Kadın Haberleri 2006

M

Misafir

Forum Okuru
Kadın Haberleri 2006
Dayağa suç duyurusu: Banu Alkan'a İHD sahip çıktı



RADİKAL - İSTANBUL - İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin, eski sevgilisi Banu Alkan'a yönelik şiddet içeren görüntüler nedeniyle Murat Taşdemir hakkında suç duyurusunda bulundu. Keskin, dün yaptığı açıklamada, atv'de sabah yayımlanan ve şarkıcı Aydın'ın sunduğu programın bir bölümünde sinema oyuncusu Banu Alkan ve eski sevgilisi Murat Taşdemir'in kameralarla dolu bir evdeki yaşantılarının gösterildiğini anımsattı.
Taşdemir'in bu yayının bir bölümünde Alkan'ı duvarlara çarptığını ve yastıkla vurduğunu belirten Keskin, bu bölümün yayınından sonra sunucu Aydın'ın "Ben dayak yemekten hoşlanan kadınlar biliyorum" dediğini, bu açıklamanın kadına yönelik şiddeti ve koca dayağını meşrulaştırıcı nitelikte olduğunu ileri sürdü. Keskin, şunları söyledi:
"Programda kadına yönelik şiddet ve koca dayağı meşru gösteriliyor. Olaya, tüm kadınlar zaten dayak yer noktasından bakılıyor, bu nedenle bu program son derece sakıncalı. TCK'nın 96. maddesi 'eziyet' suçunu düzenliyor. Bu suçtan dolayı Taşdemir hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz. Çünkü Alkan'ın şahsında kadın kimliğine yönelik gerek sözel, gerekse fiziksel şiddet uyguluyor. atv Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Tezkan da uyguladığı yayın politikasıyla suçun işlenmesine aracılık ediyor.

06.01.2006
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Basına ve Kamuoyuna;



Kadınları aşağılayan, hakarete maruz bırakan televizyon programlarına yeter!



Bir süredir ATV ‘de formatını Seyhan Soylu’nun hazırladığı "Star Evi" adlı yarışma programı yayınlanıyor. Bu yarışmada “magazin dünyası ünlüleri”nden iki kişinin yaşadıkları 24 saat boyunca gözetleniyor. Bir sabah kuşağı programında ise bu yaşananlar insanların gözleri önünde didik didik ediliyor. Reyting uğruna girişilen bu tür programlar, toplumu ve gündemi yanlış yönlendirdiği gibi, şiddeti de meşrulaştırıyor.


Star Evi programında, toplumun kadına ve erkeğe yüklediği geleneksel roller ışığında davranılarak, kadınlara erkeklerinin namusu, hizmetçisi ve gerektiğinde sinirlerini yatıştırması gereken “geyşa”sı olmaları mesajı veriliyor. Yarışmacılardan biri olan Banu Alkan sürekli olarak aşağılanıyor, hakarete uğruyor hatta zaman zaman kaba şiddete maruz kalıyor. Görüntüler üzerine yapılan tartışmalarda adeta kadınlar kadınlara aşağılatılıyor. Kadın yarışmacının kadınlık görevlerini yerine getirip getirmediği, giyimine dikkat edip etmediği tartışmalarıyla, programı izleyen kadınlara “haddini bil” mesajı veriliyor. Böylece Banu Alkan üzerinden kadınlar aşağılanmış ve erkek şiddeti medya üzerinden yeniden üretilmiş oluyor. Bizlerden de buna seyirci kalmamız bekleniyor.


Biz kadınlar Star Evi yarışmasında Banu Alkan’ın uğradığı aşağılanma ve şiddeti kınıyor, şiddeti uygulayan Murat Taşdemir hakkında yapılan suç duyurularının dikkate alınarak cezalandırılmasını istiyoruz.


Biz kadınlar bu tür programların yayınlanmasına karşıyız. Bu tür programlarda kadınların kadınlara karşı kullanılmasına karşıyız.

Biz kadınlar erkek egemen şiddetin medya eliyle yaygınlaştırılmasına alet olmak istemiyoruz.

Biz kadınlar bu tür programların kaldırılmasını, kadınların köleliğini katmerlemeyen, kadın bakış açısı ile hazırlanmış kadın programlarının yapılmasını istiyoruz.

AMARGİ KADIN DAYANIŞMA KOOPERATİFİ
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Feminist Hukuk

Cuma, 06 Ocak 2006



Ankara Barosu Hukuk Kurultayı’nın 4 Ocak 2006 tarihinde yapılan “Feminizm ve Hukuk” başlıklı bölümünde 4 ayrı oturumda feminizm, insan hakları ve hukuk ilişkisi irdelendi. Sibel Astarcıoğlu’nun haberi.

Oturum I: Feminist Hukuk Teorisi’nde Temel Yaklaşımlar

Oturum Başkanı

Prof. Dr. Ülker Gürkan, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Konuşmacılar

Prof. Dr. Fatmagül Berktay, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Prof. Catharine A. MacKinnon, Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi


Oturum başkanlığını Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Ülker Gürkan’ın yaptığı ‘Feminist Hukuk Teorisinde Temek Yaklaşımlar’ adlı oturuma, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatmagül Berktay ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Catherine A. Mackinnon konuşmacı olarak katıldılar.

Prof. Dr. Fatmagül Berktay cinsiyetçiliğin önlenmesi için hukukun önemine değindiği konuşmasında, kadınların mücadelesi sonucu cinsiyet ayrımcılığının uluslararası hukukta yerini aldığını, bunun kadın hakları savunucuları olarak son yılların en önemli başarısı olduğunu ifade etti. İnsan haklarının demokrasi gibi ne tek bir grubun elinde, ne de tekelinde olamayacağını savunan Berktay, değişen ve gelişen dünyada kadın haklarının en temel insan hakları olarak algılanması gerektiğini söyledi.

Berktay, kadının insan hakları söz konusu olduğunda kültür ile hukuk arasında tırmanan gerilime de değindi. Toplumdaki cinsiyetçiliğin önlenmesinde hukuka önemli görevler düştüğünü belirten Berktay, devletin özel alana müdahale etmeyerek aile içi şiddete ortak olduğunu ve feminist hukukçuların da ifade ettiği gibi devletlerin sistemli erkek şiddetinden sorumlu olması gerektiğini vurguladı. CEDAW, Birleşmiş Milletler ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin de bu anlamda en fazla çekince konulan belge niteliğinde olduğunu belirten Berktay, birçok ülkenin bu sözleşmeyi imzalamamak için kültürel argümanları kullandığını ve dolayısıyla kadının insan hakları konusunda kültürün siyasal kullanımının sorgulanması gerektiğini söyledi.

Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Catharine A. Mackinnon, yaptığı sunumunda, 19. ve 20 yüzyılda kadınların dirençlerinin uluslararası hukukta önemli değişikliklere yol açtığını belirtti. Kadınların pek çok devlette düzen dışında bırakıldığını savunan Mackinnon, konuşmasını şöyle sürdürdü. "Kadınların insan haklarını ihlal eden birinci güç devletleri yöneten erkeklerdir, devlet yönetimleri kadınları temsil etmiyor. Bir yandan insan haklarını korurken diğer yandan da ihlal ediyor." Ayrıca Mackinnon, devlet yönetimlerinin farkında olsun olmasın, erkeklerin kadın haklarını ihlal ettiğini belirtti. Ve devlet yönetimlerine de bu durumu göz ardı edebilme gücünü de erkeklerin verdiğini çünkü devletlerin de erkekler tarafından yönetildiğini vurguladı.

Bosna-Hersek'te savaşın hemen ardından yaptığı araştırmalara da değinen Mackinnon, "Buradaki kadınların öncelikli istekleri onurlarının iadesi için soykırım yapanların cezalandırılması ve cinsel suçların faillerinin yakalanmasıdır" diye konuştu.

MacKinnon’un konuşmasında göze çarpan bir diğer noktada, asıl meselenin erkekler ve kadınlar arasındaki benzerlikler ya da farklılıklar olmadığını vurgulamasıydı. Mackinnon’a göre mesele aynı düzlemde benzerlik ve farklılık tartışması değil, bunun hiyerarşik bir yapıya taşınmasıdır. Asıl tartışılması gereken erkek egemen bir düzende kadının erkek egemen bir yapıya tabi olmasıdır.






Oturum II: Feminist Hukuk Teorisi

Oturum Başkanı

Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat, Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Konuşmacılar

Prof. Dr. Necla Arat, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Prof. Frances Elisabeth Olsen, Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi


Oturum başkanlığını Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat’ın yaptığı ‘Feminist Hukuk Teorisi’ adlı oturuma, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Necla Arat ve Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Frances Elisabeth Olsen konuşmacı olarak katıldılar.

Feminist Hukuk Teorisi hakkında sunum yapan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necla Arat da salondaki erkek sayısının çok az olduğuna dikkati çekerek, kadınların konuyu zaten bildiklerini, erkeklerin ise bu konuya her zaman ilgisiz kaldıklarını dile getirdi.

Arat, 18-19 ve 20. yüzyılda feminist kampanyaların oluşturulduğunu, kampanyalar sonucunda kadınların özgürleşme ve eşitlik konularında bir çok kazanımlar elde ettiklerini belirterek, günümüz dünyasında feminist adaletin giderek yaygınlaştığını söyledi.

Feminist hukukun fakültelerde yeterince anlatılmadığını, geleneksel hukuk konularının da feminist hukuka yer vermediğinden yakınan Arat, Türkiye'nin yine bu konu da da Avrupa devletlerinden çok önce yayınlar verdiğini, Cumhuriyetin ilk yılarında Denizli Milletvekili Ali Nacip Bey'in 'Kadın Hukuku' aldı kitap yazarak kadın haklarını dile getirdiğini söyledi.

Prof. Dr. Olsen yaptığı konuşmasında, kadının toplumdaki konumunun güçlenmesi ile yaşam kalitesinin de arttığını ve feminist hukuk kuramının bir kuramdan ziyade hukukun kadının güçlenmesi için kullanılan bir araç olduğunu belirtti. Feminist hukuk kuramını, hukukun algılanışını zenginleştirmek ve kadın, erkek ve çocukların yaşam standartlarını iyileştirmek için yeni yollar açmak için geliştirilmiş eleştirel bir kuram olarak yorumladı.




Oturum III: İnsan Hakları Hukuku ve Kadın


Oturum Başkanı

Prof. Dr. Feride Acar, ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Konuşmacılar

Prof. Lucinda M. Finley, Buffalo Üniversitesi

Av. Nazan Moroğlu, İstanbul Barosu


Oturum başkanlığını ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feride Acar’ın yaptığı ‘İnsan Hakları Hukuku ve Kadın’ adlı oturuma, İstanbul Barosu’ndan avukat Nazan Moroğlu ve Buffalo Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lucinda M. Finley konuşmacı olarak katıldılar. Oturumda, Prof. Lucinda M. Finley, kadın haklarının günümüzde insan hakları en temel başlıklarından biri olduğunu ve kadın haklarının insan hakları olarak benimsendiği süreci aktardı. Oturumda avukat Nazan Moroğlu da Finley’in konuşmasına paralel olarak kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin ulusal hukukumuza olan etkilerini ve bu süreçte kadın haklarının insan hakları olarak algılanmasındaki süreci anlattı.


Avukat Nazan Moroğlu’nun Sunum Özeti

Kadın Haklarına Yönelik Uluslararası Sözleşmelerin Ulusal Hukukumuza Etkileri / Avukat Nazan Moroğlu

İnsan hakları sözleşmelerinde kadın erkek eşitliği ile ilgili kurallar veya doğrudan kadın hakları konusundaki uluslararası sözleşmeler, ulusal alanda yasaların eşitliğe uygun geliştirilmesi ve değiştirilmesinde itici güç olmaktadır. Bütün insan hakları belgelerinde, tüm insanların onur ve haklar bakımından eşit ve özgür doğduğu, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmaması gerektiği, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere hiçbir ayrım gözetilmeksizin sahip olduğu ilke olarak kabul edişmiştir. Yirminci yüzyıla damgasını vuran insan hakları kavramını ‘eşitlik’ ve ‘ayrımcılık yasağı’ ilkelerinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Ancak tarihsel süreç içinde bakıldığında, hakların varlığı ile kullanımı arasında her zaman kadınlar aleyhine belirgin bir ayrımcılık olduğu görülmüştür. Kadın erkek eşitsizliği günümüzde de farklı alanlarda ve boyutlarda devam etmektedir. Bu nedenle, kadınlara sadece yasalarla eşit haklar verilmesi eşitliğin yaşama geçirilmesi için yeterli olmamakta, yasaların çıkarılması yanında fırsat eşitliği uygulamalarına, hatta çok geride olduğu alanlarda kadınlara fırsat önceliği verilmesine, buna ilişkin özel önlemler alınmasına ihtiyaç vardır.

Bilindiği gibi, çağdaş demokratik hukuk devletlerinde yasalar önünde eşitlik ve eşit hakların herkes için yaşama geçirilmesi insan haklarına saygının temel göstergesi olmuştur. Bu bakımdan, bir ülkede insan haklarına gösterilen saygı, o ülkenin uygarlık düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütü durumuna gelmiştir.

Uluslararası insan hakları belgelerinde kadın haklarının, evrensel insan haklarının vazgeçilmez, ayrılmaz ve bölünmez bir parçası olduğu önemle vurgulanmış ve 1993 Viyana Konferansı ile uluslararası alanda ‘kadın hakları insan haklarıdır’ anlayışı benimsenmiş; 1995 Pekin Sonuç Bildirgesi’nin 14. maddesinde bu hususa yer verilmiştir. Böylece kadın hakları ihlallerinin özde insan hakları ihlali olduğu tescil edilmiştir. Günümüzde kadınların insan hakları, artık insan haklarının ayrılmaz ve bölünmez bir ögesi olarak kabul edilmekte ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede, yönergede ve tavsiye kararlarında özel olarak düzenlenmektedir. Türkiye, kadın haklarına ilişkin onaylamış olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütlerini büyük ölçüde yerine getirmiştir.

