yalnızlaşan kadın

PeLiNiM

Yeni Üye
Üye
yalnızlaşan kadın
Büyük kalabalıklar içinde yalnız kalan kadınlarımız...Kendini yalnız hisseden,yalnız hissettirilen kadınlarımız...Her yönüyle kadınların yalnızlığı....:hayal:



Hepimiz her gün çeşitli kararlar alıyoruz. Bazı kararlarımız öyle eften püften günlük kararlar olsa da, bazı kararlarımız vardır ki, bizim için hayatı önem taşırlar. Hatta, birçoğumuzun hayatında öyle bir zaman gelmiştir ki, bedeli çok fazlasıyla ağır olan bir karar vermek durumunda kalmışızdır. Yanlış anlamayın, bu bedel tabii ki maddi bir bedel değil, tam aksine manevi bir bedeldir. Vermiş olduğumuz kararın ya da kararların doğrultusunda, bazen farkında ve bazen de farkında olmadan bir anda yalnızlaşmaya ve yalnız kalmayı yasam felsefesi haline getirebiliyoruz.
Tabii, bir zamanlar çok aktif, faal, ve yoğun bir insan konumundayken, bir anda vermiş olduğumuz karar ya da kararlar doğrultusunda hayatımızda bazı hatta birçok değişiklikler oluyor. Gerçi günlük rutin hayatımızda herhangi bir değişiklik olmuyor. Asil değişiklik büyük çerçevede oluyor ve ilk başlarda fark edilmiyor. Zamanla, yaşadığımız olaylarla bağlantılı olarak bu değişiklikleri görebiliyoruz. Bu değişikliklerden bazıları ise şöyle sıralanabilir
(1) asosyal bir kişi haline dönüşmek,
(2) aradığı mutluluğu bulamamak,
(3) zamanla depresif bir psikoloji içinde bulunarak hiç bir şeyden zevk almamak,
ve
(4) kendimizi her şeyden yavaş yavaş soyutlayarak izole bir yasam sürmeye başlamak.

Peki ama neden? Niçin böyle bir yaşantıyı tercih ediyoruz? Akımızdan zorumuz filan mi var? Hayır! Bu soruların iki cevabi var: başarmak ve kendini korumak.

Başarının Peşinden Gitmek Nelere Mal Oluyor?

Okul çağlarındayken, ailelerimizin bizim adımıza karar verdikleri dönemlerde, ailelerimizin bizim için kurduğu en büyük hayallerden bir tanesi bizlerin okuyup adam olmamız ve bileğimize altın bileziğimizi takmamızdı; kısacası bir şekilde kariyer sahibi olmamızdı. Kimimiz, onlara göre, doktor, avukat ya da mühendis olacaktık hatta özellikle öğretmen olacaktık çünkü "kızlara öğretmenlik çok yakışıyor" gibi bir felsefeye sahiptiler. Diğer bir hayalleri ise mutlu bir evlilik yapmamız ve onları torun torbaya karıştırmamızdı. Tabii bütün bunların herkes için ne denli gerçekleştiği ise tartışma konusudur.

Lise bittikten sonra, çoğumuzun amacı istediğimiz bir üniversiteye girmek ve geleceğimizle ilgili ilk adimi atmaktır. Tabii, bu yıllarda yaşımız küçük olduğundan dolayı, her şey toz pembe ve hayatın bir çok gerçeklerinin farkında olmuyoruz. Bu dönemde hayatımızın büyük bir kısmı okula gitmek, arkadaş edinmek, gezip tozmak, eğlenmek, sınavlara çalışmak ve varsa sevgilimizle vakit geçirmekten ibarettir. Bu arada, kimimiz üniversiteyi 4 yılda bitirirken, bazılarımız üniversiteyi yarıda bırakıp kendini keşfetmeye çıkar yada kendince o zaman doğru olan kararları verip hayatının dönum noktasını yaşayarak farklı bir hayat yolu seçer. Ancak, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, üniversite bitirmenin ne kadar önemli olduğu iste o kesifte olduğumuz "ara" yıllarda dank eder. İşte bu aşamada, birebir hayatın gerçekleriyle kişisel anlamda yüzleşiriz ve kimimiz için geriye dönüş olmadığını düşündüysek, aslında geriye dönüş her zaman için vardir.

