geyık muhabbetler

sehr_i sukut

Aktif Üye
Üye
geyık muhabbetler
--------------------------------------------------------------------------------

Yahya Kemal'a "Ankara'nın en çok hangi tarafını seviyorsunuz" diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
-İstanbul'a dönüşünü.

--------------------------------------------------------------------------------


Lokman Hekim'e:
-Hastalarımıza ne yedirelim?diye sorduklarında,şu cevabı vermiş:
-Acı söz yedirmeyin de,ne yedirirseniz olur.

--------------------------------------------------------------------------------

Sokrat ölüme mahkum edildiğinde esi:
-Haksiz yere öldürülüyorsun diye ağlamaya başlayınca,
Sokrat:
-Ne yani, bir de hakli yere mi öldürülseydim?.


--------------------------------------------------------------------------------

Bir filozofa sormuşlar:
-Sansa inanır misiniz?
-Evet, yoksa sevmediğim insanların basarisini neyle açıklardım.


--------------------------------------------------------------------------------

Bir toplantıda bir genç M.Akif'i küçük düşürmek için:
-Affedersiniz, siz veteriner misiniz?
M.Akif hiç istifini bozmadan cevaplamış:
-Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?


--------------------------------------------------------------------------------


Dünya nimetlerine önem vermeyen yasayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karsılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek olanaksızdır. Mağrur zengin, filozofa:
-Ben bir serserinin önünde kenara çekilmem.
Bunun üzerine Diyojen kenara çekilerek,gayet sakin su karşılığı verir:
-Ben çekilirim.

--------------------------------------------------------------------------------

Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'ye hasımlarından biri:
-Efendim,kulaklarınız bir insan için büyük değil mi?
Galile cevaplamış:
-Doğru,benim kulaklarım bir insan için büyük ama,seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mi?


--------------------------------------------------------------------------------

Bir Fransız yazar,Mehmet Akif'e:
-Kadınlarınızı evden çıkartmadığınız doğru mu?diye sorduğunda Akif:
-Daha önceleri öyleydi,karşılığını vermiş. Fakat şimdi dışarı çıkarttık ve bir türlü içeri sokamıyoruz.


--------------------------------------------------------------------------------

Komedyen Eddie Cortar'a,
-Hastalanınca ne yapmak gerekir?diye sorulduğunda:
-Mutlaka doktora gidin demiş. Zira doktorun yaşaması gerek.Verdiği ilacıda alın, çünkü eczanecinin de yaşaması gerek. Fakat ilaçları sakın içmeye kalkmayın, zira sizinde yaşamanız gerek..


--------------------------------------------------------------------------------


Öğretmen, Biyoloji dersinde, öğrencisine:
-Söyle bakalım, demiş. En son hangi dişler çıkar?
Çocuk, düşünmeden cevap vermiş:
-Takma dişler öğretmenim.


--------------------------------------------------------------------------------


Zengin bir adam, İslam büyüklerinden birine:
-Bin altınım var, size versem ne dersiniz? diye sorduğunda, şu cevabı almış:
-Verirsen, senin için iyi olur. Vermezsen de benim için.


--------------------------------------------------------------------------------

Yahya Kemal'a "Ankara'nın en çok hangi tarafını seviyorsunuz" diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
-İstanbul'a dönüşünü.


Ünlülerden Anılar

Kandemir Konuk'un kitabindan alinip kendi agziyla anlattigi anılar!!

AYDEMİR AKBAŞ

" Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosunda Haldun Taner'in "Zilli Zarife" adlı oyununu oynuyorduk. Ben rol gereği salonun arkasından gelip sahneye çıkıyordum...

Bir gece Bakırköy Akıl Hastanesi hastalarına oynarken yine arka kapıdan salona girdim. İçerisi tıklım tıklım akıl hastalarıyla doluydu.

Sıram gelince yine her zamanki gibi salondan sahneye çıkmak için yürüdüm. Yürüdüm diyorum ama, yürüyemedim. Yolun kenarındaki koltukta oturan bir hasta ceketime yapışmış bırakmıyordu.