Türk Hukukunda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına, kadınlara karşı var olan her türlü ayrımcılığın kaldırılmasına yönelik çalışmaları üç zaman dilimine ayırarak açıklayabiliriz:

Cumhuriyet’in kuruluşunu izleyen ilk on yılda kadın erkek eşitliği yolunda yapılan devrimler (1924-1934);

1970’lerden itibaren dünyada kadın erkek eşitliğine yönelik gelişmelerin yansımasıyla yapılan çalışmalar (1975-1999)

AB’ne uyum sürecinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla yapılan yasal değişiklikler (1999-2005)

Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan kadın eşitliği, aileden başlayarak toplumsal yaşamın her alanında, eğitimde, çalışma yaşamında, siyasette çağdaş standartlarda yasal temele dayandırılmalı ve mutlaka uygulamaya geçirilmelidir.

Ancak, bir ülkede herkesin insan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından tam anlamıyla eşit olarak yararlanabilmesi için, ön koşul barışın sağlanmış olmasıdır. Barış olmadan eşit haklardan, insan haklarından söz edebilmek mümkün değildir.

Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözlerinin önemi bugün de geçerliliğini sürdürmektedir.






Oturum IV: Feminizm ve Feminist Hareketler

Oturum Başkanı

Prof. Dr. Yıldız Ecevit, ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi

Konuşmacılar

Dr. Aksu Bora, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Prof. Patricia Smith, New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü


Oturum başkanlığını Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yıldız Ecevit’in yaptığı ‘Feminizm ve Feminist Hareketler’ adlı oturuma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dr. Aksu Bora ve New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Patricia Smith konuşmacı olarak katıldılar. Oturumda kadın hareketinin genel çerçevesini ve feminist hareketin dönüşüm dinamiklerini değerlendiren Dr. Aksu Bora, kamusal alanda kadına tanınan haklarla ilgili Cumhuriyet sonrası süreci özetlediği konuşmasında, feminist harekette modernleşme ile birlikte insan hakları kavramının yerleşmesine ve kadınların feminist harekette modernleşme ve sonrasında gelişen farklı aidiyetlerine değindi. Prof. Dr. Patricia Smith ise konuşmasında feminizmin bir reform hareketi olduğunu değinirken bu değişimin önündeki engelleri, varolan eril yapının direncini ve hukukun bu değişimi sağlamaktaki gücüne ve sınırlılığına değindi.


Prof. Dr. Patricia Smith’in Sunum Özeti

Feminist Aktivizm, Direnç Yapıları ve Hukuk / Prof. Dr. Patricia Smith


Bugün birçok insan yüzyıllarca atalarının da yaptığı gibi kadın ve erkeğin farklılıklarının benzerliklerinden / ortaklıklarından daha önemli olduğuna inandı. Ve bu tarihsel yargı bugün varolan tüm toplumların yapılarının temeli olmuştur.

Bu yargının reddi ve değiştirilmeye çalışılması ve bu yargı üzerine kurulu tüm yapıların reformu feminizmin misyonudur. Feminizm bir reform hareketidir. Toplumu eğitmek ve aynı zamanda tektaraflı basit bir önerme üzerine kurulu kurumların yeniden yapılandırılması için bilinç yükseltmeyi hedefler. Kadınlar da erkekler gibi tüm insanlığa verilen hakları eşit bir şekilde hakediyorlar. Merak ediyoruz 21.yüzyılda ve hatta 20.yüzyılda ve bugün hala bu koşullarda neden olmadığımız.

Bugün kadınlara yönelik olumlu gelişmeler ve reformlar toplumdan topluma ve hatta o toplumun farklı kesimlerinde değişiklik göstermektedir. Bazı toplumlar hala en temel hukuki reformlar için mücadele etmektedirler. Birçoğu ise hukuki anlamda reformları yerinde getirmişse de bunların uygulamaya geçirmekte başarılı değildirler. Bazıları ise hukuki düzenlemeleri yapmış olmalarına rağmen bunların etkisiz ve karmaşık olduğunu görmüşlerdir. Yakın bir zamanda öngörülen şudur ki Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınların ve erkeklerin iş yaşamında eşit olarak temsilinin iki buçuk yüzyıl, mecliste eşit temsilin ise 500 yıl süreceğidir.

Açıkça bilinen ise daha yapılacak çok şeyin olduğudur. Reformlar etkili olsa bile daha fazla anlayışa ve güce ihtiyaç duymaktayız.




Dr. Aksu Bora’nın Sunum Özeti

Türkiye’de Feminizm ve Feminist Hareketler / Dr. Aksu Bora


Türkiye’de feminizm tarihi, 19. yüzyıl sonuna kadar geri götürülebilir. ‘Birinci Dalga’ denebilecek olan feminizm, esasen milliyetçi / modernleşmeci hareketler ile yan yana, birlikte gelişmiştir. 1920’lerin sonundan itibaren, özerk bir feminist hareketten söz edilemez, ancak kadın erkek eşitliği, Türkiye’nin modernleşme hikayesinin ana izleklerinden biridir.

1980’lerle birlikte, ‘İkinci Dalga’ feminist hareketi görüyoruz. 1980’lerin farkı, milliyetçi / modernleşmeci hareketin yandaşı değil, sol muhalefetin içinden çıkan, ondan etkilenen, beslenen ve onunla hesaplaşan bir hareket olmasıdır. Dolayısıyla, devlete mesafeli, muhalif bir hareket niteliğindedir.

1990’lar, bu niteliğin ‘seyreldiği’, kurumlaşma dönemi olarak görülebilir. Bu dönem, aynı zamanda eşitlikçi ve devletçi feminizmin yakın tarihimiz boyunca resmi ideoloji içinde nasıl kök salmış olduğunu, hegemonik bir varlık gösterdiğini de bize hatırlatır. Bağımsız bir hareket olarak varolmamışsa da, son derece güçlü bir söz olarak farklı siyasal ideolojilerin dillerine tercüme edilmiş, buralarda tutunmuş ve varlığını sürdürmüştür. Nitekim, 1990’lardan itibaren birbirlerinden çok farklı siyasal çizgilerin içinde hep bir kadın hakları söyleminin izlenebilmesi, bu nedenledir.

1990’lar, 80’lerin muhalif ve radikal feminizminin gerilediği bir dönem oldu. Yaygınlaşan, çeşitlenen ve güçlenen kadın hareketi içinde, etkileyerek ve etkilenerek dönüştü. (SA,SD)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

İHD Banu’nun gücünü görecek



İnsan Hakları Derneği’nin şiddet yaşanıyor diyerek suç duyurusunda bulunduğu evde Banu Alkan :

"Hem Murat hem de İHD kadının gücünü görecek" dedi.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Şili'de Michele Bachelet hafta sonu Devlet Başkanı oldu.


