Rabıta Yapmak İbadet midir?

Uzman SühaN

Administrator
Rabıta Yapmak İbadet midir?
Rabıta; bir kimsenin bir kimseyi hayal etmesidir. Her insan eşini, çocuklarını ve dostlarını her gün belli zamanlarda hayal etmektedir. O halde rabıtaya şirk diyenler Allah’tan başkasını düşündükleri için müşrik mi oluyorlar..? Çünkü onlarda her an birilerini hayal etmektedir.
Yaşayan, aklı ve şuuru yerinde olan her insan, ya sevdiklerini ya da sevmediklerini veya bunlarla alakalı olmayan şeyleri düşünmek zorundadır. Bu durum insanın iradesiyle olan bir şey de değildir.
Rabıtanın şirk olduğu iddiası, selefiyeci diplomalı cahiller tarafından uydurulmuş boş sözlerdir.
Mîmârî de, resim ve benzeri sanat dallarında uzman olmayan bir kimsenin, bu dallarda yaptığı eleştiriler ne kadar abes ise, tasavvuftan hiç anlamayan selefiyeci cahillerin rabıta hakkında olumsuz iddiaları ondan daha abestir…

Rabıta Yapmak İbadet midir..?
Rabıtanın ibadet olduğunu söyleyen hiç bir şeyh yoktur. O halde ibadet olmayan bir işi yapmak neden şirk olsun.? Bir şeyin şirk olması için onun ibadet türü bir işlem veya inanç olması gerekir. İbadet bir kimseye ta’zim yaparak kulluk yapmak, onu ululamaktır. İçinde ta’zim olmayan kulluğa kölelik denir.
SORU: Rabıtanın sufiler tarafından uydurulduğu söylenilmektedir. Hatta bu hususta bazı kimseler daha da ileri giderek Kur’an’dan bazı ayetlere yanlış anlam vererek rabıta yapanların müşrik olduğunu söylerler. Örneğin; “
-” Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. (Zümer-3)

Bu ayeti ehli sünnet alimleri nasıl anlamışlardır ve İslam’da rabıtanın yeri nedir?

CEVAP: Elmalı Hamdi tefsirinde ve diğer Ehli Sünnet ulemasının tefsirlerinde Zümer suresi 3. ayetin tefsiri şu manada yapılmaktadır:
-” Şirk koşanlar, hep Allah’tan aşağı olanlardan birtakım veliler, koruyucular tutmak isterler. İsterler ama O’ndan başka velilere, emir sahiplerine tutunanlar, gerek “İlahları, bir tek ilâh mı yapmış?” (Sâd, 38/5) diyenler gibi putlara, gerek meleklere ve gerekse İsâ gibi şerefli kullara ilâh diye sarılanlar “Biz onlara ancak, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz derler.” (Zümer-3)
Zümer suresi 3. ayetin meali:
“İyi bil ki, halis din ancak Allah’ındır. O’ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.” (Zümer-3)

Görüldüğü gibi ilgili ayet putperestler ve İsa’ya “ilah” diyen Nasara hakkında nazil olmuştur. Zira onlar Allah’tan başkasına ibadet etmektedirler. Tefsirde de böyle ifade edilmektedir. Bu sefiller rabıta yapan, Allah’tan başkasına ibadet edilmeyeceğine iman eden müminleri o putperestlere benzetme gafletine düşmekteler. Dikkat edilirse ayette; “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” ibaresi geçmektedir. Hiç bir sufi şeyhine, kendisini Allaha daha çok yaklaştırsın diye tapmaz. Sufi herkese Allah’ı sevdirmeye çalışan bir mümindir.. Sufi şeyhini sadece vesile bilerek Allaha kulluk yapar. Buna rağmen anlayış fukarası, basiretleri bağlı Molla Kasım zihniyetli okumuş ama okuduğunu anlayamamış bazı cahiller, bu ayetlere yanlış mana vererek temiz müminlere şirk atfetmekteler.
Şirkin ne olduğundan habersiz gafiller kalkıyor başkalarını şirkten kurtarma çabasına girişiyor. Oysaki bu kimseler ikilikten batağına saplanmış varlık pisliğinin içinde yüzen pislik böcekleri gibidir. Bunlar farkında olmasalar da bu da şeytanın onlara oynadığı oyunlardan birisidir.
Zira hiç bir sufi şeyhe tapmaz. Onun sadece Allah’ın değerli bir kulu olduğuna inanır ve her türlü faydayı Allah’ın yarattığına, tek kuvvet ve kudret sahibi Allah’tan başkasının ma’budluğa hakkı olmadığına bütün kalbi ile inanır. Vesile hakkında Allahu Teala şöyle buyurmaktadır, mealen;
-” Ey inananlar, Allah’tan korkun, (vebteğû ileyhil-vesileh) O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide-35)