Üniversite bitiminde, bazılarımız doğrudan çalışma hayatına atılır ve bazılarımızda is dünyasında daha iyi bir mevkiye gelebilmek için yüksek öğrenime devam edip master ya da doktoramızı yaparız. Bu aşamada çok önemli bir noktaya değinmek gerek: üniversite yıllarında ortaya çıkmayan hayatın bir gerçeği, mezun olduktan sonra su yüzüne çıkıyor "bu piyasada ya da iste kalmak istiyorsan başarılı olmak zorundasın". Tabii bu başarıyı elde etmek için de ağır bir bedel ödemek gerekiyor.

Başarıyı yakalama, alanında en iyisi olma, alanında aranan spot kişi olma isteği ve kararı bir çoğumuz için manevi anlamda çok pahalıya mal olabiliyor. Bazılarımız kişisel işgüzarlıklarımız ile yanlış arkadaş secimi yüzünden, üniversiteyi bırakma noktasına çok kez gelmişizdir. Hatta, eminim ki "ben bu okulu bırakacağım, yapamıyorum" diye zaman zaman bu tarzda sitemlerimiz olmuştur.
Mesela ben bıraktım. Hem de 3 defa ve uzun seneler sonrasında ıvır zıvır isler yaparak bu isin olmayacağını ve asla bir baltaya sap olamayacağımı anladım ve 6 sene gibi bir ara verdikten sonra üniversiteye geri dönme kararı verdim. Üniversite bitti, arkasından yüksek lisansımı da tamamladım (24 ay yerine 13 ayda). Buda kesmedi. Altı sene öncesinde bir gram hırs yokken, inanılmaz bir hırsla, doktora eğitimime başladım ve neredeyse bitmek üzere. Ha, tabii bu arada da uzun bir zaman sonra, vermiş olduğum karar, tabii kendimce, son derece güzeldi: ben kariyer sahibi olacaktım ve hala olma yolundayım, hele su doktorayı bir bitireyim. Ancak, ne var ki verilen bu karar için ödediğim bedel çok ama çok ağır, bu bedellerden bahsedeceğim.

Hadi benim gözüm kara ben deliyim, bunu sorgusuz sualsiz kabul ettim. Sonuçta annem ve kendim dışında kimsem olmadığı için (es ve çocuk gibi) - dahası kimseye şimdilik yer olmadığından dolayı kendimi kariyerime vurdum. Kabul ediyorum, ben hiç de normal değilim!! Ama size farklı bir senaryo sunmak istiyorum, ki bu genelde çok tanıdık ve bilindik bir senaryodur ve eminim hepimizin hayatında böyle tanıdığımız birileri mutlaka vardır. Bu arada anlatacağım senaryo bir arkadaşımın hikayesi ve anlatmama izin verildiği için de teşekkür ediyorum.

