türkü sözlüğü

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
türkü sözlüğü
türkü notaları yazılı türkü sözlüğü sözlük dübür içi burma tarifi dübür içi burma
A'da : Düşmanlar
A'lem : Daha iyi bilir, bilirim
Ab: Su
Ab-ı Efsun : Göz yaşı
Ab-ı Hayvan : Dirilik suyu, bengisu
Ab-ı Kevser : Kevser suyu
Ab-ı Mutahhar : Temiz su
Ab-ı Nisan : Nisan yağmuru, söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur danelerini içine alıp. sedef yaparmış.''

Abad : Zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
Abı-puş : Aba giyen, derviş, fakir
Abd : Kul, köle
Abdal : Gezgin derviş. Derviş, Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.

Abdal: Abdal donu: Gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
Abes : Boş, asılsız, saçma
Abeş: Kula renkte at, alacalı hayvan.
Ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
Abı Hayat : Ölümsüzlük suyu, bengisu
Abidane: İbadet edene yakışacak bir surette.
Abus : Somurtkan
Acem: İranlı.
Acem dağları: Batı İran dağları.
Acep: Acaba
Açak: Açalım
Açaram: Açarım
Açılcağ: Açılınca gelince.
Açılıptur: Açılmıştır.
Adib : Edepler, töreler
Adalet : Hak tüze
Adave : Düşmanlık
Adavet : Düşmanlık, buğz, yağılık
Adem : İlk peygamberin adı, insan
Ademiyet : İnsanlık, insancılılık
Adem : Yokluk, hiçlik
Adet : Görenek, sayı
Adlım: Ünlü, ünü büyük.
Adu taşı: Düşman taşı.
Adu: Düşman, hasım.
Adü : Düşman, yağı
Adüvan : Can düşmanı
Afak : Ufuklar, gökyüzünün kenarları
Ağ: Ak.
Ağca: Akça, aka yakın, alacalı.
Adu: Düşman.
Agah: Vakıf, bilen.
Ağ lavaş: Yufka ekmek. Ak undan yapılmış yufka ekmek.
Ağ mercan: Ak mercan. [mec. Ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.]
Ağca ceyran: Ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)

Ağ-gızıl: Ak, kızıl karışığı renk, alacalı
Ağıl: Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
Ağır sufra: Şölen sofrası.
Ağır zürbe: Yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.

Ağlaram: Ağlarım.
Ağmak: Akmak, karışmak. ''Sırdaş olup ağ sulara.''
Ağu: Ağı, zehir.
Ağyar: Başkaları.
Ah ü firaz: Ah edip inlemek, ağlamak.
Aharam: Akarım. ''Aharam seller içinde.''
Ahd ü peyman: Yemin, and.
Ahd: Vadetme, söz verme.
Ahdipeyman-ahdipeyman: Ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
Ahenger: Demirci.
Aheste : Yavaş, ağır, yavaş yavaş
Ahıl: Akıl
Ahi : Esnafı öğütleyen Fütuvvet ehlinin şeyhi, Kardeşim (Bir
esnaf teşkilatı olan ve bilhassa XIII-XVI. yüzyıllarda, Anadolu ve Rumeli'de yaygın bulunan Fütuvvet ehli
şeyhlerine de <<ahi>> derlerdi)

Ahibba : Dostlar , sevgililer
Ahir: En son, sondaki, nihayet son olarak.
Ahlak : Huylar, davranışlar, Etik.
Ahmer: Kırmızı , kızıl.
Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.

Ahsen : Çok güzel
Aht : Sözleşme
Ah-u zar: Yüksek sesle ağlama, dövünme.
Ahü : Ceylan, güzellerin gözü (Mec,)
Ahval: Durum, durumlar.
Ahval: Haller vaziyetler , oluşlar .
Ahz : Almak
Akça : Para
Akdem : İlk, önce, önceki, daha önceki
Akıl yetirmek: Akıl erdirmek.
Akl-ı cüz : Cüz'i akıl, tikel us
Akl-ı Küll : Tüm akıl; Tanrı bilgisi
Akl-ı Mead : Ahirete dönük akıl
Akşamaca: Akşama değin, akşama kadar.
Aktöre, Atayi : Armağan.
Al: Hile, aldatma işi.
Al-i aba : Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan
kutsal topluluk

Al-i Yezid : Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler
Al malı: Yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
Ala göz: Ela göz.
Ala: Ela.
Alacabaz: Doğan, aladoğan, ''Eli alacabazlının''
Aladağ salı: Aladağ düzlükleri.
Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sır.asından doğar.

Alaik : Alakalar, ilgiler
Alak: Alalım.
Alakaftan: Alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
Alasan: Alasın.
Alçağ [alçah]: Alçak yer, yüksel olmayan yer.
Alçağa: Alçak yere.
Alçak: Yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova.
Al duvağ: AI duvak. Gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
Alef : Cana yakın, teklifsiz.
Alem: Yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, Evren. Dünya, Acun.
Alışaban: Tutuşarak. ''Alışıban yanaram men''
Alışmak: Tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
Ali: Büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu .
Alişan: Şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına.
Alma: Elma.
Alma teki: Elma gibi, elma benzeri.
Aluptur: Almıştır.
Alvala: Al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
Amal: Amel, yapılan iş, eylem, edim.
Aman: Sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
Amana düşmek: Sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek
Amanat: Emanet.
Amanı aldırma: Umursamazlık, zora koşma
Amber: Amber kokusu, güzel koku. [Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ]

Amel: Niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme. (Bi amel: Amelsiz)
Anasır: Elemanlar , öğeler.
Anber: Amber.
Andelip: Bülbül, seher kuşu.
Annac-annaç: Karşı, karşı yön. ''Annacımdan gelen güzel''
Aparmak: Götürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...''
Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup.
Araram: ararım.
Arasın: Arasını
Arayı arayı: Araya araya
Araz: Aras Nehri.
Argaç: Davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
Arkuru-arkurı inen: Karşı çıkan.
Arma: Eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
Arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök.
Arz'edilen-arzu ediben: Arzu ederek, arzulayarak.
Arzıhal: Sunu, sunma. ''Arzıhal eyledim visal baçımı''
Arzın al: Arzu ettiğini al. (88/3) [arz: Arzu]
Arzı'nan Kamber: Yaygın bir halk hikayesinin kahramanları Arzu ile Kamber.
Arzuman: Arzu, dayanılması güç istek.
Asitan: Dergah, tekke, kapı eşiği.
Aslı hariç: Soyu belirsiz, yabancı.
Aslı pak : Temiz soylu
Aslı kıt: Soysuz, verimsiz.
Asuman: (Asman) Gök, sema.
Aş: Yemek
Aşarsız: Aşarsınız
Aşere -i Mübeşşere : Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.