Asıldım, zorlandım, imkansız... Bir türlü kurtaramıyorum. Sonunda eğildim:

- Bırak beni, bırak sahneye çıkıcam, dedim.

Akıl hastası büsbütün belime sarılıp bağırdı:

- Olmaaaz... Buradan seyret! Hemşire Hanım tembih etti, sahneye çıkmak yook!..

O beni deli sanmış bırakmıyor ben de deli gibi kendi kendime gülüyordum.. "
--------------------------------------------------------------------------------
HALİT AKÇATEPE

" Tiyatrocu arkadaşlarla Ankara Gençlik Parkındaki bir çay bahçesinde oturuyorduk. Bir yere telefon etmem gerektiği için ikide bir kalkıp karşıdaki genel telefona gidiyor fakat, telefondan ses gelmediği için tekrar gelip yerime oturuyordum... Gide gele iyice yorulmuş ve sinirlenmiştim... Sonunda garsona seslendim:

- Kardeşim bir de sen baksana, şu telefondan bir ses geliyor mu ?

- Peki Halit Ağabey, gidip bakayım.

Garson koştu telefonun yanına gitti, ahizeyi kaldırmadan, evet, hiç elini bile sürmeden telefona kulağını dayadı dinledi, dinledi, sonra oradan bana bağırdı:

- Yoo, hiç ses gelmiyor ! "
--------------------------------------------------------------------------------
MUSTAFA ALABORA

" Müjdat ( Gezen ) ve ben eşlerimizden ayrılmıştık. Müjdat yalnız yaşıyordu. Ben de bir müddet onun evinde kaldım. İşte bu dönemde bir akşam ben mutfakta çoban salatası yaparken telefon çaldı. Müjdat açtı, kısa bir konuşma yapıp kapattı ve yanıma geldi.

- Mustafa, salataya sakın soğan koyma!..

- Niye?..

- Şimdi tanımadığım bir kadın telefon etti, yanında bir kadın daha varmış, bize oturmaya gelmek istiyorlarmış...

İkimiz de bekardık ve iki tane tanımadığımız kadın kendilerinden coşmuş, gelmek istiyorlardı... Eee, Müjdat haklıydı tabi, salataya soğan koymamak gerekirdi...

Neyse, kısa bir süre geçti. Ben diğer yemeklerle ilgileniyorum. Birden kapı çaldı. Ben mutfakta olduğum için Müjdat kapıya gitti... Ve kapıyı açar açmaz, bana ordan seslendi:

- Mustafaa...

- Efendim?..

- Salataya soğan koyabilirsin!..

Haklıydı Müjdat, çünkü gelen kadınlar çok çirkindi!... "



----------------------------


SADRİ ALIŞIK

" Çok eski seneler, fazla çalışılan, peşpeşe film çevrilen günler... Birisi hayli zamandır beni arayıp, mutlaka bir randevu istiyormuş... Ne konuda görüşeceğini de söylemiyormuş. Bayağı merak ettim. Sonunda buluştuk... Orta yaşın üstünde efendiden bir adam. Çay kahve içildi hemen konuya geçildi:

- Sadri Bey, dedi adam, beni sizi çok severim.

- Sağ olun, teşekkür ederim.

- Siz hayatı bilen olgun bir sanatçısınız.

- Eksik olmayın efendim.

- Sizin yardımsever bir insan olduğunuzu da duydum noolr bana yardım edin.

- Nasıl bir yardım istiyorsunuz?

Adam şöyle derin bir soluk alıp anlatmaya başladı :

- Sadri Bey, benim bir oğlum var, 17-18 yaşlarında... Bu çocuğu ancak siz kurtarırsınız.

Ben tabii afallayıp sordum:

- Nerden kurtarıcam nasıl kurtarıcam oğlunuzu ?

