Hatay Şehir Tanıtımı

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Hatay Şehir Tanıtımı
hatay tanıtımı hatay tanıtım ın tanıtımı hatayın yer fıstığı nasıl kavrulur
Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden olan Antakya, bütün dinleri, kültürleri bir arada barındıran bir şehirdir.

Birçok çağa, savaşa, olaya karşı dimdik ayakta kalarak direnen Antakya, bu kültür mozaiği içinde bugünlere kadar gelerek kendini kanıtlamıştır.
Eski çağlarda dünyanın ikinci büyük şehri unvanına sahip olan Antakya, şu anda da kendi çapında gelişmiş bir şehir konumundadır.
Eski tarihlerden günümüze kadar gelen tarihi eserler, Asi Nehri, sokaklar ve caddeler dile gelse, o eski Antakya''yı harika bir şekilde dillendirirdi. Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin ve başka dinlere, mezheplere mensup insanların bir arada yaşayarak, hiçbir prokovasyona yenik düşmeden bugünlere kadar barış, kardeşlik ve huzur içinde gelmesi, dünyada verilecek en güzel örneklerden birisidir. Çağlar içinde korunan bu çizgiyle Antakya, tarihteki en güzel yerini almıştır



hatay.jpg
 
Genel Bilgiler

Hatay
Hatay ilinin nüfusu, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı kesin sonuçlarına göre 1.256.726 kişidir. Bu nüfusun 581.341’i şehirlerde, 672.385’i köylerde (374.082 belde + 298.303 köy) yaşamaktadır. Km2’ye düşen nüfus yoğunluğu 232’dir. Nüfus artış hızı binde %0 12,19’ dur.


Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovasında; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk tunç çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ip uçlarını vermektedir.

İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığının, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit imparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Hitit İmparatorluğunun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.

Türkmen/Oğuzların ataları Sakalar, M.Ö. 7. yüzyılın ortalarında hükümdarları Oğuz Han önderliğinde “Batık Şehir” adını verdikleri Antakya’yı zaptedmiş ve burada 18 yıl kaldıktan sonra M.Ö. 626’da Antakya’dan ayrılmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir.

M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hakimiyetine girmiştir.

Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur.

M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.

M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hıristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hıristiyan”adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000-300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropolisi durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, su yollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.


395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.


944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.


9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey'i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi. Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hakimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hakimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zaptedildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu.

1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi. Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti.

14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovasında, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.


Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.

Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman' ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen' e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı. Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbençi olarak buraya 541 aile yerleştirildi.

1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Suriye’ yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar. Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra-namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.

I. Dünya savaşında Osmanlı devletine karşı isyan eden Araplar, İngilizler ve müttefikler ile iş birliği yaparak Osmanlı devleti aleyhine çalıştılar. İttifak devletleri daha 1916 yılında Sykes-Picot ve Sazanof arasında yapılan görüşmelerde Osmanlı devleti topraklarını paylaşmışlar; Güneydoğu Anadolu ve Suriye Fransa, bunun güneyinde kalan bölgeyi ve Irak’ı İngilizler alacaktı.

30 Ekim 1918’de Osmanlı devleti ile ittifak devletleri arasında Mondros anlaşması imzalandı. Antlaşma imzalandığında Türk birlikleri Antakya, Belen Dircemal, Telrifat hattını korumuş, Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk birlikleri 25/26 Ekim 1918 gecesi Halep’i sokak çatışması yaparak terk edip kuzeye doğru çekilmişlerdir. 27 Ekim 1918 günü Antakya’da Faysal taraftarları hükümet konağındaki Türk bayrağını indirip Arap bayrağı diye bir bayrak asarak Arap hükümeti ilan etmişler, fakat Belen’de bulunan 41. Fırkanın müdahalesi ile 3 Kasım 1918’de dağıtılmışlardır. Osmanlı Hükümetinin emri ile 41. Fırka, 8 Kasım 1918’den itibaren Anadolu’ya çekilmeye başladı. Son birlik Belen’den 9 Kasım günü ayrıldı. Yörede Türk askerinin çekilmesi üzerine 9 Kasım günü bir İngiliz müfrezesi İskenderun’a çıktı ve oradan Dörtyol’a geçti. Ardından 12 Kasım 1918’de Fransızlar İskenderun’a asker çıkardılar, 15 Kasım 1918 günü de Belen’i işgal ettiler.

27 Kasım 1918 tarihinde merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak merkezi İskenderun olmak üzere Antakya, İskenderun ve Harim’i içine alan “İskenderun Sancağı” kuruldu. Sancak idaresi bir Vali tarafından yerine getirilecekti.

7 Aralık 1918 günü Antakya, 11 Aralık 1918 günü de 400 Ermeni’den oluşan bir Fransız taburu Dörtyol’u işgal etti.

19 Aralık 1918 günü Dörtyol’a bağlı Karakese Köyünde Fransızlara karşı direnişte bulunulmuş ve müfreze köye giremeyerek 15 ölü bırakarak geri çekilmiştir. 19 Aralık 1918 tarihinde meydana gelen çatışma milli mücadele tarihimizdeki İLK KURŞUN’dur. Bu tarihten itibaren Kuvay-i Milliye’ye katılan çeteler ile bölgedeki işgal birlikleri arasında mücadele ve çatışmalar başladı.

20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı ve buna göre Payas sınır olacak şekilde İskenderun sancağı sınırlarımız dışında kalıyordu. Fakat antlaşmaya göre; İskenderun mıntıkasında Türk ırkından olanların kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylık sağlanacak, Türk dili resmi dil niteliğine sahip olacaktı.

Ankara Antlaşmasından sonra Türkiye ile Fransa arasındaki savaş hali sona erdi. Türkiye ile Suriye arasında sınır çizildi. Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiye sınırları içerisinde kaldı.

Fransızlar 15 Kasım’da Hassa’yı, 8 Ocak 1922 ‘de Erzin’i, 9 Ocak 1922’de Dörtyol’u boşaltarak güneye çekildiler.

Bu yeni dönemde Antakya, İskenderun ve havalisi halkı Anayurttan ayrı yaşamaya alışamamışlar, her fırsatta Türkiye’ye katılma ve kurtulma talebinde bulunmuşlardır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa 15 Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde Antakyalılar kendisini karşıladılar. Karşılayan kalabalığın önünde iki levha, dört hanım ve bunların önünde bir kız vardı. Antakyalı kız (Ayşe Fıtnat Hanım) dokunaklı bir nutuk söyleyerek “Ey Ulu Gazi bizi kurtar” diye talepte bulundu. M. Kemal Paşa kıza “Kırk Asırlık Türk Yurdu Düşman elinde esir kalamaz!” diyerek kurtuluş vaadinde bulundu.

Bundan sonra 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşmasında, Ankara Antlaşması ile çizilmiş olan sınır aynen kabul edildi. Ocak 1925 ve Mayıs 1926’da Gazi Mustafa Kemal Paşa Dörtyol’u ziyaret etti. Nisan 1934’te resmi görüşmeler için sancağa gelen Gaziantep Valisi Akif İYİDOĞAN için muhteşem karşılama yapıldı, halk sevinçten Valinin makam arabasını havaya kaldırdı.

9 Eylül 1936 tarihinde Fransa Suriye ile antlaşma yaparak Suriye’ye bağımsızlık verilmesini kabul etti, fakat özel statüye sahip İskenderun Sancağı’nın durumu göz ardı edildi. Bu durumda, Türkiye 9 Ekim 1936’da Fransa’ya nota verdi. Konu; Türkiye ve Fransa arasında alınıp, verilen notalar sonucunda varılan mutabakata göre Milletler Cemiyetine taşındı. Atatürk, 1 Kasım 1936’da T.B.M.M’nin açılışında sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Ertesi gün Atatürk sancağa “Hatay” adını verdi. Aralık 1936’da şeklini belirlediği Hatay Bayrağını Hataylılara armağan etti.

Milletler Cemiyeti 14-16 Aralık 1936 tarihinde yaptığı toplantıda sancağın oturumunu yeniden incelemek için 3 gözlemcinin Sancağa gönderilmesini kararlaştırdı. 1 Ocak 1937 günü Hatay’a gelen gözlemciler incelemelere başladılar. 12 Ocak 1937 günü gözlemcilerin kaldığı Turizm Oteli (şimdiki Özel Ata Lisesi) önünde 60.000 Türk’ün katıldığı muazzam bir miting ve yürüyüş yapıldı. Nihayet Milletler Cemiyeti Konseyi 27 Ocak 1937 toplantısında İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini kabul etti. Sancak içişlerinde tam bağımsız, dışişleri, maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı.

29 Kasım 1937 tarihinde Milletler Cemiyetine seçilen komitece hazırlanan “Sancak Statü ve Anayasası” yürürlüğe girdi. Bundan sonra Milletler Cemiyeti nezaretinde sancak nüfusunun cemaatlere göre belirlenip, kaydedilmesi için nüfus tespitine gidildi. Milletler Cemiyetine göre seçimler; 28 Mart ve 12 Nisan 1938‘de yapılacaktı. Seçimlerden önce, seçmenler cemaatlere göre belirlenecek, bunun ardından milletvekillerini seçecek, ikinci aşamada seçmenler seçilecek, üçüncü aşamada milletvekilleri seçilecektir.

Halk arasında “Referandum” olarak bilinen seçim sırasında Sancak’ta tansiyon yükseldi, cemaatlere göre nüfus tespitinde Milletler Cemiyetinde yapılan zorlu görüşmeler sonunda 21 Mart 1938’de kesinleşen karara istinaden, Türk Tezi doğrultusunda her dileyen Hataylının dilediği cemaat listesinden yazılması kabul edildi.

Sancakta meydana gelen karışıklıklar ve idarenin Türkler aleyhine takındığı tavır yüzünden Milletler Cemiyetince belirlenen seçim takvimi zamanında tamamlanamadı.