Aşık Emrah: Ercişli Emrah.
Aşık mısan: Aşık mısın.
Aşıkan : Aşıklan gibi, açıkçasına.
Aşırma: Kova, bakraç.
Aşikar : Açık, gizli değil
Aşina : Bildik, tanıdık
Aşiyan : Kuş yuvası, ev , mesken
Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı.
Aşlak: Aşılama, aşı.
Aşna: (Aşina) Bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab.
Aşna: Aşına, dost, tanıdık.
At: Satranç oyununda iki taşın adı.
Ataş-ataşa: Ateş, ateşe.
Ataşına: Ateşine.
Ataşlara: Ateşlere.
Ataşlı: Ateşli.
Ati : İyilik, ihsan
Atlanıban-atlanuben: Atla, atlanarak, atlı olarak.
Attar : Güzel kokular satan, aktar.
Avara: Avare, boş, yararsız.
Avara: Boşta gezmek, işsiz, oyalanmak.
Avare : Başı boş, işsiz.
Avatmak : Avutmak, teselli etmek
Avaz: Yüksek ses
Avcu: Avcı
Avdet : Dönüş
Avlak: Av alanı. (avlağı-Av alanı)
Avn : Yardım, yardım eden
Avsın almaz mar: Büyü, tılsım tutmayan yılan.
Avsın: Büyü, tılsım.
Avurd : Yanağın iç tarafı, boş yeri.
Avurmak : Eğilmek, çevirmek
Avuni: Avını.
Ayakça: Ayak kelepçesi, ayak bağı.
Ayan : Belli, açık, meydanda
Ayat : Ayetler
Aydıvar : Söyler
Ayet-i Kurba : Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır .

Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
Ayine : Ayna
Aylak : İşsiz güçsüz
Aymak : Söylemek, hitab etmek
Aymak: Uyanmak, farkına varmak.
Ayn : Göz, göz pınarı, asıl, kendisi,
Ayn-el -yakin : Bir şeyi kendi gözüyle görüp öğrenme.
Ayn el yakin: Gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l:) yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir.

Ayn-i irşid : İrşadın ta kendisi. Aydınlatma
Ayn-i rah: Yol gözlemek.
Ay'nan: Ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.''
Aynası: 1. Yüzü, 2. Göksü.
Ayrılmanam: Ayrılmam, ayrılamam.
Azad: Serbest bırakma, azat.
Azim : Kesin karar verme, irade
Azimet : Gitme, gidiş
Aziz : Sevgide üstün tutulan
Azizan : Dostlar , erenler
Azl : İşten çıkarma
Azheri : Belli
Azmış : Yol sapıtmış
 
Ce: türkü sözlüğü

B

Bab: Bahis, kapı.
Babullah: Allah kapısı.
Bac: Baç.
Baç: Haraç, vergi
Baç: Osmanlı imparatorluğunda gümrük vergisi, zorla alınan para harç.
Bade: 1. Esriklik veren içki. 2. Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiğine inanılan aşık edici içki, şarap.

Baden: Semiz, İri gövdeli kimse.
Bad-ı saba: Bahar sabahları, gün doğumunda esen hafif yel.
Bad-ı saba: Seher yeli.
Bad-ı sabah: Bad-ı saba
Bağ ı Cennet: Cennet bağı, cennet benzeri bahçe.
Bağ: 1. Demet, deste, 2. Üzüm kütüklerinin dikili olduğu toprak parçası, üzümlük. 3. Bahçe.

Bağ-bağat: Bağ, bağçe
Bağban: Bahçıvan, bağcı.
Bağır: 1.Yürek, gönül 2.Göğüs 3. Sine
Bağman: Bahçıvan, bağcı.
Bağrı veran: Gönlü yıkık, üzgün.
Bağu bahçe-bağu bahca: Bağ-bahçe.
Bağvan: Bahçıvan, bağcı.
Baha: Değer.
Bahah: Bakalım, görelim.
Bahar: Bakar
Bahaya kalmak: Değer biçilebilir olmak.
Bahça-bahça: Bahçe
Bahr: Deniz, büyük göl veya nehir .
Bahr-ı muhit: Okyanus.
Bahr-ı zulmet: Zulmet denizi.
Baka: Tutam, demet, beste.
Bakaram: Bakarım.
Bakasız: Destesiz.
Bakı: Baki, sürekli, kalıcı.
Bakırsan: Bakıyorsun.
Bal ü per: Kanat.
Bala: Çocuk, yavru.
Balaban göz: Keskin bakışlı, iri güzel göz.
Balaban: 1. Sazlıklarda yaşayan, tüyleri kızıl-külrengi karışığı renkli, iri bir kuş. 2. Atmaca, doğan gibi avcı kuşlara kimi bölgelerde verilen ad.

Balınan: Balla, bal ile.
Balkımak: Parlamak.
Ban: Otluk.
Banay: 1. Taşlı, kıraç toprak, yamaç. 2.Batı yönü.
Banı: (Bani) Kurucu, yapan, yapıcı, bina edici.
Bannamak: Ötmek, seslenmek.
Bar: 1.Yük. 2.Ürün, verim. 3.Meyve ağacının ilk verimi.
Bara gelmek: Meyve ağacının ilk verime durması, ilk veriminin olgunlaşması.
Barekallah: [Barek-Allah] Kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun.
Barhane: Tutulmuş yük, kervan, kafile.
Barı: Bari, hiç değilse, hiç olmazsa.
Bari: Tanrı.
Basmışam: Basmışım.
Baş bulama: Utanarak başı öne eğme, yana çevirme.
Baş gözel: Baş güzel, güzellerin başı.
Başa yetmek: Sona ermek,
Başına dolanmak: Başa dönmek, başına dönmek.
Başına dönmek: Bir konuyu ya da bir durumu yalvarışla anlatmak, istekte bulunmak.
Batıl: Boş, beyhude, yalan, çürük.
Batın: İç, dahili, gizli, sır, esrar.
Bay: Varlıklı kimse.
Bayler: Bağlar.
Baz: Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım.
Baz: Doğan.
Becare-becare: Biçare, çaresiz, umarsız.
Bed: Bet, kötü, yakışıksız.
Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.

Bedir nar: mec. Meme.
Bedir: Dolunay.
Bedirlenmiş ay: Dolunay
Bedov at: Soylu at, Arap atı.
Beg: Bey, ulu kişi.
Begler: Beyler, ulu kişiler
Beğlerinen: Beylerle, beyler ile.
Beka: Devamlılık, sabitlik.
Beklersen: Beklersin, bekliyorsun.
Bel: İnsan bedeninin göğüsle karın arasında kalan daralmış bölüm, bel.
Bele: 1.Böyle, böylece 2.Birlikte
Belenmek: Bulanmak, bulaşmak
Beli bükülmek: Beli bükülmek, güçsüz ve umarsız kalmak.
Beli: (Beli best) Evet.
Belik: Saç örgüsü.
Belini bükmek: Belini bükmek, umarsız olmak.
Bend: 1.Su benti, büget 2.Bağ, tutarlılık.
Bend: Bağ, yular , bağlama.
Bende defteri: Kul defteri.
Bende: Köle, kul, hizmetkar.
Bene: Bana.
Benefşe: Menekşe
Benevşe: Menekşe.
Bengi: Tiryaki, esrarkeş.
Benövşe: Menekşe
Benövşeni: Menekşeyi, menekşesini.
Benzek: Nazire
Benziyirsen: Benziyorsun.
Berat: Rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman.
Berbad eylemek: Berbat etmek, yıkmak, bozmak, dağıtmak.
Berdar: Tutucu, itaat edici ve ettirici, asılmış.
Bergüzar: Hediye.
Berhava: Boş, faydasız.
Beslenen: Beslenen.
Beş arşın bez: mec.Kefen
Beş: Beş sayısı.
Bey: Arap abecesinin ikinci harfi.
Beyhuşt: Kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış.
Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır. Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır.

