Yanlış Zaman Yolcuları..

  • Konbuyu başlatan Misafir
  • Başlangıç tarihi
M

Misafir

Forum Okuru
Yanlış Zaman Yolcuları..
saki çimen yanlış zaman yolcuları sevişme yanlış zaman yolcuları sevişme sahnesi
saki_cimen_murat_onur.jpg
Yanlış Zaman Yolcuları...

Yazarımız Gül Doğan sizler için Yanlış Zaman Yolcuları filminin başrol oyuncusu Murat Onur ve film müzisyenlerinden Saki Çimen'le keyifle okuyacağınız bir söyleşi yaptı...
Gül Doğan: Yanlış Zaman Yolcuları�nın yaratım süreci nasıl gelişti?
Murat Onur: İki yıl öncesine tesadüf ediyor her şey. Bir gün Aren bana ufacık bir hikaye anlattı. Olur dedim. Çekimler 23 gün sürdü. Ama 23 gün düzenli değildi. Biz aralarda mevsim dönüşlerini bekledik. Benim kilo alıp vermemi bekledik. Filmde Ada�da geçen sahnelerle şimdiki zaman sahneleri arasında 15 kiloluk bir fark var. Bunun için 23 gün olan çekimler, iki yıl sürdü. Genel olarak keyifliydi filmin yaratım süreci ama buruk şeyler de yaşadık. Mesela ben Ada�daki çekimlerde dedemi kaybettim ve cenazesine gidemedim çünkü çekimler devam ediyor. Ama hiç yüksünmedim bundan... Sanat biraz da bunu gerektiriyor. Çekimler sırasında da çok büyük terslikler de yaşadık tabi. Bir gün kamera bozuldu. Oteli terk etmemize 12 saat vardı ve kamera bozuldu. İstanbuldan yeni kamera istedik ve onun gelmesi yaklaşık 3-3,5 saat sürdü ve o 3,5 saat bizim bütün çekim planımızı sekteye uğrattı. 3,5 saat bekledik ve ertesi gün hiç uyumaksızın çekim yapmaya devam ettik. Mesela odadaki kavga sahnesi böyle çekilmiş bir sahneydi. Sesimiz çatlıyordu çünkü sesimiz çıkmıyordu artık. İnsanın başına 1 kere geliyor böyle şeyler. Sydney Pollack �Bir çekim sırasında yanlış gidecek her şey zaten yanlış gider. Ama özellikle yanlış gidemeyecek şeyler yanlış gider.� dermiş. Gerçekten de öyle oldu.
Bu senin ilk oyunculuk denemen ama aslında senaryo da yazıyorsun ve sinemayla ilişkin bundan daha eskiye dayanıyor. Bu ilişki nasıl başladı?
M.O.: Ben bir yandan da Bilgi Üniversitesi�nde sinema öğrencisiyim. Oraya da aslında senaryo nasıl yazılır öğrenmek için girdim. Mamafih zaman içinde senaryo yazdıkça senaryo yazmanın en büyük aşkım olmadığını gördüm. Çünkü yazarlık çok yalnız bir iş. Ama tabi yazarlığı hiçbir zaman bir kenara kaldırıp da atmış değilim. Sadece bir cebime de bunu koydum. Yoksa sadece senaristlik değil bir yandan yazarlık çalışmalarım da devam ediyor hala. Bitirmeye çalıştığım bir kitap, naçizane orada burada yayımlanan bir iki şiirim var. Aynı şekilde bi iki ufak hikayem var. Tabi yazmak büyük bir aşk, çünkü yazmak hayata dair hikayeler sahibi olmaktır. Hikayelere sahip olmak değil. Hayata dair hikayelerim var, onlara tercüman olmaya çalışıyorum.

Ama oyunculuk sürecek değil mi?
M.O.: İnsanlar beni işe aldığı sürece.

