Rekabet Hukuku

M

Misafir

Forum Okuru
Rekabet Hukuku
REKABET HUKUKU

Rekabet Hukuku’nun başlangıcı, Amerika Birleşik Devletleri’nde Schermann Act’ın yürürlüğe girdiği 1890 yılıdır. Her türlü iktisadi faaliyetin itici gücü olan rekabetin ve her türlü beşeri faaliyetin düzenleyicisi olan hukukun insanlık tarihinde ne kadar eski olduğu dikkate alındığında, Rekabet Hukuku’nun ve onun uygulayıcısı olan Rekabet Otoriteleri’nin ne kadar yeni ve modern çağın ürünü oldukları açıkça görülecektir.
1890 yılındaki bu ilk kanundan sonra Avrupa’da rekabet hukukunun filizlenmesi İkinci Dünya Savaşı ertesinde Almanya’da gerçekleşmiştir. Bunu sırasıyla Japon Kartel Kanunu ve Avrupa Topluluğu rekabet kuralları takip etmiştir.
Liberal iktisadi sistemin sınırları 1980’li yıllardan itibaren daha da genişlemeye başlamış ve bu gün globalleşme olarak adlandırdığımız sisteme ulaşılmıştır. Global çağda, firmaların ulusal kimlikleri giderek önem kaybetmiş, bunun yerine uluslararası standartlarda mal ve hizmet üretmek ve uluslararası kurallar dahilinde davranmak önem kazanmaya başlamıştır. Günümüz rekabet otoritelerinin oynadıkları rol, global çağın trafiğinin adil bir biçimde akışını sağlamak ve yarışalabilir bir zeminin oluşmasını sağlamaktır.
Bir ülkede rekabet otoritesinin varlığı o ekonominin kendi kendine oluşturabileceği varsayılan serbest rekabet ortamının; piyasa dinamiklerini dışarıda bırakarak kamu otoritesi eli ile yaratılacağı düşüncesini çağrıştırabilir. Ancak bu çağrışımın piyasa dinamiklerinin içsel dinamiğine kamu müdahalesi olacağı iması doğru değildir. Tüm iktisadi çevreler tarafından mutabık kalınması gereken ilke, daha etkin ve daha serbest piyasaların ancak daha çok kuralla olanaklı olduğu ilkesidir. Tıpkı toplumsal özgürlüklerin yasalarla güvence altına alındığı gibi, ekonomik özgürlüklerin ve etkin rekabetçi ekonominin güvenceye alıması için de Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve geniş anlamda rekabet hukukuna ihtiyaç vardır.
Türk Rekabet Hukuku Avrupa Birli
Türk Rekabet Hukuku Avrupa Birliği Rekabet Hukuku ile önemli ölçüde paralellik göstermektedir. Gerek dünya ekonomisi ile bütünleşmede Avrupa Birliği’nin Türkiye için önemli bir eşiği temsil etmesi; gerekse Avrupa Birliği Rekabet Hukuku’nun Türkiye’de uygulanabilir bir rekabet hukuku için uygun bir örnek olarak değerlendirilmesi sonucunda 1994 yılında 4054 Sayılı Kanun kabul edilmiştir.
Türkiye’deki rekabet hukuku uygulamalarının yasal temelini oluşturduğunu gözönüne alarak Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku’nun kaynaklarına değinmek gerekmektedir. Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku’nun kaynağı Roma Anlaşması’nın 85., 86., 90 ve 92 maddeleridir. Sözkonusu maddeler sırasıyla; anlaşma, uyumlu eylem ve kararlara; hakim durumun kötüye kullanılmasına; iktisadi amaçlı tekellere ve devlet yardımlarına ilişkindir. Bunların yanı sıra Avrupa Topluluğu Adalet Divanı ve Bidayet Mahkemesi Kararları da Rekabet Hukukunun kaynakları arasında önemli yere sahiptir.
Türk Rekabet Hukuku’nun oluşumunda Roma Anlaşması’nın 92. maddesinde ele alınan “belirli işletmeleri veya belirli ürünlerin üretimini desteklemek suretiyle rekabeti bozan veya bozma tehtidi içeren” devlet yardımları ile ilgili düzenleme dışarıda bırakılmıştır.

4054 say1Ŭ1ĠRekabetin Korunmas1ĠHakk1Ůdaki Kanun, 7 Aral1ū 1994 tarihinde TBMM
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun, 7 Aralık 1994 tarihinde TBMM’nde görüşülerek kabul edilmiş ve 13 Aralık 1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın yürürlüğe girdiği 13 Aralık 1994 tarihinden itibaren, yaklaşık 27 ay süren bir beklemeden sonra, 27 Şubat 1997 tarihinde 11 kişiden oluşan Rekabet Kurulu atanmış ve 5 Mart 1988 tarihinde göreve başlamıştır. Kurul 8 ay içinde Rekabet Kurumu Teşkilatını oluşturmuştur.