Beytullah: Allah'ın evi, kabe.
Beytullah: Tanrı evi, kabe.
Bezenmek: Bezenmek, süslenmek.
Bezestan: Değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı.
Bezirgan: Kervan, tüccar
Bezirgan: Tacir, tüccar, alış veriş eden esnaf.
Bezm: Meclis.
Bezm-i irfan: Olgun, kamil İnsanlar meclisi.
Bıçağ: Bıçak.
Bıldır: Geçen yıl.
Bi mekan: Y ersiz yurtsuz.
Bi-basar: Gözü keskin olmayan, görmeyen.
Bidar: Uyanık, uykusuz.
Bider: Tohum.
Bi-gane: Kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar.
Bigüman: Umutsuz, bilgisiz.
Bi-huş: Akılsız.
Bikir (Bikr): Bozulffiamış, temiz.
Bilbil: Bülbül.
Bile: Birlikte, bir arada.
Bilekçe: Kolbağı, kelepçe.
Billah: Tanrı adına içilen ant.
Bilmez: Bilgisiz, nobran, nadan.
Bilmir: Bilmiyor.
Binin: Binini.
Birez: Biraz.
Birin: Birini.
Bi-vefa: Vefasız.
Bizar: Bıkmış.
Bizzazure: Zaruri olarak.
Boyağ: Boya.
Boyu selv ağacı: İnce-uzun boylu, selvi boylu.
Boyunnu: Boyunlu.
Boz at: Boz donlu at .
Boz: Açık toprak renginde olan, külrengi.
Boz-bulanık: 1.Dumanlı, tipili, sisli. 2. Duru olmayan, çok bulanık.
Boz-ötergi: Tarlakuşu,
Bögün: Bugün.
Böhtan: Bühtan, iftira, kara çalma.
Böyüten: Büyüten.
Bubal: Vebal.
Buhağ : Çene altı, sakal.
Bulmuşam: Bulmuşum.
Bulum mı-mi: Bulayım mı?
Bulundi: Bulundu.
Burak: Girdap, anafor.
Burçak: Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.

Burma: Büklüm, kıvrım.
Bus etmek: Öpmek.
Buse: Öpüş.
Buyumuş: Bu imiş.
Bühtan: Yalan, iftira.
Bükülmek: Dönmek, eğilmek.
Bülbül teki: Bülbül gibi.
Bülmek: Bilmek.
Bülmez: Bilmez, bilgisiz, nobran.
Bülüm: Bileyim.
Bünyad: Temel, esas, yapı, bina.
Bünyan: Yapı, bina.
Bürünüptür: Bürünmüştür.
Büryan: Biryan kebabı. Kuzu ya da koyun etinin yarım ya da tam gövde olarak tandırda
 
Ce: türkü sözlüğü

C

Caba: Fazladan, üstelik, bir şey ödemeden alman şey .
Cad: Darı ekmeği.
Cah etmek: İtibar etmek.
Cah: Makam, itibar.
Cahallığ: Gençlik çağı.
Caht: Bile bile inkar etme.
Cam: Kadeh, bardak, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi.
Can ürekten: Candan yürekten, içtenlikle, severekten.
Canal: Canan, sevgili.
Canan: Gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın.
Canın: Canımın.
Canpolat Dev: Bir masal yaratığı.
Cansız at: Tabut, salaca.
Car: Çarşaf, komşu, yardımcı, medet eden.
Cayız: Caiz, olabilir, yakışık alan.
Cazu: 1. Cadı, oyunbaz. 2. Çok güzel.
Cecim: Cicim, örtü ya da perde olarak kullanılan ince kilim.
Cefa: Büyük sıkıntı, üzgü.
Cefakar: 1.Cefalı. 2.Cefa eden.
Cehl: Cahillik, ilimden mahrum olmak, tecrübesizlik.
Cellat amanı: Ölüm cezasına çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan süre.

Cem olmak: Toplanmak.
Cemal: Yüz güzelliği.
Cemalınnan: Cemalinden, yüz güzelliğinden, yüzünün güzelliğinden.
Ceran: Sevimli, uzun boylu.
Cevahir: Cevherler , çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler. Çok kıymetli maden veya taşlar. Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar.

Cevahir: Şah Abbas'ın soylu hizmetçisi.
Cevli cevran eylemek: Dolaşmak.
Cevr etmek: Eza, cefa, eziyet, zulüm, sitem etmek. Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mani olan şey.

Cevr: Eziyet.
Ceyran: Ceylan.
Cığa: Yeşil.
Cığalı koşma: Cinaslı koşma, sorguculu koşma.
Cığa tel: Erkek yabanördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık yeşil tüyler ve yeşil kanat telekleri.

Cinas: Çok anlamlı bir sözcüğün, her kezinde başka bir anlamını öngörerek yapılan bir söz oyunu sanatı. Değişik cinas biçimleri vardır. [Tam cinas, birleşik cinas (benzeşmeli cinas, farklı cinas), basit cinas, eksik cinas...] Eski Edebiyat'ın bu yaygın söz oyunu sanatından Halk Edebiyatı da nasiplenmiştir. Özellikle manilerde cinasa çok rastlanır.

Cılga: İnce yol.
Cidar: Duvar.
Cim: Osmanlı alfabesinin altıncı harfi olup ''ebced'' hesabında üç sayısının karşılığıdır.
Civan: Genç. Genç ve yakışıklı olan.
Coşarsız: Coşarsınız.
Cur'a: Yudum.
Cuş eylemek: Coşmak, kaynamak.
Cüda: Ayrılık, ayrılmış.
Cünun: Değişik.
Cürmümü: Suçumu
 
