetmeyeceğini unutmayın.



ÜMİT YILDIRIM
 
Geri
Üst