Muğla Şehir Tanıtımı

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Muğla Şehir Tanıtımı
Topraklarının bir bölümü Akdeniz Bölgesi’nde, bir bölümü de Ege Bölgesi’nde yer alan Muğla, kuzeyde Aydın, doğuda denizli ve Burdur, güneydoğuda Antalya, güneyde Akdeniz, batısında da Ege Denizi ile çevrilidir. Şehir merkezi Karadağ, Kızıldağ, Masa Dağı, Hamursuz Dağı ile çevrelenmiş olup, Hisar Dağı’ndan ovaya doğru yayılır. Ege Bölgesi’nin güneyinde, Anadolu’nun güneybatı köşesinde yer alan Muğla ilinin kıyıları girintili ve çıkıntılıdır. İç kesimlere doğru yüksekliği artan il topraklarını kuzeyinde, kuzeybatı-güneydoğu, doğu ve güneydoğusunda kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan dağlar engebelendirir. Oyuklu Dağı (1.892 m.), Sandras dağı (Çiçekbaba Tepesinde 2.295 m.), Boncuk Dağı (2.265 m.) ve Akdağ’ın zirvelerinden birini oluşturan Salur Dağı (2.569 m.) bu dağların başlıcalarıdır.

İl topraklarının düzlük kesimleri oldukça azdır. Muğla, Milas, Gökova, Köyceğiz ve Dalaman Ovaları ilin başlıca düzlükleridir. Eşen Ovasının batı kesimi il sınırları içerisindedir. Tamamı küçük olan bu düzlüklerden Muğla Ovası bir gölovadır. İl kıyılarındaki girintiler Güllük Körfezi, Gökova Körfezi ve Fethiye Körfezi’dir. Çıkıntılar ise Bodrum, Reşadiye (Datça) ve Bozburun yarımadalarıdır. Bu kıyı göllerinin yer aldığı kesimlerin açıklarında tersane Adası, Karaada ve Salih Adası yer alır.




muğla.png





İl topraklarını Büyük menderes Irmağı’nın kollarından Akçay ve Çine Çayı, Akdeniz’e dökülen Dalaman Çayı ve Eşen Çayı (Kocacay) sulamaktadır. Bafa Gölü’nün doğusu, Akçay üzerindeki Kemer Baraj Gölü’nün güneydeki küçük bir bölümü ve Köyceğiz Gölü il toprakları içerisinde yer alır. İlin yüzölçümü 12.851 km2, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu da 715.328’dir.

Bir dizi Fay hattı ile tektonik çöküntünün bulunduğu kalkerlerden oluşan bir alanda yer alan il topraklarının güneydoğu kesimi önemli bir deprem kuşağı üzerindedir.

İlin bitki örtüsü makidir. Geniş yer tutan kızılçam ormanları bazı kesimlerde kıyıdan itibaren başlar. Zeytinliklerinde geniş alanlar kapladığı ilin yüksek kesimlerinde karaçam ormanlarına zaman zaman sedir ve ardıç ağaçları da karışır. Merkez ilçe, Marmaris, Köyceğiz ve Fethiye’de sığla ağacı topluluklarına sıkça rastlanır.

Muğla’da Akdeniz iklimi etkisinde kalan kara iklimi hüküm sürmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Yağışlar genellikle Kasım ve Mart ayında yoğundur. Yıllık sıcaklık ortalaması 14.9’dur.
İlin ekonomisi turizm, tarım, hayvancılık, ticaret, ormancılık ve inşaata dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler, buğday, arpa, mısır, susam çiğit, fasulye, patates, şeker pancarı, pamuk, tütün, zeytin, üzüm, kavun, karpuzdur. Bunların yanı sıra sebze de yetiştirilmekte olup, öncelikli olarak, dolmalık biber, patlıcan, pırasa, hıyar, sakızkabağı yetiştirilmektedir. İlin ikinci bir gelir kaynağı olan hayvancılık turizmin gelişmesi ile gerilemiştir. İl ormanlarındaki ağaçlandırma, kesim ve bakım çalışmaları orman işçilerinin gelir kaynağıdır. Bu ormanlardan elde edilen defne yaprağı, adaçayı, reçine ve sığla yağının bir bölümü yurtdışına ihraç edilmektedir. Yaygın biçimde arıcılık da yapılmakta olup, Türkiye’de en çok bal üreten ve balı ile ünlenen illerden biridir. Süngercilik eski önemini yitirmiştir. Turizmin gelişmesine paralel olarak balıkçılık önem kazanmıştır. Bafa ve Köyceğiz göllerinde de tatlı su balıkçılığı yapılmaktadır.

Turizmin gelişmesi ile birlikte inşaat sektöründe de büyük hareketlilik ve canlılık olmuştur. Muğla’da sanayii pek fazla gelişmemiştir. SEKA’nın Dalaman Müessesesine ait kağıt fabrikası ilin en büyük sanayii kuruluşudur. Diğer önemli sanayii kuruluşları ise,; çırçır, yün iplik ve halı atölyeleri, zeytinyağı, sabun, deterjan, çimento, tarım alet ve makineleri, kireç, yem ve süt ürünleri fabrikalarıdır. Küçük sanayiinde metal eşya, dokumacılık, orman ürünleri ve zeytinyağı üretimi yapan kuruluşlar vardır. İlin kıyı kesimlerinde tekne yapım yerleri bulunmaktadır.

Muğla yer altı kaynakları bakımından zengin olup, mermer yatakları çok yer tutmaktadır. Merkez ilçede asbest, zımpara taşı ve linyit; Datça’da magnezit, Fethiye’de krom ve magnezit; Milas’da diyasporit, çimento hammaddesi, dolomit, zımpara taşı, demir ve linyit, Yatağan’da diyasporit, çimento hammaddesi, zımpara taşı ve linyit yatakları bulunmaktadır.

Muğla’daki ilk yerleşimin İlk Tunç Çağında (MÖ.3500-200) kurulduğu sanılmaktadır. Batı ve kuzeybatıda denizcilik, tarım ve balıkçılıkla geçinen Anadolu kökenli Karialılar, güneydoğuda ise denizci bir halk olan ve korsanlıkla geçinen Lukalar yaşamakta idi. İlin bilinen tarihi Hititler ile başlamaktadır. MÖ.XIV.yüzyıldan günümüze ulaşan Hitit kaynaklarına göre yöre Ahhiyava adı ile anılıyordu. Antik Çağda yörenin batısı Karia, güneydoğusu da Lykia bölgesinin sınırları içerisindeydi.

Antik Karya Bölgesinin en eski yerleşim alanlarından olan Muğla, sırasıyla Karia, Mısır, İskit, Asur, Dor, Med, Pers (MÖ.546), Makedonya (MÖ.334), Pergamon Krallığı (MÖ.189) Roma (MÖ.133) ve Bizans egemenliğinde kalmıştır. Muğla’nın eski ismi, çeşitli kaynaklarda “Mobella, Mobolia, Moğola” olarak geçmektedir.

M.Ö. 3400 tarihinde bölgeye gelen kavmin başında “Kar” adında bir önder bulunmakta idi. Bu sebeple bölge “Karia” olarak anılmaya başlanmıştır. Karia kuzeyden Lidya, batıdan Frigya ve güneyden Lykia ile çevrilidir. Karia’nın toplu yerleşim merkezleri Muğla ve Milas’tır.

Bu dönemde Karia bölgesi, Ege Denizi’nden gelen Yunan sömürge dalgalarına sahne olur. Birinci sömürge dalgası sonunda Datça üst ve alt Knidoslarla Bodrum yerleşim birimleri kurulmuştur. Bunların başlıcaları İassos, Halikarnassos, Knidos, Keramos, Mylasa, labranda, Telmessos, leton, Pınara Dalaman (Daldala), Fethiye (Telmessos, Tlos, Xhantos-Kınık, Patara-Minare, Tlos-Eşen) Stratoneika-Eskihisar, Nakrasa-Karakuyu ve Akassos-Bozüyük ve Tlos’ur.