Ce: türkü sözlüğü

Ç

Çağrışmak: Bir ağızdan bağırmak, yaygara etmek.
Çal : Ala renk.
Çalhandı : Çalkandı
Çalhanmah : Çalkanmak.
Çallı-çapraz: Çapraz çizgili bir şal deseni.
Çalma: 1.Başa sarık gibi bağlanan düz ya da işlemeli kumaş. 2.Çember de denilen baş örtüsü, çetme.
Çalmak: Doğmak, vurmak, atmak
Çapraz: Eğik olarak birbiriyle kesişen.
Çar anasır: Dört unsur , dört temel unsur .(Toprak-su-hava-güneş)
Çar hisar: Dört kale burcu.
Çar köşe: Dört köşe.
Çar: Dört.
Çarh: Çark, felek, gök, devreden, dönen.
Çar-havuz: Büyük havuz.
Çarh-ı devvar: Durmayıp dönen.
Çarh-ı gerdun: Dönen çark. (Dönen dünya)
Çarh-ı zaman: Dönen zaman, devir.
Çar-pare: Dört parça, dört kısım.
Çarpaz dağlamak: Çapraz dağlamak.
Çarpaz: Çapraz.
Çatmak: 1.Yetmek. 2.Üzücü olaylarla karşılaşmak, uğramak.
Çekmişem: Çekmişim.
Çeper: 1.Engel, çit, kamıştan yapılan çit . 2.Kırık dal ve yaprak kümesi.
Çerağ: Mum, çıra.
Çeri: Asker.
Çetme: İşlemeli baş örtüsü, sırma işlemeli baş örtüsü, çalma.
Çevre: Sırma işlemeli baş örtüsü, mendil.
Çevrişir: Dönüşür.
Çevrüşmek: 1 .Dönüşmek. 2.Devinmek dönmek.
Çevrüşüpsen: Dönüşmüşsün, dönmüşsün.
Çeyman: Kıl ya da yünden dokunma yamçı, kepenek.
Çıham: Çıkayım.
Çıhdım: Çıktım.
Çıhıp: Çıkmış.
Çıhmış: Çıkmış.
Çıhsa: Çıksa.
Çıra: Çerağ, kandil.
Çırağ: Çerağ, kandil, mum, ışık.
Çiçeğisen: Çiçeğisin.
Çifte hal: Çifte ben.
Çimennİ: Çimenli.
Çimmek : Yıkanmak.
Çin: 1.Çünkü, için. 2.0muz.
Çit: Başörtüsü, yemeni.
Çiyn : Omuz.
Çoh: Çok.
Çolp Suyu.
Çövre: Çevre
Çün: Çünkü.
Çüt: Çift.
Çüter çüter: Çifter çifter.
 
Ce: türkü sözlüğü

D

Dad: 1.Yakınma anlatan, vah, eyvah anlamında bir ünlem. 2. Ey, hey anlamında bir ünlem.

Dağ salı: Dağ düzlüğü, dağ eteği.
Dağ: Kızgın demirle vurulan özlük belirtici damga, işaret, nişan.
Dağdağa: Çekişme, anlaşmazlık.
Dağlanmak: 1 .Kızgın demirle damgalanmak. 2. Yanmak. 3.Sağaltma amacıyla vücudun yaralı ve sayrılıklı bölümlerinin kızgın demirle yakılması.

Dağlı: Damgalı.
Daha: Bundan sonra.
Daim: Sürekli, her an, daima.
Dal: Omuz, omuz başı.
Dalam: Dalayım
Dalda: Gölge.
Daldalanmak: Gölgelenmek.
Daldalık: Gölgelik.
Dalgerdan: 1.Güzel göğüs. 2.Vücudun omuzla birlikte göğüsten yukarı bölümü, büst. Dalıptır: Dalmıştır, dalıyor.
Dallanmak: Salınmak, sallanmak.
Daluptur: Dalmıştır, dalıyor
Dam: Tuzak.
Dane: Tane, tohum, çekirdek.
Dane-i kısmet: Kısmet tohumu.
Danışmak: Konuşmak.
Danıştırmak: Konuşturmak.
Dankilom: Rum kadın ismi.
Dar çekmek: İdam edilmek.
Dar gün: Kara gün; sıkıntılı, zor, bunalımlı an.
Dar I: Sıkıntı, bunalım .
Dar II: Darağacı, ölüm hükümlülerini asmak İçin kurulan -kullanılan- sehpa.
Dar: Ev, yer, dar ağacı.
Dara çekilmek: Dağarcında idam edilmek, asılarak İdam edilmek.
Dara çekmek: Darağacında idam etmek.
Dara düşmek: Sıkıntıya düşmek, zorda kalmak, bunalmak.
Daranmak: Taranmak.
Dar-ı Mansur: Hallac-ı Mansur'un idamı.
Darılıpsan: Darılmışsın.
Darıyıp: Taramış.
Dartmak: Tartmak.
Daş: Taş.
Daylak: Tüylü devenin erkeği.
De ki: Sanki, tut ki.
Değer: Dokunur.
Değilem: Değilim
Değilem: Değilim.
Değişke: Varyant.
Dehr: Dünya, zaman, devir.
Dehr-i zulmet: Zulüm devri.
Dem etmek: Sazla çalıp, söylemek.
Dem: Soluk, nefes, ses.
Deman: (Damen) etek.
Demek: Söylemek.
Demi devran: Dünya demi. (Devir zamanı)
Demkeş: Devamlı öten bir güvercin cinsi, şarap içen
Der: Der, söyler
Dercetmek: Toplamak.
Derde çatmak: Derde düşmek.
Derdimend: (Derdmend) tasalı, kaygılı, dertli.
Dergah: Tekke.
Derilmek: Toplamak.
Deriptir: Toplamıştır.
Dermek: Toplamak.
Dertli Emrah: Ercişli Emrah.
Derun: İç taraf, dahil, kalp.
Dest: El.
Deste: Demet; sıra.
Devran: Dünya, zaman.
Devr-i cihan: Dönen dünya.
Devşirmek: Toplamak, toparlamak.
Deyer: Der ki, söyler ki.
Deyişmek: Karşılıklı şiir söylemek.
Dırığ: Esirgemek.
Di: Söyle.
Didar: Yüz, çehre.
Didarın kıyamete kalması: Sevgiliyle kavuşmanın, sevgiliye kavuşmanın kıyamete kalması.
Dide seli: Gözyaşı.
Dide: Göz.
Dilber: Güzel.
Dilçevüren: Dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu.
Dildar: Sevgilisinin gönlünü çelmiş.
Dil-inen: Dil ile [dilinen=diliyle ]
Dimek: Demek, söylemek
Din uğrusu: Din hırsızı.
Dinnemek: Dinlemek.
Dinnemez: Dinlemez.
Dir: Derlemek, toplamak, bir araya getirmek.
Diskinmek: Korkudan sıçramak: uykudan sıçrayarak uyanmak.
Diş: Düş, rüya.
Divana: Divane.
Diyek: Diyelim, söyleyelim.
Diyeller: Derler, söylerler.
Diyer: Der, söyler.
Diyiş: Deyiş, şiir.
Dodağ [dodah]: Dudak.
Dodağınnan: Dudağından.
Doğancı: Erciş'in Altındede (Zilan) bölgesindeki eski bir yerleşim alanı.
Dolama: Çuha giysi, kat kat giysi.
Dolu: 1.İçki. 2.Halk inancında Pir'in , Üçler'in, Erenler'in-Hakk katından aşıklık verilenlere sunduğu kutsal içkiyle dolu kadeh, kase.