0.jpg







Ayette görüldüğü gibi (vebteğû ileyhil-vesileh) “O’na (Allah’ın rızasına) yaklaşmak için vesile arayın” buyurulmaktadır. Bu vesileye sadece Kur’an’ın zahiri olan farzları yapmak ve haramlardan kaçmak olarak bakanlar yanılmaktadır. Zira Kur’an’ın zahiri olan emir ve yasaklar elde olan bir mevcuttur. O halde Kur’an’ın başka bir emri olan ihlası elde etmek ve riyadan kurtulmak için olan vesile nasıl bir vesiledir..? Görünürde olmayan bu vesile, Kur’an’ın zahirini ve özünü bilen ve anlayan rasihun alimlerdir. O alimler ise İmamı Rabbani hazretlerinin belirttiği nefsini kötü huylardan tezkiye, ruhunu Allah sevgisinin haricindeki sevgilerden tasfiye etmiş mürşid-i kâmillerdir. O halde Allah’ın rızasına ulaşmak için Allah’ın rızasına ulaşmış kimseler aranmalıdır. Kendisi boğulmakta olan birisi başkasının kurtuluşuna naslı vesile olabilir..?



S O R U :
Bir selefiyeci şöyle bir soru sormaktadır:
“Peygamber veya sahabelerin rabıta yaptığını isbat edebilir misiniz..?

CEVAP:
Gönlü bir an Allah’tan gafil olmayan Peygamber efendimiz ve sahabeler neden ve neye rabıta yapsınlar..?
Bu sapkın adamlar Peygamber efendimiz ve güzide Eshabının mübarek gönüllerini kendi paslı gönülleri gibi sanarak böyle densiz sorular sormaktalar. Şu iyi bilinmelidir ki, Peygamberler ve mürşid-i kamiller rabıta yapmaz murakabe yaparlar. Sahabelerin her birisi de birer mürşidi kamil olduğuna göre onlar ancak murakabe yapmışlardır. Ancak onlarında bidayette Rasulullaha rabıta yaptıkları varidtir. Bunun bariz örnekleri vardır. Hz. Ebu Bekir(r.a.) ve İbn-i Abbas(r.a.) gibi sahabeler ve tabiinden Üveysi Karani bunlardandır. Üveysi Karani (k.s.), Rasulullahı yıllar boyu görmeden hayal ederek yani; rabıta ederek yaşadı. Rasulullahın onun hakkındaki övgülerini duymayan yoktur sanırız.

RABITA NE ZAMAN ŞİRK OLUR ?
Bir kimse her türlü tasarrufu Allah’tan başkasından bilirse, veya tasarrufu kısmen de olsa rabıta ettiği şeyhinden bilir ve öyle itikat ederek onu ilahlaştırır, ona dua eder ve bazı işlerinin meydana gelmesinde şeyhini -haşa- Allah’a ortak tutarsa; “şeyhim şu, şu işleri yaptı.” veya; “şeyhim bana şunları verdi” der, bu konuda şeyhini vesile bilmeyip o işin yaratanı bilirse ve öyle inanırsa, işte o zaman o kimse, şirk ve küfür bataklığına düşmüş olur.
Ey Rabbimiz, bizi küfür ve şirkin her türlüsünden muhafaza eyle.
Âmîn yâ mucibetdeavât bihurmeti seyyidilmurselîn. (s.a.v.)