Anadolu’ya geçen Büyük İskender, M.Ö. 334’te Karia’ya Bodrum-Gümüşlük kapısından girmiştir. Büyük İskender’in Karya’ya girişinde, Karia Satrapı Ada, kardeşi Piksodaros’un isyanı üzerine Alinda’ya çekilmiştir. Ada, Alinda’da iken topraklarına giren Büyük İskender’e Alinda’nın anahtarlarını göndermiş, İskender’den kendisini “anası” olarak kabul etmesini istemiştir.Büyük İskender, Adanın bu isteğini kabul ederek Onu hem analığa, hem de Karia Satraplığı’na tekrar getirmiştir. Adanın Karia Satraplığı uzun sürmemiş, İskender’in Lykia’ya çekilmesi üzerine, kardeşi Piksodaros Adaya isyan ederek onu öldürmüş ve kendisi Karia Satrabı olmuştur (M.Ö. 333). İskender, Piksodaros’un ölümünden sonra haznedarı Philotas’ı Karia Satraplığı’na getirmiş, ancak İskender’in ölümünden sonra Karia karışıklık içine düşmüştür. Karia’da İskender’in komutanlarından Seleukos Nikator ve Pergamon Krallığı egemenliğine kadar sürecek karanlık bir dönem başlamıştır. Bu dönemden sonra Karia, Pergamon Krallığı’nın ardından da Roma egemenliği altına girmiş (M.Ö. 133), M.S. 395’te Büyük Roma İmparatorluğu ikiye ayrılmasından sonra da Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır.

Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra tüm Anadolu gibi Muğla yöresi de Selçukluların egemenliği altına girmiştir. Bölge, Uç Beylerinden Menteşe Bey tarafından 1284’de ele geçirilmiştir. Menteşe Bey Karia’nın içlerine uzandıkça, Bizans nüfusunun önemli bölümünün kıyılara ya da adalara kaçtığını gördü. Batı Anadolu’nun en büyük oymak reisi Germiyan Bey’e mektup yazarak, Karia topraklarına Germiyan boylarından topluluklar istemiştir. Bu isteği uygun bulan Germiyan Bey, yeni fethedilen Karia topraklarına çok sayıda tirler ve topluluklar göndermiştir. Böylece, yörenin ilk nüfusu Germiyan Türklerinden oluşmuştur. Karia adı bırakılmış, yöreye Menteşe Bey’den dolayı “Menteşe” verilmiştir.

Yörede bir beylik kuran Menteşeoğulları yaklaşık 200 yıl boyunca burada egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Yıldırım Beyazıt tarafından 1391’de Osmanlı topraklarına katılmış ancak, Ankara Savaşı’nın (1402) ardından Timur’un hakimiyetine girmiştir. Timur bu yöreyi tekrar menteşe Beyliği’ne vermiş, daha sonra II.Murat zamanında 1425’te yeniden Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. Menteşeoğulları zamanında Yunanistan, Muğla kıyıları ve adalarına çıkmış, Rodos adasını bir süre egemenlikleri altına almışlar. Bu dönemde Rodos adasına yerleşen St. Jean Şövalyeleri Osmanlılar ve Menteşeoğulları ile savaşmışlar, Bodrum kalesini de bir süre ellerinde tutmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1522’de Rodos Adası ve Bodrum Kalesi kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır.

XIX.yüzyıl sonlarında Aydın vilayetine bağlı Menteşe (Muğla) sancağının yönetiminde idi. Zengin krom ve zımpara taşı yataklarını o yıllarda Avrupalıların işlettiği yöre I.Dünya Savaşı’ndan sonra 11 mayıs 1919-5 Temmuz 1921 tarihleri arasında İtalyanların işgaline uğramıştır. Kurtuluş savaşı sırasında İtalya, Yörük Ali Efenin Muğla’dan , Demirci Mehmet Efenin de Nazilli’den yönlendirdikleri ulusal direniş çalışmaları karşısında silahlı bir çatışmayı göze alamamıştır. Tüm Anadolu’da mitinglerin düzenlenip direnme örgütlerinin kurulması için İzmir’den gelen telgrafa, Muğlalı Kocahan Mitingi’ni düzenleyerek cevap vermiştir. Aldığı kararların ardından Vatan Müdafaa-i Cemiyeti, Serdengeçtiler Müfrezesi, Muğla Kuvayı Milliye’si gibi direniş komiteleri kurulmuştur. Muğlalılar, oluşturduğu direniş gruplarında yer alan gönüllerini Yunanlılara karşı Aydın cephesine göndermiş. Ege’de 57. Tümenden kalanlarla birleşen gönüllüler, Aydın çarpışmalarında düşmana ağır kayıplar verdirmişler.

Ege illeri arasında Muğla işgal sırasında en fazla şehit veren il olmuş. İç durumun karışıklığı, Yunanlılar ve işgal ettiği yörelerde ekonomik egemenlik kurma düşüncesine dayanan İtalyan politikasını Muğla halkı işgal süresince kurnazca değerlendirmiş, iki ateş arasında kalmaktan kurtulmuştur. Anadolu’daki durumun kötüye gittiğini anlayan İtalya, 2. İnönü Zaferi kazanıldıktan sonra ülkesindeki iç siyasal dalgalanmalarını öne sürerek 5 Temmuz 1921’de geri çekilmiş ve Muğla da bu işgalden kurtulmuştur.

Cumhuriyetin ilanından sonra tüm sancaklarla birlikte il yapılan Menteşe’nin adı Muğla olarak değiştirilmiştir.

Muğla’da günümüze gelebilen tarihi eserler: , Bargylia, Halikarnassos, Herakleia, Latmos, İassos, Köyceğiz (Kaunos), Keramos, Knidos, Milas (Mylasa), Labranda, Letoon, Pınara, Telmessos ve Tlos İlkçağ Kent Kalıntıları, Beçin kalesi, Bodrum Kalesi, Kadızade Köprüsü, Muğla Ulu Camisi (1344), Kurşunlu cami (1494), Şeyh camisi (1565), Pazar yeri Camisi (1843), Şahidi Camisi (1848), Milas Ulu Camisi, Ahmet gazi Medresesi, Mustafa Paşa camisi, Tepecik Camisi, Hacı İlyas Camisi, Firuz Bey Camisi, Ağa Camisi, Belen Camisi, Gümüşkesen Anıtı bulunmaktadır. Ayrıca Muğla'da Türk sivil mimari örneklerinden evler vardır. Gökova, Kızıldağ, Uslu Koyu, Katrancı Koyu, Küçükkargı, Değirmenbaşı, Ölüdeniz, Gemiler Koyu, Oyuktepe, Çabucak, Günnücek, Çetibeli, Bucak, Pamucak ve Aşı İskelesi Orman İçi Dinlenme Yerleri ilin belli başlı doğal güzellikleri arasındadır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Tarihi

Muğla tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanır. İlk çağlarda bu bölgeye Karia''lılar yerleştiği için Karia adı verilmiş. İlin bilinen tarihi ise Hitit''ler ile başlar. Hitit''ler bu bölgeye Lugga derlermiş. İmparatorluğun parçalanmasından sonra Frig''ler egemen olmuş, daha sonra Lydia''lılar bölgeyi ele geçirmişler, bu arada Dor''lar ve Ion''lar da yöreye göç etmişler. Bölge M.Ö. 546 yılında Pers''lerin, M.Ö. 334 yılında (Halikarnassos/Bodrum ve civarı) Makedonya Kralı Büyük İskender’ in, M.Ö. 189 da Bergama Krallığının, M.Ö. 133 de Roma İmparatorluğu''nun, Roma''nın ikiye bölünmesiyle de, Doğu Roma İmparatorluğu''nun hakimiyetine girmiş. Türklerin eline geçmesi Uç Beylerden Menteşe Bey tarafından 1284 de gerçekleşmiş. Bölge 1391 yılında, Yıldırım Bayezit, tarafındarı Osmanlı topraklarına katılmış, 1402 de Timur’un hakimiyetine geçmiş, Timur bu yöreyi tekrar Menteşe Beyliği''ne vermiş, daha sonra 1425 de II Murat zamanında, Menteşe Bölgesi tümüyle Osmanlı İmparatorluğu''nun egemenliğine geçmiş. Menteşe oğulları zamanında Yunanistan, Muğla kıyıları ve adalarına çıkmış, Rodos adasını bir süre egemenlikleri altına almışlar. Bu dönemde Rodos adasına yerleşen Sait Jean şövalyeleri Osmanlılar ve Menteşe oğulları ile savaşmışlar, Bodrum kalesini de bir süre ellerinde tutmuşlardır. Ancak 1522 de Kanuni Sultan Süleyman tarafından hem Rodos adası hem de Bodrum Kalesi Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış.