AVRUPA TOPLULUĞU REKABET HUKUKU'NUN ESASLARI


Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku'nun esasları, kurucu Roma Antlaşması'nın hazırlanmasına ilişkin 1956 yılındaki Messine çalışmaları sırasında gündeme geldi. Kurucu Antlaşma'nın hazırlıyıcıları Avrupa'nın hür teşebbüs ve serbest piyasa ekonomisi üzerine kurulmasını düşünüyorlardı. Bu bağlamda da, Topluluğun rekabet politikasının teşebbüs hürriyetini güvence altına alan kurallar manzumesi ile oluşturulması gerekliliği tartışılmaz olguların başında geliyordu.

Teşebbüs hürriyetinin güvence altına alınmasındaki siyasi yaklaşımların ötesinde en önemli koşulun antitröst kavramıyla geliştirilebileceği düşünülüyordu. O dönemde görünen en ciddi birikim 1889 yılından kalan bir Kanada yasası ve 1890 yılına ilişkin A.B.D'deki Sherman Act olarak kabul edilmekteydi. Ancak Sherman Act, oldukça popülist (bugün ki anlamıyla sosyal demokrat) bir yaklaşım ile tasarlanmıştı; hatta sonradan görülecektir ki, 1970 yılına kadar Amerikan antitröst kuralları daima Demokrat Partinin yönetiminde geliştirilmiştir.

Messine çalışma grubunda Topluluk rekabet politikasına ilişkin tezler tartışılırken, diğer ilginç bir olgu da o dönemde İngiltere'de iktidarda olan İşçi Partisi'nin Avrupa'nın oldukça liberal bir bakış açısı ile kurulmaya çalışıldığını ileri sürerek çalışma grubunu terk etmesidir. Böylelikle bir yanda esinlenilmesi düşünülen bir hayli sosyal söylemi olan Sherman Act ve öte yanda Avrupa'nın daha liberal bir yapılanma ihtiyacı, Topluluk rekabet kurallarının tartışma odağını oluşturmaktaydı. Nitekim Kurucu Antlaşma'nın tasarlayıcıları "Amerikan rekabet hukukunun kaygılarını taşımamış ve Avrupa'ya özgün ve Avrupa'nın ihtiyaçları doğrultusunda bir sistemi ortaya koymuşlardır".(1) İşte bu nokta da rekabet hukukuna ilişkin üç sistem yaklaşımından söz etmek mükündür: Harvard ve Chicago Öğretileri ve bunların arasında kalan Brüksel Öğretisi.

Topluluk rekabet sistemine yön veren Brüksel Öğretisi'nin diğer yaklaşımlar ile karşılaştırıldığında üç temel özelliği içerdiği görülmektedir.

Birinci özellik, Topluluk Rekabet Hukuku'nun siyasi bir yaklaşıma dayandırılmasıdır. Nitekim Topluluk Rekabet Hukuku, Üye Devletler'e kısmi bir egemenlik devrini zorunlu kılmaktadır. Buradaki temel amaç, tek bir pazarın tesis edilmesine yardımcı olmaktır. İşte bu noktada Amerikan Rekabet Hukuku ile Topluluk hukukunun temel farklılığı ortaya çıkmaktadır: "Toplulukta temel kaygının tek pazarı entegrasyon marifetiyle kurmak ve bu anlamda da sermayeye daha rahat hareket serbestisi sağlamak amacıyla eksik rekabetin önlenmesi olduğu gözlemlenirken; Amerikan hukukunda federal ekonomik alanlarda zaten 19. yy sonlarından itibaren varolan kartellerin ve büyük tröstlerin monopolistik eğilimleri ile mücadele etmenin temel kaygıyı oluşturduğu gözlemlenmektedir".(2)

İkinci özellik, yaklaşımlardaki makro ekonomik unsurların rekabet unsurları ile birlikte düşünülmesidir. Topluluk Rekabet Hukuku, sadece eksik rekabeti önlemeyi temel hedef olarak benimsememektedir. Bu açılımının yanı sıra, rekabet politikalarına yön verilirken ekonomik gerçekler ve Avrupa'nın temel ihtiyaçları gözönünde bulundurulmakdır. Bu bağlamda da özellikle rekabet piyasalarının istihdam yaratıcı, büyümeye destek olan ve sosyal refahı arttırıcı unsurlar ile bezenmesine azami dikkat edilmektedir. Böylelikle alınan kararlarda salt hukuk yaklaşımlarının ötesinde bir dizi esnekliklere de imkan tanınmaktadır.