TASAVVUFÎ RABITA NEDİR?
Tasavvufi Rabıta; ruhunu ve nefsini her türlü kötülükten arındırmış Allah dostu kamil ve mükemmil bir zâtın gönül aynasına yansıtılan marifetullahı ve İlahi nurları, baş gözünü kapayarak gönül gözü ile gözler kapalı olarak seyretmek için kurulan manevi bağlantıya RABITA denir.
Rabıta demek, düşünce bağı demektir. Her insanın yaşam süreci içinde her an gönlü, aklı ve düşüncesi bir şeylere rabıtalıdır. Allah’ın Rasulü’ne (s.a.v.), Eshab-ı Kiramdan (Allah Onlardan razı olsun) bazıları;
-“Ey Allah’ın Rasulü bizim aklımıza bazen öyle kötü şeyler geliyor ki bunları size söylemekten haya ediyoruz. Bu durum hakkın da ne buyurursunuz?” diye sorduklarında, Allah’ın Rasulü onlara şu mealde cevap verir:
– “Aklınıza gelen kötü düşünceleri kötü bilmeniz imandandır.”
Bu da şu demek oluyor ki, Sahabelerin dahi akıllarına kötü düşünceler gelmektedir. O halde insanın gönlü bir havuz mesabesindedir. Ona her türlü düşünce akmaktadır. Peygamber aleyhisselam Efendimiz yukarıda geçen hadisi şerifte, kalbe gelen kötü şeyleri akıl gücü ile temyiz edip, kötü düşünceleri kötü bilmeyi imandan olduğunu bildirerek konuya açıklık getirmektedir. Her insanın rabıtası, ilminin seviyesi ile orantılıdır.
Kişinin aklı, inancı, sevdiği veya korktuğu şeyler her ne ise, bağlantısı, yani; rabıtası da onunla ilgilidir.
Peygamber(s.a.v.) Efendimiz alimler hakkında buyurdular ki:
-“Alim ölse bile diridir, cahil diri olsa bile ölüdür.”
-“İlim ibadetten üstündür.”
Peygamber (s.a.v) Efendimiz; (Zikrü’s-sàlihîne keffâretü’z-zünûb) (Deylemi)
-” Salihlerin anılması günahlara keffarettir. “diye buyurdu.
-” Peygamberleri anmak, hatırlamak ibadettir. (Deylemi)”
-” Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.” (Ebu Davud)
-” Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.” (Hâkim)
İmam Caferi Sadık (k.s.) hazretlerine; “Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.” hadisi şerifi sorulduğunda şöyle açıklamada bulunmuşlardır: “Bundan maksat, kendisine bakıldığında sana Allah’ı ve ahireti hatırlatan alimdir. Bunun tersi olan kimseye bakmak fitne ve sapıklıktır.”
“Kişi sevdiğini çok hatırlar” hadisi şerifince bir kimse, neyi çok seviyorsa veya nelerden aşırı korkuyorsa, onlara gönlünü daha çok rabtetmektedir. Veysel Karani (k.s.) hazretleri o yüksek mertebeye Rasulullahı çokca düşünerek yani rabıta ederek gelmiştir. Kişinin sevgilisine olan rabıtası onu, sevgilisinin hayalini daha çok düşünmeye ve onu gözünde daha da değerli kılmaya sevk edecektir. Allah’ı çok seven bir kimse de, O’nun sevdiği kimseler olan peygamberleri, evliyaları, Allah’ın emirlerini yapmayı, yasaklarından kaçınmayı rabıta edecektir. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i daha çok okuyup, buna göre yaşamını düzenleyecektir.