Donburcuh-dunburcuh: Tomurcuk.
Doru: Bir at tonu. [Gövdesi kızıl, yelesi ve (çoğunlukla) ayakları kara olan at.]
Dost: 1. Tanrı. 2. Sevgili
Dostlar dostu: Zor durumda kalana yardım edici Hızır.
Doymiyi: Doymuyor.
Döndi: Döndü.
Dönmenik: Dönmeyiz.
Dört iklim: Dört yön; Doğu, batı, güney, kuzey yönlerindeki ülkeler.
Dört kitap: Büyük dinlerce kutsal sayılan dört din kitabı. Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur .
Dört köşe: Dört yön. Doğu, batı, kuzey, güney yönleri, bu yönlerdeki ülkeler, yerler.
Döş: Etek.
Döşek: Yatak, minder.
Döşürmek: Devşirmek, toplamak.
Dözmek: Katlanmak, dayanmak.
Dudu: (Tuti) Dudu kuşu, papağan.
Dudu: Papağan türünden, taklit yapan bir kuş.
Duman: Bulut, sis.
Duram: Durayım.
Durasan: Durasın.
Durasız: Durasınız.
Durmuşam: Durmuşum.
Durmuyi: Durmuyor.
Durna: Turna.
Durupsan: Durmuşsun, duruyorsun, durmuşsan, duruyorsan.
Dutar: Tutar.
Dübeş: Tavla oyununda zarların iki beşi göstermesi.
Dübür: İki yaşındaki erkek keçi.
Dügü: Pirinç.
Dühan: Tütün, duman. Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
Dülbent: Yazma.
Dür eyle: Uzak dur.
Dür: İnci.
Dür: Uzak, doğmak, bölüm. İlahi rahmetten kısmen veya tamamen yoksun olma
Düş: Rüya.
Düşdi: Başladı, koyuldu.
Düşeliden: Düştüğünden beri, düştüğü an.
Düşem: Düşeyim.
Düşersiz: Düşersiniz.
Düşgüni: Düşkünü.
Düşim: Düşeyim.
Düşmek: İnmek.
Düşüpsen: Düşmüşsün, düştün.
Düşüptür : Düşüyor, düşmededir.
Düz: Kır, ova, çöl.
Düzmek: Dizmek, sıralamak, süslemek.
Düzülür: Dizilir, sıralanır
.
 
Ce: türkü sözlüğü

F

Eazi: Aziz, izzetli, yüksek.
Ebrişim: Kalınca bükülmüş ipek, iplik, saç, ibrişim.
Ebru: Kaş.
Ebrüm ebrüm: Büklüm büklüm, dalga dalga.
Ebtüm: Dalga, büklüm.
Ecel kuşları: Doğan, şahin, atmaca gibi avcı-yırtıcı-kuşlar.
Ecel kuşu: Ölüm.
Eda: Biçem [üslup], çalım, işve, naz.
Eder : Der, der ki.
Edim : Edeyim.
Edin: Edin, verilen, eyleyin.
Edip: Ederek, etti.
Edna: Basit, değersiz.
Efgan: Yüksek sesle yakınma, inleme.
Eflak: Felek, felekler , gökler , alemler.
Efsun: Sihirli, büyülü, çekici.
Eger: Eğer.
Egans: Göl sularının 1841 'de yükselerek Erciş Kalesi'ni kaplamasından sonra, halkın Erciş Kalesi'ni bırakarak yerleştikleri köy, bugünkü Erciş'in kurulu bulunduğu yerin 1841'den önceki adı.

Eğlemek: Oyalamak, alıkoymak, geciktirmek.
Eğlen: Dur, oyalan.
Eğlenmek: Oyalanmak, gecikmek.
Eğleşmek: Durmak, beklemek, oyalanmak.
Eğn: Boyun.
Eğnine: Üstüne.
Eğrice tel: Erkek yaban ördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık, yeşil tüyler.
Eğrice: Eğri, kıvrık, kıvrılmış.
Eğva: (İğva) Azdırma, baştan çıkarma.
Ehdipeyman: (bkz: ahdipeyman]
Ehl-i beyt: Hane halkı, Hz. Muhammet'in ailesi. Hz. Muhammet, Hz Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin.
Ehlidil: Gönül eri, sevecen.
El aman: Bozgun ve sızlanma anlatır.
Ekdam: Gayret ve sebatla çalışma.
El I: Yabancı.
El II: Oymak, oba.
El III: İI, ülke.
El tutan: EI uzatan, yardım eden.
Elden ele: İlden ile, ülkeden ülkeye.
Ele [eyle]: Öyle, o biçim.
Elete: Ulaştıra, ilete, iletsin.
Elif: 1.Uzun ve ince boy yerine kullanılan bir benzetme. 2.Arap abece'sinin İlk harfi.
Elif: Arap alfabesinin ilk harfi.
Elifterezisi: Uzun ve hafif yay biçimi [kaş benzetmesİnde kullanılır.]
Elim: Bilim, ilim.
Elin: Elini.
Elinnen: Elinden.
Ellerin: İllerin, ülkelerin.
Ellerinen: Elleriyle.
Elvan: Alemler, mahluklar, varlıklar, oluşlar.
Em: İlaç, çare.
Ember : [bkz: amber]
Emcek: Meme.
Eme: Emse.
Emi: Amca.
Emim: Amcam.
Emim: Emeyim.
Emlik kuzu: süt kuzusu, süt emme çağındaki kuzu.
Emmare: Emreden, zorlayan, cebreden.
Emrah Gulamı: Ercişli Emrah.
Emrah: Ercişli veya Erzurumlu Emrah
Enden: Ondan, işaretten.
Enel Hak: Hallac-ı Mansur'un söylediği ''Ben Tanrı'yım'' anlamında meşhur bir söz dür ki, Mansur bu yüzden öldürülmüştür. Bu söz tasavvufta tek varlık (Vahdet vücut) felsefesine dayanır .
Engür: Üzüm.
Enik: Kedi ve köpek yavrusu.
Epizod: Bir şiirde, hikayede, romanda ana konuya bağlı ikinci derecede olay, ek.
Er görmek: İse, olsa, olur ise.
Erden: Erken vakitte, erkenden.
Erdiş: Erciş.
Eren [ermiş]: Benliğinden sıyrılmış, özünü, öz varlığmı Tanrı'ya adamış kimse. Evliya, veli.
Erkan: Esaslar , destekler , direkler, reisler, önemli kişiler.
Erkek: Erkek, cesur, sözünün eri.
ermek şerefini kazanmış kimseler.
Ervah: Ruhlar, geçmiş atalar.
Erzayıl: Azrail.
Esgilmez: Eksilmez.
Eshab: Sahipler , malik ve mutasarrıf olanlar , Peygamber'i görmek ve sohbetine
Esma: İsmin çoğulu, isimler.
Esma-i hikmet: Hikmet isimleri.
Esr: Yüzyıl.
Esrar: Sırlar, gizler.
Eşg [eşg] : Aşk.
Eşi: Eşi, arkadaşı.
Eşitmek: İşitmek, duymak.
Eteğin döşür: Eteğini topla.
Etmek: Etmek, yapmak, eylemek.
Evedi: İvedi, acele.
Evel: Evvel, önce.
Ey: Ey, hey.
Eyle I: Öyle, onun gibi.
Eyle II: Söyle.
Eylemek : Eylemek, etmek, yapmak.
Eylerem: Eylerim.
Eyliyim: Edeyim, eyliyeyim.
Eyvan: Ayvan. Bir tarafı açık oda, aralık, salon.
Eyvanmnan: Ayvanmdan.
Eyyam: Günler .
Ezel: Öncesizlik, başlangıcı bilinmeyen zaman.
Ezrayıl: Azrail
 
Ce: türkü sözlüğü

Fakı: Fakih, hoca, alim, din bilgini.
Fakir Emrah: Ercişli Emrah.
Farı: Yüce.
Farımak: Yaşlanmak, yıpranmak, yorulmak.
Farz:1.Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu. 2.Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu olan.