Simdi, bir kadın düşünün. Üniversite mezunu. Ancak çalışmak yerine evlenip aile kurmayı tercih ediyor. Evlendikten sonra çoluk çocuk oluyor ve en az 5 yıl evli kalıyor. Sonra bazı şeyler çok ters gitmeye başlıyor. Kadın çalışmak istiyor ancak esi engelliyor ve "sen ne bilirsin çalışmak hakkında, sen asla başaramazsın, otur oturduğun yerde" gibi onur kırıcı, küçük düşürücü ve aşağılayan sözler havada uçuşmaya başlıyor ve doğal olarak, zamanla karı koca arasında tartışmalar ve sürtüşmeler başlıyor. Is büyüdükçe buyuyor ve ayrılık noktasına geliyorlar.
Sonuç? Aile dağılıyor, çocuğun velayeti anneye veriliyor, ve kadın çocuğuyla birlikte ya yeni bir hayata başlıyor, hatta ailesi kucak açtıysa da çocuğuyla birlikte ailesinin yanına donuyor. Bu esnada, aile ne kadar da desteğini eksik etmediyse de (tabii bu arada sırtını dönen aileler de var), kadın bir suru psikolojik sorunlar yasamaya başlıyor: yalnızlık, suçluluk, öfke, agresyon, yetersizlik, depresyon, izolasyon gibi. Ayrıldıktan bir zaman sonra, kadına "dank" ediyor ve eski esinin "asla başaramazsın" sözlerini gurur meselesi yapıyor. Yabancı bir firmada bir ise giriyor.
Ayni zamanda da yüksek lisansını yapmak için LES sınavına çalişiyor, sınavı geçiyor ve bir üniversiteye başvurduktan sonra kabul ediliyor. Bu arada, hırsını alamıyor ve yüksek lisanstan hemen sonra doktorasını da yapıyor. Bu arada ufak bir dipnot, su anda bu kadın, uluslar arası bir firmanın üst düzey yöneticilerinden bir tanesi. Başarıyi yakaladı, eski esinin sözlerinin hiçbir anlamı kalmadı, ve o, ne denli başarılı olduğu konusunda kendisini herkese ispatladı.
Peki, sonuç? Kişisel açıdan bilindik, tanindik, alanında aranan başarılı bir kadın olmanın dışında aslında sonuçlar çok da parlak değil: öncelikle kendisinden nefret eden ve kınayan bir kızı var ve çocuğunu ihmal ettiğinden dolayı kendisini kınayan bir ailesi var. Nedenlerine gelince, kadının gelmiş olduğu noktaya gelebilmesi için gecesini gündüzüne katarak çok fazla çalışmış. Bir yandan başaracağım diye çocuğunu ihmal etmiş, çocuğa sahip çıksınlar diye ailesine teslim etmiş, ve çocuğun sevgisini kazanabilmek için her şeyi satın almış, sırf çocuk mutlu olsun diye. Bunun dışında, bir zamanlar bu kadının canı kanı olan insanlar, ona zamanla sırtlarını çevirmiş çünkü kadın yoğunluğu nedeniyle hepsinden kopmuş ve sadece bir iki çalışma arkadaşı dışında çevresinde kimse kalmamış.

Simdi… is dünyasında başarılı olmak sanıyorum ki hepimizin isteği. Ben şahsen "salla başı al maaşı" felsefesini kınayanlardanım ama hepimiz biliyoruz ki çalıştığımız iş yerlerinde bu tarz düşünen arkadaşlarımız var ve başarıya odaklı kişiler bu arkadaşlarımızın gözüne acayip derecede batıyor. Batalım. Belki örnek olabiliriz, ama sanıyorum… Galiba bu benim ütopyam olarak kalacak ve asla gerçekleşmeyecek.