Muğla ilinin merkezi Menteşe Beyliği zamanında Milas''tı; Muğla, Osmanlı İmparatorluğu döneminde merkez olmuş.

“Muğla” adının nereden geldiği konusunda çeşitli söylentiler bulunur. En yaygın söylentiye göre ilin adı, Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’ın komutanlarından “Muğlu” Beyi adından gelmekte. Büyük olasılıkla burayı Muğlu Bey fethettiği için bu komutanın adı verilmiş, "Muğlu" zamanla Muğla''ya dönüşmüş. 1889 Aydın Vilayet salnamesinde rastlanan "Mobella" adı ise kentin ortaçağdaki adıdır

Kurtuluş savaşı sırasında, Muğla ve yöresini 11 Mayıs 1919 tarihinden itibaren işgale başlayan İtalya, Menderes''in güneyinde filizlenen ulusal güçlerle pazarlık ve anlaşma yapmak zorunda kalmış. İtalya, Yörük Ali Efe''nin Muğla''dan , Demirci Mehmet Efe''nin de Nazilli''den yönlendirdikleri ulusal direniş çalışmaları karşısında silahlı bir çatışmayı göze alamamış. İşgal üzerine tüm Anadolu''da mitinglerin düzenlenip direnme örgütlerinin kurulması için İzmir''den gelen telgrafa, Muğlalı Kocahan Mitingi''ni düzenleyerek cevap vermiş. Aldığı kararların ardından Vatan Müdafaa Cemiyeti, Serdengeçtiler Müfrezesi, Muğla Kuvayi Milliyesi gibi direniş komiteleri kurulmuş. 1920''de Ankara''da açılan 1. Dönem BMM''nde 6 milletvekiliyle ulusal mücadelede üzerine düşeni layıkıyla yapan Muğlalı, oluşturduğu direniş gruplarında yer alan gönüllerini Yunanlılara karşı Aydın cephesine göndermiş. Ege''de 57. Tümenden kalanlarla birleşen gönüllüler, Aydın çarpışmalarında düşmana ağır kayıplar verdirmişler. Ege illeri arasında Muğla işgal sırasında en fazla şehit veren il olmuş. İç durumun karışıklığı, Yunanlılar ve işgal ettiği yörelerde ekonomik egemenlik kurma düşüncesine dayanan İtalyan politikasını Muğla halkı işgal süresince kurnazca değerlendirmiş, iki ateş arasında kalmaktan kurtulmuş. Anadolu''daki durumun kötüye gittiğini anlayan İtalya, 2. İnönü Zaferi kazanıldıktan sonra ülkesindeki iç siyasal dalgalanmalarını öne sürerek 5 Temmuz 1921''de Muğla''dan ayrılmış. Muğla özgürlüğüne böylece kavuşmuş.
 
Nüfusu

1927 yılından, son nüfus sayımının yapıldığı 2000 yılına kadar, Türkiye'nin nüfusu yaklaşık beş kart artış göstermiş ve 67.803.927'ye ulaşmıştır. Muğla ilinin nüfusu yaklaşık 4 kat artış göstererek, 2000 yılında 715.328'e yükselmiştir.​

Muğla ilinin nüfus artış hızı, yakın yıllara kadar Türkiye'nin nüfus artış hızının altında kalmıştır. 1985 yılından itibaren, il ekonomisinin lokomotif sektörü olan turizmin gelişmesi ile birlikte artan göçler sonucu, nüfus artış hızı Türkiye'nin üzerinde olmuştur.

Muğla ilinde okuma ve yazma bilen nüfusun oranı, ülke genelinde olduğu gibi, her iki cinsiyet için sürekli artış göstermektedir.

2000 Genel Nüfus sayımı verilerine göre Muğla ilinde issizlik oranı %4,3'tur. İssizlik oranı ilce merkezlerinde il merkezinden yüksektir. İssiz nüfusun büyük çoğunluğunu, genç nüfus oluşturmaktadır.
 
Coğrafyası

Muğla ili Anadolulun güney-batısındadır. Güney-batisi, Fethiye körfezinden Mandalıya körfezi'ne kadar olan sahilleri kapsar. Muğla ilinin doğusunda Antalya, Burdur ve Denizli illeri, kuzeyinde Aydın ili, batısında Güllük, Gök ova ve Datça körfezleri'nin yer aldığı Ege Denizi ve güneyinde Akdeniz uzanmaktadır. Muğla ili en uzun sahil şeridine sahip olan ildir.

Muğla'nın yaklaşık %20'si tarım arazisi olup geri kalan alanlar dağlık ve engebeliktir. Dağlar, ormanlar, süngerciliğe ve balıkçılığa son derece elverişli koylar, turistik potansiyeli yüksek ve görülmeye değer tarihsel eserleri olmasına rağmen, kara ve deniz ulaşımı yetersizliğinden sahil ilçeleri dışında kırsal karakterde bir ilimizdir.


DAĞLAR

Marmaris Karaağaç koyuna kadar doğu-bati uzanışlı Muğla Menteşe yöresi dağları, Ege ve Akdeniz coğrafi bölgelerinin de ayrıldığı doğal sınırlar olan Karaağaç Koyu doğusunda, Bati Toroslar'in genel çizgilerine uyarak kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanırlar. Kırıklı arazide horst görünümündeki, çok dik yamaçlarla ovalardan ayrılan dağların başlıcaları Akdağ, Göktepe Dağı, Sandras Dağı, Oyuklu Dağı, Kavak Dağı, Beşparmak ve Gökbel Dağlarıdır.

PLATOLAR

Muğla'da geniş alanlı platolar yoktur. Geçirimli karstik arazi nedeniyle akarsular tarafından kazınmış az engebeli düzlükler olan plato alanlarını, sadece çöküntü ve kolye ovaları kenarlarını dağlardan ayran yamaçlarda küçük araziler durumunda görmek mümkündür. Bati ve Doğu Menteşe dağları eteklerinde, Menteşe platosu ve Bacın (Milas) platosu parçalı bir görünüm taşır.

OVALAR-VADİLER

Muğla'da bulunan baslıca düzlükleri, kıyı çöküntü alanlarına genç alüvyonların dolmasıyla oluşmuş kıyı ovaları, karstik yapıdaki kolye ovaları (gölova) ve akarsu vadi tabanları olarak uç gruba ayırmak mümkündür:

Esen ovası
Selci ovası (Mandan)
Fethiye ve Kargı ovası
Kemer ovası
Dalaman ovası
Diğer kıyı ovaları (Ortaca ve Dalyan, Köyceğiz-Kargıncık, Gök ova, Marmaris-Değirmen yanı, Milas-Ören, Bodrum-Bitez, Bodrum-Akçaalan dir).
Milas Ovası
Muğla Ovası
Yeşilyurt (Pisi) ovası
Yatağan-Bozüyük ve Turgut ovası


GÖLLER VE BARAJLAR

Muğla ili sınırları içerisinde Köyceğiz golü, Baba (Camici) golü, Hacet (Tuzla) golü, Denizcik, Sulundur ve Koca gol doğal golleri ile sulama amaçlı Mumcular ve Geyik barajları, küçük alanlı Ula ve Kazan göletleri vardır.


BİTKİ ÖRTÜSÜ

Muğla ilinin iklim ve toprak koşullarına göre şekillenen doğal bitki örtüsü çok çeşitli ve zengin bir flora oluşturur. İlimizin geniş alanlarında Akdeniz iklimi özellikleri egemendir. Kıs aylarında aşırı düşük sıcaklık ve kuraklık olmaması bitkilerin gelişimi için elverişlidir. Yüksek dağlık alanlar iğne yapraklı ormanlar bulunmaktadır.