Fasık: Günahkar , Hak yolundan hariç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günah işleyen ya da küçük günahlarda ısrar eden kimse.

Faş: Açma, ortaya çıkarma.
Fazl: Lütuf.
Fazlı yezdan: Tanrının lütfu.
Fel: Fi'il. İş, tutum, davranış, oyunbozanlık, dek, desise.
Felek: Gökyüzü, sema.
Felek: Kader, talih, baht, şans.
Fem: Ağız.
Fena mülkü (Fena şehri): Geçici dünya, kendi varlığından geçme.
Fena: Yok olma, yokluk, geçiş gitme. Tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp Hakk'a ulaşma.
Fend: Hile, oyun.
Ferace: Kadınlar için bol ve uzun üst giysisi. Başörtü.
Ferağ: Gözyaşı.
Fere keklik: Erginleşmemiş keklik.
Ferhat: Ferhat ile Şirin Hikayesi'nin erkek kahramanı.
Ferişte: Melek.
Fetalına: Övgü.
Fe-tebarekallah: Ne kadar bereketli, ne kadar güzel anlamında şaşma bildirir. Allah övmüşte yaratmış anlamında bir söz.

Feyl: Düşünce, zihniyet.
Fısk: Hak yolundan ayrılma, isyan etme, günah suç.
Fıskı: Günahı, suçu.
Fidanrıar: Fidanlar.
Figan: Acıyla bağırma, inleme.
Fil: Satranç oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı.
Firağ [firah]: Ayrılık, ayrılık acısı, firak.
Firak: Ayrılık, ayrılma, kader, hüzün.
Firez: Ekin, yeni çıkmaya başlamış ekin.
Firkat: Dostlardan vesaireden ayrılık, ayrılış.
Furkan: 1.Kur'an. 2.İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile batılı ayıran kanıt. 3.İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren her şey.
 
Ce: türkü sözlüğü

G

Gaf: Gaflet hali.
Gafil: Gaflette bulunan, ihmal eden, ilerisini düşünmeyen, dikkatsiz, dalgın.
Gaflet boyağına boyanmak: Aymazlaşmak.
Gaflet: Dalgınlık, aymazlık.
Gafur: Gayretli, çok çalışkan. (Allah'ın adlarından biridir.)
Galasan: Kalasın
Galdır: Kaldır.
Galmagal: Kavga, çekişme.
Galmak: Kalmak.
Gam: Keder, tasa, kaygı, dert.
Ganad: Kanat.
Gani: Zengin, varlıklı, bol, dolgun. (Allah'ın adlarından biridir.)
Gapi: Kapı.
Gapuvan: Kapına.
Gar: Kara
Gara: Kara
Gargış: Kargış, ilenç.
Gasavat: Kasavet, tasa, kaygı.
Gaş: Kaş.
Gat: Birbirine tabi olmak, gizlemek.
Gatığ: Katık, yağı alınmış yoğurt, lor ve benzeri yiyecekler.
Gavga: Kavga, çekişme, uyuşmazlık.
Gaya: Kaya.
Gayı: Kaygı, tasa.
Gayıtmak: Dönmek, geri dönmek.
Gaymağ [kaymah] : Kaymak.
Gaz [kaz]: Kaz.
Gazel: Kuru yaprak, kuru güz yaprağı.
Gazınan: Kaz ile.
Geçende: Geçerken.
Geçerem: Geçerim.
Geçmek: Geçmek.
Gede: Yoksul.
Gedir: Gider, gidiyor.
Gelek: Gelelim, gelelim ki.
Gelem: Kalem.
Gelende: Gelince, geldiğinde.
Gelininen: Gelin ile.
Geliptir: Gelmiştir, geliyor.
Gelirem: Gelirim, geliyorum.
Gelmir: Gelmiyor.
Gelmişem: Gelmişim.
Gemgin: Gamlı, üzüntülü.
Gen: Geniş.
Gence: Azerbaycan'da, Kuzey Kafkasya Dağları eteğinde bir yerleşim birimi. Rusça adı Kirovabad ya da Elisavetpol olan şehir. Leyla ile Mecnun, Husrev ile Şirin gibi halk öykülerini ilk kez mesnevi tarzında yazan büyük ozan Genceli Nizami'nin doğduğu yer.

Ger I: Eğer .
Ger II: Geniş.
Gerden: Gerdan. Vücudun omuzla baş arasında kalan bölümü, boyun.
Gergef: Üzerine nakış işlemek için kumaşın ya da bezin gerildiği çerçeve, germe çerçevesi.
Geri: Geri, ileri karşıtı.
Gest ü güzar: Gezme, gezip tozma.
Geşt: Gezme, dolaşma, seyretme.
Getmek: Gitmek.
Gevher: Elmas, değerli taş, bir şeyin aslı, özü, mücevher, ince.
Gevher-i kan: Cevher madeni, kaynağı.
Geymek: Giymek.
Gezel: Kuru yaprak, kuru güz yaprağı.
Gezişen: Gezişine, gezinişine.
Gıl (Gıll): Düşmanlık, balçık.
Gıll giş: Pislik, yanlış işler .
Gılman: Bıyığı yeni bitmiş gençler, cennette hizmet gören delikanlılar
Gış: Kış.
Gıya bakmak: 1. Alıcı gözle bakmak. 2. yan bakmak.
Gız: Kız.
Gızıl: İran altını, altın para.
Gızıl: Kızıl, parlak kırmızı renk
Gidegin: Gidelim.
Gidek: Gidelim.
Gidim: Gideyim.
Gine: Yine.
Giriban: Yaka.
Giriftar: (Giriftar olmak) Tutulmak, yakalanmak.
Giriftar: Uğramış, tutulmuş.
Girmişem: Girmişim.
Giyiniptir: Giyinmiştir.
Gizlenbeç: Saklanbaç.
Gocalığ: Kocalık, ihtiyarlık.
Golbağ: Bilezik.
Gonçe: Gonca, gül goncası.
Gor: Mezar, sin.
Gora: Koruk, üzüm.
Gorhana: Anıt mezar, türbe.
Goşa: Çift, iki.
Govun: Kavun.
Goynuvan: Koynuna.
Göçüz: Göçünüz.
Gög: 1 .Gökyüzü. 2.Yeşil, yemyeşil.
Göge: Gökyüzüne.
Gögerçin: Güvercin.
Gögl: Gönül.
Gögnü: Gönlü.
Gögnümü: Gönlümü.
Gögül bendinin açılması: Gönlün erinçle dolması, sevdalanmak.
Gönen: Nem.
Gönenli Göl: Hikayede ve şiirde geçen bir göl.
Gönül bendi: Gönül bağı, sevgi.
Gör hanı-gör hani: Özlem, sitem bildirir soru. Göster nerde, göster nerede?
Görceğin: Görünce.
Görek: Görelim.
Göresiz: Göresiniz.
Görset: Göster.
Görünmürsen: Görünmüyorsun.
Gösgü: Göksü.
Gövce maş: Yeşil mercimek.
Gövel: 1 .Yeşil-mavi karışımı renk. 2.Erkek yabanördeği.
Göy: Gök, gökyüzü.
Göyçek: Gökçek, güzel.
Göynü: Gönlü.
Göynüm: Gönlüm.
Göynüme: Gönlüme.
Göynümü: Gönlümü.
Göynünde: Gönlünde.
Göz tüşmek: Göz takılmak, Sevdalanmak, aşık olmak
Gözel: Güzel.
Gözeller: Güzeller.
Gözlerimnen: Gözlerimden.
Gözümm: Gözümün.
Gucma: Kucaklama, sarılma eylemi.
Gulam: Köle, esir.
Gurap: Karga.
Gurban: Kurban.
Gussalanmak: Tasalanmak.
Güftar: Söz.
Güher: Mücevher .
Gül misali: Gül benzeri, güle nisbet.
Gülam: Köle.
Güleş: Güreş.
Güli: Gülü.
Gülistan: Gül bahçesi.
Gülşan: Gülşen, gül bahçesi.
Gülümi: Gülümü.
Gülünmez: Gülmez, gülemez.
Gülüptür: Gülüyor, gülmüştür.
Güman: 1.Umut. 2.Kuşkulu umut, ikircim. 3.Bilgi.
Güman: Şüphe, zan, sanma, sezme.
Güne: 1.Güneş alan yer, güneşli yer. 2.Yer adı.
Günevi: Güneşin doğduğu yer, doğu yönü.
Günü yetmek: Günü, zamanı gelmek.
Günüz: Gündüz.
Güruh u Naci: Kurtulmuş topluluk.
Gürülenmek: Artar biçimde alazlanarak yanmak, harlanmak.
Güvah: Şahit, delil, tanık.
Güz: Sonbahar.
Güzar: Dolaşma, gezinti.
 