Üçüncü ve son özellik ise Topluluk Rekabet Hukuku'nun ahlaki ve sosyal değerlere büyük önem vermesidir. Üye Devletler, rekabet hukuku alanında milli egemenlik haklarını uluslarüstü mercilere devrederken, karşılığında tüketicinin yararı ve onun korunması üzerine, pazardaki tüm ekonomik aktörlerin eşit şartlarda rekabete girmeleri üzerine ve KOBİ'lerin büyük işletmelerin yanı sıra ekonomik hayatta rol almalarını sağlayıcı tedbirler üzerine ciddi güvenceler almaktalardır. İşte bu noktada da Amerikan ve Topluluk rekabet hukukları arasında çok temel bir ayrıcalığa işaret etmek mümkündür. Özellikle yatay ve dikey anlaşmalarda Amerikan rekabet mercileri çok katı tedbirler alabilmektedir. Oradaki kaygı teşebbüsler arasındaki yoğunlaşmaların, işbirliklerinin monopol yaratıcı etkilerinin önlenmesi yönünde gelişirken; Topluluk bu bağlamda istihdam, sosyal refah ve Avrupa sanayi ve hizmet sektörlerinin uluslararası rekabet gücünü ve ekonomik ölçek sorununu ön planda tutmaktadır.

Sonuç olarak Topluluk Rekabet Hukuku'na hayat veren Brüksel Öğretisi; sadece ekonomik kaygıların güdüldüğü Chicago Öğretisi ya da sadece dengeli bir sosyal paylaşımın ve her ne pahasına olursa olsun ekonomik gücün çeşitli aktörler arasında dağılımını öngören Harvard Öğretisi arasında bir üçüncü ve özgün yaklaşım olarak Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku'nun temel esaslarını ortaya koymaktadır.

Bütün bu doktrin tartışmaları ve siyasi hedeflerin neticesinde 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan, Tek Senet ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması ile değişikliğe uğratılan kurucu Roma Antlaşması'nın başlıca hedefi; Üye Devletler arasında ekonomik birliğin tesisinin ortak pazar marifetiyle gerçekleştirilmesidir. Bu hedefin başarısı ise Topluluk Rekabet Hukuku'na bağlıdır. Bu bakımdan Birlik Antlaşması içerisinde vazedilen rekabet politikasına ilişkin hususların öncelikle bilinmesi gerekmektedir.

Nitekim, Birlik Antlaşması'nın 2. Maddesi;

"Topluluk, ortak bir pazarın, ekonomik ve parasal bir birliğin kurulması ve 3 ve 3 A maddelerinde yer verilen ortak politikaların ve faaliyetlerin yürürlüğe konulması yolu ile Topluluğun bütünü içinde ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli kalkınmanın, çevreye saygılı, sürekli ve enflasyonist olmayan bir büyümenin, ekonomik performansların yüksek derecede bütünlüğünün, yüksek seviyeli bir istihdam ve sosyal korumanın, yaşam seviyesinin, Üye Devletler arasında ekonomik ve sosyal bütünlükle dayanışmanın iyileştirilmesi görevine sahiptir".(3)

Birlik Antlaşması'nın 3. maddesi ise, Topluluğun iktisadi bütünleşmeye ilişkin görevlerini belirlemektedir. Sözkonusu 3 (g) maddesi "iç pazar dahilinde rekabetin bozulmamasını sağlayacak bir rejim" ifadesi ile rekabet politikasının Topluluğun ana görevleri arasında yeraldığının en açık kanıtıdır. Ayrıca, Birlik Antlaşması'nın 3 (l) maddesi Kurucu Antlaşma'ya bir yeniliği ilave etmiş ve Topluluğun asıl görevleri arasında Topluluk sanayinin rekabet gücünü arttırılması görevinin de Topluluk tarafından üstlenilmesi gerekliliğine işaret etmiştir. İlgili paragrafın eklenmesinin sonuçlarını gelecekte Topluluk Rekabet Hukuku üzerinde görmek mümkün olabilecektir.

Öte yandan daha yetmişli yılların başında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD), Continental Can Kararı'nda (4) ; Birlik Antlaşması'nın 3 (g) maddesine tekabül eden, Kurucu Antlaşma'nın 3 (f) maddesinin Roma Antlaşması'nın diğer maddelerinin anlam kazanabilmesi için temel bir zorunluluk olduğunu belirtilmiştir.

Ayrıca Komisyon, XXI. Genel Raporu'nda (1992) rekabet politikasının Tek Pazar'ın temel unsurlarından biri olduğuna işaret etmiştir.

Yukarıda belirtilen hususların ışığında, Topluluk Rekabet Hukuku'nun esas itibariyle üç temel hedefi mevcuttur:

o Birinci temel hedef, işletmeler arasında rekabeti bozucu ya da kısıtlayıcı ticari engeller geliştirilmesinin, hakim durumun kötüye kullanılmasının ve rekabeti sınırlayıcı ya da bozucu devlet yardımlarının önlenmesidir.
o İkinci temel hedef, etkin bir rekabetin tesis edilerek, Tek Pazar'ın kurulmasını sağlamaktır.
o Üçüncü temel hedef ise, ticari etkinliğin, gelişmenin ve tüketicinin yararına doğru hareket eden bir fiyat rekabetinin sağlanmasıdır.
 
Geri
Üst