Başarıyı yakalamanın çok ama çok ağır bedelleri var. Bedellerinden bahsetmeden önce, başarıyı yakalamak neye dayalı? Yoğun bir çalışma temposu (uzun ve klasik 9-5 çalışma saatlerini asan saatler, sürekli is seyahatleri), çalıştığımız alanda kendimizi ispatlamak (devamlı bir şeyler üretmek, her şeye rağmen verimli olmak ve karşımıza çıkan engellerden dolayı yılmayarak yolumuza devam etmek), ve hedeflediğimiz başarı ile kariyerimizi rayına oturtmak için önümüze çıkan tüm engelleri ne pahasına olursa olsun yıkılmadan aşmak (arkadaşlarımıza rest çekmek, kendi kurallarımızla ilişkiler oluşturmak ve önceliklerimiz doğrultusunda hareket etmek). Peki, bu kadar özveri ve çok çalışmanın sonucu?
Kariyerinde son derece başarılı ama ilişkilerinde yalnız, işkolik, ve mutsuz bir kadın portresi çıkıyor karşımıza. Yanlış anlamayın. Çizilen tablo aslında o kadar da vahim değil o kadın için çünkü o hayatından kısmen de olsa memnun ve mutlu çünkü o başarılı. Tabii bu madalyonun görünen yüzü.
Sonuçta çizilen tabloda başarılı, aile desteği ve sevgisi olan, is yerinde sevilen ya da bulunduğu konum itibariyle kısmen sevilmeyen, anlaştığı ve sevdiği çalışma arkadaşları olan, bir suru başarılı bilindik projeye imzasını atmış olan, alanında aranılan birisi olmakla birlikte en ufak bir şey de danışılan kişi olmak ve başarılarından dolayı birçok kişi tarafından özenilen bir kadın tablosu çıkıyor ortaya.
Peki, ya madalyonun öteki yüzü? Öteki yüz aslında çok sevimsiz ve gerekmedikçe ortaya çıkartılmayan bir yüz çünkü bu yüzde özlem (is dünyasına girmeden evvelki arkadaş grubu ile takılmak, gezmek, paylaşmak), özenti (yoğun tempo nedeniyle hayatını paylaşacak bir eş, sevgilinin olmayışı, gerçi bu biraz kişisel tercihler nedeniyle oluşan bir duygu), mutsuzluk ( her şeye sahip olmak ama yine de hayatındaki eksikliklerden dolayı mutlu olamamak), yalnızlık (verilen kararlar nedeniyle bir başına kalmış olmak, kimseyle paylaşım yasayamamak), ara ara depresyon (bir çok konuda hissedilen aşırı duygusallık, devamlı ağlamak, hayattan zevk almamak), agresyon ve asabiyet (işine gelmeyen konularda ani çıkışlar yapıp fevri davranarak tepki vermek), ve izole bir yasam sürdürmek (sosyal hayat ve cevreden uzaklaşmak, çok fazla gerekmedikçe evden dışarıya çıkmamak).
Sonuç? Yalnızlaşmaya yüz tutmuş ve tempo devam ettiği sürece zamanla yalnız kalmaya aday bir kadın.

Yukarıdaki senaryolar aslında var olan yalnızlaşmanın çoklu senaryolardan sadece birkaç tanesi. Birde bahsedilmesi gereken ama ülkemizde hala tabu olan bir yalnızlaşma var. Cinsel şiddete maruz kalmış, tacize hatta tecavüze uğramış olan kadınlarımızdan bahsediyorum. Bu arada, gerek ülkemizde gerek dünyada, tur cinsel suçlara bir tek kadınlar maruz kalmıyor, ayni zamanda çocuklar ve daha düşük bir oranla da erkekler de cinsel suçlara birebir maruz kalabiliyorlar.
Bu suçlara maruz kalmış olan kişiler, kendilerine zarar veren ve zarar verebilecek insanlardan korumak için, yalnızlaşmayı tercih eden hatta bu tercihi zorunlu olarak yapan kişiler var. Peki, bu yalnızlaşma kararını alma nedenlerden bazıları nelerdir? Korku, utanç, stigma (toplumsal etiketlendirme), aileden ve cevreden dışlanma, durumu bilen başkaları tarafından yararlanılma veya kullanılma ve sosyal izolasyon. Öncelikle, herhangi bir cinsel suca maruz kalmış kişiler zor olan iki şey vardır:
(1) böyle bir olayın olduğunu kabullenmek ve (2) bu durumu güvendiği kişi yada kişiler dışında aile ile paylaşabilmek.