Muğla ilinde, ekonomik değer taşıyan cam ormanları, kuzugöbeği mantarı, orkide, tavsan topu gibi bitkilerden bilinçsiz bir şekilde yararlanma yoluna gidilmiştir.

AKARSULAR

Menteşe yöresinde kalkerli karstik arazi çok geçirimli olduğundan, yüzünden akan akarsu gelişemez. Karamuğla ve Kanderisi gibi sel rejimli derelerin yataklarında ancak kıs aylarında su bulunur.

İKLİMİ

Muğla ili Akdeniz iklimi etkisinde kalmaktadır. 800 m yüksekliğine kadar olan alanlarda «Asil Akdeniz İklimi » ve daha yüksek alanlarda « Akdeniz Dağ İklimi » hissedilir. Sıcaklık değerleri, nemlilik, yağış miktarı ve hakim rüzgar yönleri yerel coğrafi koşullara göre değişmektedir.
 
Muğla evleri

Açık ön sofalar, avlu girişlerindeki kuzulu kapılar, ocaklar, bacalar, uzun ve geniş saçaklar, tavan süslemeleri, ahşap süslemeli verandalar, duvarlara gömülmüş dolap biçimli banyolar... Muğla evlerinin tipik birkaç özelliği.

Özellikle Hisar dağı eteklerine doğru yoğun bir şekilde yer alan bu evler, kentsel silueti kırmızı kiremit çatı-beyaz duvar ve üzerlerinden taşan yeşil ağaçlar üçlüsü ile oluşan armoni içinde, geleneksel kunun özünü oluşturan yapılardır. Büyük çoğunluğu avlulu ve iki katlı olur. Bazılarının sofaları sonradan kapatılmış, yakın devirde inşa edilenler ise, doğrudan kapalı sofalı olarak yapılır.




GENEL ÖZELLİKLERİ
Genel özellikleri, aile mahrumiyeti anlayışının bir ürünü olarak içe dönük olmaları. Özellikle zemin katlarında sokağa penceresi olan ev yok denecek kadar azdır. Buna Karşılık avluya bakan pencerelerin çokluğu dikkat çeker ve açık, yarı açık yaşam mekanlarıyla, geniş saçaklarla zenginleştirilir. Bu nedenle, ön cephe özelliği avlu tarafından ortaya çıktığından manzara ve güneş hakimiyetini de dengelemek üzere, evler parsellerin yukarı köşelerine ve kuzeye sağır, güneye açık olarak yerleşirler. Plan tipleri, sofa ile bunun etrafında yer alan odaların bulundukları konuma ve üst kata çıkan merdivenin yerine göre değişiklikler gösterir. Üzerlerinde yer aldıkları parsellerin biçimi ve komşu binaların konumu da planların oluşumunda etkili olabiliyor. Ancak, genel hatlarıyla merdivenlerin, sofa içindeki yerlere göre ortadan ve yandan merdivenli tipler olarak sınıflama yapmak da mümkün. Ortadan merdivenlerde, üst kata çıkış binayı simetrik olarak ikiye ayırdığı gibi, farklı şekillerde de bölebilir. Ancak her iki durumda da yaygın olan uygulama, merdivenin geriye doğru sokulan bir orta sofadan çıkması ve binanın arka duvarına yaslanmış olmasıdır. Merdiven ahşaptır. Altı depo olarak kullanılır. Her iki yanında simetri hakimse birer veya ikişer oda yer alır. Sofalardan odalara girişte 45 dereceli kırılmalar bulunur. Sofalar, avlu cepheleri boyunca uzandığı gibi sadece merdivenin açıldığı ve oda girişlerinin bulunduğu orta kısımda da yer alabilir.
Bu tiplerde de yaygın olan uygulama orta sofanın bina cephe hattının ilerisine doğru beşgen şekilde çıkma yapmasıdır. Ortadan çıkan merdivenin yapı kütlesine simetrik olarak ayırmadığı durumlarda ise sofanın bir tarafında odalar yer almakta, diğer tarafında ise yine sofanın devamı olan bir yan çık olan mekan bulunmakta. Genellikle, avluya bakan cephelerinde boydan boya sofa bulunan evlerde ise, üst kata merdivenle çıkılır. Sofanın genişliği binanın yanından çıkan merdivenin iki kolunun genişliği ile uyum içindedir. Odalar sofanın gerisinde ve yapının arka duvarına yapılmış olarak yan yana sıralanırlar. Her biri doğrudan sofaya açılır. Bu tiplerde merdiven altındaki hacmin bahçeye yakın olmasının da etkisiyle hele olarak yaygındır. Evlere, sokaklardan kuzulu kapı ile girilir. Bu kapı geniş iki kanadı olan ve bunlardan genellikle girişe göre sağ taraftakinin içinden ikinci bir küçük kapı açılan, 2.30 m. yükseklikteki avlu duvarının yüksekliği ile orantılı, çoğunun üzerinde küçük iki tarafa meyilli. kiremit örtülü, ahşap çatısı bulunan kapılardır. Avlular, yılın yedi sekiz ayı boyunca yaşanılan, evin kapalı mekanları ve sofalarıyla kullanım bütünlüğü içinde olan, genellikle kayrak taşı ile kaplı bir çoğu havuzlu iç bahçeler şeklindedir, Duvarlara yakın yerlerde ağaçlar yer almaktadır. Evin bir duvarına bitişik olarak veya yarım bir konumda tek katlı müştemilat bulunur. Müştemilat içinde evin asıl mutfağı, ocağı, kileri ve bazen de banyo yer alır. Ayrıca, temiz su havzaları da bu binanın içinde veya dışındadır. Yapılar genellikle taş veya ikinci derecede ahşaptır. Tüm taşıyıcı duvarlar, avlu duvarları, özellikle zemin katlar kireç harcı, kırma-moloz taş duvarlarla inşa edilmiştir. Çatı örtüsü olarak alaturka kiremit kullanılır. Çatı dışında duvar üstleri, ocak çıkıntılarının baca halinde daraldığı girintilerin üstleri de yağmurdan korunacak tüm çıkıntılar bu kiremitle örtülüdür. Ayrıca, bugün Muğla’nın sembolü olarak kabul edilen karakteristik bacadan alaturka kiremitlerle yapılan kendine özgü bir şapka ile kapatılmıştır.



Muğla evlerini, temel olarak ikiye ayırmak mümkündür :
  • Türk Evleri: Özellikle Hisar dağı eteklerine doğru bir şekilde yer alan bu evler, kentsel silüeti kırmızı kiremit çatı beyaz duvar ve üzerlerinden taşan yeşil ağaçlar üçlüsü ile oluşan armonisi içinde, geleneksel dokunun özünü oluşturan yapılardır. Avlu içindeki Müştemilatlarıyla bir kullanım ve form biçimini oluştururlar. Bazılarının sonradan kapatılmış bazı yakın devirde inşa edilenler ise doğrudan kapalı sofalı olarak yapılmışlardır.
  • Rum Evleri: Kentte Rum tüccarlarının yerleşmeye başlaması ile Rum aileler Konakaltı ve Saburhane semtleri çevresinde yerleşerek kendi kültürlerine göre biçimlenen Taşevleri inşa etmişlerdir. Bu evleri Türk Evlerinden ayıran temel özellik içe kapanmış olmaları, avlu yerine sokakla bütünleşen bir cephe ve kütle nizamı göstermeleridir. Diğer ayırt edici özelliği ise
    kesme taş yapı olmalarıdır.
Mugla evleri; ahsap iscilikleri ve tavan islemeleri ile diger evlerden cok farklidir. Eksi bir gelenek olan bu mimari yapilarin gunumuzde az da olsa Mugla yaylasinda yapimlari devam etmektedir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Muğla yemekleri