Peki, sadece sinema mı yoksa dizilerde oynamayı da düşünür müsün?
M.O.: Çok samimi söyleyeyim bu bir tercih meselesi çünkü dizi dediğin şey pat küt bir şeyleri yapmak demek. Oysa sinema hiç olmadığınız bir karakteri var etme çabasıdır ve bunları söylediğimde insanlar kızıyorlar ve biraz da ukala buluyorlar ama bence oyunculuk doğanı yansıtmak olmamalı. Oyunculuk akılda kalacak şeyi yapmak demek. Filmin amaçlarına hizmet ettiği sürece.
Belki daha çok erken ama, aklında başka projeler var mı?
M.O.: Şu aralar açıkçası erken gibi. Bilmiyorum, açığım ve boştayım aslına bakarsan ama şu aralar ama yorgunum da. Çok kısa vadede önümüzdeki 1-2 ay içinde bir şey yapmak istemiyorum. Biraz dinlenmek gerekebilir.
S.Ç.: Ama tabi her an yeni şeyler olabilir.
M.O.: Evet, sürprizlere açığım. Bir oyuncunun bir müzisyene göre en büyük avantajı, iş geldiğinde �eğer iyi bir senaryoysa- karakter zaten önünde oluyor. Size kalan tek iş o senaryoyu yönetmenin belirlediği kurallar içerisinde doğru şekilde üzerinize giymektir.