Konunun tabu olması nedeniyle, geleneksel Türk aile yapısında cinsellikle ilgili çok fazla şeyler konuşulmaz. Ailelerimizde konuşulabilecek olan konular ve asla bahsi geçmemesi gereken konular vardır. İşte, cinsel suçlar asla bahsedilmemesi gereken konulardan bir tanesidir.
Cinsel suçlardan dolayı benliği zedelenen ve yalnızlaşmayı tercih eden çok kişi var. Bunun nedenlerinden birkaçı ise şöyle sıralanabilir:
(1) kişi, ailesine sığınıp olan olayı anlattığında, ailesi, böyle bir olayın olduğunu (hele bir de bu sucu isleyen kişi aileden birisi ise) kabul etmediği gibi, halının altına itmeyi tercih etmektedir çünkü bu konunun gerçekleri ile yüzleşmek son derece acı vericidir ve aile düzenini bozacaktır - sonuçta ailesinden yana aradığı güven ve desteği bulamamıştır;
(2) kişi çok güvendiği bir arkadaşına anlattığında iki şey olabilir - eğer arkadaşı iyi niyetliyse, kişi aradığı desteği bulabilir; ancak, anlattığı arkadaşı art niyetliyse, o zaman o şahıs, maruz kalan kişiden bir şekilde faydalanmayı isteyebilir ve bu durumda, maruz kalan kişi ikinci bir defa yaşamış olduğu travmayı tekrardan yaşayabilir. Nitekim yaşanan sarsıntı nedeniyle depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, yeme düzensizlikleri ve uyku bozuklukları yaşayabilir, hatta intihar düşünceleri de hakim olabilir;
(3) bu tarz olaylar medya'ya yansıdığında, özellikle kişinin fotoğrafı ile adının baş harfleri verildiği takdirde, kişi, yasadığı mahallede hatta şehirde, okuduğu okulda ya da çalıştığı şirketteki diğer insanlar tarafından etiketleniyor - ki bu da kişinin hissettiği utanç duyguları, özgüven eksikliği ve yalnızlık duygularının artmasına neden oluyor ve
(4) maruz kalan kişi, zanlı tarafından çeşitli şekillerde tehdit edilmiş ise, kişi korku ile yasamaya ve kendisini hayattan soyutlayıp yalnızlaştırmaya başlar. Eğer, bu durumda bulunan bir kişi, bir şekilde bir yerden destek almaz ise, ciddi anlamda benlik kaybı, psikolojik sorunlar ve hayatta kalıp savaşma isteğini yitirebilirler.

Yalnızlaşan kadınlar, hatta yalnızlaşan herkes, bos yere yalnızlaşma kararını almazlar. Yalnızlaşma, ister başarıya ulaşmak için yada travmatik bir olayın sonrasında kendini korumak için kullanılan bir amaç olarak da görülse de, soncu olarak, yalnızlaşma kararı, daha evvelden yasamış olduğumuz ya da vermiş olduğumuz kararlar doğrultusunda bilinçli olarak yaptığımız bir davranıştır. Tabii, yalnızlaşma ile ne derece sağlıklı başettiğimiz ise de kişiliğimizle orantılıdır. Dışa donuk kişiliğe sahip olan insanlar daha çok problem odaklı bas etme yollarını seçeceklerdir ancak içe dönük kişiliğe sahip olan kişiler ise duygu odaklı bas etme yollarını tercih edeceklerdir.
Ha, bu arada da sunu unutmamak lazım: herkes, farklı kişiliklere ve farklı özelliklere sahip olduğu gibi, verdiği kararlar karşısında doğabilecek sonuçlarla da farklı bir şekilde bas edecektir. Sonuçta beş parmağın beşi bir olmadığı gibi, vermiş olduğumuz kararlar doğrultusunda, hepimizin ne şekilde etkileneceği de değişecektir.







 
çok küçük bi ilçede yasıyorum ve kalabalık içinde yalnızım çok yalnızım..Yalnızlaşan kadınlar, hatta yalnızlaşan herkes, bos yere yalnızlaşma kararını almazlar diyor metinde...çok dogru çokk
 
Geri
Üst