Başta; Atatürk’ün takındığı kararlı tavır ve Türk Hükümetinin girişimleri sonucunda Sancak Umum Valiliğine Dr. Abdurrahman MELEK, Delegeliğe de Kolonen COLLET getirildi. Atatürk, 19 Mayıs 1938 günü Ankara’da törenleri izledikten sonra Ankara’dan, Mersin’e hareket etti ve 20 Mayıs günü Mersin’de askeri birliklerin geçitlerini hasta olduğu halde ayakta izledi.

Seçimin güvenli bir ortamda yapılabilmesi için Türkiye ile Fransa arasında antlaşmaya varılmış ve askeri antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın uygulama esaslarını belirlemek üzere Orgeneral Asım GÜNDÜZ Başkanlığındaki askeri heyet 12 Haziran 1938 günü Antakya’ya geldi. 13 Haziran - 3 Temmuz 1938 tarihleri arasında Fransa’nın Suriye Orduları Komutanı Orgeneral Huntzinger başkanlığındaki Fransız heyeti ile yapılan görüşmeler sonucunda antlaşma imzalandı. Varılan antlaşmaya göre Hatay’da güvenlik 6.000 kişilik bir güçle sağlanacak, bunun 2.500’er kişisi Fransız ve Türk Kuvvetlerinden, 1.000’er kişisi de Hatay’dan karşılanacaktır.

Antlaşma gereği Kurmay Albay Şükrü KANATLI Komutasındaki Türk Kuvvetleri 5 Temmuz 1938 günü Hassa ve Payas’tan iki koldan Hatay’a girdi.

Türk askerinin Hatay’a girmesinden sonra yeni bir seçim komisyonu kuruldu ve seçim çalışmalar 22 Temmuz 1938’de başladı. Cemaatlere göre tescil işleri 1 Ağustos’ta sona erdi. İkinci seçmen kayıtları 8 Ağustos’ta bitti. 19 Ağustos’ta adayların isimleri ve sayıları belirlenecekti. Sürenin bitiminde her cemaatten aday sayısını seçilecek milletvekili sayısına denk olduğu görüldüğünden seçim yapılmadan adaylar milletvekili oldular. Böylece; 31’i Türk (9’u Alevi) 2’si Arap, 5’i Ermeni, 2’si Ortodoks 40 mebus seçilmiş oldu.

2 Eylül 1938 günü Hatay Devleti kuruldu. Hatay Devleti Meclisi o gün, şimdiki Gündüz Sinemasında toplandı. Meclis Başkanlığına Abdulgani TÜRKMEN, Devlet Başkanlığına Tayfur SÖKMEN seçildi. Devletin adı “HATAY” olarak kabul edildi.

Hatay Devlet Meclisi’nin 5 Eylül tarihli oturumunda Devlet Reisi Tayfur SÖKMEN, Dr. Abdurrahman MELEK’i Baş Vekil olarak Hükümet Kabinesini kurması için görevlendirdi. Kurulan hükümet, Meclisin 6 Eylül 1938 tarihli oturumunda güven oyu aldı. Sancak Anayasası “Hatay Anayasası” olarak kabul edildi. Devletin adı da “HATAY DEVLETİ” olarak değişti. Bundan sonraki Hatay Meclisinin düzenleme ve çalışmalarıyla Hatay Devleti, Türkiye ile münasebetlerini arttırdı. Sonuçta; Fransa ile Türkiye arasında 23 Haziran 1939'da “Hatay Mıntıkasının Türkiye’ye İadesine Dair” Hatay Antlaşması imzalandı.

Hatay Millet Meclisi, 29 Haziran 1939 tarihinde olağanüstü toplanarak “Hatay’ın Anavatana kavuştuğunun bir kararla tespitini” isteyen 39 imzalı önerge üzerine Hatay Millet Meclisinin dağıtılması teklifi oybirliği ile kabul etti.
Hatay Devleti Bakanları

7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı Kanunla Hatay Vilayeti kuruldu. 18 Temmuz 1939 günü Hatay Valiliğine atanan Şükrü SÖKMENSÜER Hatay’a geldi. 23 Temmuz 1939 tarihinde de Hatay’da kalan son Fransız birliği Antakya’dan ayrıldı. Böylece Hatay Devleti’nin anayurda katılma işlemleri tamamlanmış oldu.

Hatay Tarihinin özet metni; Mehmet TEKİN’in “Hatay Tarihi” kitabı ile yine Mehmet TEKİN’nin yazmış olduğu “Hatay 2000 İl Yıllığı” kitabındaki tarih bölümünden alınmıştır.
 
Hatay ve çevresi genel bilgiler

Hatay ve çevresi genel bilgiler

Anadolu'nun güneyinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınır vilayetlerinden biri olan Hatay ilinin yönetim merkezi Antakya, 36 10' kuzey enlemi ve 36 06' doğu boylamı ile yurdumuzun en güneyinde yer alan kent niteliğindeki yerleşme merkezidir.

Akdeniz iklim bölgesinin doğu ucunda, kıyıdan 22 km. kadar içerde olar kentin denizden yüksekliği yaklaşık 80 m.dir. Kuzeyde Amanos Dağları (Nur Dağları) ile güneyde Kel Dağ (Cebel-i Akra) arasında kalan Aşağı Asi Vadisi'nin başlangıcında, Kel Dağı'nın kuzeydoğusunda, 440 m. rakımlı Habib-i Neccar Dağı'nın eteklerindedir. Kentin kuzeydoğusuna doğru gelişen ve Hatay çöküntü alanının ortasında yer alan Amik Ovası, zirai potansiyeli çok yüksek kalın bir alüvoyal toprak tabakası ile kaplı olup, aynı zamanda ilin en büyük toprak düzlüğünü oluşturur.
Başta Asi Nehri olmak üzere, Karasu ve Afrin Çayı ile beslenen Amik Ovası'nda, yakın zamanlara kadar Amik Gölü adı ile bilinen bir göl vardı. Ancak uzunluğu 16 km., genişliği 10 km. olan gölün ve göl çevresindeki bataklıklarla beraber 310 km2'yi bulan arazinin bir bölümünün kurutulması ile göl kayboldu. DSİ tarafından yürütülen ve 1955 yılında başlayıp 1980 yılında tamamlanmış olan kurutma işlemi sonucunda elde edilen zirai verimi yüksek topraklar çiftçilere dağıtılarak tarıma açılmıştır.


Antakya'nın ortasından geçen ve ovanın kurutulması çalışmaları sırasında nehir yatağının kentin içinden geçen kısmı ıslah edilerek düzgün bir kanal haline getirilmiş, Antik Çağ'ın Orontes'i olan günümüzün Asi Nehri'nin kaynağı, Lübnan Dağları'dır.
Amanoslar ile Keldağ arasında bir yatak oluşturan Asi Nehri'nin toplam uzunluğu 380 km. olup, nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde bulunmaktadır.
Kuzey yönünde yaklaşık 30 km. boyunca Türkiye-Suriye sınırını oluşturacak şekilde akan Asi Nehri, topraklarımıza girdikten sonra batıya döner ve bugün hemen hemen tümü kurutulmuş olan Amik Gölü'nün ayağı Küçük Asi ile birleştikten sonra güneydoğu doğrultusuna yönelir ve yaklaşık 40 km. sonra Samandağ'ın güneyinde bir delta oluşturarak Akdeniz'e kavuşur. Antik çağda küçük tonajlı nehir gemilerinin seyrüseferine imkan veren ve Antakya'yı asırlar boyu Akdeniz'e bir su yolu ile bağlanmış olan Asi Nehri'nin bugün akıttığı ortalama su miktarı, kentin içinde 5.04 m3/sn.dir. Asi'nin Antakya içinden geçen ve bir kanal haline getirilmiş olan yatağı, yaklaşık 2 km. uzunluğunda ve 30-35 m. genişliğindedir.
Kentin kuzeydoğusunda, üzerinde Demir Kapı'nın yer aldığı, St. Piyer Kilisesi yakınından geçen ve bir sel yatağı niteliğinde olan Hacı Kürüş Deresi ile güneybatıdaki Hamşen Deresi (Memekli Köprü'nün altından ve kışlanın yanından geçen) Habib Neccar Dağı'ndan doğarak Asi'ye doğru akan iki önemli su yatağıdır.
XIX. yüzyıldan beri nehrin karşı tarafında, kuzeybatıdaki düzlüklerde kurulan yeni mahallelerle büyüyerek kendi mimari karakteri içinde gelişen Yeni Antakya'yı nehir ile Habib Neccar Dağı arasında kalan Eski Antakya'ya bağlayan dört köprüden üçü, bulundukları yer ve malzemeleri itibariyle tamamiyle yeni köprülerdir. İçlerinde en eskisi olan dördüncü köprü ise asırlarca yaya ve araç trafiğine hizmet etmiş olan eski köprünün bulunduğu yerde, modern malzeme kullanılarak inşa edilmiş, yeni bir köprüdür.
Amik Gölü'nün Asi Nehri aracılığı ile kurutulması projesi çerçevesinde, Asi'nin genişletilmesi ve yatağının taranması çalışmaları sırasında kentin Roma Çağı'ndan beri ayakta duran bu ünlü taş köprüsü (ki Diocletian zamanında yapıldığı tahmin edilir), 1972 yılında Hunharca ve acımasızca yıkılarak yerine bugünkü betonarme köprü inşa edilmiştir.

Tepelerin zirvelerine tırmanarak kenti çepeçevre saran sur kalıntıları ve kalesiyle kentin adeta simgesi olan ve eteklerinde Antakya'nın kurulu olduğu Habib Neccar Dağı, kenti güneybatı-kuzeydoğu istikametinde sınırlayan bir dizi tepelerin oluşturduğu doğal bir engeldir.

