Çocuklarımızı Yetiştirirken Bunlara Dİkkat Edelim....

LaViNYaM

>>>ιкιz αηηєѕι<<<
Çocuklarımızı Yetiştirirken Bunlara Dİkkat Edelim....
Çocuklarımızı Yetiştirirken Nelere Dikkat Edilmeli
Çocuklarımızı Güzel Yetiştirmek İçin





Çocuklarımızı bu kötü zamana karşı nasıl korumalı ve nasıl yetiştirmeliyiz....Anne baba olarak nasıl bilinçlenmeliyiz....Çocuklarımıza karşı nasıl davranmalıyız....Büyüdüklerinde anne babaya öff bile demeyecek çocuk nasıl yetiştirilir....İşte hepsinin cevabı....



anne%20baba-37.jpg



Çocuklarımızı Güzel Yetiştirmek İçin






“Ebeveynler ‘öf’ bile demeyecek çocuklar yetiştirmeli”

“Kur’an-ı Kerim’deki ayeti yorumlayıp sadece çocuklar açısından bakarak, ‘Anne-babanıza öf bile demeyeceksiniz’ diye çocuğa ayeti hatırlatmak bir bakıma doğru bir teşhis, ama eksik bir bakış açısı olur. Asıl burada dikkat edilmesi gereken şey anne-babanın ‘öf’ bile demeyecek evlatlar yetiştirebilecek kapasiteye sahip olmasıdır.”

Allah (c.c.), İsra Suresi’nin 23. ayetinde, “Rabb’in, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle” buyurarak evlatlara ebeveynlerine “öf” bile dememelerini emretmiştir.
Ayetin muhatap aldığı kişiler evlatlar olmakla birlikte farklı bir bakış açısıyla ebeveynlerin yapması gereken bir iş ortaya çıkmakta. Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uzman Pedagog Adem Güneş bunu “öf bile demeyecek evlatlar yetiştirmek” olarak tanımlıyor.

Güneş, bu farklı bakış açısı ve “öf bile demeyecek evlatlar yetiştirme” yollarına dair yaptığımız röportajda ilginç bilgiler verdi.

Kur’an-ı Kerim’de “Anne-babalarınıza öf bile demeyin” buyruluyor. Bu hitap çocuklara yönelik olmakla birlikte siz bir pedagog olarak bu ayete baktığınızda hangi sonuçları çıkarıyorsunuz?

Surede geçen anne-babalarına “öf” bile dememesi çocuklara bir ufuk tayin ettiği gibi, öbür taraftan anne-babalara da bir görev biçmektedir. Anne-babalara böylesi bir hitap, kendilerine “öf” bile demeyecek çocuklar yetiştirmeleri gerektiği noktasında bir ufuk tayin eder.

Bu ayeti yorumlayıp sadece çocuklar açısından bakarak “anne babanıza öf bile demeyeceksiniz” diye çocuğa ayeti hatırlatmak bir bakıma doğru bir teşhis, ama eksik bir bakış açısı olur. Asıl burada dikkat edilmesi gereken şey anne-babanın “öf” bile demeyecek evlatlar yetiştirebilecek kapasiteye sahip olmasıdır.

Dolayısıyla burada ebeveynlere de büyük iş düşüyor…

Evet, bu açıdan bakıldığında çocuk terbiyesi dediğimiz şey, çocuk yetiştirmekten daha ziyade çocuk yetiştirebilecek anne-baba kıvamını tutturabilen ebeveyn olması açısından önemlidir. Herkes yetişkin olabilir, kişi ilerleyen yaşlarda yetişkinliğe doğru gidebilir. Ama herkesin anne-baba kıvamına gelmesi oldukça zordur.

Anne-babalar çocuklarını dindar yetiştirmeye çalışırken, Allah tarafından onlara verilmiş olan bu vazifeyi çok defa önlerine tehdit olarak sunuyorlar. Çocuklara Kur’an’ın anne-babasına “öf” bile demeyi yasak ettiği hatırlatılıyor. Burada bir bakıma da sorumluluktan kaçılmış oluyor. Ancak burada ebeveynlere şu soruyu sormak gerekiyor: “Siz bu eğitimde hangi yöntemleri izlediniz, çocuğa hangi kazanımları yüklediniz de çocuktan böyle bey bekliyorsunuz?” Bu soru da oldukça önemlidir.