Yönetmenin belirlediği şekilde dedin. Yani sence bir filmdeki oyunculuk aslında biraz yönetmenin işidir; öyle mi?
M.O.: Evet, tam da bu noktada şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum; her film bir yönetmenin vizyonudur. Bir oyuncunun vizyonu değildir. Yönetmen ne istiyorsa o şekilde oynamalıdır oyuncu. Yani kapris yapan oyuncuyu anlamıyorum ben. Kendini bir filmden daha fazla önemseyen oyuncu bence kapris yapabilen oyuncudur. Bu da benim algım.
Peki Aren Perdeci�nin oyuncu yönetimi konusunda ne kadar başarılı olduğunu düşünüyorsun?
M.O.: Aren bizimle çok iyi çalıştı. Evet açıkçası film daha çok görüntüye endeksliydi ama çekimler öncesinde aylarca prova yaptık. 20 kadar farklı ses tonundan çalıştık. Hatta çalıştığımız her şeyin kaydı da olduğu için Aren o kayıtlardan istediği mimikleri belirtti.
Oyunculuk eğitimi almamana rağmen senaristlikle başlayıp oyunculuğa uzandın. Peki bir oyuncu olarak nerede durduğunu düşünüyorsun?
M.O.: Şimdi, ben oyuncuyum demeyeceğim ama bugün bu normlar içinde bu işi yapana oyuncu diyorlar. O normlar açısından bakıldığında oyunculuğun okulu da olmaz. Ama tiyatroculukla karıştırmayalım tiyatro oyunculuğu bambaşka bir şey. Onun okulu olmak zorunda ve ben de çok da imreniyorum o insanlara. Keşke yaşım tutsa da onların yanına girebilsem. Ama bu bambaşka bir hikaye. Ben elimdeki imkanlarla elimdekinin en iyisini yapmaya çalıştım. Şunu söyleyebilirim: oyunculuğun bence en önemli adımı, kamera karşısında ya da oyun sırasında acele etmemeyi öğrenebilmektir. Acele etmek her şeyi öldürür. Bunu yapabilmek için de bir süre sahneye çıkmış olmak gerekir ya da bir şekilde kamera karşısında bir süre geçirmiş olmak gerekir. Yani o yüzden elbette iş tecrübesi yani mesleki eğitim dediğimiz şey bence çok önemli. Okulun sizi hazırlayamayacağı şeyler var çünkü. Ayrıca Yanlış Zaman Yolcuları deneysel bir film, onu da söylemeliyim. Biz bir şey denedik oyunculuk adına. Ve plastik duracağını da bekliyorduk ki plastik durmasını da istedik. Zaten filmin kendisi sürreal bir dünyayı anlatıyor, bunu da bu şekilde destekleyecek oyuncu plastik oyuncudur. Yani biz hiçbir zaman insanlar Mahir�e inansın istemedik ki. Hatta Mahir�in nefret edilen bir karakter olmasını istedik. İnsanların Mahir�i antipatik bulmalarını, acınası bulmalarını istedik. Kendisiyle uyum sağlayamayan, kendi dünyasına ayak uyduramayan ve kendi dünyasının içinde var olmayan bir karakter. Çünkü eğer doğal oyunculuk sergileseydik işte o zaman bahsedilmeyecek bir şey olurdu. O zaman Mahir bu kadar akılda kalmazdı. Biz Mahir�e kızmalıyız, sevmeliyiz, Mahir�den nefret etmeliyiz ve bir anda Mahir�e bakıp bir saniye için ona acımalıyız. En azından yola çıkarken düşünce buydu.
Seni en çok zorlayan sahne hangisiydi?
M.O.: Genel olarak Adnan Tönel�le oynadığımız sahnelerde çok zorlandım. Adnan Abi usta bir oyuncu çünkü. Halbuki destek verdi çok ama, onun karşısına geçmek zordu.
Yanlış Zaman Yolcuları sürrealist bir film olmuş, evet. Ama yer yer gerçeklik kaygısı güdüldüğü hissediliyor. Bu yer yer güdülen gerçeklik kaygısının kurguyu aksattığını düşünüyor musun?
M.O.: Bu eleştiriyi aslında Aren�in cevaplaması gerekiyordu ama onun adına ben cevaplayacağım. Bana kalırsa bir ilk film parantezi içinden bakarsak; yapmaya çalıştığımız şeyi bire bir yapamamış olmamızdan daha doğal bir şey olamaz. Ama ben Aren�in gerçeğe çok bağlamaya çalıştığını düşünmüyorum. Film olduğu haliyle oldukça sürreal zaten. Belki o hissedilen şey, senaryonun ayaklarının yere basma çabasıdır.
Filmin kurgusu, filmin postmodern olduğunun altını kalınca çizmişti. Sana kalsaydı, bu senin tercihin olur muydu?