Antik Çağdaki ismi Silpius olan Habib Neccar Dağı'nı da içine alan Keldağ sırası, altyapı serpantin ve gabro gibi yeşil renkli kütlelerin oluşturduğu, üst kısımlarda ise bazalt ve kalkerin hakim olduğu jeolojik bir yapıya sahiptir. Habib Neccar'ın kuzeybatı yamaçları, genç fayların dik basamaklar oluşturduğu parçalanmış, arızalı yüzeyler halindedir.

Antakya ve civarında Akdeniz iklim tipi egemendir. Bu nedenle kentte yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Ancak, kıyı şeridi ile dağların arka kısımları ve yükseltisi fazla olan yerler arasında iklim koşullarındaki bölgesel farklar nedeniyle Antakya'daki iklim koşulları kıyı şeridine kıyasla biraz farklılık gösterir. Bu nedenle sıcaklık, kıyılarda yüksek değerlerde kalır. Yazların, kıyı şeridine kıyasla daha serin geçmesinin bir nedeni de en sıcak ortalamaların kaydedildiği ayların aynı zamanda, Antakya'da rüzgarın en hızlı estiği ve en çok esme sayısına ulaştığı aylar oluşudur.
Antakya'da yıllık sıcaklık ortalaması 18.2 derecedir. En yüksek sıcaklık 26 Ağustos 1962'de 43.9 derece, en düşük sıcaklık ise 15 Ocak 1950'de -14.6 derece olarak kaydedilmiştir. Yılın 148.2 günü açık, 156.2 günü bulutlu, 60.5 günü kapalı geçmektedir. Antakya'da yaz günleri ortalaması yılda 172 gündür. Kış günü genellikle görülmez. Donlu günler yıllık ortalaması 7 gün, karlı günler yıllık ortalaması ise 0.9 gündür. Antakya'da yıllık ortalama nem oranı %69'dur.
Antakya'da kış aylarında en yüksek değerlere ulaşır. Sonbahar ve ilkbahar daha az yağış alan aylardır. Temmuz ve Ağustos aylarında hiç yağış almayan Antakya'da yıllık yağış ortalaması 1173.4 mm.dir. Özellikle bahar aylarındaki sağanaklar meşhur olup kısa bir süre içinde kentin sokaklarını dereler haline getirir.
 
İlçeleri

Yüzölçümü:
5.403 km²Nüfus:
1.109.754 (1990)Antakya yöresini çekici kılan ve tarihi boyunca göçlere açık olmasını sağlayan, yaşamı kolaylaştıran iklim koşulları ve verimli topraklarının yanı sıra Anadolu'yu Çukurova yoluyla Suriye ve Filistin'e bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasıdır.

Ayrıca Mezopotamya'dan Akdeniz'e çıkmak için kullanılabilecek en uygun limanlar yine bu bölgededir.
Hatay, inanç turizmi merkezleri, antik kentleri ve yaylalarıyla turizm potansiyeline sahip bir ildir.


İLÇELER:

Hatay ilinin ilçeleri; Altınözü, Belen Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu , Reyhanlı, Samandağ ve Yayladağı'dır.

Belen: Amanos Dağları üzerinde Akdeniz'i Amik Ovası'na bağlayan en önemli geçitte kurulmuştur. 1550'li yıllarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan kervansaray, cami ve hamam etrafında gelişmiş bir ilçedir. Soğukoluk (Güzelyayla) ve Atik yaz aylarında büyük ilgi gören yaylalardır.

Dörtyol: İskenderun Körfezi ile Nur Dağları arasında kurulmuştur. Dörtyol narenciye üretimi, plajları ve Botaş Boru Hattı Tesisleri ile tanınır. Kuzuculu'da bir orman içi dinlenme parkı vardır.

Erzin: Adana, Osmaniye, Dörtyol ve İskenderun Körfezi ile çevrilidir. Erzin'de narenciye üretimi ve plajları ile tanınır. İlçe yakınında bir orman içi parkı ve Başlamış Köyü'nde bir kaplıca ile madensuyu kaynağı ve bu kaynağın bulunduğu yerde sağlık turizmine yönelik tesisler bulunmaktadır.

Kırıkhan: Amik Ovası'nda Nur Dağları ile Suriye sınırı ve Hassa ile Kumlu İlçeleri arasında yer alır. Karasu, ilçe sınırları içinden geçer. Hatay'ın tek doğal gölü olan Gölbaşı Gölü (Balık gölü), Kırıkhan sınırları içindedir.
 
Doğu'nun kraliçesi: Hatay

Medeniyetlerin beşiğinde bulunan Hatay, muhteşem şehir dokusunun yanı sıra en çok da zengin insan mozaiğini yansıtan mutfağı ile ilgi çekiyor. Bu çekime biz de kapıldık ve kendimizi bir anda Hatay'da bulduk. Ceviz, bol baharat, mar ekşisi ve özellikle de künefe Hatay mutfağının öne çıkan tatları...

Bir şehre gittiğimde önce eski dokuyu arar gözlerim. Çünkü, bu doku kenti anlatır... XIX. yüzyıldan beri Asi Nehri'nin karşı tarafında, kuzeybatıdaki düzlüklerde kurulan mahalleler büyüyerek yeni Antakya'yı oluşturmuş. Asi Nehri ile Habib Neccar Dağı arasında kalan eski Antakya da birçok savaşa, pek çok olaya karşı direnip dimdik ayakta duran Antakya'yı anlatır; bu topraklar üzerinde yaşayan -hâlâ da yaşamaya devam eden- Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin ve başka din ve mezhebe mensup insanların öykülerini fısıldar. Herhangi bir etnik ve dini çatışmaya sahne olmayan bu kentin bir başka zenginliği de Hıristiyanlığın yayıldığı merkez olması. Etnik ve dini bakımdan karışık nüfusu, ticaret yollarının keşisme noktasında olması, Hıristiyanlığın buradan yayılmasında önemli bir faktör. Antakya Reyhanlı yolundaki St. Pierre Kilisesi -ki tarihteki ilk kilisedir- bugün bile Hıristiyan aleminin mabedi konumundadır. Her yıl 29 Haziran günü bu kiliseyi ziyaret eden Hıristiyan cemaatinin katıldığı bir ayin yapılır. Hipodrom harabeleri başka bir tarihsel olayın kanıtıdır. Roma döneminde her dört yılda bir tekrar edilen olimpiyat oyunları da burada yapılmıştır. Bunun bir kanıtı da gün ışığına çıkan MS. 46 yılına ait bir taban mozayiği. Mozaik üzerinde olimpiyat oyunlarının resmedildiğini, Latince 'spor müsabakaları' yazdığını öğreniyoruz araştırmacılardan. Dünyanın ikinci mozaik müzesi olan Hatay Müzesi, mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Müzedeki mozaikler 2. ve 5. yüzyıllar arasında yapılmış Roma ve Bizans yapıtları.


Antakya mutfağı
'Dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi, ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.' Bu sözler IV. yüzyılda (Roma dönemi) yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus'e ait. Antikçağ'da Doğu'nun kraliçesi olarak tanımlanan Antakya, ünlü tarihçinin sözlerini hep hak etti. Bugün yeni bir maharetini anlatacağız sizlere; o da tadına doyum olmayan yemekleri. Mithat Kalaycıoğlu'nun kaleme aldığı 'Hatay Halk Bilimi' adlı kitap, Antakya mutfağının zenginliğini gözler önüne seriyor. Soğuk mezeler, pilav ve dolmalar; balık, etli ve sebzeli yemekler, ekmek ve börekler, oruklar, tatlı ve kurabiyeler şeklinde kategorize edilen Antakya mutfağı gerçekten çok çeşitlilik içeriyor. Cevizli biber, Küflü çökelek salatası, Zahter salatası, Turplu tarator, Humus, Patlıcanlı yoğurtlama, Sarmaiçi, Yumurta öccesi (mücver), Taze çökelek salatası soğuk mezeler arasında sayılabilir. Küflü çökelek Hatay'da çok kullanılır. Çökelek, çekilmiş kimyon, tarçın, yenibahar, sarımsak, dövülmüş zahter (kekik), toz kırmızıbiber, tuz ve zeytinyağı ilavesiyle yoğurulur. Portakal büyüklüğünde parçalara ayrılıp yuvarlanır. Parçalar 3-4 gün açık havada kurutulur. Kuruyan peynirler bir kağıtla sarılıp küflenmeye bırakılır. Pilav ve dolma çeşitleri de zengindir Hatay'ın. Biberli kimyonlu bulgur pilavı, Baklalı bulgur pilavı, Pirzolalı yaprak sarma, Tuzlu yoğurtlu kabak dolması, Firikli aş, Kuru dolma, Mercimekli bulgur pilavı yöre mutfağının başlıca örnekleridir. Ana yemek gruplarından Arap kebabı çiğ köfteyle birlikte servis yapılır.