Rabıtanın ne durumda zararlı olacağı o kimsenin düştüğü düşünce durumuna bağlıdır. Eğer ki bir kimseye hased edilir veya kin beslenirse, bu haset ve kin o kimsenin gönlünde büyüyerek büyük bir düşmanlığa sebep olacaktır. İşte bu tür rabıtalar o kimseyi helake götürür. Allahın Rasulü şöyle haber verdiler:
-“Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hasette bir insandaki iyiliği yer yok eder.” (Buhari) Nihayet bu zararlı düşünceler, o kimseyi kötü eylem yapmaya sevk eder.
Başkalarının malının felaketine ve namusuna taarruz etmeye rabıtalanan kimse, onlara sahib olmak yolunda eyleme geçmek için fırsatlar kollayacaktır.
Sevgide aşırı gitmekte kişiyi helake götürür. Misal:
Tasavvuf yolunda şeyhini çok sevdiğini sanan nice kimseler, şeyhini övgüde haddi aşarak şeyhine: “Benim şeyhim peygamberdir, hatta onlardan da üstündür. “derler veya, haşa;” Allah benim şeyhimde tecelli etti, Ona tapıyorum artık.” diyerek şirke düştüğünde, sonsuz azaba mazhar kalırlar.



SORU: Bazı tarikatcılar; “Gavsımız elini üzerimizden çekse, bir saniye bile ayakta duramayız” gibi sözler ederler. Bu tür sözlerin doğruluğu nedir?

CEVAP: Bu tür sözleri sarf edenlerin bir çoğu şeyhlerinin vesile olduğunu, tasarrufatın hakikatte Allah’tan olduğunu bildikleri halde böyle sözler söyleyerek tasavvuf münkirlerinin yanlış değerlendirme yapmalarına sebep olmaktadırlar. Bunlar şeyhlerini övmekle ruhen yükseleceklerini sanan sofilerdir. Oysa ki ruhani yükseliş; İslam dinini doğru anlayıp öğrenmeye ve onun gereklerini ihlasla yapmaya bağlıdır.

İlahi feyzin gelmesinde gavs da, kutup da, şeyh de sadece vesiledir. Yüce Allah her şeyi bir sebebe bağlı olarak yaratmaktadır. Tarlayı sürüp ekmeden ve bakımını yapmadan kimseye bir şey vermediği gibi kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini de mürşidi kamiller vesilesi ile mümkün kılmaktadır. Allahu Teala bizleri, vesileleri inkar eden aklı kıt bu sapıklardan muhafaza kılsın.

Rabıta, Allah’ın rızasını kalbe raptetmek için yapılmalıdır.

Büyük Nakşibendi mürşidlerinin beyanına göre RABITA üç aşamada gerçekleşmesi mümkün görülmektedir.

1- Ölüm Rabıtası Yapmak: Kalbi Allah’ın razı olmadığı şeylerden temizlemek için “Lezzetleri kesen ölümü çok hatırlayınız” hadis-i şerifinin gereğince, kalbi muhabbetullaha hazırlamak aşamsıdır…