Sol İktidara Kadınlarla Yürüyor

Şili'de Michele Bachelet hafta sonu Devlet Başkanı oldu. Finlandiya'da Devlet Başkanı Tarja Halonen ikinci turda seçileyi garanti ederek en yakın rakibinin 20 puan önüne geçti. İki devlet başkanı da solcu ve bağımsız kişilikleriyle sevilen kadınlar.

--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber erkezi
16/01/2006
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Şili'de sosyalist Michelle Bachelet'in ikinci turda devlet başkanlığını ele geçirdiği hafta sonu Finlandiya'da da şimdiki başkan Tarja Halonen, ilk turu yüzde 46 ile muhafazakar erkek rakibinin oldukça önünde tamamladı.

Halonen ilk turda seçilememesi için "yazık oldu ama yakınmanın gereği yok" derken sendika avukatlığından politikaya giren ve yirmi yıl aralıksız Sosyal Demokrat Parti millet vekilliği yapan olan başkanın iki hafta sonra yapılacak ikinci turdan sonra 6 yıl daha görevde kalacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Şili'de Augusto Pinochet darbesi sırasında annesiyle birlikte hapsedilen ve işkence gören serbest bırakıldıktan sonra sürgünde tıp eğitimini tamamlayıp çocuk doktoru olan Sosyalist Partili Bachelet de başkanlığa Savunma Bakanlığı'ndan geliyor. Başkanlığının kesinleşmesinden sonra taraftarlarına yaptığı konuşmada Bachelet "10-15 yıl önce kim Şili'nin bir kadını Devlet Başkanı seçeceğine inanırdı" dedi. "Bir ülkenin ruhunu yitirmeden de refaha ulaşabileceğini gösterdik."

Tarja Halonen'in Finlandiya devlet başkanlığını ilk kez kazandığı 2000'de, Nadire Mater'in seçimlerin ardından Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan izlenimleri solun politik temsilciliğini kadınlara aktarmasının gerçekten de "ruhunu yitirmemek"le yakından bağlantılı olduğuna tanıklık ediyor.

Aynen yayımlıyoruz.

Artık çantalar omzunu ağrıtmayacak

Seçim sonuçları belli olunca Tarja Halonen hemen evine gitmek istediğini açıkladı, çünkü kampanya boyunca pek ilgilenilmeyen evin biraz derleyip toparlanması gerekliydi. Neyse ki, artık konutta ev gailesi olmayacak, Halonen sadece işiyle ilgilenecek.

Tarja Halonen 1 Mart'tan bu yana Finlandiya'nın 11. Cumhurbaşkanı.
"Şimdi cumhurbaşkanı Kuzeyden Güneye 'bütün halkın cumhurbaşkanı' olacağını göstermelidir. Halonen örneğinde, 'bilinen' çevresiyle arasına bir mesafe koymak akıllıca olacaktır, " yollu "tavsiye" ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi Helsinki Sanomat'tan geliyor.

Cumhurbaşkanının çevresi sahiden çok "çeşitli": Tarja Finlandiya Cinsel Eşitlik Derneği eski başkanlarından, Uluslararası Gey ve Lezbiyenler Derneği'nin de üyesi. O bir eşcinsel değil, ama Roman da olmadığı halde "Roman Derneği"nin de aktif çalışanlarından.

İşçi sınıfından

İşçi sınıfından gelen Tarja 56 yaşında, yalnız/tek anne, yani kilise ve belediyenin araya girmediği bir beraberlikten doğan Anna'nın annesi. Hoş, onun Finlandiya'da çoğunluğun bağlı olduğu Luteryan Kilisesi'nde de kaydı yok. 21 yaşındaki Anna gözlerden uzak, İngiltere'de öğrenimini sürdürüyor.

Hallonen başkan seçilen ilk Helsinkili. Doğduğundan bu yana Helsinki'nin pek çok semtinde yaşadıysa da 1950'lerde ortaokulu okuduğu Kallio semtine 1988'de geri döndü, başkanlık konutuna geçinceye kadar da orada yaşadı. Bu mahalleye dönüşü de onun "çizgi" dışı yaşam tercihinin göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Kallio, Helsinki ölçüsünde bakımsız apartmanları, küçük bakkalları, kahveleri ve birahaneleriyle bir işçi mahallesi. Daireler ufak, şehir ortalamasının altında bir yoksulluk ve gençlik yerleşimi. Mahalle alkolizme, suça ve seks işçiliğine farklı bir anlayışla yaklaşıyor; yazarlara, sinemacılara, sanatçılara kucak açıyor.

Halonen neredeyse doğduğundan beri bir eylem kadını. İlk bilinen politik "işi" Hukuk Fakültesi'ndeyken Finlandiya Öğrenci Birliği Genel sekreterliği. Hukuk bitince, Finlandiya İşçi Sendikaları Organizasyonu'nda avukat olarak çalışmaya başlıyor.

Birlikte yaşamak...

Dördü kadın yedi adayın yarıştığı ilk turdan sonra Merkez Parti lideri Esko Aho ile ikinci tura kalan Halonen yüzde 51,6 ile Finlandiya'nın ilk kadın cumhurbaşkanı oldu. Erkek arkadaşı Pentti Arajarvi Parlamento Sağlık Komitesi'nde bir kamu çalışanı. İkili NewYork'ta bir toplantıda birbirine aşık olmuşlar. Arajarvi, kampanya sırasında, seçilirse Halonen'e evlenme teklif edip etmeyeceği sorusuyla çok karşılaştı. Yanıt çok "diplomatik": "Olabilir de, olmayabilir de, konuyu görüşüyoruz."

Halonen'i sıkıştıran soru ise farklıydı: Neden erkek arkadaşıyla aynı apartmanda ayrı dairelerde yaşıyorlar? Çünkü, "ev hayatı"na yaklaşımları farklı. Şimdi, çok sayıda odanın ve görevlinin bulunduğu Başkanlık konutunda bu "problem" aşıldı, birlikteler. Çift başkanlık konutuna iki kedileriyle kırmızı kulaklı kaplumbağalarını da taşıdı.

İki adaya bakıldığında seçmenlerin sol kanat ile sağ kanat, kadın ile erkek, kırsal Kuzey ile kentsel Güney, "erkeğin eve ekmek getirdiği evlilik, kilise kurumuna bağlılık" gibi "geleneksel" değerlerle "beraberlikler, cinsellik ve Kilise ile ilişkilerde özgürlüğü" savunan "modern" değerler arasında bir seçim yaptıkları görülüyor.

Kadınların seçme hakkını 1906'da, bütün Avrupa ülkelerinin önüne geçerek kazandığı Finlandiya'da bir kadının cumhurbaşkanı seçilmesinin bu kadar sevinç yaratması insanı şaşırtıyor. Parlamentodaki temsili son elli yılda yüzde 12'den yüzde 37'ye yükselen kadınlar şimdi parlamentonun 200 sandalyesinden 74'üne sahipler. Halonen'in partisi SDP'de ise 52 milletvekilinden 22'si kadın. İstatistikler ne olsa hayatın kendisi değil.