Tuzlu yoğurt adı verilen yiyecek Hatay'da yaygın olarak tüketilir. Keçi sütünden mayalanan yoğurt tahta kaşıkla sürekli karıştırılıp tuz eklenerek iyice pişirilir. Çökelek kıvamına gelen tuzlu yoğurt kalıplara basılır. Soğuk su ile eritilerek çorbalara, sebze ve buğday ürünlerinden yapılan yemeklere eklenir. Ayrıca bol zeytinyağı ile ezilip çayla birlikte kahvaltıda yenir. Tatlı denince akla künefe ve kadayıf gelir... Ağızlı kadayıf, Burma künefe ve Kaymaklı künefe'si çok meşhurdur. Kaymaklı künefe'yi sizler için mutfağımızda pişirdik ve tadına doyamadık. Ağızlı kadayıf'ı burada yapmak biraz zor! Çünkü tatlıda kullanılan ağız, hayvanın yavrulamasından hemen sonra sağılan ve kesilen temiz sütünün kaynatılıp koyulaşmasıyla elde ediliyor. Burma künefe'yi evinizde hazırlayabilirsiniz. Kadayıf tereyağı ile ovuluyor ve parçalara ayrılıyor. Her bir parça küçük parmak kalınlığında açılıp üzerlerine tuzsuz peynir yerleştiriliyor. Poğaça gibi kapatılıp unlu yumurtaya batırılıyor ve kızartılıp ılık şuruba atılıyor... Sıra geldi yukarıda sözünü ettiğimiz leziz yemeklerden örnekler vermeye. Biz birkaç çeşit yemeği Lezzet mutfağımızda pişirdik ve tattık. Bakalım sizler de beğenecek misiniz?
SÖZLÜK
Küncü: Susam
Mezeki: Damla sakızı
Sakız murçu: Çitlenbik ağacının taze sürgünleri. Sürgünler doğranır ve haşlanır. Kavrulmuş soğanla birlikte suyu sıkılan sakız murçu birlikte pişirilir. Üzerine yumurta kırıp tuz ve karabiberle tatlandırılır.
Süneber: Çamfıstığı
Zahter: Dağ kekiği
Zılk: Pazı

REHBER
Telefon kodu: 326 İl trafik no: 31

İLÇELER
Antakya (merkez), Altınözü, Belen, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Reyhanlı, Samandağı, Yayladağı

NASIL GİDİLİR?
Hatay'a karayolu ile gidebileceğiniz gibi İskenderun'dan tren ve deniz yolu ulaşımını da kullanabilirsiniz. (Otogar: 214 91 97 İstasyon: 614 00 44) Uçakla gidecekseniz önce Adana ya da Gaziantep'e gitmeniz gerekiyor. Oradan otobüsle Hatay'a gidebilirsiniz. (THY İstanbul: 0212 663 63 63
THY Ankara: 0312 428 17 00)

GEZİLECEK YERLER
Çatalhöyük, Harbiye (Daphne), Issos, Seleukeia Pieria kent kalıntıları, Antakya surları, Traianus Su Kemeri, Selen ve Darb-i Sak (Bayezid-i Bistami) Kaleleri, Aziz Petrus Grottosu, Kızlar Sarayı (Kasr El-Benet) Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi, Habib Neccar Camisi, Sokollu Külliyesi, Hatay Arkeoloji Müzesi, Hatay Müzesi, Gölbaşı (Balık Gölü), Antakya Kalesi, Titus Tüneli, St. Simen Manastırı, Eski Antakya evleri, Bakras ve Koz Kaleleri, Tel Aççana kalıntıları, Nekropoller.

NEREDE KALINIR?
Antik Beyazıt Otel: 214 43 04
Büyük Antakya Oteli: 213 58 60
Hamamat Otel: 464 10 50

NEREDE YENİR?
Antakya Evi Restoran: 214 13 50
Hidro Tesisleri: 231 40 06
Sultan Sofrası: 213 87 59

NELER ALINIR?
Defne sabunu, doğal ipek dokumalar, biber salçası, nar ekşisi, zahter

FESTİVALLER-ŞENLİKLER
Uluslararası Antakya Turizm ve Sanat Festivali: 21-23 Temmuz
Kırıkhan Belediyesi Kavun Festivali:
15-16 Temmuz
Saint Pierre Ayini: 29 Haziran

MÜZELER
Hatay Müzesi: 214 61 68

ÖNEMLİ TELEFONLAR
Valilik: 214 62 10
İl Turizm Müdürlüğü: 214 61 75
İl Kültür Müdürlüğü: 214 92 17
Belediye: 614 55 65
 
Tarihi

Değişik Ulusların ve kültürlerin merkezi olmuş olan Hatay'ın öyküsü, cilalı taş çağlarından başlar.

Dağları ve Amik Ovasının başlıca zenginlik kaynağı olması nedeniyle, komşularının tutkularını kamçılıyarak zaman zaman, saldırılara uğrayan Hatay'ın, en eski yerlileri "Prototigris"lerdir. Bütün insanlığın ilk uygarlık tohumlarını atan bu ulus, üçüncü binin ilk yarısında Akatlı, Sargon ve torunu Naramsın'ın yönetimi altına girdi. Akatlar’dan sonra, ikinci binden az önce, Subar (Hiri) lar göç ettiler. Bu Devletler din ve budun biriliğiyle birleşmiş siyasal topluluklardır. Bunlardan biride merkezi Halep'te bulunana Yamhat Krallığıdır.

M.Ö. XVII. yy'ın sonuna doğru beliren siyasi olayların en önemlisi: İsos (İskenderun) Körfezi yönüne akın eden Etilerin, Huri olan Halep ve Kargamış krallarını yönetimi altına almalarıdır. Bu ara Mısır’daki Hiksos egemenliği de son buldu. Mısırlılar M.Ö. XVI. yy’da önce Filistin’e sonra Suriye, Asi nehri vadisine, en son Fırat kıyılarına dek yaptıkları akınlarla, Mitanmi (Huri) lerin güçlerini kırdılar.

Oysa Mısır Kralı (Totmosis III.) ün ölümüyle, Halep ve buna bağlı devletler baş kaldırdılar. Mısırlılar bu ayaklanmayı önleyemediklerinden, Suriye’den çekilmek zorunda kaldılar. Mitanmiler bu üstünlüğe dayanarak, Fırat sınırından, Asi Vadisine dek, bütün devletlerle birlikte, İndu-Aryan ailesinden Savşatar’ı başlarına geçirdiler. Ancak, uzun sürmedi, yeniden Etiler ve Mısırlıların egemenliğine girdiler.

M.Ö. 1314’te Halep ve Mukisliler, Etilerle birleşerek Mısırlıları yendiler. Böylece 140 yıl süren eti egemenliği, batıdan gelen denizci ulusun baskınıyla son buldu (M.Ö. 1190’da). Eti İmparatorluğunun düşüşünden sonra, güneyde kurulan Eti Prensliklerinden, Hatay yöresindekiler birleşerek, Hatina adını alıp Kanula’yı (Çatal-Höyük) kendilerine merkez seçtiler. M.Ö. 841’e dek bağımsızlıklarını sürdürdüler. Sonra Asuri egemenliğine girdiler. Asurlardan sonra da, Yeni Babil’in bir il beyliği ve M.Ö. 538’de Pers Kralı Dara, Büyük İskender’le İsos’ta yaptığı savaşta yenilerek Fırat’a dek çekildi. Fırat boylarında ikinci bir savaşta yine yenildi ve İskender’in egemenliği altına girdi.

İskenderi’in ölümünden sonra bölge generallerince yöneltilmeye başladı. Generallerden Antigan ile Babil Satrabı Seleucos arasında, İsos’ta ortaya çıkan savaşta, Seleucos üstün geldi ve bir zafer alayı ile Antakya üzerinden, Samandağı’na (şimdi ki Kapısuyu – Mağaracık) giderek (Seleucos) kentini kurdu. Daha sonra hükümet merkezi olarak seçilecek bölge için, Grek sömürgeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan bir kısmı Antakya yöresinde olması umulan (Antigonya)’yı bazılarıda bugünkü Antakya’nın bulunduğu yeri istiyorlardı. Sonunda, Silifius (Habib-Nacar) Dağı eteklerinde, kentin kurulması karalaştırıldı. M.Ö. 300’de kent kurularak, Seleucos’un babasının adına mal edilip ANTİOCH adı verildi.

Tarihte önemli bir yer tutan Antakya kenti, ilk kralı Seleucos 1. Nicator (M.Ö. 281) dan başlayarak, Roma İmparatorluğuna katılma tarihi olan M.Ö. 64 yılına dek, komşu devletlerden İran, Mısır ve Romalıların kötü propagandaları yüzünden, iç savaşta kurtulamadı. Büyük Antioch III. Zamanında yurt huzura kavuştu. Ancak, Romalılarla yapılan savaştaki yenilgisi üzerine, yurt parçalandı, iki oğlu arasında taht için acıklı durumlar ortaya çıktı. Bu olay sürüp giderken, M.Ö. 148’de bir yer sarsıntısıyla Antakya yıkıldı. Babasının yerine, Antioch IV. Epiphane, kenti yeniden kurdu. M.Ö. 148 ve 138’de ikinci kez kral olan Demetrius II. Nicator, rakipleri ile durmadan uğraştı. Sonunda Part’ların araya girmeleriyle yönetimi son buldu. Yerine Leğit’lerin yardımıyla, Antiochus VII. Evegete geçti. Antioch VII ile evlenen Cleopatra Thea Hanedan arasındaki olaylara katıldı. Bu taht kavgası sonunda Demetrius II. Nicator yeniden tahta geçerek, karısıyla Antiochus’u yurttan uzaklaştırdı. Bir yönden de Ptoleme Evergete’den yardım istedi. O da Zebina’yı gönderdi. Sonunda Demetrius öldü Zebina’da yenilgiye uğratıldı. Bunun üzerine Cleopatra Thea’nın oğlu ve Tryphon’un kocası olan Antiochus VIII. Grypus M.Ö. 125’te tahta geçirildi.

Seleucides Hanedanlığın zamanında Trypon Defnede Diana heykelinin ayakları ucunda Cleopatra Thea’yu boğarak öldürttü. Bu çirkin karışıklıklar sonunda, Antakya kapıları M.Ö. 83’te Ermeni Kralı Tigrane’a açıldı. O da karıklığı önleyemedi, Romalılar Seleucides Hanedanının son kralı olan Antiochus XIII. Asiaticus (M.Ö. 69) tahta geçirildi. En sonunda M.Ö. 64’te bütün yurdu Pompei, Roma’nın bir eyaleti olarak imparatorluğa kattı.

