Bİr İnsan Hakki Olarak Çevre Hakki Ve Uygulamasi

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Bİr İnsan Hakki Olarak Çevre Hakki Ve Uygulamasi
BİR İNSAN HAKKI OLARAK ÇEVRE HAKKI VE UYGULAMASI​




İçinde bulunduğumuz son 20 yıl, bir insan hakkı olarak kişilerin ve toplulukların çevre hakkını hukuksal olarak tanıma, hakkın kullanım ve uygulama yöntemlerini belirleme zamanı olarak kabul edilmektedir. Yeni bir insan hakkı olarak son yıllarda uluslararası belge ve anayasalara giren ve çevre korumanın en etkili ve önemli hukuksal aracını oluşturan çevre hakkı, çevre hukukunun, ulusal alanda olduğu kadar, uluslararası alanda da ortaya çıkan bir görüntüsüdür. Çevrenin ve insan yaşamının korunmasına ilişkin bir hakkın tanınması, son 20-30 yılda duyarlı bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel insan hakları araçları ile önlenemeyen çevreye yönelik ihlâllerin aşılmasında çevre hakkı, insan haklarında evrimi sağlayan önemli bir özellikli hak türü olarak ortaya çıkmıştır.

Bilindiği üzere çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı Stockholm Konferansı olmuştur. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı�nın 5-16 Haziran 1972 tarihleri arasında Stockholmde gerçekleştirildiği İnsan Çevresi Konferansı�na 100den fazla ülke temsilcisi katılmıştır.

Konferansın en önemli amacı ve hedefi; her ülkenin çevreye karşı sorumluluğunu kabul etmesi, insanın yeryüzündeki varlığını sürdürebilmesinin esas koşulu olduğu noktasında birleşilmesidir. Konferans sonucunda ise, gelişmekte olan ülkeleri, kalkınırken çevre sorunlarının ortaya çıkmasını önlemeye yöneltmenin, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ayrımlar giderilmedikçe çevre koşullarının iyileştirilmesinde önemli bir ilerleme kaydedilemeyeceğinin ve kalkınmanın çevreyi korumakla çelişen bir tarafının olmadığının önemine varılmış ve bu düşünceler kabul edilmiştir.

Stockholm Konferansında kabul edilen Bildiri�nin ilk maddesinde İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir ilkesi yer almıştır. Bu ilkenin önemi, ilk kez bir bildiride sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ifade edilmesidir. Söz konusu Bildiri, yasal açıdan bağlayıcı olmamakla birlikte hukukî bir öneme sahiptir.

Stockholm Konferansında ilk kez kabul edilen çevre hakkı çevrenin �herkesin ortak varlığı� olduğu temeline dayalı eşitlik ilkesinde yükselen bir haktır. Bu hakla ulaşılmak istenen, doğayı sömürü değil, uyum temelinde bugünkü ve gelecek kuşaklar için yaşamaya elverişli kılarak herkesin ondan eşit yararlanması hedefidir. Çevre hakkı ile diğer haklar arasında görülen çatışmalar, çevre hakkının, yani insanın varolma ve yaşamını sürdürme hakkının yararına dengelenmelidir. Çünkü çevre hakkı genel çıkarları özel çıkarların önüne geçirmiştir. İnsan haklarının evrimi de bu yönde bir eğilim göstermektedir.

Çevre Hakkıve Üçüncü Kuşak Haklar

İnsanlar arasındaki dayanışmayı gerçekleştirmek ve ortak değerlerin dayanışma yoluyla korunması, geliştirilmesi amacıyla UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) yeni insan hakları oluşturma çabası içine girmiştir. Bu çabalar sonucu, barış hakkı, gelişme hakkı, halkların kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkı ve çevre hakkının da içinde bulunduğu dayanışma hakları� üçüncü kuşak haklar olarak belirlenmiştir. Dayanışma haklarının kaynaklandığı sorunlar, tüm insanlığın yanyana geldiği takdirde çözebileceği, yoksa tek tek insanların yada ülkelerin üstesinden gelemeyeceği sorunları� oluşturmaktadır.

Çevre hakkı, diğer dayanışma hakları gibi belirli bir topluluk halinde yaşam anlayışını dile getirir. Toplumsal yaşama katılanların tümünün çabalarını birleştirmesiyle gerçekleşebilir. Dayanışma hakları, insanlar arasındaki dayanışma ve birlikte hareket etmeyi geliştirmeye yönelik olup İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin idealini gerçekleştirmeyi de doğal olarak amaçlamaktadır. Çevre hakkı sahipleri, çevrelerindeki olumsuz etkilerden korunma, olumlu etkileri de isteme olanağına sahiptirler.

II. Çevre Hakkı ve Katılım

Çevre sorunlarının çözümü ve çevrenin korunup geliştirilmesindeki ortak yarar nedeniyle halkın katılımı konusu özel önem taşımaktadır. Bu katılım yalnızca bireylerin çevreyi kirletmeme gibi bir takım yasaklara uyma şeklindeki tutumla değil, aynı zamanda katılımın en ileri ve en etkili yolu olan aktif tavır takınmakla da gerçekleşebilir.

Çevre sorunlarında önleyici nitelikteki idarî faaliyetler açısından katılımın önemi, bu sorunların karmaşık ve çok yönlü niteliğinin daha iyi ve objektif biçimde ortaya konulabilmesini ve buna ilişkin saptanacak önlemlerin daha tutarlı ve etkin olmasını sağlayacak olmasından kaynaklanmaktadır.

Klâsik demokrasinin bireylere tanımış olduğu genel seçimlerde oy kullanma hakkı ile sınırlı bir katılımın yanısıra, bireyleri yönetim sürecine katma olgusu, yeni sosyal ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkmaktadır.

Türkiyede karar alma sürecinin herhangi bir aşamasına halkın katılımını sağlayacak mekanizmalar henüz benimsenmemiş ve kurumsallaştırılamamıştır. Katılımı sağlayacak bu mekanizmalar öncelikle, sağlık, çevre, eğitim, kültür politikalarının oluşumunda bir eksiklik yaratmaktadır. Çevre yönetiminin kimi noktalarında sınırlı da olsa bazı katılım süreçlerine yer verilse de gerçek ve tam bir katılımdan bahsedebilmek imkânı bulunmamaktadır.

Örneğin Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecine, Mahallî Çevre Kurullarına, Çevre ve Ormancılık Şuralarına halkın katılımı için sınırlı olanaklar tanınmıştır.

Katılımın gerçekten işlevsel olabilmesi, birçok sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal koşulun birarada bulunabilmesine bağlıdır. Türkiyede ise bu koşullar, yurttaşların çevre yönetimi mekanizmalarına işlevsel biçimde katılımlarını sağlayacak yeterlikte değildir. Ailede, okulda, işyerinde egemen olan ilişki biçimleri katılımı kısıtlayıcı, buyurucu egemenliğin kullanımı şeklinde ortaya çıkmaktadır.
 
Geri
Üst