2- Mürşid Rabıtasıdır: Kalbi Huzur rabıtasına hazırlamak için bir aşamadır. Bu rabıtada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, rabıta yapılan kişinin amaç edinilmemesidir. O bir vesiledir. İnsana her fayda Allahu Teala’dandır. Ancak vesileyi de yok saymak gaflettir. Zira, Allah susuzluğu gidermek için suyu yaratmıştır. Birileri “Susuzluğu da gideren Allah’tır. Ben şimdi ne diye su içmeliyim?” deyip su içmekten vazgeçerse, Allah onu susuzluktan öldürür. Allah’ın feyz ve nurundan yararlanmak isteyen kimse de büyük velileri vesile etmedikçe manevi susuzluğunu gideremez.
Mürşid rabıtası her “Ben mürşidim” diyen kimseye değil, nefsi merziye makamına ermiş, farz ve sünnetleri tam uygulayan haramları ve mekruhları terk etmiş, mübahların bile bazılarını terk etmiş, müşahedesi Allahu Teala’nın zati nurlarına ermiş bir kimseye yapılır. Bu zamanda böyle bir mürşid, nerede ne kadar bulunur? Böylesi bir mürşid: “Onlar görüldüğünde Allah’ı hatırlatırlar” hadis-i şerifine uygun gelen kimselerdir. Böyle bir Allah dostu ermiş kişiyi Allah için sevenin kalbine Allah’ın nurları tecelli eder. Allahu Teala onun sebebiyle aşağı huyların sahibi talibin kalbindeki kötülükleri temizleyip ilahi nurların mazharı olacak bir ayna haline getirir. Güneşin ışığının doğrudan ulaşamadığı karanlık yere, ışığın aynalar vasıtası ile götürülmesi gibidir. Günümüzde radyo, televizyon ve cep telefonlarının görüntülerini aracılar vasıtası ile alması da buna bir örnektir. Ne zaman ki bu alıcılar vericilerden doğrudan alma gücüne sahip olurlarsa işte o zaman mürşidin aracılığı aradan çıkar. Burada ismi anılan aracılıktan kasdımız şudur; mürşid-i mükemmilin Allahın, Rasulune yansıttığı ilahi nurlarını müride yansıtmada aynalık görevi yapmasıdır.

Şeyh Ebû Turab (k.s.) hazretleri bir müride
-“Gel Bayezid-i Bistami’yi ziyarete gidelim” dediğinde, mürid O’na :
-“Ben gelmiyorum. Var sen git. Zira ben günde Allah’ın nurlarını 70 defa müşahede ediyorum” der.
Şeyh Ebu Turab ona:
-“Beyazid’i bir kez görmen, senin 70 kez müşahedenden daha hayırlıdır” deyince mürid ;
-“O halde hemen gidelim “der.
Her ikisi de yola çıkarlar ve yolda Bayezid’le karşılaşırlar. Mürid gerçekten Bayezid-i Bestami hazretlerinin bakışları karşısında bir haykırış kopararak vefat eder. Şeyh Ebu Turab Bayezid’e
-“Ne yaptın adamı öldürdün” der. O şöyle cevap verir:

-” O mürid daha önce kendi gözünden İlahi isimlerin nurlarının zıllarını(Yani nurların gölgelerini) görüyordu. Bizi görünce Zat-ı İlahinin nurlarının bizim yüzümüzde yansıdığını görünce O, buna dayanmayarak vefat etti.”


Sahabe efendilerimizin neden sair velilerden daha üstün olduğu hususunu buradan anlamış bulunuyoruz.. Çünki onlar İlahi nurları Rasulullah’ın tertemiz gönül aynasından yüzüne yansıtılan nurları seyrettikleri için , onların müşahedeleri ve imanlarının yakinleri başkalarınınkinden daha üstün olmuştu.

Şu da biline ki bir kimse mürşit de olsa, zamanın ğavsül azamı da olsa, Muhammed alehisselamın aracılığı olmadan Allahu Teala’dan feyz alamaz. Yani bir kimse Muhammed aleyhisselama tabii olmadıkça asla yol alamaz. Çünkü bu husus Kur’an’ın;”Allaha ve Rasulüne tabi olunuz” mealindeki ayetiyle belirtilmektedir.
Allahu Teala vesile hakkında buyuruyor ki, mealen:
-”Ey inananlar, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide-35)
Saadeti Ebediye ilmihali’nde bu ayeti kerimenin açıklaması şöyledir:
“Etkisi kesin olan sebeplere yapışmak farzdır. Mesela, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için, dine uymak ve dua etmek emrolundu. Diğer sebepler ve tesirleri açıkça bildirilmediği için, bunlara uymak sünnet oldu.

Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından ve ilaçlardan şifa beklemek ve dertlerden, belalardan kurtulmak için bunları vesile yapmak sünnet oldu. Mezhepsizler, bu sünnete şirk, küfür diyerek, âyet-i kerimeye zıt konuşuyorlar. Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ, istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir.

Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem’i ana-babasız yaratmış; fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana-babayı vesile kılmıştır. Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana-babasız yaratabilirdi. Fakat ana-babayı vesile kılmıştır. Onun âdeti böyledir. “

Mürşid rabıtasının faydalarına gelince; bir kimse çok güzel bir tatil yerini hayal etse, bir şekilde orada yaşamışcasına rahatlar. Aynı kişi cezaevini tefekkür etse veya çok sıkıntılı bir yeri tahayyül etse o vakitte ruhen o sıkıntının içerisine girmişcesine bunalmaya başlar. Bir kimse aç olduğu zaman çok sevdiği yemekleri düşününce karnı doymaz, ancak iştahı artar. Mürşid rabıtası yapmakla ibadet yapma sorumluluğundan kurtulunmaz, ancak ibadet yapma şevkinin artmasına sebep olur.

3- Huzur Rabıtası: Allahu Teala’nın “Her nerede olursanız olun, Allah daima sizinledir.” beyanaı ile Allah’ın Rasulü Muhammed aleyhisselamın “Her nerde olursan ol, amellerin en faziletlisinin seninle beraber olduğunu bilmendir.” beyanına göre kişinin rabıtası yani gönül bağı, kusursuz bir muhabbetle kalbinin Allah sevgisi ile dolması ve Allahu Tealayı kalbinde daimi olarak hatırlaması için bu seviyeye gelmesidir. Diğer iki rabıtadan maksatta bu rabıtayı elde etmektir. Eğer ki neden ilk başta bu rabıta tavsiye edilmiyor denilirse, buna verilecek cevab şudur; Bidayette yani işin başında bulunan mürid aşağılık sıfatlarla dolu olduğu için istensede bu rabıtaya yatkınlık gösteremez. Bir işin çırağını ele alırsak, çırak başlangıçta ne kadar yetenekli olursa olsun, o yapacağı iş hususunda oldukça beceriksizdir. Dolaysı ile eline verilen çok kıymetli bir elmastan bir süs eşyası yapması ne kadar mümkündür? Hatta bu çırağın o ham maddeyi telef etme durumuda söz konusu olabilir.

Kısacası şu iyi bilinmeli ki, insanın kurtuluşunun sebebi olan, daimi zikir hali olan huzur rabıtasına ölüm ve mürşid rabıtaları, sporda ısındırma hareketleri gibidir ki amaç değil, Allah’ı daimi zikir olan Huzur Rabıtasına ermek için araçtır. Allahu Teala “Elâ bizikrillahi tetmeinnil kulûb.” ayeti ile kalblerin ancak ve ancak Allahu Teala’yı çok hatırlaması ile tatmin olacağını ve huzura ereceğini beyan etmiştir.

Her rabıta masum değil, her yapılan rabıtada şirk değildir. Eğer bir kimsenin amacı Allah İçin, Allah’ı sevenleri Allah için sevmek ise, Rasullullah(s.a.v.) efendimizin;
– “Hubbi fillah buğdi fillah” hadis-i şeriflerinin manasını anlamış demektir.
Bir nasipsiz bu yapılanlara şirk, bunu yapanlara da müşrik diyorsa, Rasulullah’ın;
– “La ilahe illlallah ehlini tekfir etmeyiniz, aksi durumda tekfir edilen kimsede o sıfat yoksa, tekfir eden kise kafir olur. “ mealindeki hadis-i şeriflerine bilerek veya bilmeyerek muhalefet etmiş demektir.

Allahın Rasulü (s.a.v.)
–“Bir kimse beni yaratılanlar içinde herkesten daha fazla sevmedikçe imanı kemale ermemiştir” diye buyurduklarında, Hazreti Ömer (r.a.);
– “Ya Rasulullah ben seni kendim hariç evladımdan ve malımdan daha çok seviyorum “dedi.
Bunun üzerine Allahın Rasulü;
-“ Olmadı ya Ömer, imanın henüz kemale ermedi. Zira bir kimse beni kendisinden de daha fazla sevmedikçe imanı kemale ermemiştir.” diye buyurdu.
Bunu üzerine Ömer (r.a.) hazretleri;
“ Seni kendi nefsimden de daha fazla sevdim ya Rasulullah” deyince, Allahın Rasulü;
– “Şimdi imanın kemale erdi ey Ömer” dedi.