Adam yine bir soluk alıp devam etti:

- Sadri Bey, bu benim oğlan ilkokulu zar zor bitirdi. Ortaokuldan belge aldı. Ben de bunu meslek öğrensin diye kunduracının yanına verdim. Bir ay sonra kavga edip ordan ayrıldı. Sonra ben bunu elektrikçinin yanına verdim, orda da durmadı. Kahvede çalıştı, derken içkiye sigaraya başladı. Kahveciyi dövüp işten ayrıldı. Kısacası bir baltaya sap olamadı. Bari artist olsun diye size geldim Sadri Bey... "

--------------------------------------------------------------------------------
ŞEVKET ALTUĞ

(1) " Yıllar önce bir Karadeniz kasabasında turnedeydik. Oyunun ertesi günü otelden çıkıp biraz hava almak istedim. Eşim Jale de 'Gelirken bana bir naneli ciklet al' dedi...

Bakkala girdim.

- Bir naneli ciklet istiyorum, dedim.

Bakkal, şekerli-çikolatalı acaip bir şeker verdi.

- Naneli yok mu diye sordum. Bakkal şöyle dik dik yüzüme baktı. Sonra da ağır ağır konuştu:

- Ha buni naneli niyetine çiğne daa!

Ben de Karadenizli olduğum için kızamadım tabii. Otele kadar kendi kendime güldüm..."

(2) " 60'lı yıllarda tiyatro ile Anadolu'da geziyoruz. Bir gün bir otele gittik. Ben, gösterilen odaya çıktım. Yastığa baktım, yatılacak gibi değil. Daha önce bir başkasının yattığı belliydi. Yastıkta, çarşafta saçlar kıllar vardı.

Sinirlendim, hemen aşağıya indim.

- Lütfen o yatağın yastığını, çarşafını değiştirin, çünkü benden önce başkası yatmış, dedim.

Otelci şöyle yanıtladı beni:

- Yahu kardeşim, senden önce yatan da Müslüman, ne olacak yani!... "

--------------------------------------------------------------------------------
CÜNEYT ARKIN

" Filmlerdeki tehlikeli sahneleri, özellikle tarihi filmlerdeki sahneleri, bir Kazak sirkinde çalışırken öğrendim. Bu yüzden, filmlerimde düblor kullanmadım. Fakat atlı sahnelerde ordan burdan bulduğumuz araba atlarıyla çekimlerde bir hayli kaza atlattığım için, artık yarıştırılmayan bir İngiliz yarış atı satın aldım.

Polenez köy'de rahmetli Süreyya Duru ile Malkoçoğlu'nu çekiyoruz. Atın bir huyu vardı, ne kadar eğitilse de boş kaldığı anda ahıra doğru koşuyordu.

Süreyya Beye rica ettim ahırın aksi yönüne doğru koşturayım diye, ama görüntünün önemini kastederek ahır istikametine koşmamı istedi. Çekim başladı benim at deliler gibi koşuyor. Dizginlere asılmama rağmen fırtına gibi gidiyor. Kamera açısından çıktığımız halde ben atı durduramıyorum. 120 ile giden bir araba gibi gidiyoruz. Çekim durdu ama, bizim durmamız mümkün değil. Derken tam kavşağı dönüyorduk, baktım karşı istikametten bir araba hızla üzerimize geliyor. Araba da çok süratli biz de. Bir an şöför mahalinde oturan yaşlı adamın dehşetle açılmış gözlerini gördüm. Vee. biz o sıçrayışla arabanın üzerinden aştık. Araba bizim altımızdan geçti. Altımdaki yarış atı olduğu için kolaylıkla engel aşan bir at. Tam anlamıyla filmlerdeki gibi bir sahne! At hızını kesemeden doğru ahıra gitti. Ve telaşla aynı yere geri dönüyoruz. Ben merak içindeyim acaba bir kaza oldu mu diye, ne oldu diye. Olay yerine geldik, baktım araba durmuş içinden yaşlıca bir bey ve hanımı inmişler yol kenarında oturuyorlar. Adam bembeyaz olmuş tirtir titriyor. Ve söyleniyor :

- Bundan sonra bir daha içki içmiycem! Artık hayal görmeye başladım! "
 
Geri
Üst