Roma Zamanı

Pompei, imparatorluğunun korumasında, bir kral adayı niteliğiyle, bölgesini tek başına yönetiyordu. Topluma iyi görünmek için bazı ayrıcalıklar da veriyordu. Sonunda M.Ö. 48’de diktatörlüğünü duyurdu. Ancak gün geçtikçe etkinliği azalmaya başladı. Bu sıralarda halk tarafından çağrılan Sezar önce verilen ayrıcalıkları tanıdı. Ancak iç kaledeki duvarların yapılması, Acrabol Anphtheatre, mehkeme, kaplıcalar ve su yolları yapılması gibi önermelerde bulundu. M.Ö. 42’de zorbalar arasında çarpışmalar boy gösterdi ve M.Ö. 39’da bastırıldı. M.Ö. 38’de Antakya’ya gelen Mare-Antoinemermer döşemeli galeriler yaptırdı. Antoine toplumun ideali idol’u idi. Ancak Octav doğuda elde ettiği zaferin ardından, Antakya’yı ziyaretinde toplum için yeni bir yol açıldı.Octav’ın onuruna gösterişli bir karşılama yapıldı.

Octav’dan sonra Tiberius, kentin dört yanını surlarla kuşattıve çeşitli som mermerden sütunlar üzerine, tunçtan heykeller diktirdi. Ortaya çıkan bir yangın sonunda bir çok eser yıkıldı.M.S. 28 ve 29. yıllarda Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında kavgalar başladı. Hıristiyanlığın doğuşu Yahudi taassubunun en koyu zamanına rastlar. Kudüs Kilisesi gün geçtikçe önemini yitirirken Antakya’da Hıristiyanlık olanca çabukluğu ile gelişiyor ve Hıristiyanlar arasında beliren, öbeklerin taassubu iyice arttığından, ortaya çıkan çatışmaların önüne güçlükle geçiliyordu.

İmparator Neron’un ölümü üzerine halk ve Leginolar, Vespasien’i imparator seçtiler. M.S. 71’de çıkan yangın, afet durumunu almış bazelikalar ve birçok evler yanmıştır. Bu yangına yol açanların Yahudiler olduğu kanısıyla katliam başlamış, bu yüzden çıkan kanlı çatışmalar Yahudilerin başarılarıyla sonuçlanmıştır.

Bu zafer üzerine Yahudilerce bayram yapılmış ve Antakya’nın batı kapısı üzerine kanatlı melekler ve köprü kapısı üzerine de dört boğa ile çekilen Ay’ı simgeleyen bir grup dikilmiştir. M.S. 79’da bir yer sarsıntısı ve vebanın ortaya çıkışıyla, putperestlerin yalancı Apollon’u bu gibi yıkımların önüne geçmek için birtakım gülünç törenlerle oyalanmıştır.

M.S. 81’den 96’ya dek imparator Trajan Antakya’da kalmış ve Hıristiyanları sıkıştırmış baskıya almıştır..

Bunun yanında, sık sık süre gelen yer sarsıntılarından, 94 yılındaki kırk gün sürmüş ve 115 deli ise binlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur. Bunun üzerine Trajan yeniden evler, hamamlar, su kemerleri ve defnede Diana Tapınağı yaptırılmıştır. Naides Tapınağına bağlanmıştır. 133’te ortaya çıkan yangın yüzünden kent yıkılmıştır. İmparator Antonius Pius (138-161) kenti yeniden yaptırdı. Bundan sonra imparator olan Marc-Aurel yurt içinde ortaya çıkan karışıklığı bastırmış ve 115’te yıkıntılaşan hamamları yeniden yaptırmıştır.

Marc-Aurel’den sonra yerine oğlu Commode geçti M.S. 192’de ortaya çıkan bir ayaklanma yüzünden Commode yerinden alınarak Pertinax geçtiyse de ancak üç aya dek imparatorluk yapabilmiştir. Ayaklananlardan birinin öldürülmesi üzerine, Passenius Tigere yerine geçmiş ve 194’te Trjan’dan sonra imparator olan Hadlien (129-131) Tiberius zamanında bşlanan defne su yolu Hadrien zamanında bitmiştir. Yine bu imparator Naiades adına bir su deposu yapılmaya başlanmış ve imparator Antonius Pius zamanında bitmiştir. Böylece kademeli su yolları beş girişe açılan lağım döşemi ile Septime Severe yönetimi eline almıştır.

Bu tarihten sonra eyalet ikiye ayrılara, Cool’e Syria (Deniz-Antakya-Fırat) diğerine Phonicia Syria (Lazkiye-Apama-Pamir) denmiştir. İmparatorun ölümünden sonra Caracalla yönetimi eline alarak idare merkezini Antakya’ya taşımıştır. 220 yılında bir yer sarsıntısı 40 gün sürmüş ve önemli zarara yol açmıştır.

Elegabal’dan sonra idare Alexandre Sever’e (222-235) geçmiştir. Zamanında defne halk hamamları yapılmıştır. Bir yandan Legionlar arasındaki anlaşmazlığı çözmek için uğraşmıştır. 235-238 yılları arasında Julie Mamea yurdu yönetmiştir. Bundan sonra Gordien Pius (238-243) yönetimi zamanında Part korkusu baş göstermişse de aniden önlenmiştir.

Gordien’den sonra Philippe Pere (244-251) imparator olmuş. Bunun bağlı olduğu dine Metropolet Babilas karşıydı. 251’de ölümü üzerine, oğulları Philippe Jeun, Otocile, Trajan Dece yönetimi ellerine almışlardır. Bu üç kardeşten sonra Hereniu, Hostilien (249-251) ve daha sonra Trebonien Galle (251-254) en son da Volusien (253-263) imparator oldu. 258’de Partlar Antakya’yı yağmaladılar, yaktılar. Artarda gelen yıkımlardan halk kendini yitirmiş durumdaydı. İmparator Voluseien kentin yıkılan yerlerini onarmıştır. 260 yılında yeniden Part tehlikesi atlatılmışsa da Palmir Kraliçesi Zennibie (Zeynep)yurdu ele geçirmiş ve yönetimi dinsel komutaya bırakmıştır.270’te imparator olan Auri’den gasıp Zennubie’nin güneş tapınağını dağıttı.ve papazlarını Antakya’dan kovdu. Kendisini de yakalayarak bir hecin devesine bindirip, halka teşhir etme suretiyle küçülttü. 275-285 yıllarında imparatorlar süresiz karışıklıklar, veba, kıtlık, para bunalımı, yer sarsıntıları ve savaş kaçakları ile uğraştılar. Sonunda Deioceleteien (285-305) yurdun güvenliğini yeniden sağladı. Seleucide’lere ait adadaki Hallien’ce onarımına başlanan saraylar tamamlandı ve önüne bir Tetrapile (Dörtayak) dikildi. Bu Tetrapil’in üzerinde 4 fil ile çekilen bir savaş arabasıyla bir tanrı bulunuyordu.

318’de Antakya Kiliselerini Metropolit Vitalies onartmıştır. 323 de İmparatot büyük Constantine Antakya Kilisesinin tini lideri olmuştur. 338 de Constance, Legion’ları düzene sokmuş ve yurt içinde onarım işlerine başlamıştır. Kısaca Samandağ ilçesinde Mağaracık’ta denize bakan kapıyı genişletmiş ve tüm Suriye için antroplar yaptırmıştır.

340 ve 341’de ortaya çıkan yer sarsıntısından yıkılan yerler yeniden yapılmıştır. 353’te Legion’ların çıkan kıtlık yüzünden mağazaları talan etmeye başlamaları üzerine Constance Galle sertçe davranarakkargaşanın önüne geçmiştir. Roma’ya giderkende yolda öldürülmüştür. 362’de Paganizm taraftarı olan Jullien’nin öğretisini yaymak ve genelleştirmek için Antakya’yı seçmesi, Hıristiyan Kiliselerine etkili olmaya başlaması üzerine, karışıklıklar çıkmasına etken olmuştur. 364’te Jullien’nin ölümü Hıristiyan çevresinde sevinçle karşılanmıştır. 380’de İmparator Theodose I. Katolik patrik önüne geçmiştir. 394 ve 396’daki yersarsıntıları kenti yeniden yıkıntıya uğratmıştır. 397’de Antakya Tinsel lideri St.Jean Cryastom İstanbul Patrikliğine seçilmiştir.

Yurt 379’dan 397’ye dek sürmekte olan kıtlık ve vergilerin aşırılığı yüzünden ekonomik bunalım geçirmiştir. Sonunda dört yüzyıl süren Roma yönetimi yerini Bizans İmparatorluğuna bıraktı.

Bizans Zamanı

Yeniden kurulan Doğu Roma İmparatorluğu’nun çözüm yolları, yönetimleri açıkça Asiatik karakterde ve mutlak bir yönetim çizgisinde gelişmekte, tinsel inançları da Roma’dan tümüyle ayrı idi. 408’de İmparator Theodose II, çökmüş olan tinsel kurumları onararak yeniden bir bazilik yaptırdı.458’de ortaya çıkan yer sarsıntısından çöken yerler yeniden onarılmıştır. Böylece, doğal afetler için tapınaklarda dualara başlanmıştır. Büyük Leon (457-474) St. Simeon kilisesini yaptırdı.

469’da Leon’un damadı Zenon Doğu Varisi olarak Antakya’da bulunuyordu. Leon’un ölümünden sonra tahta geçti. Suriyeli Leonis yetmiş kişilik bir ordu ile Zenon’un üzerine yürüyerek yendi ve başını kesti. 484’deki yer sarsıntında da kale ve duvarlar yıkıldı. 468’de Doğulular arasında çıkan çatışmalar Yahudilerin kırımıyla son buldu. 494’de yeniden etkili olan bir yer sarsıntısı olmuştur. Bütün bu felaketlerde birlikte yurt durgunluğa kavuşmuş, yönetim yolunu değiştirmiş, tinsel anlaşmazlıklar son bulmuştur.

Ancak, 525’de ortaya çıkan yer sarsıntısı ve bundan doğan yangınlar, Antakya’yı yer yer yıkıntıya uğratmış ve 526-528 yıllarındaki yer sarsıntısı da bir yıkım olmuştur. Binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Bunun üzerine Justinen tümden çöken Antakya’yı yeniden onarmıştır. Öbür yönden de Part2ların gözdağısı da durmuyordu.