NATO'ya karşı

Halonen'in solculuğu hayata "entelektüel bir insancıllık" ve toplumun gelişimi için pratik arayışlar " olarak tarif ediliyor. Azınlıklar ve insan hakları onun için çok önemli, resmiyet dışı örgütlü eylemliliklere çok sıcak bakıyor, Nikaragua ve Şili'ye özel bir önem atfediyor, Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı. Sosyal Demokrat Parti'de (SPD) "geleneksel" bulunan Halonen solculuğu başbakan Paavo Lipponen'in daha az ideolojik, serbest piyasa merkezli sosyal demokrasisinden farklı.

Parlemantoya ilk kez dönemin Başbakanı Kalevi Sora'nın sekreteri olarak adım atan Halonen 1979'da SDP'den milletvekili seçildi. Sağlık, gençlik, adalet ve dışişleri bakanlıkları yaptı. Adı en çok 5 yıldır sürdürdüğü Dışişleri bakanlığı sırasında duyuldu. Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanı olarak AB'nin "şeffaflaştırılması" yolunda çalıştı, Türkiye'nin AB adaylığına kabulünde önemli bir rol oynadı.

Halonen, yeni anayasaya göre "Finlandiya dış politikasını Hükümetle işbirliği içinde yürütmekten" sorumlu. Hoş, toleranslı, başarılı, az bohem, kararlı, heyecanlı bir kadın, kimi zaman biraz "huysuz"laşıp, kalabalıklarda sesini yükseltebiliyor. Görsel sanatlar, tiyatro, yüzme ve bahçe düzenlemesini seviyor, Fince, İsveççe, İngilizce, Fransızca ve Almanca biliyor.

Halonen'in altı yıllık döneminin ani çıkışlar, sürprizler ve değişikliklerle geçmesi bekleniyor. Sürprizlerine Finlandiya cumhurbaşkanlarının ilk yurt dışı gezisini İsveç'e yapması geleneğini bozarak başladı. Kendisiyle aynı günlerde göreve başlayan Şili'nin sosyalist Başkanı Ricardo Lagos'u ziyaret ettikten sonra, İsveç'e gitti.

Finlandiya'yı "şaşırtmaya" devam edecek olan Halonen kendisi değişmeyecek gibi görünüyor. Kampanyasında, "Asla vazgeçmeyeceğim. Nereden geldiğimi biliyorum ve neyi taşıyacağımı biliyorum," demişti.

Artık taşımayacağı ise seyahat çantası. Berlin'de yapılan bir Avrupa Toplantısı "aile fotoğrafı"na son anda yetişen Halonen'in iki omzundan sallanan seyahat çantalarını unutarak poz vermesi hala konuşuluyor.

Artık, çantaları omzunu ağrıtmayacak. Kesin bilinen bu.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Aile İçi Şiddetin Diğer Adı: Koca Dayağı

CÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kocacık, kadınların yüzde 46.5'inin şiddete uğradığını söylüyor. Kadına koca şiddeti "dövme", "tehdit" ve "küfür" şeklinde uygulanıyor.

--------------------------------------------------------------------------------
Bizim Gazete
17/01/2006
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Kocacık'ın yaptığı araştırmadan çıkan sonuca göre, kadınların yüzde 46.5'i şiddete maruz kalıyor.

Araştırmada, aile içinde şiddeti uygulayan kişinin yüzde 98.5 gibi çok yüksek oranda "koca"nın olduğu belirlenirken, kadına şiddetin "dövme", "tehdit" ve "küfür" şeklinde uygulandığı kaydediliyor.

Şiddet uygulama nedenleri arasında ilk sırayı yüzde 32.2 ile "kadının ev içi görevlerini yerine getirmemesi" alırken, bunu yüzde 21.6 ile "erkeğin ekonomik ve psikolojik sorunları" izliyor.

Koca dayağı

CÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Doğan'ın yaptığı araştırmaya göre de, ruhsal sorunlar nedeniyle psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların yüzde 57'si, çeşitli nedenlerle fiziksel şiddete maruz kalıyor.

Polikliniğe başvuran evli kadınlar üzerinde yapılan araştırmada, bu kadınların yüzde 36'sının duygusal, yüzde 32'sinin ekonomik (kaynak ve paranın kadın üzerinde tehdit ve kontrol aracı olarak kullanılması), yüzde 30.7'sinin cinsel, yüzde 29.3'ünün ise sözel şiddetle karşı karşıya bırakıldığı kaydediliyor.

Türkiye'de aile içi şiddetin varlığının devam ettiği ve bunun kadınlar tarafından gizlendiğinin de tespit edildiği araştırmada, kadınların şiddeti gizlemesinin altında yatan en önemli sebebin, kültürel ve ekonomik faktörler olduğuna dikkat çekiliyor.

Depresyon

CÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yeltekin Demirel, araştırma görevlileri, Selma Çetinkaya, Dilek Arzu Bakır ve öğretim görevlisi Naim Nur tarafından doğum yapmış kadınlar üzerinde yapılan araştırmaya göre, kadınlar doğum sonrası eşinden yeterince ilgi ve destek göremiyor.

Eşinden yeterince ilgi göremeyen kadınlardan doğum sonrası depresyon yaşayanların oranının yüzde 28 olarak belirlendiği araştırmada, eşi ilgisiz olan kadınların hamilelik sonrası depresyona girme riskinin normale göre yaklaşık üç kat arttığı ifade ediliyor.

Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Yusuf Öztürk ve Yrd. Doç. Dr. Ahmet Öztürk ile yüksek lisans öğrencisi Elif Durmuş, tarafından evli kadınlar üzerinde yapılan araştırmaya göre de her dört kadından biri, doğacak çocukta ve hamilelik sırasında çeşitli rahatsızlıklara yol açabilen akraba evliliği gerçekleştiriyor.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

"Devlet, Sistemli Erkek Şiddetinden Sorumlu"
"Hukuka Feminist Bakış" Oturum konuşmacılarından Berktay, kadının insan haklarının kültür ile hukuk arasında gerilime yol açtığını söyledi. Mackinnon ise, kadının insan haklarını ihlal gücünü erkeklerin, erkek egemen devletten aldığına dikkat çekti.



--------------------------------------------------------------------------------
Uçan Süpürge
17/01/2006 Sibel ASTARCIOĞLU
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Ankara) - Ankara Barosu ile Ankara Üniversitesi (AÜ) Hukuk Fakültesi ve Kadın Sorunları Araştırma Uygulama Merkezi'nin (KASAUM) 4 Ocak'ta Ankara'da düzenlediği "Hukuka Feminist Bakış" konferansının "Feminizm ve Hukuk" başlıklı bölümünde dört ayrı oturumda, feminizm, insan hakları ve hukuk ilişkisi irdelendi.