Zengin bitki örtüsünün oluşturduğu Muğla mutfağı, doğada yetişen her tür sebzeyi kullanmayı başarmış. Genellikle zeytinyağlıların ağırlıkta olduğu bu mutfakta zengin et yemeklerine de rastlamak mümkün.
Ege beslenmesinin genel özelliklerini Muğla mutfağında da görmek mümkündür. Sebze ve yabanıl bitkiler, zeytinyağlılar yöre beslenmesinde önemli bir yer tutar. Bölge nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan Yörükler arasındaysa beslenmenin temel öğeleri et ve süttür. Sebze kurutma, pekmez, reçel, tarhana, keşkek yapımına dayalı ev içi beslenme geleneği, toplumsal değişime koşut bir süreç izler. Seracılığın yörede yaygınlaşmasının ardından, meyva ve sebze üretimi pazara yönelik bir nitelik kazanmıştır.
Muğla mutfağında sebzeler yaygın olarak tüketilir...
Baklagiller ve sebze çeşitleri Muğla mutfağının en sık rastlanan yemeklerini oluşturur. Patlıcan en yaygın kullanılan sebzedir. Kızartma, salata ve tatlılarda sık sık kullanılır. Genellikle akşam yemekleri için hazırlanan yumurtalı patlıcanda; soğan, domates önce yağda kavrulur. İçine ince ince doğranmış patlıcan eklenir. Üstüne yumurta kırılır ve ateşten alınır. Ekşili biber de yörenin özgün kızartma yemeklerinden biridir.
Salatalarda radika, devetabanı, "gelingülü" de denen gelincik, ebegümeci gibi yabani otlar yaygın biçimde kullanılır. Bu bitkilerden bazıları ise kurutulur ve kış için saklanır. Bölgede yaygın olarak kullanılan bitkilerden biri de bakladır. Öyle ki çiçek açmadan toplanan baklanın yapraklarından dahi salata yapılır. bakla yaprakları önce tuzla iyice oğulur, sonra döğülmüş sarmısak, yağ, limon ya da korukla karıştırılır.
Yabani otlar daha çok kavrularak yenir. Kimi zaman bunların birçoğu bir arada kavrulur. Bu tür yemekler genel olarak "ot kavurması" olarak adlandırılır. Kazayağı, turp otu, tekesakalı, kuşyüreği, sığırdili, tereotu, dalgan, devetabanı, ebegümeci, ıspanak, kişkincik, kuzukulağı, kapçık, ballık gibi bitkiler kavurmanın dışında da değişik biçimlerde tüketilir. Ya yağ, soğan ve salçayla hazırlanan sosla; ya da bulgur veya pirinçle pişirilir. Kimi zaman da üzerine ekşilik katılır.
Sebze yemeklerinin başında bamya, börülce "karnıkara", nohut ve fasulye gelir. Bunlar genellikle zeytinyağlı olarak tüketilir. Baklagiller genel olarak etle birlikte pişirilir.
Et yemeklerine gelince...
Kıyı kenti olmasına karşın Muğlada balığa dayalı bir beslenme biçimi yaygın değildir. Tavuk, ciğer, "biryan" denen kuzu kapama, et kavurması ya da çiftlik kebabı Muğla mutfağında sık rastlanan et yemeklerini oluşturur. Özellikle Marmaris ilçesinde yaygın üretimi olan çam balı, yörenin özgün besin kaynaklarındandır. Kahvaltı ve öğle yemekleri arasında kullanılan baldan "çıtırmak" denen bir tatlı da yapılır. Bu tatlıda kaynatılmış bala kavrulmuş susam konur ve kalıp kalıp kesildikten sonra yenir.

Muğla yemekleri
Tarhana, ara ve dutmeş (çorbalar); çopur, döş, çızdırma, gürlen kebabı, sura, ballık kavurma, dövme köfte ve karın-kumbar dolması (et yemekleri); her tür balık ızgara ve buğulama, pirinçli balık (balık); hardal haşlaması, börülce kavurma, sirken otlaşı, ekşili biber, galli patlıcan (sebze); ballı kabuk, üzüm köftesi, hoşmerim, pekmez reçeli, üzüm, domates, patlıcan ve kabak reçeli (tatlılar) yöreye has mutfak kültürü ürünleri olarak tadılmaya değer lezzette yiyeceklerdir.
 
Muğla Yemeklerinden Örnekler


Ahtapotlu pilav
1 ahtapot
3 su bardağı pirinç
5 su bardağı su
1/2 çay bardağı zeytinyağı
Tuz
Karabiber


Ahtapotu döverek temizleyip, haşlayın. Küçük parçalar halinde doğrayıp, az yağda kavurun.
Kalan zeytinyağında pirinci kavurun. Ahtapotun haşlama suyunu, tuz ve karabiberini ilave edin. Ahtapotları da ekleyip pişmeye bırakın. Pilav demlendikten sonra servis yapın.



Çökertme
400 gr dana bonfile
8 orta boy patates
2 çay kaşığı karabiber
2 çay kaşığı kimyon
2 çay kaşığı kırmızı biber
400 gr süzme yoğurt
6 diş sarmısak
100 gr tereyağı
Tuz


Sarmısağı dövün ve süzme yoğurt ile karıştırın.
Patatesleri rendeleyin ve kurutun. Kızgın yağda kızartın.
Kevgirle patatesleri alın. Geniş bir tabağa yerleştirin ve yayın. Üzerine süzme yoğurdu dökün.
Bir tavada tereyağını eritin ve tuz ekleyerek bekletin.
Etleri kömür ızgarasında pişirin. Parmak patates şeklinde kesin ve ılık bekleyen tereyağının içine atın.
Baharatları da ilave ederek 8 dakika pişirin.
Etleri süzme yoğurdun üstüne yerleştirin.
Sıcak servis yapın.



Balıklen
1 kg dana ciğeri
2 su bardağı sıvıyağ
4 yemek kaşığı un
Sos için:
1.5 yemek kaşığı margarin
10 diş sarmısak
4 yemek kaşığı un
1.5 yemek kaşığı salça
1.5 yemek kaşığı limon suyu


Dana ciğerini küçük parçalar halinde doğrayın. Una bulayıp tavada kızdırdığınız sıvıyağında kızartın.
Ayrı bir kapta margarin, iri doğranmış sarmısak, un, salça ve limon suyunu kavurun. Sosunuzu hazırlayın.
Kızarmış ciğerleri servis tabağına alın. Üzerine hazırladığınız sosu dökerek servis yapın.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Muğla Türküleri

Bodrum Hakimi

Bodrumlular Erken Biçer Ekini
Feleğe Kurban Mi Gittin Bodrum Hakimi
Nasıl Astın Mefaret Hanım ipe De Kendini
Altın Makas Gümüş Bıçak ile Doğradılar Tenini


Şu Bodrumun Dağlarında Ceylanlar Dolaşır
Kara Haber Mefaret Hanım Pek De Tez Ulaşır
Hakim Hanımın Memleketi Kütahya Tavşan
Hakim Hanım Sen Eyledin Bizleri Perişan



Türkü Hikayesi


İntihar eden Mefaret Hanım'ın öyküsü yarım asırdır filmlere konu oldu, türküsü Bodrum ve Milas yöresinin dilinden düşmedi ama kimse "gerçeği" bilemedi. Bodrum Hakimi, şimdi, Tolga Çandar'ın çıkardığı "Türküleri Egenin 2" albümüne adını verdi. İşte size birden fazla gerçeği olan yaşanmış bir öykü.


Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin
Bodrum Hakimi


Türkiye'nin ilk kadın hakimlerindendi Bodrum Hakimi. Tek görev yeri Bodrum değildi elbet, ama Bodrumlular onu öyle sevmişlerdi ki... Bu dürüst, gözüpek, "erkek gibi" hakim hanıma saygıyla karışık bir sevgi duyuyorlardı. Aslen nereli olduğu önemli değildi, "Bodrum Hakimi" idi o.


"Mefaret Tüzün (Bodrum Hakimi) Tavşanlı 1906 - Bodrum 1954
Türkiye'nin ilk kadın hakimlerinden olan Tüzün, 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'da göreve başladı. Keşiflere at sırtında gidip gelen hakime hanım, cesurluğu ve girişimciliğiyle kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmıştı. 1954'te kaybettiği nişanlısının ardından Tüzün'ün de beklenmedik ölümü, Bodrum'da büyük üzüntü yarattı. Bodrumlular, Hakim'e olan sevgilerini adına bir türkü yakarak yaşatmaya çalışmışlardır".