Müslümanlar Zamanı

638’de yurt Arapların eline geçmiştir. Emevi ve Abbasi halifelerince yönetilirken Şato Türklerinden Ahmet Tolon 878’de yurdun yönetimini eline aldı. 904’te Toloniler düşkünlük göstermeye başladığından yönetim Abbasi Halifelerinin eline geçmiştir ve 965’te yeniden Bizans imparatorluğu Nicephorus II Phocas yönetime geçti. 968’de Nicepholus Phocas yerine Antakya Dükü olarak Michel Burtres’i bırakarak İstanbul’a gitti. 1085 tarihine dek Antakya değişik düklerle yönetilmiştir. 1085’te İmparator Alexius I. Comneus Konya Selçukilerinden Melik Şah’ın yakınlarından Süleyman Bin Kutulmuş’la yaptığı savaşta yenilmiş olduğundan Anadolu ile ilgisi kesilmiştir. Antakya Valisi olan Filaret bağımsızlığını bildirmiştir. Sonunda Filaret’in oğlu Antakya’yı Süleyman’a bıraktı.

Halep ve Musul’u elde eden Şeref’ül Devle’ye verilen vergileri Süleyman tanımadığından, iki taraf arasında meydana çıkan savaşta Süleyman yenilerek kendini öldürdü. Bunun üzerine Anadolu’da karışıklıklar ortaya çıktı. Bu karışıklıklardan yararlanan Alexius Comneus, İznik’e yürüyerek orasını aldı.

Melik Şah’ın ölümünden sonra, İsfahan’da tutuklu bulunan Süleyman’ın oğullarına özgürlük verdi.Bunlarda büyük şehzade olan Kılıç Arslan sultanlığını bildirdi. 1097’de Haçlılarla yaptığı savaşta tutuklanarak İstanbul’a getirildi. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra babasının adını alan oğlu yönetime geçti ve haçlılarla savaşı sürdürdü.

Halep Selçukilerinden Alparslan’ın ölümü üzerine, Suriye’deki Emirler bağımsızlıklarını bildirdiler. Bunların arasında Antakya Emiri Yağ-ı Siyan da vardı. 1097’de Kudüs’ü ele geçirmek üzere, İznik’ten çıkan Haçlılar, Artah (Eski Reyhanlı) önlerine dek geldiler. Müstahkem olan bu yerin halkından Ermeniler kapıları açarak elde edilmesine yardım ettiler. Böylece Haçlılar Demirköprü yönünde ilerleyerek, adı geçen köprüyü de aldıktan sonra, Antakya yakınlarında orduyu yerleştirdiler. Böylece Haçlılar Antakya’ya aralıklı saldırılarda bulundularsa da alamadılar. Sonra Prens Bocmond Yağ-ı Siyan’ın komutanlıklarından biri ile gizlice ilgi kurdu. Ancak ileri sürülen koşullarda, Prens kararsızlık geçirmekte iken, komutanlardan Karboğa’nın 200.000 kişilik ordusu ile Antakya’nın yardımına geldiğini Bocmond duyar duymaz çabucak kabul etti. Böylece hain komutanın kaleden verdiği parola ile, haçlılar kaleye yaklaşarak aralarında kararlaştırılan burç kapılarında içeriye girdiler ve bir ermeni komutan tarafından başı kesilerek Haçlı komutanına götürüldü. Antakya kuşatması böylece 9 ay sürmüştür. Bundan sonra aralıklı olarak Antakya’yı almaya gelen müslüman ordularının yaptıkları savaşlar başarısızlıkla sonuçlandı. Bu arada Karboğa Suriye Atabeylerinden İmarettin-i Zengi ve oğullarından Nurettin, oğlu Salih İsmail gelenler arasındadır. Sonunda yurt Türk Memluklerinin eline geçmiş, böylece biraz Memluklerin biraz da Frankların elinde uzun süre kalmıştır. 1260’ta Moğol Hükümdarı Hülagu’nun oğlu, Başmut Halep üzerine yürüyerek Selahaddin’in oğlu Turan Şah’ı yenerek yönetimi eline almıştır. 1264’te Moğolların çekilmesiyle yönetim Müslümanlara geçti. Yalnız kıyılar Frankların elindeydi.

1267’de Moğollarla birleşen Franklar, Baybars (Melik-ül Zahir) ile yaptıkları savaşta yenilmeleri üzerine Antakya ve yöresindeki şatolar tümüyle Türk Memlüklerinin eline geçti Baybars Antakya’da bir kilise yerine bir cami yaptırdı (Habib Nacar).

Türk Memlüklerinin eline geçmiş ve 14.yy’da Timurlenk yönetiminde de bir süre kaldıktan sonra Timurlenk’in Semerkand’a gitmesiyle yönetim yeniden Çerkez Memlüklerinin eline, en son 1516’da Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altına girmiştir
 
Yirmi Yıl Süren Tutsaklık Döneminde Hatay'da Olup Bitenler

Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğunun Antakya’daki son kaymakamı İbrahim Ethem, Antakya’daki birtakım ileri gelenlerle gizli bir devrim derneğinin (El-Aha-El Arabi) başka adıyla (Arap Kardeşliği) örgütünün buradaki üyeleri ile birleşerek Mondros Silah Bırakışmasından üç gün önce 27 Ekim 1918 Pazar günü Kurşunlu Han’da Arap Hükümetini kurduklarını duyurdular. 41.Osmanlı Tümeni henüz Belen’de idi. Antakya Arap Hükümetinin duyurulması üzerine tam bir hafta sonra 3 Kasım 1918 Pazar günü Yüzbaşı Halib Bey komutasında bir tabur Türk Birliği Antakya’ya gelmiş, Hükümet Konağındaki camide göz altına alınmış olan Türk ileri gelenleri, özellikle ittihatçı oldukları bilinen kişileri bırakmışlardır. Bir hafta önce Arap Hükümetini bildiren devrimciler kaçmışlardır.

Silah Bırakışmasının çok ağır koşullarının verdiği yetkiye dayanan Fransız’lar Osmanlı Hükümetine bir ültimatom vererek İskenderun sancağından çekilmesini istemiş, bu durum karşısında Antakya’yı almış olan tabur, 20 kişilik bir kolu burada bırakarak Gaziantep’e çekilmiştir.iki gün sonra buraya gelen Suriye Arap Devrimcilerinin ünlü liderlerinden İbrahim Henanü’nün öncülüğünde burada yeniden Arap Devleti kurulmuş ve daha önce kaçmış olan devrimciler Antakya’ya dönerek yönetimi ellerine almışlardır. 3 Aralık 1918’de Halep’ten Antakya’ya bir İngiliz birliği gelmiş, ancak Fransızlarla yaptıkları bir anlaşma ile yeniden Halep’e dönmüşler ve 7 Aralık 1918’de Fransız birlikleri Antakya’yı el altına alarak 30 Aralık 1918’de yönetimi ellerine almışlardır.

1918 yılının Temmuz’unda İskenderun’a gelen bir Amerikan kurulu Wilson İlkeleri içerisinde hangi yönetimi istediklerini soran bir soruşturma yapmış ve soruşturmaya Antakya, Kırıkhan, İskenderun ve Reyhanlı ilçelerini içine alan Hatay’ın öteki bölgelerindeki temsilcilerden bazıları Arap Hükümeti, bazıları Fransızları istediklerini bildirmiş, Türk temsilcileri de Osmanlı yönetiminden başka bir şey istemediklerini açıklamış ancak Amerikan Kurulu artık Osmanlı Yönetimi için Hatay’ın söz konusu olmadığını Fransa veya Arap Hükümetlerinden birini seçmek gerektiğini bildirince, temsilciler İskenderun’dan bölgelerine dönmek zorunda kalmışlardır.

Bu durum karşısında Hatay’da Fransızlara karşı çete savaşları başladı. Eski Osmanlı Ordusu subaylarından Yüzbaşı Asım Bey’le, Dörtyollu Dede Beyzade Hakkı Bey komutasındaki çeteler, 29 Mart 1919’da Antakya’yı basarak, hükümet konağını ele geçirip cezaevini boşaltmış, Fransızların emri altına giren polis ve jandarmaları öldürmüş, Fransız askerleri kışlaya sığınarak savunmaya çekilmişlerdir. Cumhuriyet Mahallesi de ellerindeydi ancak kentin büyük kısmı çetelerin elinde kalmış ve Fransızlar tepeye yarleştirdikleri toplarla Antakya’yı zaman zaman bombardımana başlamışlardı.

Hatay’da başlayan çete savaşlarına, Maraş’taki ulusal güçler örgütü silah, subay ve savaş gereçleri yardımında bulunuyordu. Çete savaşı iki yıl sürmüş, Osmanlı Ordusundan bırakılan yedek subaylar da çetelere katılarak savaşı sürdürmüşlerdir. 21 Ekim 1921’de Ankara’da Franklen Buyyan ve Büyük Ulusal Komuta arasında imzalanan bir antlaşmayla Fransızlar, Klikya’yı Türkiye’ye geri vermeyi ve İskenderun Sancağında yarı bağımsız bir özel yönetim kurmayı kabul etmiştir. Hatay’daki silahlı çete savaşı bu tarihte sona ererek çeteler Maraş’a çekilip ulusal güçlere katılmıştır.

Çete savaşı sona erdiği ve Ankara antlaşması olduğu halde Fransızlar imzaladıkları anlaşmanın hükümlerini uygulamamış ve Hatay’da korkunç bir baskı havası estirmeye başlamışlardır. Bu baskı özelikle Türklere karşıydı.