M.O.: Şimdi benim ben şu rollerde oynarım bunlarda oynamam böyle filmleri kabul ederim böylelerini etmem gibi bir lüksüm yok. Ama ben deneysel olmayı tercih ederim evet. Çünkü herkesin yaptığını yapmanın bana getireceği hiçbir şey yok. Deneysel olmayı tercih ederim ki bugüne kadar ne yaptıysam mümkün olduğunca deneysel olmasını sağlamaya çalıştım. Saki�yle kurduğumuz bir müzik grubu vardı mesela. O müzik grubunda da deneysel bir çabamız vardı mesela. Benim yazılarım da deneysellik üstüne, film de öyle olacak tabi. Burada Albrecht Durer örneği geliyor aklıma. Albrecht Durer inanılmaz bir ressam. Realizmin doruğudur. Ama realizm bir yere kadardır, sonra sanat gelişmeye devam etmiştir. Durer kendi çağında belki de kendi çağına çok uygun olmayan bir yaklaşım sergilemiştir. Ama sonuçta Albrecht Durer�dir. Bizse bugün Picasso�yu, Dali�yi konuşuruz. Bazen nefret ederiz, bazen kızarız, bazen yargılarız hatta sanat olmamakla suçlarız ama işin özünde eğer sanat bir şeyi kodlamaksa yapılan şey sanattır. Aksi taktirde seri üretimdir.
Peki hiç postmodernizmin misyonunu tamamladığını ve artık başka bir çağa geçilmesi gerektiğini düşünüyor musun?
M.O.: Bana kalırsa buna şöyle bakmak lazım, biz hala koskoca toplum içinde yalnız kalan bireyleri oynuyoruz. Demek ki postmodernite realitesini yitirmemiş daha. Demek ki postmodernitenin hala bize söylediği, anlattığı, verdiği bir şeyler var. Demek ki misyonunu tamamlamamış. Ne zaman ki insanlık bu akımdan kurtulur o zaman misyonunu tamamlamış olacak. Ama sanatta bir çağ kapanırken diğeri başlar ve bu açıdan bakarsak bu akımların bıçak gibi kesilmemesi çok doğaldır. Ben bunu gelişimin bir parçası olarak alıyorum. Belki de gerçekten son demlerini yaşıyoruzdur yaptığımız işin ama onu da zaman gösterecek.
Filme dair yapılan kötü eleştiriler hakkında ne düşünüyorsun?
M.O.: Aslında deneysel bir şeyler yapmanın getirisi biraz da kötü olacaktır tabi. Onun için �Ah ne kadar kötü karşılandık� demiyorum ben. Kötü eleştiriler var, evet doğru. Ama o da eleştirmenlerin görüşü.
Filmdeki sevişme sahneleri, cesur bir film olduğunu kanıtlama çabasının bir sonucu muydu?
M.O.: Bana kalırsa bu cesaretle alakalı bir şey değildi. Biz orada yazarın karar vermesi noktasında gerçekçi bir imgeye ihtiyaç duyduk. Ve bu gerçekçi imgenin hayatın en çapraşık şeyinde olması gerekiyordu. Seks tam da böyle bir arka plan bizim için. Filmdeki sevişme sahnesinin ne çok özel bir anlamı var, ne de başka bir anlam yüklenmeli bence. Çünkü orada özellikle bir şey anlatmak istiyoruz.
Mahir karakteri sence iyi bir yazar mı?
M.O.: Hayır, bana kalırsa berbat bir yazar. Bizim hiçbir zaman Mahir�in iyi bir yazar olduğunu anlatmak gibi bir düşüncemiz olmadı. Bir kitabı şans eseri iyi satmış bir yazar Mahir. Bu onu hiçbir zaman büyük bir yazar yapmaz. Mahir hayatında hala o yazar dilemmasını aşabilmiş değil, çok ciddi de bir yazar tıkanması yaşıyor üstelik. Ama eğer insanlar tarafından Mahir�in iyi bir yazar olduğu algısı geliştiyse, bu bizim hatamızdır. Ama bu bizim ilk işimiz ve bir sonrakinde ne anlatmak istediğimizi çok daha iyi anlatabileceğiz. Ve ben kendimi şanslı görüyorum. Herkesin ilk filmiydi. Biz bir şeyleri deneyebilecek kadar tecrübesiz insanlarla beraber olduk. Ve bu çok keyifliydi.
Saki Çimen... Öncelikle, senin için Türkiye�deki en genç film müzisyeni diyebiliriz değil mi?
Saki Çimen: Tam olarak bütün film müzisyenlerin yaşlarını bilmiyorum tabi ama bildiğim kadarıyla evet en genci benim.
Film müziğine ve hatta daha da baştan alırsak müziğe merakın nerden geliyor?
S.Ç.: Doğal olarak müzik merakı ailemden geliyor. Benim dedem de müzisyendi, babam da müzisyen. Küçüklüğümden beri onlarla zaman geçirmek onların stüdyolarında bulunmak benim için zaten bir hazırlanma evresi oldu. Sonra baktım ki ben beste yapmaya başladım; nasıl oldu bilmiyorum. Birden besteler yapmaya başladım ki hepsinin bir hikayesi vardır. Ki bu noktada ben de bir senaristim aslında.
Müziğin bütün sanatların annesi olduğunu düşünüyor musun?
S.Ç.: Kesinlikle düşünüyorum.
M.O.: Ben de düşünüyorum. Ve Saki için bir şey söylemek istiyorum. Saki beste için ilham bekleyen bir adam değildir. Saki�ye beste olduğu gibi gelir, çalıştığımız yıllar sonucunda biliyorum ki Saki piyano başına geçip de beste yapması gerektiğinde, �Hay Allah! Bugün hiçbir şey yapamadım� diye kalkmaz. Onun her piyano başına oturuşu bir parçadır.