Bodrum'da iz bırakanlar takviminde böyle tanıtılıyor Bodrum Hakimi Mefaret Tüzün. Hakkında bundan fazlasını öğrenmek de pek mümkün değil zaten. Denediğiniz zaman resmi makamlardan da Bodrum'un yaşlılarından da aynı tepkiyi alıyorsunuz: "Niye soruyorsunuz? Geçmiş zaman, ne olmuşsa olmuş bitmiş işte, öğrenip de ne yapacaksınız?" Bodrumlular söz birliği etmişçesine 43 yıldır saklıyor Mefaret Hanım'ın ölüme götüren sırrı.


Mefaret Hanım'ın arkasından halkın yaktığı türküyü yıllar sonra seslendirip yeni albümüne alan Tolga Çandar, uzun süre bu sırrın izini sürmüş. Ama zar zor açtığı her kapının arkasında birbirinden farklı öyküler çıkmış karşısına.


Bunlardan bir tanesine göre, Hakim Hanım Bodrum'da bir gence idam cezası vermiş. Bunun üzerine çocuğun ağabeyi onu kaçırıp Turgutreis'in karşısındaki Çatal adalarında tecavüz etmiş. Bundan çok etkilenen Mefaret Hanım da dönüşte kendisini öldürmüş.


Anlatılan diğer öyküler ise ayrıntıları farklı olsa da Mefaret Hanım'ın ölümünün arkasında bir aşk olduğu yolunda. Bunlardan biri, "Bodrum Hakimi" filmine de konu olan öykü. Türkan Şoray'ın bütün azametiyle canlandırdığı muhteşem hakim hanımın hiçbir zor karşısında eğilmeyen başı sonunda bir aşka yenik düşüyordu. Ya sevdiği adama ölüm cezası verecekti, ya da... İkinci yolu seçti Bodrum Hakimi.


Şu Bodrum'un dağlarında ceylanlar dolaşır
Kara haber Mefaret Hanıma pek tez ulaşır


Bodrum'da sıkı sıkı mühürlenmiş ağızlardan yarım yamalak dökülenler ise, hakim hanımın sevgilisinin filmdeki gibi bir suçlu değil, Bodrum'un savcısı olduğu yönünde. Ama bu aşkın Mefaret Hanım'ı neden intihara sürüklediği konusunda rivayet muhtelif. Karşılıksız değildi aşkı besbelli. Ama herhalde evlenemeyeceklerdi. Ama neden? Savcı evli miydi, ya da önce evlilik vaadettiği Mefaret Hanım'ı sonra terk mi etti... Büyük olasılıkla Bodrumlular pek sevdikleri "hakim hanım"larına böyle gayrimeşru bir ilişkiyi yakıştırmak istemediklerinden susuyorlar bu konuda, takvimlerinde bile "nişanlısı" sıfatını kullanmayı tercih ediyorlar.


Mefaret Hanım'ın son gecesine ilişkin anlatılanlar ise daha da hazin. Milaslı Türk sanat müziği bestekarı Zeki Duygulu'nun konseri var o gece. Bodrumlular ciple Milas'ın yolunu tutuyor. Mefaret Hanım da aralarında. Ve o gece konserde bir şarkıyı tam üç kez çaldırıyor:


Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Ben artık bildiğin o ten değilim
Bir başka yağmurla ıslak mendilim
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Dökülmüş yaprağım, sararmış güzüm
Çiğli kirpiklerle yaşlıdır gözüm
Bu gurbet ellerde ben bir öksüzüm
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni


Bu konser Bodrumlular'ın Mefaret Tüzün'ü son görüşü oluyor. Tolga Çandar o gece kendini asan hakim hanımın ölümünün Bodrum'da ne büyük bir üzüntü yarattığını annesinden dinlemiş. O zamanlar henüz çocuk olan annesi tarlada çalışırken gelen ve mola veren otobüsü ve üstündeki cenazeyi hiç unutmamış. Yıllarca ne bu öykü düşmüş dilinden ne de Bodrum Hakimi'nin türküsü.


Hakim Hanım'ın memleketi Kütahya Tavşan
Hakim Hanım sen eyledin bizleri perişan


Bu Kütahya konusu da ayrı bir muamma. Takvimde de türküde de Mefaret Hanım'ın Tavşanlılı olduğu söylense de bunun aslı yok gibi. Tavşanlı kaymakamıyla konuşan Tolga Çandar Hakim Hanım'ın bir süre Tavşanlı'da görev yaptığını, tıpkı Bodrum'daki gibi yöre halkı tarafından çok sevildiğini, giderken de gözyaşları içinde konvoylarla uğurlandığını öğrenmiş. Mefaret Tüzün'ün gerçekte Tekirdağlı olduğu sanılıyor.


Çandar, kendisini çocukluğundan beri derinden etkileyen bu kadının peşini bırakmamaya kararlı. Elinde Bodrum kaymakamlığından zar zor edindiği sararmış bir fotoğraf var. Hakim'in sevgilisi olduğu söylenen savcıyı aramış, bulamamış, akrabalarına sormuş, öğrenememiş, şimdi Adalet Bakanlığı'nda araştırmalarına devam ediyor. Bu arada da hiç olmazsa bir türküyle bu talihsiz kadına bir selam gönderiyor.


Türkü, Bodrumlular'ın yaktığı bir ağıt ama Milaslı radyo sanatçısı Nazmi Yükselen onu TRT repertuvarına girecek şekilde düzenlemiş ve 60'lı yıllarda plağa okumuş. İşin ilginç yanı, Tolga Çandar Yunan adası Kos'ta da dinlemiş bu türküyü. Hemen sormuş "bu ne?" diye, "karşıda yaşanmış bir öykü" demişler. Şimdi Tolga Çandar'ın sesiyle yeniden hayat buluyor "Bodrum Hakimi"nin öyküsü. Çok sade, tek bir bağlamayla, kırk yıl uzaktan yürekleri dağlamaya devam ediyor:


Nasıl astın Mefaret Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini



Çökertme

Çökertme'den Çıktım Da Halil'im

Aman Başım Selâmet,
Bitez De Yalısına Varmadan Halil'im
Aman Koptu Kıyamet.

Arkadaşım İbram Çavuş
Allah'ıma Emanet,

(Bağlantı)
Burası Da Aspat Değil Halil'im
Aman Bitez Yalısı,
Ciğerime Ateş Sardı,
Telli Kurşun Yarası.

Güverte De Gezer İken
Aman Kunduram Kaydı,
İpekli Mendilimi Halil'im
Aman Mor Rüzgâr Aldı.

Çakır Da Gözlü Gülsüm'ümü
Aman Kolcular Aldı,

Bağlantı

Gidelim Gidelim Halil'im
Çökertme'ye Varalım,
Kolcular Gelirse Halil'im
Nerelere Kaçalım.

Teslim Olmayalım Halil'im
Aman Kurşun Sıkalım,

Bağlantı


Türkü Hikayesi


Memleketin keşmekeş içinde olduğu, işgal ordularının yurdu parsellediği yıllardı.Ege ‘de Yunan var.Eli silah tutan tüm gençlerin bellerinde pistov, ellerinde Rus filintası, sırtlarında yatakları, dağları, taşları, ovaları mesken tuttukları yıllar...Küçük Menderes ‘ten, Köyceğiz'e, Denizli ‘den Bodrum'a her karış toprakta onların alın teri.


Bir yandan işgalcilerle boğuşuyorlar, bir yandan da devletin seçip gönderdiği yöneticilerle.Bir yandan düşmanı kovalarken diğer yandan da işbirlikçilerle boğuşuyorlar.İşte o yıllarda Halil adlı yiğit bir delikanlı vardı.Mertti.İyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdi.Çam yarması gibi, kaşı gözü ,eli yüzü düzgün, cesurdu.Yiğitliği de dillerdeydi.Bir de “Bodrum kaymakamı” vardı.Halk düşmanı , astığı astık, kestiği kestik.İstanbul ‘un da gözde adamı.Adına da “Çerkez Kaymakam “ derlerdi.Halk arasında “Kalleş Kaymakam” Bir eli yağda bir eli balda.Sandal sefaları, gece alemleri...Etrafında etek öpenler, fedailik yapanlar...Milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı yemeklerle donatılmış sofralar...

Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardı.Bitez yalısında otururdu.Sahilde şipşirin bir köy.Köyün yakınlığından adına “Bitez yalısı” demişler.Herkes güzel Gülsüm ‘ü yiğit Halil ‘e yakıştırıyordu.Gülsüm adı Halil ‘le beraber anılırdı.Bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamının kulağına da ulaşmıştı.Etrafındaki dalkavuk çömezler kaymakamın kulağını doldurmuşlar.”Gülsüm güzel kız.Saraylara layık.Halil gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse yazık olur.Sen evet de on Gülsüm getirelim sana.Zaten Halil dağda, çetelerle dolaşıyor.” diyerek şişirmişler.Amaçları kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil ‘e zarar vermek...

Çerkez Kaymakamın ‘ın çok hoşuna gitmiş bu düşünce .Hem güzel Gülsüm'e sahip olacak, hem de büyüklerinin kulağına gitmiş bir efenin nişanlısını kaçırıp daha da yaranacak onlara.Kaymakam Bitez yalısına göndermiş kolcularını.Bir feryat, bir figan sarıp sarmalıyıp götürdüler Gülsüm ‘ü.Gülsüm ‘ün apar topar içine atıldığı sandal kıyıdan uzaklaşmak üzereyken çökertme tarafından hızlı hızlı gelen sandal göründü.Sandalın kürekleri kanat gibi açılıp kapanıyordu.Bir yanda kaymakam kolcularının sandalı bir diğer yanda da Bitez yalısına girdi girecek olan Halil'in sandalı.Yanında en güvendiği arkadaşı İbrahim Çavuş.İbrahim Çavuş asılmış küreklere, Halil ise ayakta gözünü siperlemiş eliyle kolcuları gözlüyor.Millet sahile dökülmüş yürekleri ağzında seyrediyor onları.

Halil'in sandalı uçuyor gibi.İki sandal burun buruna geldi vuruşma başladı.Patlayan silah sesleri.Ve ardından Gülsüm'ün figanı.İbrahim Çavuş'un figanı. İbrahim Çavuş kapanmış sandala haykırıyordu.”Gitti.Yiğit Halil gitti.Vurdular Halil'i.Kalleş Kaymakamın adamları vurdu Halil‘i.

Kolcuların sandalı Bodrum'a hızla Gülsüm ‘ü götürürken, Halil'in sandalı da ağır ağır sahile yaklaşıyordu.Sonra sandaldan çıkardılar Halil'i.Oluk oluk kan akıtordu. İbrahim Çavuş'un kollarında verdi son nefesini.Sonra kalabalığı bir uğultu sardı.Bir hıçkırık, bir gözyaşı seli.Bunların arasından da yanık içli bir ses yükseldi.Ağlayan,ağlatan...
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Muğla türküleri

Ferahidir Gızın Adı
Ferahi'dir Gızın Adı Ferahi
Yar Yandım Aman
Esmer Yarim De
Haydi Yandım Ferahi


Türkmen Kızı Katarlamış Mayayı
Yar Yandım Aman
Esmer Yarim De
Haydi Yandım Ferahi

Rinni Rinna Rinni
Rinna Rinanay Rinanay Da
Aman Da Yandım Ferahi

Demirciler Demir Döver Tunç Olur
Öf Yar Yandım Aman
Esmer Yarım De
Haydi Yandım Ferahi

Sevip Sevip Ayrılması Güç Olur
Öf Yar Yandım Aman
Esmer Yarim De
Haydi Yandım Ferahi

Türkü Hikayesi
Şu bizim Milâs, tarih boyunca iki uygarlığa başkentlik etmiştir. İlkin Halikarnassos'tan (Bodrum'dan) önce Karya Krallığına; daha sönra da Menteşe Beyliğine.

Menteşe beylerinden Yakup'un oğlu İlyas, av meraklısı, dağlar sevdalısıymış. Silahını omuzladığı gibi, dağlara düşermiş. O dağ senin, bu dağ benim. Hani, bizim Muğla'mızın dağları da dağdır ha. Adam, avcı olmasa bile aç kalmaz Muğla dağlarında. Mevsimine göre çıntar (mantar) toplar, közde kebap edip yer. Mersindi, çilekti, geyik elmasıydı, haruptu, incirdi; doyurur karnını. Sözün akışını değiştirmiyelim; İlyas Bey'den anlatıyorduk: Bu İlyas Bey, bir ilkyaz günü Muğla dağlarında av ardında koşuyormuş. Göktepe dolaylarında olacak; dünya güzeli bir Yörük kızına rasgelmiş. Bilinir ki; Yörükler yazı yaylada, kışı yazıda (ovada) geçirirler. İlyas Bey; bu becene(ıssız) dağ başında bir güzeller güzeliyle karşılaşınca şaşırmış:

- İn misin, cin misin? diye sormuş. Kız:
- Ne in'im, ne cin! Sencileyin bir insanım.
- Peki, ne arıyorsun bu dağ başında?
- Kuzularımı, oğlaklarımı güderim. Ya sen?
- Ben mi? av avlayıp kuş kuşlardım ki; bugün bahtım karşıma seni çıkardı. Adın ne senin?
- Ferayi.
- Ferayi. Ferayi. Ferayi...
- Benim Türkmen adımı Beyenmedin yalım "galiba"?
- Yoo. Çok Beyendim de, Beyendiğimden, düşürmem adını dilimden.
- Ya senin adın ne? Neyin nesi, kimin fesisin?
- Adım İlyas. Yakup beyin oğlu.
- Ooo. Beyimizin oğlu beyimiz onurlandırmış obamızın konduğu yerleri. Ne mutluluk canımıza. Hadi, çadırımıza buyur da, bir tas ayran sunayım sana. Açsındır, çökelek çıkarayım.

İlyas Bey, Ferayi'nin sunduğu çökeleği bazlamaya sarıp yemiş, tas tas ayran içmiş. Bir yadan da, Ferayi'yle evlenmeyi kafasına koymuş, içini açmış:

- Benle evlenir misin Ferayi?
- Bunu anam-atamla konuşman gerek bey..

İlyas Bey dönmüş Milas'a. Anasına iletmiş kararını:

- Ana can, hep, benim evlenmemi ister durursun değil mi?
- Hemde nasıl! Hayrola, buldun mu yoksa gönlünün sultanını?
- Buldum ana. Senden dileğim odur ki; dileğimi bey babama açasın.
- Olur oğul. Kim ki gelinimiz olacak kız?
- Göktepe'de oba kurmuş Yörük kızı Ferayi.

Yakup bey, adamlarından birkaçını yanına alıp, varmış, Ferayi'nin obasına. Hoş-beşten sonra da çıkarınış ağzında baklayı:

- Gelişimiz şundandır ki; diye söze başlamış... "Bahçenizdeki gülü dermeye geldik, sizinle kardeşlik olmaya geldik... Oğlum bir Beyenmiş Ferayi'yi, ben iki Beyendim..."

Bey bu, sözü buyruktur. Ferayi'nin babası da mırın-kırın etmemiş:
- Civan oğlun İlyas'a kız vermek, obamıza şan verir, demiş.

Düğün hazırlıklarına tezelden başlanması kararlaştırıldıktan sonra konuklar daha oturmamışlar. Muştuyu İlyas'a ve halka vermek için, Milâs'a doğru yola koyulmuşlar.

Onlar obadan uzaklaşırken, Ferayi'nin ağabeyi Mıstık dönmüş sürüyü yaylatmaktan. Neler olup bittiğini sormuş babasına. Babası:
- Obamızın başına devlet kuşu kondu oğul! diye girmiş söze; "Yakup Beyoğlu İlyas Bey, bacın Ferayi'ye gönül koymuş ki; babası Ferayi'yi istemeye gelmiş..."

Mıstık:
- O İlyas olacak beyoğlu Ferayi'yi nerde görmüş? demiş ve "Anlaşılan Ferayi onunla yavuklanmadan (nişanlanmadan) görüşmüş. Ben bunu ar ederim. İlyas kendine başka kısmet arasın" diye eklemiş. Nice ısrar etmişlerse de, "nal" demiş, "mıh" dememiş Mıstık.