Filistin savaşı boyunca Osmanlı Ordusunu yenerek Suriye’yi ele geçiren İngiliz Başkomutanı General Allenbe, Fransızlarla anlaşarak Suriye, Lübnan ve İskenderun Sancağıyla Klikya’yı onlara bırakmış, ancak daha önce Suriye’de kurdukları kukla faysal Hükümetine ellerinde ki bütün silahları bırakarak Suriye’de bir Arap Hükümeti kurmuş ve Filistin ile Irak’a yerleşmişlerdi. Bu sırada Fransızlar Halep yöresindeki Katma İstasyonu ile Lübnan Sınırında ki Baalbek’te idiler. İlk olarak Katma’dan Fransız komutanı Halep hükümetine ültimatom vererek Halep’i alacağını bildirmiş ve 24 saat sonra dört tabur Fransız Askeri tüfek patlatmadan Halep’i ele geçirmiş ve Faysal Hükümetine son vermişlerdi. Kısa bir süre sonra bunu Baalbek’teki Fransız Birliklerinin Şam Hükümetine verdikleri bir ültimatom sonunda iki ordu çarpışmış eski Osmanlı Albaylarından Şanlı Yusuf Azma (Şam Hükümetinin Savunma Bakanı) yönetimindeki Arap Ordusu dağılmış, Fransızlar Şam’ı alarak, Arap Hükümetine son vermişlerdir.

Fransızlar Suriye ve Lübnan’da yerleştikten sonra elde ettikleri bu iki bölgeyi beş parçaya ayırdılar. Lübnan Cumhuriyeti, Suriye Hükümeti, Laskiye Alevi Hükümeti, Cebeldürüs Hakimliği, Bağımsız İskenderun Sancağı Hükümeti. Ancak bu hükümetlerin tümü Beyrut’taki Fransız Yüce Komiserliğine bağlıydı ve komiserin onayı ve izni olmadan hiçbir yasa ve buyruk yürümezdi.
 
1921'den Sonraki Durum

1921’de Ankara’da imzalanan anlaşma hükümlerinden bir kısmını olsun yerine getirmek için Türkiye baskısı ile Fransızlar 1924’te İskenderun sancağında sözde bağımsız bir yönetim kurdular.

12 üyelik sancak komutayı kuruldu. Fakat anayasalar ve dış işlerinde Suriye’ye bağlıydı. Görevliler Şam Hükümetince atanırdı. Bunlar genellikle Araplardan ve Türk olmayanlardan seçilirdi. İskenderun Sancağının mutasarrıfı İbrahim Etem idi. Bununla birlikte İskenderun Sancağından Fransız delegesinin izni olmadan bir şey yapılamazdı. Örneğin; Türkiye’den kovulan 150’liklerden bir çoğu Hatay’a gelmiş ve Fransızlar bunları kilit noktalarına yerleştirmişlerdir. Türkiye’den kaçan veya kovulan her Türk Fransızların gözdesi idi. İskenderun sancağındaki görevlilerin %90’nı Türk olmayan ve Türkiye’ye ihanet etmiş kişilerdi. Birtakım ileri geri gelenlerle Atatürk’e, Laisizme ve devrimlere düşman olanları Fransızlar korur ve bunların aracılığı ile Türklere her türlü baskıyı yaparlardı.

Türkiye’de devrimleri günü gününe izleyerek uygulayan Hatay Türkleri Atatürk’ün izinden ve onun gösterdiği yönde oldukları için Fransızlar Hatay Türklerine karşı bir durum almışlardı. Bütün ulusal bayramlar Anayurttakinden daha canlı ve daha coşkulu olarak kutlanır ve Fransızlar bunlara göz yummak zorunda kalırlardı. Hatay’da asıl Kurtuluş Savaşı 1923’te Atatürk’ün Adana’da söylediği şu cümle ile başlar “Kırk Asırlık Yurdu Ecnebi Elinde Esir Kalamaz”.

Bu sözler Hatay Türklerinin amentüsü olmuş ve tek umut olarak ona bağlanmışlardı.
 
Son Durum

1936 yılında Fransızlar, Suriye ile anlaşarak bu hükümetin egemenliğini tanıyan bir anlaşmayı Suriye ile imzalamışlardı. Bu anlaşmanın neleri kapsadığını ve Hatay konusunun bu anlaşmada ele alınıp alınmadığını öğrenmek için Antalya’daki (Heyet-i Temsiliye) üyelerinden Selim Çelenk’i İstanbul üzerinden Suriye’ye dönmekte olan Suriye kurulu ile ilişki kurmak ve Türk Devlet adamları ile görüşmek Suriye-Fransız antlaşması sırasında Hatay’da izlenecek politikayı öğrenmeye görevlendirilmişlerdi. Selim Çelenk 1936 yılının eylül ayı ortalarında İstanbul’da Pera Palas Otelinde Suriye Kurulu ile görüşmüş ve İskenderun Sancağının Durumuyla ilgilli bilgiler almaya çalışmış, ancak Haşim Ataşi’nin başkanlığında Sadulah Cabiri, Cemil Mürdün, Ahmet Lahham, Emir Mustafa Şahabi ve Naim Antaki’den kurulu olan topluluk bu konuda hiçbir şey sızdırmmış, Türklerle Arapların kardeş olduğunu aradaki düşman Fransızları başımızdan attıktan sonra bu konuyu aramızda çözümleyeceklerini, bu konuda Cenevre’de Tevfik Rüştü Aras ile anlaştıklarını söylemiş ve yuvarlak sözlerle bu işi savsaklamışlardır. Selim Çelenk o zaman İstanbul’da Park Otel’de kalmakta olan Adliye Bakanı ve Dışişleri bakanı Şükrü Saraçoğlu ile görüşerek Suriye kurulu ile yaptığı görüşmeyi iletmiş, Saraçoğlu bu konunun Başbakan İsmet İnönü ile görüşerek onun vereceği direktiflere göre davranılmasını sağlık vermiş, Başbakan İsmet İnönü’nün 3 Eylül 1936’da Selim Çelenk ile Tayfur Sökmen’e saat 16.00’da randevu vermiş ve aynı gün eski Dışişleri Bakanlığı binasında Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ile Dış işleri Bakanlığı Genel Yazmanı Ruman Rıfat Menemencioğlunun’da bulunduğu bir toplantıda Selim Çelenk ile Tayfur Sökmen, konuyu İsmet İnönü ile görüşerek talimat almışlardır. İsmet İnönü’nün verdiği talimatın özeti şu idi; İskenderun Sancağı konusu, barış yoluyla ve aşamalı olarak çözümlenecektir. Hatay topraklarına katmaya kalkışmak Fransa’ya savaş açmaktır. 15 yılda bu duruma getirdiğimiz Türkiye’yi İskenderun Sancağı için bir savaş serüvenine sürükleyemeyiz.

Bu talimatı Saffet Arıkan aracılığıyla istanbul’da bulunan Atatürk’e bildirmiş ve O’nun da onayını aldıktan sonra Selim Çelenk, İnönü’nün verdiği talimatla Hatay’a dönmüştür.

Atatürk, Hatay sorununda 1923 yılında verdiği sözü yerine getirmek için hasta olduğu halde, bütün gücüyle bu işi başarma çabası içinde Mareşal Fevzi Çakmak, Fahrettin Altay ve Başbakan İsmet İnönü olduğu halde bir trenle Hatay’a gelmek üzere Eskişehir’e gelmiş ve burada konuyu ortaya koyarak:

“Ben Devlet Bakanlığını bırakarak Hatay’a gideceğim ve Hatay sorununun nasıl çözümleneceğini tüm dünyaya göstereceğim. Siz de, Mustafa Kemal başkaldırdı der ve serbest bırakırsınız” demiş, buna karşı koyan İsmet İnönü’ye de; “Sen bu işe inanmıyorsan çekilirsin” demişti. İnönü, Eskişehir’de Atatürk’ten ayrılarak Ankara’ya dönmüş o zaman Paris Büyükelçimiz Suat Davas’ı telefonla arayarak Atatürk’ün kararının bildirmiş ve kabinesinin çekileceğini, Fransız Başkanı Leon Blum’a bildirmesini söylemiş, Suat Davas’da hemen Leon Blum’la görüşerek durumu açıkça anlatmış, buna karşı Leon Blum, yelkenleri suya indirerek; “Ne İstiyorsunuz: Hatay sorununun Uluslar Topluluğuna götürmeye ve orada verilecek karara boyun eğeriz.” Deyince Suat Davas durumu telefonla Ankara’ya İnönü’ye bildirmiş, o sırada yanında ki generallerle Konya İstasyonu’na varmış olan Atatürk burada komutanlarla Hatay’a giriş planını düzenlerken, İsmet İnönü Paris’le yaptığı görüşmeyi ve Fransa’nın Ulusal Kuruluna giderek verilecek karara boyun eğeceğini yıldırım Telgrafla Atatürk’e bildirmiş, bu durum karşısında Atatürk yolunu değiştirerek Kayseri üzerinden Ankara’ya dönmüştü.

11 Aralık 1936’da Hatay’da durumu incelemek ve yakında yapılması gereken Plebisiti hazırlamak üzere Milletler cemiyeti adına türlü uluslardan kurulu gözlemciler önünde karlı ve çok soğuk bir günde Antakya’da 69.000 kişilik bir kalabalık Hatay’da bir eşine rastlanmayan büyük bir miting yapmış ve bu kitle hep bir ağızdan “Bağımsızlık İstiyoruz” diyerek gözlemciler önünden geçmişlerdir.

Hatay Anayasası gereğince kurulacak Hatay Kamu Kurultayı için yapılması gereken plebisite 1937 Mayısında başlamış, ancak yabancı uluslara bağlı, uluslar kurulu delegeleri sandık başlarında plebisiti sözde yönetmiş Ancak bu plebisit çeşitli baskılar altında hiç de taraf tutulmadan yapılmadığı için, yolsuzlukları Türkiye protesto ederek plebisiti yarım bırakarak, Cenevre’ye dönmüş ve Türk olmaya topluluklardan nüfusları oranında kurulmasını onamışlardır.