İlham perisi diye bir şey yok yani senin için?

S.Ç.: Ben ona çok inanmıyorum açıkçası. O anı beklemek, benim için pek geçerli değil. Yani ben bir şey üretmek istiyorsam ya da gerekiyorsa, zorundaysam, geçmişten kalan bir şeyler illa ki vardır bana ilham perisi olacak. O geçmişteki ilham perisini tekrar yaşamaya çalışıyorum, o zaman muhakkak bir şeyler çıkıyor ortaya.
Peki, bir şey üretmek �zorunda� olmadığın dönemlerde nasıl oluyor üretim sürecin? Yani diyelim ki elinde hiç proje yok, bir anlaşma için beste yapmıyorsun? Bu durumda yaptığın besteler nasıl ortaya çıkıyor?
S.Ç.: Zaten öyle dönemlerde ben engelleyemiyorum kendimi. Şu anda öyle değilim mesela, çünkü ne kadar piyasaya kayarsanız o kadar özünüzden kopuyorsunuz aslında. Çünkü işin içine maddi manevi başka koşullar ve sıkıntılar giriyor.
Yani piyasaya girmek yaratıcılığı köstekliyor öyle mi?
S.Ç.: Kesinlikle. Kısıtlıyor. Çünkü piyasada değilken aslında saf bir beyin var müzik için. Ama siz yavaş yavaş şartlara uyum göstermek durumunda kalmaya başladığınızda, çıkar meseleleri giriyor işin içine ve engellemeye çalışıyorsunuz diğer saf duyguları. Herkesin beğenebileceği bir şey yapmaya çalışıyorsunuz.
Aslında beğenilme arzusu mu yaratıcılığa ket vuran bir şey?
S.Ç.: Evet. Ve üstelik bu müzikte çok belli oluyor. Aslında burada piyasadan kasıt biraz farklı. Şöyle düşünün, insanlar hayatta kalmak için bir şeyler yapmak zorunda. Bu bir hayat şekli. Mesela bizim Murat�la çalıştığımız zaman ortaya çıkan bestelerime baktığımda çok orijinal bir şeyler var ortada. Ama mesela şimdi baktığında açıkça, para kaygın var, ve öyle bir şey yapıyorsun ki gerçekten maddi düşünmeye başlıyorsun ve buna göre beğenilmek, bestelerini buna göre satmak istiyorsun. Buna piyasadan ziyade, popüler olmak diyebiliriz aslında.
Filmle ilgili sen neler söylemek istersin?
S.Ç.: Film hakkında Mrat zaten çok şey söyledi ben onların üzerine tekrar aynı şeyleri söylemek istemem. Ama benim açımdan şunu ekleyebilirim, bu benim de ilk filmimdi ve benim için güzel bir deneyim oldu. Yani iyi kötü her şeyi deneyimledim. Yani en basitinden teknoloji kullanımı konusunda bile eğitici oldu film benim için. Ve de şunu ekleyeyim, filmde kullandığımız besteler benim 16-17 yaşımda yaptığım besteler; Aslı�nın yıkılma sahnesinde kullandığımız bir tanesi hariç. Ve ayrıca şunu da belirtmek istiyorum ki, Mat ve Edvard Aris�le çalışmak benim için çok güzeldi. Onlarla iş yapmak gerçekten çok gurur vericiydi.
Aren Perdeci'yle tekrar çalışmayı düşünür müsün?
S.Ç.: Tabi ki. Makul olunabildiği sürece herkesle çalışmayı düşünebilirim.
Deneysellik konusunda senin düşüncelerin nasıl?
S.Ç.: Aslında benim, Murat�ın, senin, herkesin tanıdığı o kadar çok genç var ki ve o hepsi o kadar güzel projeler peşindeler ki. Yeni şeyler yaratmak isteyen çok fazla insan var. Ama yeni kabul edilmesi zor bir şeydir. Ama yenidir, tazedir.
Yeni projeler var mı senin için de?
S.Ç.: Evet, var tabi
M.O.: Yalnız ben burada en büyük hayalimizi söylemek istiyorum. Bir gün bir müzikal yapmak istiyoruz. Sinema ya da sahne... Ama muhakkak bir müzikal.
Geleceğe yönelik projeleriniz var. Geçmişinizden ve nerede kesiştiğinizden bahseder misiniz?
S.Ç.: Evet, biz Murat�la çok eski arkadaşız. Çok uzun bir geçmişimiz var.
M.O.: Ben konservatuarda Saki�yle tanıştım. Ve 6 sene kadar beraber çalışma fırsatımız oldu. Üstüne basa basa söylüyorum hayatımın en iyi 6 yılıydı.
Madem öyle, ben birbirinize birer soru sormanızı isteyebilir miyim?
S.Ç.: Tabi. Filmde en sevdiğin sahne neydi diye sormak isterim Murat�a.
M.O.: Öncelikle Sona'ya hayranım. O kapıyı açtığı sahne bana çok güzel geliyor ama, burada biraz ukalalık yapıp kendi sahnelerimden birini söyleyeceğim. Ada�da odadan çıkarken çok kusursuz bir hüzün yaşadım. Ve perdede de onu gördüm açıkçası. Ve nedense tüm filmde kendime dair söyleyecek çok iyi şeyler bulamasam bile o sahneyi bir şekilde hissediyorum. Bana özel geliyor.
Senin?
S.Ç.: �Klavye aynı klavye, yaparsınız...� Bence o tonlamada Murat karakteri doruğuna çıkartıyor. O hükmedişi hissediyorsunuz.
M.O.: Film müziğinin dinamiği hakkında bir şey sormak istiyorum. Senin için film müziğinde doğru olan yaklaşım nedir? Tematize etmek mi yoksa �esprilerle� temadan uzak ve sadece görüntüyü destekleyici bir şey yapmak mı?
S.Ç.: Ben daha çok tematiğim. Ama şöyle bir durum var, ben hala şeye karar veremedim. İç dünyamda o kareleri izlerken bir yanım onun tema olarak değil sadece güç bakımından desteklenmesi gerektiğini söylüyor; ama bazı sahneler var ki ben onlara �yalnız sahneler� diyorum, o sahnelerde çok tematik davranıyorum.
 
Geri
Üst