Burada anne-babalara “öf bile demeyecek” çocuklar yetiştirme hedefi gösteriyorsunuz. Anne-babalar bunu gerçekleştirirken nasıl davranmalı?

Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır. Ruhsal dinginliğe erişmeden kişi eğer anne-baba olursa, o zaman çocuklarını yıpratır. Anne-baba olmak, çocuk terbiyesinde çok bilinçli olmak, çok kitap okumak ile alakalı değildir. Kendi iç sesini duyabilen, kendi dünyasında fırtınaları dindirmiş, zayıflıklarının farkına varmış, nefsinin elinde perişan olan biri değil, nefsine karşı kendini geliştirebilmiş ve o makamda olan bir insan olması lazım ki çocuğuna faydalı olabilsin.

O makamda olamayan çocuğuna faydalı olamaz mı?

Çocuk sahibi olmak aynı zamanda çocuğa faydalı olabileceğine inanan bir insanın işidir. Yoksa kendi yarım taraflarını tamamlamak üzere, yaşlılık zamanında kendine baksın diye, evin içerisinde sevebileceği bir oyuncak gibi olsun diye çocuk sahibi olmak oldukça incitici bir davranıştır. Çocuk hiç kimsenin malı değildir, evin içini şenlendirici bir şovmen hiç değildir.
Çocuk terbiyesinde eğer bilinçten bahsedilecekse, çok kitap okumaktan değil, insanın mahiyetini ve anne-baba olmanın ne demek olduğunu anlıyor olabilmekten bahsedebiliriz.

Anne-baba olmanın ne demek olduğunu anlama noktasında ebeveynler en çok neden istifade edebilirler?

Anne-babalar aslında çocuk yetiştirirken yalnız değiller, Allah onların en büyük yardımcısıdır. Yani Allah çocuğun yetiştirilmesinde anne-babayı çocuğun her tarafında da söz sahibi kılmamıştır. Büyük çoğunluğunda kendisi söz sahibidir. Yani çocuk acıktığında ağlıyor, bu ağlama Allah’ın bir rahmetidir. Ama kendisini dahi yetiştirmeyen anne, çocuk yetiştirmeye kalktığı zaman çocuğun ağlamasından rahatsız olur. Hâlbuki o bir rahmettir ki ağladığında acıktığının işaretini veriyor. Anneye düşen görevse çocuğun karnını doyurmaktır.

Eğer çocuklar ağlamayacak olmuş olsalardı, bu rahmetten Allah anne-babayı uzak tutacak olsaydı, o zaman çocuklar bu ilk dönemlerinden itibaren annenin panik içerisinde devamlı yedirmek zorunda kalmasından dolayı ya obez olurlardı veya çocuklar açlıktan ölürlerdi. Hâlbuki Allah bir doyma miktarı tanımış. Acıktığı zaman sistem çalışıyor ve anne-babaya haber veriyor. Böylelikle aslında Allah her annenin en büyük yardımcısıdır. Altını değiştirirken, tuvaletine giderken, uyku düzeninde, uyumada anne-babalara düşen sadece çocuklarına rehberlik etmektir, çocuklarının önünde nasıl bir insan arzu ediyorlarsa öylesi bir insan olarak bulunmaktır.

Peki, anne-babaların bilinçli olabilmesi için ne yapmaları gerekiyor?

Bir annenin yapacağı en önemli şey; kendi ruhunu, kendi fıtratını duyabilmiş olmaktır. Annelerimizin artık en büyük problemi kadın olmamaları, erkek olmalarıdır. Erkek olan birisi de annelik yapamaz. Erkeğin yapacağı şey erkekliktir, babalıktır. Kaldı ki kadın erkeklik vazifesine soyunduğu zaman erkekliği de yapamıyor. Bir arı kendi fıtratının gereği bir balı nasıl mükemmel olarak yapabiliyor değil mi? Ama eğer arı, arı olma özelliğini bırakır da sinek olmaya çalışırsa ne arı olabilir, ne de sinek olmayı becerebilir. Sadece mide bulandırır. Annenin özelliği eğer bal yapmak özelliği ise o bal yapma özelliğini kendi özünde bulur, kendi ruhunda bulur. Allah onu o ilhamla yaratmış.