Ce: türkü sözlüğü

H

Hab: Gizli, saklı.
Habar etmek: Haber göndermek, haber salmak, haber iletmek.
Habar: Haber.
Haber eylemek: Haber göndermek, haber vermek.
Hab-ı gaflet: Gaflet uykusu.
Hadi: Hidayete ermiş, mürşit.
Hak ı yeksan: Yerle bir olmak.
Hak kelamı: Tanrı sözü, Tanrı buyruğu.
Hak: Hakk, Tanrı.
Hak: Toprak.
Hak: Toprak.
Hakayık: Hakikatler .
Hak-ı yeksan: Yerle bir, toprakla bir.
Hak-i pay: Ayak toprağı.
Hakikat-i serencam: Baştan geçen gerçek olaylar.
Hakipay: Ayak toprağı, ayak basılan toprak
Hakkın fermanı: Tanrınıın buyruğu.
Hal I: Durum.
Hal II: Yüzde ve vücutta bulunan ufak, koyu renkli leke, kabartı, ben.
Hal: Ben.
Halas: Kurtulma, kurtuluş.
Haldan: Halinden, durumundan.
Halfet: Yalnızlık, dervişlerin tapınma için tek başlarına bir yere kapanmaları, alvet.
Halh: Halk
Hal-hal: Halhal, kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik. 2. Bir yer adı.
Halhalınnan: Halhalından.
Halım: Halim.
Halıma: Halime.
Halın: Halin.
Hali: Tenha, boş, sahipsiz yer, kayıtsız, uzak.
Hallara: Hallere.
Halları: Halleri.
Hallarımızı: Hallerimizi.
Ham: Terbiye görmemiş kişi, çiğ.
Hama kuşağı: Hama şehrinde dokunan bir cins kuşak.
Hama: Suriye'de, Asi Irmağı kıyısında kurulu, dokumalarıyla ünlü şehir.
Hamakat: Ahmak, budala.
Haman-ı dil: Gönül eşi, sevgili.
Hamaret: Kızıllık.
Hamayıl: Hamail, muska, tılsım, bağ.
Hamza: Arap savaşçısı. Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz.Muhammed'in amcası. Ölümü: Uhud Savaşı, 625.

Han Ağrı: Ağrı Dağı
Han Aslı: Aşık Kerem'in sevgilisi, Aslı-Han.
Han Emrah: Ercişli Emrah.
Han Selbi: Bkz. Selbihan.
Han: Eski Türkler'de kağana bağlı ya da bağımsız beylerin başkanı.
Han: Sofra.
Hane: Bağlam, dörtlük
Hannar: Hanlar.
Hannas: Şeytan.
Hannon: Çok acıyan, çok acıyıcı (Allah'ın adlarından biri).
Hanüman: Ev, bark.
Har I: Diken.
Har II: Ateş.
Har od: Alevli, alazlı ateş.
Har: Diken, yıkılmış.
Harabat: Harabeler, viraneler, meyhaneler. Ziya Paşanın üç ciltlik antolojisi.
Harami: Haydut, kır uğrusu.
Hark: Su yolu.
Hasanbey: Bir kavun türü.
Hasbeten lillah: Allah rızası için.
Haset: Kıskançlık.
Hasretem: Hasretim.
Hasretinnnen: Hasretinden.
Hastayam: Hastayım.
Haşa: Asla, kesinlikle, hiçbir zaman.
Haşimi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad.
Haşri neşir: Kıyamet.
Hat: Kaş, saç, kirpik.
Hatem: Çok cömert (adam), mühür , üstü mühürlü yüzük, Arap kabileleri
arasında tanınmış ''Tayyi'' kabilesine mensup ve cömertliği ile tanınmış ''İbnü Abd-illah Bin Sad'ın lakabı.

Havar: Bağırtı, yardım dileme.
Havarice: Dışarıdakiler , yabancılar .
Havas: Heves, istek.
Havf: Korku.
Hay: Kaygı.
Hayalımda: Hayalimde.
Hayallanmak: Hayale kapılmak, dalgınlaşmak
Hayana: Ne yana, ne tarafa?
Hayfa: Eyvahlar olsun, yazıklar olsun.
Hayıfalmak: Öç almak.
Hayret: Şaşma, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağını bilememe.
Hayva: Ayva.
Hazer Etmek: Sakınma, çekinme. Uzak durmak, korunmak.
Hazret'i Mevla: Tanrı.
Heba olmak: Boşa gitmek, ziyan olmak.
Heç: Hiç.
Heç: Hiç.
Hedeng: Ok.
Hele: Pekiştirme bağı, özellikle, hiç olmazsa, önce.
Hemi: Hem, hem de.
Hercai: 1.Hiçbir şeyde kararlı olmayan kimse, gelgeç, yeltek. 2.Aşkta değişken.
Herk: Anıza bırakma.
Hevik: Yazık.
Hey: Hey, ey!
Heyder: Der, der ki.
Heyran: Hayran.
Heyva: Ayva.
Hezar: Bin.
Hıfzet: Saklamak, aklında tutmak.
Hına: Kına.
Hınalı: Kınalı.
Hırınan: Harman.
Hışm: Hışım, öfke.
Hıyaban: iki tarafı ağaçlık, geniş yol. Bulvar.
Hızır: Bkz: Hızır İlyaz.
Hızır İlyas: Bkz: Hızır İlyaz.
Hızır İlyaz: Hızır-İlyas. Hızır ve İlyas Peygamberler. Hızır ile İlyas'ın aynı ulu kişi oluğuna inanıldığı gibi, Hızır ile İlyas'ı kardeş sayan halk inanışları da vardır. İnanışa göre İlyas yağmura egemendir. İlyas'ın peygamberliği Kur'an'da anılır. Hızır da Kur'an'da geçer. Halk inancına göre Hızır ölümsüzlüğe ''Bengisu''yu (Abıhayat) içerek kavuşmuştur. Hakk katından aşıklık bağışlananlara aşk badesini sunanlardan başlıcasıdır. Hızır inancını Gılgamış desdanına bağlayan görüşler de vardır. Hızır, darda kalanlara yardım edicidir. ''Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.'' Halk takviminde yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs (Hıdrellez (Hızır/Hıdır İlyaz) günü, Hızır ile İlyas'ın kavuştukları gün sayılır. İnanca göre Hızır'ın atı ''Bozat'' dır. Tüm Doğu Anadolu'da Hızır, ''Bozatlı Hızır'' olarak anılır.

