Kalplerinde Aşk İşaretiyle Doğarlar Kimileri

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Kalplerinde Aşk İşaretiyle Doğarlar Kimileri
Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri... Yeryüzüne gönül İndiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar, hayata ve insanlara merhamet duyarlar, ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşayamazlar.

Aşk işaretiyle doğanlar yaşarken dünyaya talip olamazlar... Bilirler ki ne isteseler, neyi alsalar, ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları, teselli etmez... Gönüllü sürgündür onlar... Gizliden gizliye hissederler bunu.. Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere. Kopup geldikleri ışığa olan inançları ne kadar büyükse, içle­rindeki acı o kadar derindir... Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri... Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarım...

Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden... Yorulur kendisini anlatamamaktan... Sevgilim der, sevgilim, ama, sevgilim dediği yanında değildir, bilir... Bazı günler insan soluksuz kalır, içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır... O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır... İnsan soluksuz kalmaya görsün, sevgili diye bütün yanlışlarına, bütün kaçışlarına, kendine yaptığı ihanetlere sarılır... İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün, her şey olmak, her yere yetişmek için bu hayata düşer... Her şey olduğunu, her yere yetiştiğini sandığı anda ortada kendisi yoktur artık... Kaybolmuşluğa çok yakın­dır... Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır... Daha az acı çekiyordur artık... Ama artık daha mutsuzdur eskisinden... Daha mutsuzdur, o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...

Soluksuz kaldığımı kendimden bile sakladığım bir gündü.., Kaybolmuşluğa yakındım... İçimdeki acı hızla eksiIiyordu... Işık soluyordu, soluyordu tıpkı sesim gibi... Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi... Öylesine kaybolmuştum ki, bulamıyordum artık İçimde neyi yitirdiğimi, neyi kirlettiğimi... Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden, kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız hiç önemli değil... Gerçekten değil... Kaybolmuş insanlar birbirini çabucak buluyor... Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık... Sanki ikimiz de dilini, kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye... Oysa böyle bir şey yoktu, hep buradaydık... Işığımızdan koptuğumuz yerde... O ışığı orada bırakıp bu dünyaya, bu hayata gönü! indirdiğimiz, her şeyde, her yerde olduğumuzu sandığımız yer­de... Hep o soluksuz kaldığımız yerde... Daha vakit var, o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimiz de... Belki aynı gece, belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik... Susuz ve yorgun... Yaşamaya köpekler gibi aç, ama ölüme dünden razı..

Bana geldik... Belki içimizdeki acıyı avutur, koptuğumuz ışığı ikna eder, biraz olsun hiç yaşamamış, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar, içimizden bir ömür çalar, yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır, buradan, bu hayattan yolumuza devam ederiz, sanmaya geldik... İçtik, şımardık, ağladık, hayatı özledik, çığlık attık; , ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırık kalp, onca vazgeçiş, onca ertele­yiş, onca unutuluş bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı... Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda... Aynı andı, belki de peş peşe, derinden, çok derinden öksüz kalan bir ço­cuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık... Engel olmaya çalışsak da yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde... Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu... Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu... Gidecek bir yerimiz yoktu, ama kaybolmamıştık... Bu yüzden kahredici bir hoşluğu vardı gözyaşlarımızın... Sonra sabah oldu... Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı... Bütün o eksik bazıların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti, yaramda hiç unutma­yacağımız bir ürperti bırakarak gitti... Yaram ki, kimse onun kadar beni anlayamaz; yaram ki, kimse onun kadar beni sevemez... Gözlerimden çok içimdeki yaramı sev­dim... Çünkü ondan başka kimse bana beni göstermedi. Herkese, ama herkese yalan söyledim, ama bir tek o bili­yor hepsini... Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken... Onu unutmaya çok çalıştım... Yok saymaya... Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı... Her mevsim mutluluk modaydı.. O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım... Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım... Akvaryumun içinde herkes gibi camların dı­şında bir yeri Özledim... Bana ait olmayan bir hayatta, hiç kızamıyor insan. Öfke dönüp dolaşıp geliyor, yine içte pat­lıyor... İçimde patlıyor... Çünkü kime kızıp, kîmi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum... Suçladığım herkeste biraz ben varım... Kimi yargılasam elimde kanı var... Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm, susuz bıraktığım tanrım var... Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var... Başkalarını yargıladıkça kendisini tutsak eden, başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var... Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem, susuz bıraktığım aşkım benî hiç unutmaz... Sorar hesabını... Defalarca gelip geçerek ömrümden, kimlerdi diye sorar o kanayan yüz bana, kimdi bütün gece onca yargıladıkların... İtildiğin ve sığındığın hüzünden tek bir yanıt çıkar, tek bir ses... O sesler, o bütün gece yargıladıkların aslında serişindir... Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir... Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur... içinde soluksuz bıraktığın tamının sesi, içinde öyle kimsesiz, öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir... Ne olur sus ve öfkelenme der, bu ses bana... Boyun eğ bu sese... Kabullen onu... Bîr kez olsun kendi sesinin önünde eğil der... Bir kez olsun kulak ver ona... Kulak ver ona, onun neleri yitirdiğini, neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun onun ağzından duy... Yüzünden akan kanı olsun öp... Sadece gözyaşı değil onlar, dokun onlara, dokun kendi kanma, yitirdiğin ve Özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın... Orada bütün yargıladıkların var... Orada reddettiğin bütün ömrün var... Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa, hepsi kanında saklı... Seni terk edip ihmal edenler, seni bir türlü anlamak istemeyenler, seni yargılayıp dışında bırakanlar orada... Orada, seni deliler gibi sevseler de senin içine bir türlü giremeyenler... Ne olur bir kez olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır... Ne olur bir kez ol­sun anla, Ömründen daha uzağa gidemezsin... Onca yıl susuz bıraktığın tanrından daha uzağa gidemezsin... Ne olur anla, onca yıl kîmsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin... Ne olur bir kez olsun anla, yaranı yok sayarak hiçbir yere gidemezsin... Yaşamak ne ki, hem kendini, hem sevdiklerini durmak­sızın kimsesiz bırakmak değil mi?... Yaşamak yüzünü on­ca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?... Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi?... Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?...

Bu hayatın ne yengisi, ne yenilgisi teselli etti beni... Ne zaman, kazandım, ne zaman, artık kurtuldum, desem, daha derin bir boşluk açıldı önüme... Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola, kazandıkça kaybettim, yükseldikçe alçaldım... Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmış ki, ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma... İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü..

Çünkü ne zaman kirli, inançsız bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman benî bana hissettiren birine sarılsam, çok uzaktan, çok eski bir duygu bana rağmen, bana inat yanımdan geçip giderdi... Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı... Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme... Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim?... Kime sarılsam verip de tutmadığını sözler çıkardı karşıma..

İnsan her sabah doğan güneşten utanır. İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır...

İnsan onca yıl susuz bıraktığı tanrısından utanır...

İnsan bunca işarete, bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerlerden utanır...

İnsan yanan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır.


C. Ersöz'den
 
Geri
Üst