Dolayısıyla bir anne kendi özünü, kendi fıtratını, kendi doğal halini bulduğu zaman zaten anne olmanın bütün hallerini bulacaktır. Hangi çiçeğe konacak, hangi çiçekten ne kadar öz alacak, onu getirip hangi işlemlerden geçirecek, kursağında, ağzında, dudağında nasıl işleme tabi tutarak onu bal haline getireceği zaten annenin ruhunda, fıtratında yazılıdır.

Anne eğer bu fıtrattan uzaklaşır, akli bir annelik yapmaya çalışarak “Çocuğuma şu kadar yemek vermem lazım”, “Şu kadar bunu yapmam lazım”, “Kucağımda şunu yapmam lazım” derse o zaman zihinsel bir annelik yapmış olur. Zihinsel bir annelik ezbere dayalı bir anneliktir. Dolayısıyla annelik öğrenilen bir süreç değildir, hissedilen bir süreçtir. Anneler çok defa his yeteneğini bıraktığı için annelik yapmakta zorluk çekiyorlar.

Aynı durum babalar için de geçerli mi?

Babalıkta da aynı şekildedir. Baba kıvamında bir baba olabilmek için bir babanın kendi erkek fıtratını, kendi fıtratını duyuyor olması lazım. Onun için hissetmek, bir babanın babalık yapabilmesinde oldukça önemlidir. Böylelikle aslında kişi insan olma vasıflarını yerine getirir. İnsan olma vasıfları ile bir çocuğun karşısında duran anne-baba, o çocuğun hissetmesini sağlayacaktır. Hisseden bir çocuk da aslında fıtratı bozulmamış olacaktır. Çünkü Allah bozuk fıtratta insan yaratmıyor. Allah hiçbir insanı hırsız olarak yaratmıyor, hiçbir insanı yalancı olarak yaratmıyor. Allah insana kendi ruhundan bir ruh üflüyor, o en temiz ve berrak bir halde. Ancak anne-babalar o berrak hâli bozdukları için kendilerine “öf” diyen çocuklar yetişiyor.

Anne-babaların kendini terbiye etmeden çocuğunu terbiye etmeye çalışmasıyla bir anne-babanın önce kendisini terbiye etmesi arasında nasıl farklar vardır? Yani sürekli terbiye etmek için çocuğa yüklenen bir anne-babayla önce kendisini terbiye eden ve çocuk terbiyesi konusunda uzmanlaşan anne-baba arasında nasıl farklar vardır?

Birisinde aile kendisini duymadan çocuğunu terbiye ediyor. Orada yüz binlerce kombinasyonlu bir problemle karşılaşınca her defasında bir kitaba, bir uzmana başvurmak zorunda kalır. O da suni bir anneliğe dönüşmüş olur. Her seferinde bir dayanağa ihtiyaç olur, her seferinde bir bilgi vericiye ihtiyaç olur. Böylesi bir annelik de bir süre sonra çekilmez bir anneliğe dönüşür.

Çocuk, doğal olmayan bir anneyle karşılaşınca yeni yeni problemler oluşur. Yani 100 tane kitap okumuşsunuzdur, ama bu 100 kitap çocuk için yetmez. 100 bin tane de okusanız yetmez. Çünkü sizin çocuğunuz tektir, diğer çocuklardan farklı bir çocuktur. Kendi çocuğunuzun özelliklerini okuyabileceğiniz bir kitap ise henüz yazılmış değildir.

Dolayısıyla bir anne-babanın yapabileceği en önemli şey; kendi fıtratını bulmuş olmasıdır. Böyle olmalıdır ki bulduğu bu fıtratla çocuğuna en doğal şekilde yaklaşabilsin. O anne-baba sorular veya sorunlar karşısında kendi iç dünyasındaki cevapları bularak çocuğuna iletecektir. Böylesi bir anne-babanın çok kitap okuması ya da okumaması çok bir şey değiştirmez.