Hicab: Hicap, utanma, utanç.
Hicabınnan: Utancından.
Hicran piltesi: Ayrılık ateşi.
Hicran: Ayrılık.
Hicret: Memleketten memlekete göç, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki İslam takviminde tarih başı sayılır.

Hiçe Çalmak: Önem vermemek.
Hidayet: Olgunluk.
Himemat: Himmetler .
Hindi: Şimdi.
Hindi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad.
Hitam: Son, nihayet, bitme, tükenme.
Hon u kudret: Kudret sofrası.
Honça çekmek: Armağan götürmek
Honça: 1.Bohça, çıkın. 2.Bir yere giderken götürülen armağan. 3. Geline gönderilen armağan sinisi. 4. Sofra.

Horasan: İran'da bölge ve eski bir eyalet. İran yaylasının en doğu kesimindedir. Başlıca şehri Meşhed'dir.

Hoş [hoş]: Beğenilen, zevk veren, güzel.
Hoy: Batı İran'da, Urmiye gölünün kuzey batısında [Çaldıran ovasının güney doğusunda] kurulu tarihi Türk şehri. Hoy, Anadolu'nun alınmasında üs olarak kullanıldı. Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki Çaldıran Savaşı Hoy yakınlarında yapıldı. (1514). İran-Osmanlı savaşlarında birkaç kez Osmanlılar'ın eline geçti. Hoy, değişik halk destanlarında ve hikayelerinde geçer.

Hoy duzu: Hoy Ovası.
Hoyrat: Kaba, kırıcı.
Hökmedin: Hükmedin.
Höküm: Hüküm, yargı, yargı kararı.
Hu: Ünleme, selam.
Hub: Güzel, hoş, iyi, sevgi.
Hub: Güzel, hoş, iyi.
Huban: Güzeller, iyiler.
Hubbu'l-vatan: Vatan sevgisi.
Hublar şahı: Güzeller güzeli, güzel kadınların en üstünü.
Hubluğun Çağı: Güzellik çağı.
Huda: Tanrı.
Huda: Tanrı..
Huma: [bkz: hüma]
Humar: Baygın bakışlı.
Humar: İçkiden sonra gelen baş ağrısı, sersemlik.
Humarlanmak: Baygınlaşmak, süzülmek.
Hun: Kan, kanlı.
Hurç: Heybe.
Huri: Cennette yaşadığına inanılan kızlara verilen ad, genç ve çok güzel kadın.
Hus-ı cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği.
Hükmeder: Hükmeder.
Hüma: Hüma. hümay. Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu.

Hünkar: Kaşların güzelliğini anlatmak için kullanılan bir benzetme.
Hünkar: Padişah, Osmanlı'da yalnız padişah için kullanılan bir san.
Hünkar: Padişah, sultan, hükümdar .
Hüri misal üzlü: Cennet güzeli yüzlü, cennet güzeli benzeri.
Hüri tek: Huri gibi.
Hüri: Huri.
Hürü: Huri.
Hürüsen: Hurisin.
Hüsn i cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği.
Hüsn i yar: Sevgilinin güzelliği.
Hüsn: Güzel, iyi, güzellik, iyilik.
 
Ce: türkü sözlüğü

I

Ilgar: Verilmiş söz, ant.
Irağ: Irak, uzak.
Irak: Irak, uzak.
Irgalamak: Yerinden oynatmak, sallamak, sarsmak.
Irk-ı tahir: Irkı temiz.
Irma: Uzaklaştırma, kaybetme.
Issı: Sıcak.


İ

İbadet: Tanrı buyruklarını yerine getirme, Tanrı'ya yönelik saygı davranışı, tapmma, kült.
İblis: Şeytan.
İçerem: İçerim.
İçmeyem: İçmeyeyim.
İçün: İçin.
İflah etmez: Ondurmaz.
İflah eyler: Ondurur.
İflah: Onma, zor durumdan kurtulma, iyi duruma gelme.
İgit: Yiğit, erkişi.
İğenli: Güzel kokulu.
İğva: Hırsmı uyandırma, kışkırtma.
İhlas: Gönülden gelen dostluk, içtenlik, doğruluk, özlü, halis olmak.
İkdam: Gayret ve sebatla devamlı çalışma.
İkikuş: Şiirde geçen bir yer adı.
İkrar vermek: Söz vermek.
İkrar: Mürşide teslim olmada verilen söz.
İkrar: Verilmiş söz.
İlgar: Verilmiş söz, ant, ılgar .
İlişmek: Yakalanmak, tutulmak.
İm: Anlam yükletilen şey, işaret.
İmaret: Mamur etmek, şenlendirmek.
İmran: Kur'an'ı Kerim'in üçüncü suresi.
İncü: İnci.
İndi: Şimdi, imdi.
İntiha: Son, nihayet, eğitme.
İntizar: Bekleme, beklenilme, gözleme.
İnzal olmak: İndirmek, indirilmek.
İravan-Eli: İravan İli, Erivan.
İreli: İleri.
İrevan: Erivan.
İrhan: Reyhan, fesleğen.
İrşad: Doğru yolu gösterme, uyarma, Hak yoluna götürme. (Bu işi yapanlara mürşid denir)
İsfahan: İran'da X. Eyaletin merkezi olan şehir. Isfahan, Zargos'un doğu yüzünün eteğindedir. Karışık asıllı olan halknın çoğunluğu Türkçe konuşur.

İsgender'i Zülkar: Büyük İskender. İ.Ö. 356-323. Makedonya kralı. Philippos II.nin oğlu. Aristotales'in öğrencisi. Genç yaşta babasının yerine geçti. Anadolu'yu ve İran'ı egemenliğine aldı. 13 Haziran 323 günü, Doğu dünyasnın egemeni olarak otuz üç yaşında öldü.

İşve: Kadınların hoş aldatıcı tavırları, naz, cilve.
İstifsar etme: İfade etme, sorma, sorup anlama.
İtgin: Yitik, yitkin.
İtirmek: Yitirmek, kaybetmek.
İtirmişem: Yitirmişim, kaybetmişim.
İtirmiştir: Yitirmiştir, kaybetmiştir.
 
Geri
Üst