- Ferayi, bakmış ki başka yol yok; haber salmış İlyas Bey'e:
"- Beni falan gün Kanlı Kapuz'un (kanyonun) ağzında bekle. Ben çeyizimi sarı mayaya (dişi deveye) yükler gelirim. Ordan da kaçarız birlikte..." İlyas Bey, atlamış atına, kavil (buluşma) yerine doğru yola düzülmüş. Gelin görün ki; Mıstık sezmiş olan biteni. İzlemiş Ferayi'yi. Kanlı Kapuz'un başında yakalamış. "Demek İlyas'la kaçacaksın ha?" diyerek, çekmiş bıçağını, delik-deşik etmiş biricik bacısını. Sonra da kendini, kapusun kara derinliklerine atmış. İlyas bey kavil yerinde, çeyiz yüklü sarı mayayı başıboş görünce, yüreği ağzına gelmiş. Az sonra da Ferayi'nin, al kanlar içindeki ölüsünü bulmuş. Bunun üzerine İlyas Bey ne yapmış, bilmiyoruz. Bildiğimiz bir yey var: Halk usta, bu acılı öyküyü türküleştirmiş, dünya durdukça çığrılsın; sevenlerin arasına kimse girmesin diye:

Ferayidir gızın adı Ferayi de yandım aman
Esmer yarim de aman da Ferayi
Türkmen de gızı,katarlamış mayayı of yandım aman
Esmer yarim de aman da mayayı
Ninni ninna,ninni ninnana,nininih,ninaynam
Aman da aman Ferayi
Demirciler demir döğer,tuncolur öf yandım aman
Esmer yarim de aman da tuncolur
Sevip sevip ayrılması,gücolur öf yandım aman
Esmer yarim de aman da gücolur



Karaova düğünü
Karaova'ya Vardım Güle Oynaya,
Aziz Arkadaşımı Güvey Koymaya.
Acımadın Mı Murat Beni Vurmaya,
Al Kanlar İçinde Kabre Koymaya.


Vurma Murat Yakışmaz Senin Şanına,
İnsan Eniştesinin Kıyar Mı Canına.
Karaova Düğünü Gece Kuruldu,
Varır Varmaz Güveyin Adi Soruldu.

Pehlivanlar Meydana Çıktı Soyundu,
O Zaman Hacı Gümüş Oğlu Vuruldu.
Vurma Murat Yakışmaz Senin Şanına,
İnsan Eniştesinin Kıyar Mi Canına

Türkü Hikayesi
Şu Karova'nın adını neden tutup "Mumcular" a çevirdiler, bilmiyorum. Bir bilen çıksa da açıklasa. Türküye geçmiş ad değişir mi?

Yıllar önce, Karaova'da bir düğün varmış. Düğün için, Bodrum, Milas, Yatağan ve Muğla köylerindeki hatırlılara - tanıdıklara okuntu (davetiye) yollanmış. Düğün sahibi adına, Sabuncu Salih efendi, Kafaca köyüne uğramış. Hem Hacı Gümüşoğlu Hüseyin'e, hem de onun kayınçosu (kayınbiraderi) Murat'a birer okuntu vermiş.

O sıralar Hüseyin'le Murat'ın araları iyiden iyiye açıkmış. Ama, "Kol kırılır, yen içinde kalır"; geçimsizliklerini elden - günden gizleyip, al atlarına binip, Karaova'ya doğru birlikte yola koyulmuşlar. Geceyi Milas'ta bir handa geçirmişler. Bir anlatışa göre, Murat, silahını handa unutmuş. Yolda eniştesi Hacı Gümüşoğlu Hüseyin'e durumu anlatıp:

-Dönüp alsak mı silahı? demiş. Hüseyin:
-"Murat", demiş, "Biz cenge değil, çengiye gidiyoruz. Varsın kalsın silah. Dönüşte alırız..."

Düğün evine yaklaştıklarında, davullar karşıya çıkmış. Hacı Gümüşoğlu bir çeyrek altın fırlatmış davulcuya, Murat'sa, bir yarım altın.. Hüseyin buna içerlemiş. Öfkesini açığa vurmak istememiş ama, Murat'a "Gelme olduğum yere" demekten de kendini alıkoyamamış.

Hüseyin'i bir odaya,kaynı Murat'ı başka bir odaya almışlar.İçkiler içilmiş, köçekler oynatılmış. Alem sabaha dek sürmüş.

Ertesi gün kuşluk vakti güreş tutulacakmış. Meydan hazırlanmış. Su lengerleri, yağ kazanları getirilmiş. Pehlivanlar çıkmış meydana, soyunmuşlar. Davulcular da almışlar yerlerini. Halk, pehlivanların çevresinde halka olmuş. Varıp, Hacı Gümüşoğluna:

-"Ağam, güreşi senin başlatmanı istiyoruz", demişler. Hüseyin :
-"Bekleyin", demiş, "Ben gelmeden çalmasın güreş davulu." Pehlivanlar da, halk da sıkılmaya başlamış. Tam bu sırada Murat, hakem kuruluna yaklaşmış; onlarla bir-iki fısıldaştıktan sonra:
-"Eey ahali!" diye bağırmış, "Güreşi başlatıyorum. Davulcular, vurun güreş davulunu!.."
Davulcular çalmak istemedilerse de, Murat'ın ısrarı karşısında, "Herhalde bir bildiği vardır" diyerek, vurmuşlar tokmaklarını. Ayaktan üç çift kispet döverken, davul sesini duyan Hacı Gümüşoğlu öfkeyle kalkıp alana gelmiş, Önüne çıkan ilk çifti ayırıp tokatlamaya kalkışınca, Murat işe karışmış:
-"Ben başlattım güreşi, çekil alandan!" Hüseyin:
-"Bana bugüne bugün Hacı Gümüşoğlu derler, sen kim oluyorsun da güreşi başlatıyorsun?" deyince Murat, bıçağını çektiği gibi:
-"Al işte, bundan böyle bana da "Murat Efe" desinler"...
Murat delik - deşik etmiş eniştesini. Ablası "ela gözlü" Şefika'yı dul, yeğeni Fettah'ı da yetim bırakmış.
Murat, Hüseyin'i öldürdüğü zaman ablası:
-"Naha Murat", diye ilenmiş, "İdam edildiğini ya da öldüğünü görürsem, boğadan kurban keseceğim!..."

Erkek güzeli olduğu söylenen Murat, yıllarca Muğla hapishanesinde yatmış. Eniştesini öldürdüğü günden sonra gerçekten "Murat Efe" diye anılır olmuş. Murat Efe, birkaç yıl önce öldü. Söylentiye bakılırsa, ablası, adağını unutmamış ve kocasını öldüren kardeşi öldüğü gün, boğadan kurban kesmiş.

"1967 Muğla II. Yıllığı" nı hazırlayan Kaya Müştakhan, "Karaova Düğünü" türküsünün öyküsünü sorduğu küçük bir kız çocuğunun:

-"Anlatamam, heyecanlanırım", dediğini yazar.

İşte, böylesine etkilemiş Murat Efe'nin, eniştesi Hacı Gümüşoğlu Hüseyin'i vurması halkı. Öyle olmasaydı, ardından yakılan türkü bugün hala halkın dilinde dolaşır mıydı?



Ormancı Türküsü
Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı


Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,
Değirmenin suları, dağından iner,
Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,
Tevfik' in feryatları, yürekler deler,

Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye,
Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye,
Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere,
Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine

Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Türkü Hikayesi
Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar. Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur. Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır. Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir. Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır. 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır. Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür.

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider. O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir. Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir. İki misafiri alıp yemeğe götürür. Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler. O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur. 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister. Muhtar:
-Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem der. Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar. Muhtar en sonunda:
-Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der.
Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir. Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür. Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. İşte ne olursa, o an olur!

Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer.

Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz. Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var, bu adamı iyileştir. der.
Veli Bey:
-O ölecek, önce senin kolunu saralım. der. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:
-Ben ölüyorum hakkını helal et. der.
Mustafa:
-Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar. Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir. Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır.
Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar. Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer. Ceza. evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister.
Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür.
Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir.

Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek
kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır. Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir. Oğlanın biri İzmir'e yerleşir. Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır.'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur. Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir.
 
Geri
Üst