Hatay’da bu işler karışırken, Antakya’da (Habip-Nacar) alanında olan bir eve sığınan Fransız taraftarlarına 1936 yılının son günü olan 31 Aralıkta Fransızlarla Türk gençleri arasında bir çatışma oldu ve bu çatışmada iki Türk genci Fransız tanklarından açılan makinalı tüfek ateşiyle şehit olmuştu. Selim Çelenk ile Vedi Münir Karabay olay yerinde bulunuyordu. Bir Fransız subayının komutasındaki milis askerleri cami önünde yer alan iki Fransız tankı, kendilerine taraftar olup, bir evde yerleşmiş olan kişileri korumak için yer tutmuş ve bunların karşısında yüzlerce Türk genci eve saldırmak için çaba gösterirken süngü takmış Fransız milisleri kalabalığı dağıtmaya uğraşıyordu. Fransız Komutanı, Selim Çelenk ve Vedi Münir Karabay’ı çağırarak kalabalığın dağıtılması için 15 dakikalık bir süre verdiğini, dağılmazlarsa ateş açtıracağını söylemiş, durum Türk kalabalığına bildirilmiş ve iç sokaklara çekilmeleri öğütlenmiş ancak coşkunlukları son sınırına varan Türk gençleri, öğütleri dinlemeyerek direnmiş, bu sırada topluluktan biri, elindeki tabancayla tanklara ateş atınca, tanklar ilk önce havaya ateş ederek topluluğu dağıtmak istemiş, ancak Fransızların bu uyarı ateşine karşılık yine gençlerden biri ikinci kez ateş edince tanklar namluları halka çevirerek yaylım ateşine geçmiş topluluk Fransız Milislerinin süngüleri arasında geri çekilince, tankların ateşiyle iki genç şehit düşmüştür. Bu şehitler, şimdi Antakya Mezarlığındaki abidenin altında yatmaktadır.

Şehitlerin fotoğrafları çekilmiş, halkta sokaklara dağılmıştı. Cenevre Ulusal Kurultayı Genel Kurulunda Hatay sorunu görüşülürken bu fotoğraflar önemli rol oynamıştır.

1937 yılında yapılan plebisit güldürüsü yarım kalınca, Fransa ile Türkiye arasında Hatay Kamu Kurultayı kurulması ve Hatay Hükümeti konusunda bir anlaşmaya varılmıştı. Bu anlaşma gereğince, yukarda belirtildiği gibi Hatay Kurultayı 40 kişilik olacaktı. Bu sırada durumu yatıştırmak ve Hatay’da daha düzgün bir yönetim kurmak içim Dr.Abdurrahman Melek Hatay Valiliğine atanmış, Fransızlarla yapılan bir anlaşmayla Hatay’a Türk Askeri Birliklerinin girmeleri ve güvenliği Fransızlarla birlikte sağlamaları için Orgeneral Asım Gündüz’ün Başkanlığında 1938 yılı Haziran ayında Antakya’ya gelerek Fransız Şark Orduları Komutanı Grl. Hotsinger ile görüşmelere başlanmıştı. Görüşmeler oldukça çetin geçiyordu. Bir aralık Hotsinger görüşmeleri bırakarak yönerge almak için Beyburt’a gitmiş ve bir hafta sonra dönerek görüşmeleri sürdürmüştür. Bunun sonucu olarak 3 Temmuz 1938’de Antakya’da imzalanan bir anlaşma ile Türk Askerinin Hatay’a girmesi sağlanmıştı.

5 Temmuz 1938’de Türk askeri Birlikleri iki koldan İskenderun ve Hassa üzerinden Hatay’a girdiler. Yarım kalan plebisit bundan sonra başladı ve Hatay Kamu Kurultayı üyeleri seçildi. 2 Eylül 1938’de Hatay Kamu Kurultayı ile toplantısını Antakya’da Gündüz Sinemasında seçildi. Hatay Devleti kurulduktan sonra Dr. Abdurrahman Melek’in başkanlığında ve Kurultay dışından Hatay Devleti’nin 5 kişilik ilk kabinesi kuruldu. Artık Hatay’da güvenlik yoluna girmişti.

Hatay Devleti

Hatay Devleti’nin yaşımı 10 ay 26 gün sürdü. 29 Haziran 1939’da Hatay Kamu Kurultayı yaptığı son toplantıda Hatay’ın Türkiye’ye katılma kararını oybirliğiyle onaylayarak dağılmıştı. 18 Temmuz 1939’da ilk Hatay Valisi Şükrü Sökmen Süer Antakya’ya geldi. 23 Temmuz 1939’da Hatay’daki Fransız Askerleri yönetimi Türk Hükümetine aktararak Hatay’ı bırakıp gitmişlerdi.

Kışla önünde yapılan gösterişli bir törenle kışlanın gönderindeki Fransız bayrağı indirilerek yerine Türk bayrağı çekildi ve Hatay 20 yıldan sonra Türkiye’ye katıldı.
 
Coğrafi Bilgiler

Fiziki Yapı

Hatay topraklarının % 46’sını dağlar, % 20’sini yaylalar ve % 34’ünü ovalar kaplar. Üçte ikisine yakını dağlık sayılır.


Dağları: Hatay’ın en önemli dağları Amanos Dağları’dır. Güneybatı-kuzeydoğu istikâmetinde İskenderun Körfezi kıyısına paralel olarak bir duvar gibi uzanır. Uzunluğu 180 km, genişliği 15-30 km olup, en önemli geçidi Elmadağ üzerindeki Belen Geçididir. Geçidin denizden yüksekliği 660 m’dir. Bu dağlar kıyıdaki dar ova ile içerideki Amik Ovasını ikiye böler. Amanos Dağlarının yeni ismi Nur Dağlarıdır. Eskiden Gavur Dağları da denirdi. Amanos Dağları üzerinde Musa Dağı, Daz Dağı (Mığır Tepe 2240 m), Kızıl Dağı (1735 m), İkiztepe (1700 m), Kanlık Tepe başlıca yüksek yerleridir. Asi Nehrinin dirseği içinde kalan Keldağ (Cebel-i Akra) 1730 m’dir. ZiyâretDağ 1235 m’dir. Amanos Dağlarının 800-1000 m yükseklikteki yamaçlarında bir çok yayla vardır. Soğukoluk, Belen, Zorkun ve Atik Yaylaları, yaz-kış kullanılır.

Ovaları: İl topraklarının orta kısmında geniş bir (çöküntü) çukur alan vardır. Bu alanın büyük kısmı Amik Ovasını teşkil eder. Denizden yüksekliği 80 m olan bu ova 900 km2 dir. 90 kilometrekarelik Amik Gölü ile etrâfındaki 200 kilometrekarelik bataklık 1980’de tarım alanı hâline getirilmiştir. Bu ova, Asi Vâdisi, Afrin Vâdisi ve Karasu Vâdisi ile genişler. Amanos Dağları ile İskenderun Körfezi arasında dar kıyı ovaları olan İskenderun, Dörtyol, Payas ve Arsuz ovalarında Akdeniz bitkileri yetişir.

Akarsuları: AsiIrmağı: 380 km uzunluktadır. Hatay’ın en önemli akarsuyudur. Lübnan Dağlarından çıkarak Suriye’ye girer. Türkiye-Suriye sınırında 30 km aktıktan sonra Amik Ovasının güneyinden batıya kıvrılarak dirsek yapan Samandağı yakınında denize dökülür. Türkiye’deki uzunluğu 94 km’dir. Amanos Dağları ile Keldağ arasında açtığı vâdide Büyük Akarçay, Küçük Akarçay, Hüseyinli Dereleri ve Hupnik Çayı bulunur. Afrin Çayı: Gâziantep’in Sof Dağları eteklerinden çıkar, Kilis yakınında Suriye’ye girer, Reyhanlı kuzeyinden yeniden topraklarımıza girer ve Amik Ovasını sular. Asi Irmağına karışır. Karasu: Kahramanmaraş’ın Akçadağ ve Kartal Dağı eteklerinden çıkar, Çatalyurt yakınında Hatay topraklarına girer, Amik Ovasını sulayıp Asi Nehrine karışır.
Gölleri: 90 kilometrekarelik Amik Gölünün kurutulmasından sonra tabiî büyük göl kalmamıştır. Kurutulma işine 1954’te başlanmış, 1973’te tamamlanmıştır. Tahta Köprü Baraj Gölü: Karasu üzerinde sulama maksadıyla kuruluş bir barajdır. 200 milyon m3 su kapasiteli bu baraj ile 20 bin hektarlık tarım sahası sulanmaktadır. Bağlama, Gülbaşı ve Yenişehir Gölcükleri vardır. Kahramanmaraş’ta kurulmakta olan Menzelet Barajından Hatay içme ve sulama için istifâde edecektir.
İklim ve bitki örtüsü

İklimi: Hatay ilinde Akdeniz iklimi hüküm sürer. Yazlar sıcak ve kurak; kışlar ılık ve yağışlı geçer. Senede ancak bir kaç gün kar yağar. Sıcaklık, -6,3°C ile +43°C arasında seyreder. Dağların yüksek noktalarında sıcaklık, ovalara nazaran daha düşüktür. Senelik yağış miktarı 877-1174 mm’dir.
Bitki örtüsü: Kıyı ovaları ile Amik Ovasında her çeşit bitki yetişir. Arâzinin % 44’ü ekili-dikili alanlar,% 38’i orman ve makilerle, % 14’ü çayır ve mer’alarla kaplıdır. Tarıma elverişli olmayan kısmı % 4’dür. Dağların 800 m yüksekliğe kadar olan kısmı makilerle, 800-1200 m arası meşe, kayın, ardıç, kızılcık, kavak ve çınar ağaçları ile kaplıdır. 1200 m yukarısında karaçam, kızılçam ve sedir ağaçları bulunur.
 
Geri
Üst