İlk oturum "Feminist Hukuk Teorisi'nde Temel Yaklaşımlar" başlığını taşıyordu ve Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Ülker Gürkan'ın oturum başkanlığını yaptığı bu bölümün konuşmacıları, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Dr. Fatmagül Berktay ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Catharine A. MacKinnon'dı.

Berktay: Kadın hakları en temel insan hakkı

Prof. Dr. Fatmagül Berktay cinsiyetçiliğin önlenmesi için hukukun önemine değindiği konuşmasında, kadınların mücadelesi sonucu cinsiyet ayrımcılığının uluslararası hukukta yerini aldığını, bunun kadın hakları savunucuları olarak son yılların en önemli başarısı olduğunu ifade etti.

İnsan haklarının demokrasi gibi ne tek bir grubun elinde, ne de tekelinde olamayacağını savunan Berktay, değişen ve gelişen dünyada kadın haklarının en temel insan hakları olarak algılanması gerektiğini söyledi.

Berktay, kadının insan hakları söz konusu olduğunda kültür ile hukuk arasında tırmanan gerilime de değindi. Toplumdaki cinsiyetçiliğin önlenmesinde hukuka önemli görevler düştüğünü belirten Berktay, devletin özel alana müdahale etmeyerek aile içi şiddete ortak olduğunu ve feminist hukukçuların da ifade ettiği gibi devletlerin sistemli erkek şiddetinden sorumlu olması gerektiğini vurguladı.

Mackinnon: Kadın direnci hukukta değişikliklere yol açtı

Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Catharine A. Mackinnon, yaptığı sunumunda, 19. ve 20 yüzyılda kadınların dirençlerinin uluslararası hukukta önemli değişikliklere yol açtığını belirtti.

Kadınların pek çok devlette düzen dışında bırakıldığını savunan Mackinnon, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Kadınların insan haklarını ihlal eden birinci güç devletleri yöneten erkeklerdir, devlet yönetimleri kadınları temsil etmiyor. Bir yandan insan haklarını korurken diğer yandan da ihlal ediyor."

Mackinnon, devlet yönetimlerine de bu durumu göz ardı edebilme gücünü de erkeklerin verdiğini çünkü devletlerin de erkekler tarafından yönetildiğini vurguladı.

Bosna-Hersek'te savaşın hemen ardından yaptığı araştırmalara da değinen Mackinnon, "Buradaki kadınların öncelikli istekleri onurlarının iadesi için soykırım yapanların cezalandırılması ve cinsel suçların faillerinin yakalanmasıdır" diye konuştu.

Arat: Fakültelerde feminist hukuk anlatılmıyor

Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat'ın oturum başkanlığını yaptığı ikinci oturumun başlığı ise "Feminist Hukuk Teorisi" idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prof. Dr. Necla Arat ve Los Angeles California Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Frances Elisabeth Olsen oturumun konuşcılarıydı.

Feminist Hukuk Teorisi hakkında sunum yapan İÜ Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Necla Arat da salondaki erkek sayısının çok az olduğuna dikkati çekerek, kadınların konuyu zaten bildiklerini, erkeklerin ise bu konuya her zaman ilgisiz kaldıklarını dile getirdi.

Arat, Feminist hukukun fakültelerde yeterince anlatılmadığını, geleneksel hukuk konularının da feminist hukuka yer vermediğinden yakınan Arat, Türkiye'nin yine bu konu da da Avrupa devletlerinden çok önce yayınlar verdiğini, Cumhuriyetin ilk yılarında Denizli Milletvekili Ali Nacip Bey'in 'Kadın Hukuku' adlı kitap yazarak, kadın haklarını dile getirdiği bilgisini verdi.

Olsen: Feminist hukuk kuramı,eleştirel kuramdır

Prof. Dr. Olsen yaptığı konuşmasında, kadının toplumdaki konumunun güçlenmesi ile yaşam kalitesinin de arttığını ve feminist hukuk kuramının bir kuramdan ziyade hukukun kadının güçlenmesi için kullanılan bir araç olduğunu belirtti.

Feminist hukuk kuramını, hukukun algılanışını zenginleştirmek ve kadın, erkek ve çocukların yaşam standartlarını iyileştirmek için yeni yollar açmak için geliştirilmiş eleştirel bir kuram olarak yorumladı.

Finley: Kadın hakları, insan haklarının temel başlığı

Oturum başkanlığını ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feride Acar'ın yaptığı "İnsan Hakları Hukuku ve Kadın" adlı üçüncü oturumda ise, İstanbul Barosu'ndan avukat Nazan Moroğlu ve Buffalo Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lucinda M. Finley konuşmacı olarak katıldılar.

Finley, kadın haklarının günümüzde insan hakları en temel başlıklarından biri olduğunu ve kadın haklarının insan hakları olarak benimsendiği süreci aktardı.

Moroğlu da Finley'in konuşmasına paralel olarak kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin ulusal hukukumuza olan etkilerini ve bu süreçte kadın haklarının insan hakları olarak algılanmasındaki süreci anlattı.

Bora: Feminist harekette modernleşme ve sonrası

Oturum başkanlığını Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yıldız Ecevit'in yaptığı "Feminizm ve Feminist Hareketler" adlı oturuma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Dr. Aksu Bora ve New York Şehir Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Patricia Smith konuşmacı olarak katıldılar.

Oturumda kadın hareketinin genel çerçevesini ve feminist hareketin dönüşüm dinamiklerini değerlendiren Dr. Aksu Bora, kamusal alanda kadına tanınan haklarla ilgili Cumhuriyet sonrası süreci özetlediği konuşmasında, feminist harekette modernleşme ile birlikte insan hakları kavramının yerleşmesine ve kadınların feminist harekette modernleşme ve sonrasında gelişen farklı aidiyetlerine değindi.

Prof. Dr. Patricia Smith ise konuşmasında feminizmin bir reform hareketi olduğunu değinirken bu değişimin önündeki engelleri, varolan eril yapının direncini ve hukukun bu değişimi sağlamaktaki gücüne ve sınırlılığına değindi.(SA/AD)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Burnu Kesilen T.G. Kocasından Şikayetçi

Dört yıldır birlikte yaşadığı A.K'nin bıçaklı saldırısında burnu kesilen T.G. sokağa çıkamadığını söylüyor. Ailesinin ekonomik durumunun kötü olduğunu belirten T.G. mağdur olduğunu belirterek, kadın kuruluşlarından ve yetkililerden destek istiyor.

--------------------------------------------------------------------------------
Diyarbakır Söz
17/01/2006
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Diyarbakır) - Bağlar Beldesi Muradiye Mahallesi'nde üç çocuğuyla oturan T.G, yaklaşık dört yıl birlikte yaşadığı A.K'nin (39) bıçaklı saldırısında burnunun kesildiğini ve sokağa çıkamadığını söyledi.

Tedavisinin Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde devam ettiğini, olaydan sonra çok mağdur olduğunu söyleyen T.G., "Ölene kadar A.K'den şikayetçiyim" dedi.