Bu hadis-i Şerif sahih bir hadistir. Gerçi Allahu Tealaya sonsuz hamdü senalar olsun Ehli Sünnet Alimlerinin hiç birisi kitablarına uyduruk hadisleri yazmadıkları bir gerçektir. Bu sarsılmaz inancı bozmaya hiç bir dalalet ehlinin gücü yetmemiştir ve Allah’ın inayeti ilede yetmeyecektir de…

Konumuza gelelim. Bu hadisi şerifte ” çoluğunuzu çocuğunuzu sevmeyeceksiniz” denilmiyor. ” Onlardan daha fazla sevmedikçe “ deniliyor. İşte imani konuda bu mü’minler için bir ölçüdür.

Rabıtanın, yani gönül bağının bir çok çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını:

1- Paraya, mala mülke yapılan rabıta: Bu tür rabıtayı yapan insanlar amaçları çok para kazanmak olup dünyada çok lüks ve rahat yaşamaktır. Bunlardan bir kısmı hayallerine erdikleri gün hiç de huzurlu ve rahat olamazlar. Bulundukları konumu korumak için bir ömür boyu huzursuz kalırlar.

2- Sevgiliye yapılan rabıta: Bu tür rabıta çoğunlukla gençlikte yapılır. Erkek veya kadının yaptığı bu rabıta, ya evlilikle sonlanır veya hüsranla devam eder veya biter. Devam edenlerinki, “Ah işte onunla evlenseydim bir ömür boyu mutlu olurdum.” derler. Bunun boş bir hayalden ibaret olduğu, diğer kavuşan aşıklardan bellidir.

3- Çocuklara yapılan rabıta: Bu da çocukların büyümesi ile sonlanır. Ya hüzünle biter veya fani bir mutlulukla sonlanır. Çocuklar kişinin umduğu gibi olamazlarsa, bu rabıta hüsranla biter. Umulan gibi veya daha da ötesi bir durum olursa, kendisini ölümün bozacağı fani bir mutluluğu yakalamış olur.

4- Her türlü oyun, eğlence, iş ve çalışmaya olan rabıtadır: Bunlar meşru sınırlar içinde kaldığı süre içerisinde sıcak havada yolculuk yapanların su kenarındaki gölgeliklerde biraz serinlemesi gibidir ki, işi fazla uzatırlarsa o durumda, esas varılacak olan yerden mahrum kalmak gibi bir tehlike söz konusu olur.

5- Kötü alışkanlıklara olan rabıta: Bunlar içki, kumar, her türlü meşru olmayan yollar ile mutlu olduğunu sananlardır. Bu kimseler elindeki zehiri içerken keyiflenerek ölen ve sonsuz karanlığa yavaş yavaş gömülenlerdir. Bunların kefaretleri; kötülüğün yerini iyliklerle doldurmadıkları sürece asla bu fena alışkanlıklarını yenemezler. Çivi çiviyi söker. Nitekim Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerim’de mealen” Muhakkak iyilikler kötülükleri siler.” diye beyan etmektedir. Kişi elindeki fırsat bardağını iyiliklerle doldurmazsa, onu rüzgarın sürüklediği çer çöp kısa zamanda dolduruverir.

6- İbadette rabıta: Bu kendi içinde ikiye ayrılır. Allah’ın rızasına rabıta etmek (kalbi bağlamak) ve Allah’ın yolundan sapıldığı halde ibadet ettiğini sanarak şeytana rabıta etmektir.
SORU: Şeyhlerin resimlerine rabıta caiz midir..?
CEVAP: Şeyhini zahirde hiç görmemiş birisinin onun suretini tanımak babından sadece remine bakması caizdir fakat ona rabıta yapması asla caiz değildir.
 
Geri
Üst