Aslında bu durum bizim eski anne-babalar ile günümüz anne-babaları arasındaki en büyük farkı da ortaya koyuyor. Eskiden çok kitap okumamışlardı, çocuk terbiyesi ile ilgili çok bilgileri yoktu ama anne ruhundaki annelik ilhamını duyuyordu. Çocuğunu nerede kırdığını, nerede incittiğini, nereden sonra adım atmaması gerektiğini anne çok iyi bildiğinden dolayı çok kitap okuyan bugünkü annelere göre çok daha rahat bir annelik yapmışlardır. Eskiler 8-10 tane evlat yetiştirmişler, günümüz anne-babalarına bakıyoruz, bir tane çocuk yetiştirmekten aciz kalıyorlar.

Siz bir uzman olarak hem anne-babalara bilgi vermeye çalışıyorsunuz, hem de bu bilgiler gereksiz diyorsunuz. Hem bir kitap yazıyorsunuz hem de bu kitapla olmaz diyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?

Ben anne-babalara çocuk yetiştirme konusunda bilgi vermiyorum. Ben radyo programlarıyla, kitaplarla anne-babanın kendi fıtratını bulmasını temin etmeye çalışıyorum. Yoksa ben hiçbir programımda anne-babalara pratik bilgiler vereyim diye bir çaba içerisinde değilim. Annenin kendi kıvamını bulmasına yardımcı olmaya çalışıyorum, yani sineklerle mücadele yerine bataklığı kurutmaya çalışıyorum. Anne kıvamını bulunca kitaplara ihtiyacı zaten kalmayacak. O kitaplar da annenin fıtratını bulma kitaplarıdır. Radyo programları da ebeveynin fıtratını bulma programlarıdır. Zaten bulan kişiler de “Hocam, size artık ihtiyacımız kalmadı, Allah razı olsun” diyorlar. Orada benim işim bitmiş oluyor.

Anne-babalık fıtratını keşfeden insanlar “Size ihtiyacımız kalmadı, biz olayı keşfettik” diyorlar. Yani burada önemli olan anne-babanın kendini keşfetmesidir.

Tabi, eğer bir anne-baba yıllarca bir uzmanın peşine takılıp gidiyorsa orada bir yanlışlık vardır. Uzmanın ona en büyük katkısı şu olmalıdır: Kendisini bulmasında yardımcı olmak, sonra güle güle deyip ondan ayrılmak…

Siz bir pedagog ve aile danışmanısınız, size çocuklarla ilgili birçok problem geliyor. Çocuklarla ilgili gelen problemlere baktığınızda problemlerde anne-babaların rolü ve etkisi ne kadar?

Bu soruya vereceğim cevap maalesef iç karartıcı. Çocukların yaşadığı problemlerin yüzde 90’ında anne-babanın etkisi var. Anne-babalar aslında yanlış davranmıyorlar, doğru davranıyorlar ama fıtri davranmıyorlar. Bir insanın kendisi ve doğal olabilmesi bir anne veya baba için en büyük kazanımdır. Eğer bir anne çocuğuyla birlikte o doğal hallerini yaşayamıyorsa, davranışları ne kadar doğru davranış olmuş olsa da çocuk yine yanlış yetişiyor.

Mesela bir anne çocuğuna “Kuzum” diye sarılıyor. Öbür kişi “Kuzuummmm” diye sarılıyor. İkisinde de çıkan ses ve sarılma aynı, birisi ruhen çocuğuna erişiyor, birisi erişememiş oluyor. Ben çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, çocuk davranışlarındaki anormalliğin kaynağının yüzde 90’ı ebeveynlerin bizzat kendisidir.

Peki, siz bu durumda ne yapıyorsunuz? Sorunları çözmek için çocuğun davranışlarını mı değiştirmeye çalışıyorsunuz yoksa anne-babalara mı öğütlerde ve tavsiyelerde bulunuyorsunuz?

Genellikle eğer çocuğun yaşı çok geç değilse, ergenlik döneminde ise, anne-baba kendisini toparlayıp, kendisini doğru bir istikamete getirdiğinde problem ortadan kalkıyor. Eğer ergenlik dönemini geçmişse, bu defa çocukta bazı şeyler kemikleşmiş oluyor, çocukla da görüşmelerimizi devam ettirmemiz gerekiyor.
 
Geri
Üst