"Kesilen burnumu tekrar diktiler. Tedavim halen sürüyor. Olaydan sonra psikolojim bozuldu. Kendimi çok kötü hissettim. Hiçbir kadının benim yaşadıklarımı yaşamasını istemem."

T.G.: Utanılacak bir şey yapmadım

Dört yıldır birlikte yaşadığı A.K.'nın kendisine neden bunları bana yaşattığını anlamadığını söyleyen T.G. şöyle konuştu:

"Ben utanılacak bir şey yapmadım. Dışarıya çıktığımda çok utanıyorum. Beni gören herkes neden böyle bir olay yaşadığımı soruyor. Olayı hatırlamak bile istemiyorum. Erkekler kadınlara neden böyle davranıyor? Burnumu keserek beni toplum içinde rezil etmek ve toplum içerisine çıkmamamı istedi. Ama ben sonuna kadar hakkımı savunacağım."

Kadın kuruluşlarından yardım bekliyor

En büyüğü beş yaşında, en küçüğü bir aylık olan çocuklarına bakmakta zorlandığını, 100 YTL kira ödediğini söyleyen T.G, ailesinin de maddi durumu kötü olduğu için kendisine yardım edemediklerini, bu konuda kadın kuruluşları ve yetkililerden yardım beklediğini ifade etti.

Baba Abdullah G. de, kızının başına gelenlere çok üzüldüklerini belirterek, "Kızım kötü bir şey yapmadı. Namus nedeniyle burnunun kesildiğini söyleyenler var. Bu nedenle kahvehaneye bile gidemiyorum. Bu duruma çok üzülüyoruz. Kızım çok mağdur oldu. Ona gerekli yardımın yapılmasını istiyoruz" diye konuştu.

Diyarbakır Bağlar Beldesi Muradiye Mahallesi'nde, 20 Aralık 2005 tarihinde, 3 çocuk annesi T.G'nin (20) burnu, dört yıldır birlikte yaşadığı A.K. tarafından gece uyurken kesilmişti. T.G, A.K'nin, burnunu esrar getirmediği için kestiğini söylemişti.(AD)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Yeni TCK'ya "Namus Saiki" Eklenmeli
Töre/Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için hazırlanan taslak raporda yeni TCK'da değişiklik yapılması; 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un adının, "Koruma Kanunu" olarak değiştirilmesi isteniyor.

BİA Haber Merkezi
02/02/2006 Ayşe DURUKAN

BİA (Ankara) - Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)Töre/Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için hazırladığı taslak raporda "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu" kurulması, "Alo Şiddet Hattı" ile kadınlara 24 saat hizmet veren bir merkez oluşturulması gibi öneriler getirildi.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hutbe ve vaazlarla şiddeti önlemesi, Anayasa ve Yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) namus/töre cinayetlerine yönelik düzenlemelerin yapılması istendi.

Komisyonun görev süresi 11 şubatta bitiyor

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir milletvekili Gaye Erbatur, Pazartesi günü (30 Ocak)toplanan komisyonun son şeklini verdiği raporun milletvekillerine dağıtıldığını söyledi.

Raporda, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un adının, "Koruma Kanunu" olarak değiştirilmesi de teklif edildi.

Araştırma komisyonunun görev süresi 11 Şubat'ta sona eriyor. Üç aylık sürede saha çalışanını tamamlayamadığı için bir ay ek süre alan komisyonun hazırladığı ilk rapor milletvekillerine sunuldu.

292 sayfadan oluşan raporda, Türkiye ve dünyadaki töre/namus cinayetleri ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin durumu tespit ediliyor.

Toplumsal cinsiyeti gözeten bütçeleme analizleri

Erbatur, komisyonun dört aylık çalışması sonucunda elde edilen bulguların yaşama geçirilebilmesi için bir dizi önlemleri gerektirdiğini belirtti.

"Yasal değişikliklerin, mevzuatlarla da desteklenmesi gerekiyor. Hukuksal değişimin yanı sıra sosyal değişimde eğitim çok önemlidir."

"2006-2010 kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlemesi Türkiye Eylem Planı"nın hazırlanmasının önerildiği raporda, cinsiyet ayırımcı politikaların, yasal düzenlemelerde ve uygulamada kaldırılması gerektiği belirtildi.

Devletin, kadın ve çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemini açıkça kınaması, bu alana yönelik bir bütçe oluşturulması ve toplumsal cinsiyeti gözeten bütçeleme (gender budgeting) analizleri yapılması istendi.

Sığınma evinden çıkan kadına güvence: İlk Adım Evleri

TBMM bünyesinde, daimi "kadın-erkek eşitliği komisyonu" kurulması teklif edilirken; Kadın konuk evlerinin, mevzuatlarda belirtilen standartlara uygun olması ve düzenli denetlenmesi, kadın konuk ve sığınma evlerinin yaygınlaştırılması gerektiği ifade edildi.

Ayrıca, Kadın sığınma evlerinden çıkan kadınlar için yaşamlarını kolaylaştırmak üzere "İlk Adım Evleri" açılması üzerinde duruldu.

Şiddet ve özellikle ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk haline getirilmesi ve masraflarının failler tarafından karşılanması ile şiddet faillerinin kamu cezası almaları sağlanmalı.

Raporda yer alan diğer öneriler

* Kent planlamasında, sokak ve parkların iyi aydınlatılması, telefon kulübelerinin sıklaştırılması gibi, kadına karşı şiddet konusunda duyarlı bir bakış açısı yer almalı.

* Medya çalışanlarına, toplumsal cinsiyet eğitimi verilmeli.

* Yeni TCK'da, nitelikli adam öldürme suçunun ele alındığı 82. maddesinin töre saikiyle ibaresine, namus saikiyle ibaresinin de eklenmeli.

* Cinsiyet ayrımcı politikaların, yasal düzenleme ve uygulamaların kaldırılması, toplumda kadın ve erkek eşitliği sağlanıncaya kadar kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını bir devlet politikası olarak kabul edilmeli; Kadına yönelik şiddet konusunda, erkeklerde zihniyet dönüşümünü sağlayacak eğitim programlarına öncelik verilmeli,

* Hak arama sürecindeki yasal prosedür, mağdurlar lehine basitleştirilmeli, şikayetin tamamlanması için sağlıkla ilgili kayıtlar başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması sağlanmalıdır. Başlatılan adli sürecin uzamasının önüne geçecek düzenlemelere gidilmelidir.

* Türkiye'de aile içinde şiddete uğramış (fiziksel, ruhsal, cinsel)kız çocuklarına yönelik hizmetlerin sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatlarının kurumlaşması sağlanmalı,

* Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK), Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliği'ne, 'Bağımsız kuruluşların kurmuş oldukları kadın sığınaklarından yararlanan kadın ve çocuklara ayni ve nakdi yardım yapılır' hükmü eklenmeli,

* Kadın ve çocuğa yönelik şiddet ve namus cinayetleri konusundaki veriler yetersizdir. Bu nedenle bu konularla ilgili bakanlıkların veri toplaması ve toplumun kullanımına açık veri tabanları oluşturması sağlanmalı.

