Ağlamak İpekli Dokumaktı...

AYTASI

Aktif Üye
Üye
Ağlamak İpekli Dokumaktı...
Ağlamak İpekli Dokumaktı...





Perde çek çehreme hicran günü ey kanlı sirişk

Ki gözüm görmeye ol mâh-likaadan gayri" - Fuzûlî

(Ayrılık gününde yüzüme perde çek ey kanlı gözyaşı! Ki o ay yüzlü sevgiliden başkasını gözüm görmesin.)

Tuhafiyecilerin azalması da tuhaf!

Arıyorum yok, tarıyorum yok... Tuhafiye değil... ipekli mendil... Nerede bulabilirim ki? Hemence bulmalı değil miydim?

Tuhaf!

Herşey gibi tuhaf...

Hayatımızdan çıkıp gidiyor bir şeyler ve farkında bile olmuyoruz.

Oturup ağlasam, kimse ipekli bir mendil uzatma*yacak çaresizliğime...

İsterseniz inat deyin.

Kağıt mendili de ben istemiyorum işte.

İpekli mendiller için dökülen gözyaşlarını kağıt mendiller ememez...

Düğünler ve cenazeler için dökülen gözyaşlarını da!

Aşk, kağıda yazılırken iyi, fakat ağlarken kâğıt hoş değil.

Gözyaşı, daha yumuşak bir arkadaş istiyor...

Nemini saklayacak, kendini saklayacak...

Büyük bir aşk için ağladınız ve gözyaşlarınızı sil*diğiniz mendil bir çöp kutusunda...

Kağıt mendil budur!

İpekli mendil ne kadar yoksa kağıt mendil o kadar çok!

Kültürümüze mi ne oldu?

Bilmem, galiba nezle oldu.

Ancak nezlede işe yarayacak mendiller de, cebi*mizde baş köşede.

Bir çocuk düşüp dizini kanatsa, annesine uzataca*ğınız, o kağıt mendil işte.

Terlediniz yahut, alnınızda yine yapışkan bir ka*ğıt...

Bu dediklerimin yerine bembeyaz ipek bir mendil koyun ve kendinizi tarihi bir filmin kahramanı zan*netmezseniz vazgeçin ipek mendil kullanmaktan...

Bir paket kağıt mendil alın.

Bursa'da yahut Erzurum'da...

Nohut oda, bakla sofalarında, memleketimin memleket kadar geniş evlerinin...

ister bîr demirci yaşasın çoluk çocuğuyla, ister şehr-i emini karşılasın eşrafı geniş avlusunda konak*ların...

Hiç fark etmez...

Aynıydı mendilleri...

Kağıt değildi.

Tarladaki ırgatın su içindeki boynunda da, gence*cik kızların koynunda da dokunmuş birer mendil vardı...

Sene değil mesele.

Ha Çanakkale de yüz bin okumuş adam ölmüş, ha Yemen'e gidenin döndüğü mü görülürmüş...

Ağlanacak ne varsa peşinden ağlanırdı da, kimse*nin incinmezdi gözleri mendilin ipeklisinden...

İpekli mendil, onlar için ağlamak, ipekli dokumak olan insanlarındı.

Hilkati rikkat olan, el kadar yüreğine bütün dün*ya sığan kadınlarındı ipekli mendil...

Bir ermişin kıssasına, bir dervişin hırkasına, bir yakının ayrılmasına, uzaklaşmasına dairdi gözyaşla*rı...

İpekli mendil ağlamasanız da güzeldi.

Belki daha da güzeldi genç, yağız delikanlılar için...

Ki anlamı hepsinden başkaydı.

Ne yanlışlıkla düşerdi yere, ne de sevdasız!

İpekli mendilin yeri yer değildi, bunu herkes bilir*di.

İçinde, sanki gül yaprağı düşüşü, kalbin kanatlanı*şı vardı.

Başkaydı...

Çok başka...

Çünkü yalnız aşkaydı.

Yalnız aşka!

Sanırım dünyanın dünyamızı kaplamadığı zaman*lardı daha...

Şimdi mi?

Madem duygular ticarete elverişli değildi, madem marketlerde satılamıyordu şefkat, merhamet, sada*kat...

Ne lüzum vardı mendilin ipeklisine?

Kullanıp atmalıydık.

Herşey gibi... Bir seferlik!

Hadi bakalım, bir de bu çıktı.

Uygarlık, toplumların kullandığı kağıt ölçüsüyle değerlendiriliyormuş...

Pek güzel...

Uygarlık; kullanılan kağıt, kağıda, kitaba harcanı*yorsa uygarlıktır, tuvalet kağıdına değil...

Uygarlık, sıklıkla ve bir defalığına kullanılan ve tüketilenleriyle değil, kolay kolay harcanamayacak kadar güzel ve değerli şeylerinin çokluğuyla, tüken*meyen değerlerinin varlığıyla övünebilir ancak.

Siz, hiç, reklamlarda gözyaşlarını silmek için kağıt mendil kullanan birini gördünüz mü?

Yere düşen bir kağıt mendili alır sahibine verir mi*siniz?

Peki nerede, o canım ipekli mendiller? Mendilimde gül oyalar? Hangi sandıklarda kilitli kaldılar? Acıların ve aşkların hatıralarıyla beraber... Acaba, ipekli mendillerin mi içi kurumuştur bu ayrılıktan, yoksa bizim gözlerimiz mi daha kurak?

Sahi, siz en son ne için ağlamıştınız?

alinti​
 
Geri
Üst