*Evlilik öncesi çiftlerin yardım almaları ile ilgili olarak 'Evlilik ve Evlilik Danışmanlığı' hizmetlerinin kurumsallaşması ve yaygınlaştırılması gerekli. (AD)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2006

Kadına şiddet dünyanın her yerinde...

Hürriyet 8 Şubat 2006


TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu raporunda, dünyanın çok çeşitli ülkelerinden çarpıcı örnekler verilerek kadınlara uygulanan şiddet ortaya serildi.

TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu’nun raporunda, kadına yönelik şiddetin bütün ülkelerde görüldüğü, şiddetin şekli ve tipinin ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte genel olarak sosyal, ekonomik, dinsel ya da ait olunan etnik gruptan bağımsız olarak ortaya çıktığı belirtildi.

Raporda, kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını sınırlayan ve azaltan kadına yönelik şiddetin, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklandığı vurgulandı.

Raporda, erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapıların aile içi şiddeti beslediği ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatma önemli bir rol oynadığı belirtilerek, "Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki ilişkilerden değil, toplumsal yapı içerisinde kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır. Erkeğin yasalardan ve toplumun ataerkil yapısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu şiddeti besleyen bir diğer faktör" denildi.

Raporda, kadınların yaygın olarak "fiziksel", "cinsel", "psikolojik", "ekonomik", "sözel" şiddet şekillerine ve çeşitli biçimlerde uygulanan kontrol içerikli davranışlara maruz kaldıkları bildirildi.


** KANADA’DA 16 YAŞINA KADAR KADINLARIN YÜZDE 51’İ ŞİDDET GÖRÜYOR
Rapora göre, Kanada’da 16 yaşına gelene kadar kadınların yüzde 51’i en az bir kere fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Evli veya birlikte yaşayan çiftlerde kadınların üçte biri eşinden veya partnerinden şiddet görüyor. Kanada’da 18-24 yaşındaki kadınların şiddet kurbanı olma olasılığı yüzde 27 olarak görülürken, her yıl on kadından 9’u cinsel tacize uğruyor.

12 bin 300 kişiden oluşan örneklem üzerinden, kadınların yüzde 29’unun, 16 yaşından beri eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete uğradıkları da belirtiliyor.


** KENYA VE BANGLADEŞ
Kenya’da yapılan bir aile araştırmasında, araştırma kapsamına alınan 733 kadının yüzde 42’si kocalarından sürekli dayak yediklerini belirtirken, yüzde 58’i sıklık olarak genellikle veya bazen seçeneklerini işaretledi.

Raporda, Bangladeş’te ise kocaları tarafından öldürülen kadınların sayısı, ülkedeki tüm cinayet kurbanlarının yüzde 50’sini oluşturduğu bildirildi.


** ABD’DE KIZ ÇOCUKLARI İSTİSMARI YÜZDE 35-46 ARASINDA
Rapora göre, Avusturya, Kostarika, Hollanda, Güney Afrika ve ABD’de kız çocuklarının aile bireyleri tarafından istismar oranı yüzde 35 ile yüzde 46 arasında değişiyor. Aynı ülkelerde ev içi şiddet ise yüzde 21 ile yüzde 54 arasında değişiyor.


** İNGİLTERE’DE KADINLARIN DÖRTTE BİRİNE TOKAT YA DA YUMRUK
Raporda, bir tek bölgeden temsili bir örneklemede, kadınların yüzde 25’inin, yaşamlarında eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından yumruklandığı veya tokatlandığı da yer aldı.


** JAPONYA’DA 759 KADINDAN YÜZDE 59’U FİZİKSEL ŞİDDET GÖRMÜŞ
Japonya’da 1993’te yapılan bir ankete katılan 796 kadının yüzde 59’unun eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıklarını bildirdi.


**İSVİÇRE’DE KADINLARA FİZİKSEL ŞİDDET YÜZDE 20 ORANINDA
Raporda İsviçre’de 1997’de bir araştırmaya katılan bin 500 kadının yüzde 20’si eşleri, eski eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıkları açıklandı.


** HİNDİSTAN’DA ERKEKLERİN YÜZDE 45’İ EŞLERİNİ İSTİSMAR ETTİKLERİNİ KABUL ETTİ
Rapora göre, Uttar Pradesh’te 1996’da yapılan bir ankete katılan 6 bin 902 erkeğin yüzde 45’inden fazlası eşlerini fiziksel olarak istismar ettiklerini kabul etti.


** KAMBOÇYA, KORE, TAYLAND
Kamboçya’da ulusal düzeyde yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 16’sı eşleri tarafından fiziksel olarak istismar edildiklerini, yüzde 8’i ise yaralandıklarını belirtirken, Kore’de kadınların yüzde 38’i eşleri tarafından fiziksel istismara uğradıklarını bildirdiler. Tayland’da ise 619 eşe uygulanan bir ankete katılan erkeklerin yüzde 20’si evlilikleri boyunca eşlerini en az bir defa fiziksel olarak istismar ettiklerini kabul ettiler.


** MISIR’DA YÜZDE 35
Rapora göre, Mısır’da kadınlar arasında temsili, ulusal düzeyde bir örneklemede yüzde 35 kadın evliliklerinin bazı anlarında eşleri tarafından dövüldüklerini bildirdi.


** UGANDA, ZİMBABWE
Uganda’da görüşülen kadınlardan yüzde 41’i eşleri tarafından dövüldüklerini ya da fiziksel olarak onlardan zarar gördüklerini belirtirken, erkeklerin yüzde 41’i eşlerini dövdüklerini bildirdi. Zimbabwe’de bir tek ilde bulunan 966 kadınla yapılan görüşmelerde kadınların yüzde 32’si, 16 yaşından beri aile üyelerinin ya da evde yaşayan kişilerin fiziksel istismarına uğradıklarını kaydetti.


** MEKSİKA VE NİKARAGUA
Meksika Guadalajara’da 1997’de yapılan bir ankete katılan 650 kadının yüzde 30’u eşleri tarafından fiziksel şiddete uğradıklarını söylerken, Nikaragua’da Leon’da 1996’da bir örneklemede kadınların yüzde 52’si eşlerinin kendilerine en az bir kere fiziksel şiddet uyguladığını bildirdi.


** RUSYA’DA KIZLAR DA, ERKEKLER DE CİNSEL ŞİDDETE UĞRUYOR
Raporda, Rusya (St. Petersburg’da) 14-17 yaşları arasındaki 172 kız ve 174 erkek üzerinde yapılan bir ankette, kızların yüzde 25’inin, erkeklerin yüzde 11’inin istemedikleri halde cinsel ilişkiye girdikleri belirtildi.


** TACİKİSTAN’DA KADINA ŞİDDET YÜZDE 50 ORANINDA
Rapora göre, Tacikistan’da 18-40 arasındaki 550 kadınla yapılan bir ankette kadınların yüzde 50’sinin fiziksel istismara uğradığı açıklandı.
 
Geri
Üst