Fluxus - Devrimci Sanat Akımı

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Fluxus - Devrimci Sanat Akımı
fluxus sanat akımı fluxus akımı sanatta devrimci bir akım farklı sanat akımları devrimci ressamlar
Fluxus - Sanatta Devrimci Bir Akım
Fluxus (Latince: akmak kelimesinden), ilk olarak 1960 yılında Litvanyalı-Amerikalı sanatçı George Maciunas tarafından John Cage ve çevresindeki sanatçı ve müzisyenleri tanımlamak için kullanılmış, uluslararası bir avant-garde gruba verilen addır. Maciunas'a göre Fluxus'un amacı "sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak, yaşayan sanatı ve karşı sanatı (anti-art ) yaymak" idi. Bu açıdan Fluxus, Dada ile yakından ilişkilendirilebilir. Zamanın çoğu avant-garde sanatçısı Fluxus içinde yer almıştır. Bunlar arasında Joseph Beuys, Yoko Ono, Nam June Paik sayılabilir. 1960'ların çoğulculuğuna yol açması açısından önemli olup etkisi günümüzde de süremektedir.
Fluxus, çok sayıda devrimci sanat akımını doğurmuş olan bir gerilla döneminin, 1960'ların ürünüdür. Bu sözcüğü Amerikalı mimar ve grafik sanatçısı George Maciunos, 1961'de New York'ta A/G Galeri'deki bir dizi konferans için bastırdığı davetiye aracılığıyla tanıtmıştır. Fluxus sözcüğü, doğadaki ve insan yaşamındaki sürekliliği, değişimi ve yenilenmeyi, durağanlığa karşı koyuşu ifade eder. Buna bağlı olarak, sürekli değişim içinde olan bir evrende sanat eseri de tamamlanmış bir çalışma değil, sürekli değişen ve gelişen bir süreçtir. Fluxus, yaratımı ve yok oluşu,daha genel olarak da geçici olanı ön plana çıkararak yaşamın akışına gönderme yapar.
Joseph Beuys, George Brecht, Robert Filliou, Ken Friedman, Dick Higgins, Ray Johnson, Alison Knowles, La Monte Young, Jackson Maclow, Charlotte Moorman, Yoko Ono, Nam June Paik, Daniel Spoerri, Wolf Vostell, Robert Watts gibi Maciunas'ın çevresinde toplanmış bazı isimler belirleyici bir rol oynamış olsalar da Fluxus hiç bir zaman bir grup haline gelememiştir.
Fluxus sanatçılarında toplumsal kaygılar, estetik düşüncelerden önce gelir. Burjuva tavır ve tutumunun şemalarını kırmak isterler.
Fluxus'un amacı, popüler kültürü canlandırmak değildir. Fluxus, sanatçılara; müzisyenlere, avangard şairlere, ressamlara, heykeltraşlara yepyeni kültür yaratma olanakları sağlamak ister.
Onu aynı dönemde ortaya çıkan sanat akımlarından farklı kılan yanı ise bir akımdan ziyade farklı sanat kategorileri arasındaki keskin sınırları kaldırmak ve onları alternatif kültürel formlar altında birleştirmek isteyen radikal yenilikçi sanatçıların oluşturduğu bir koalisyon olmasıdır.
George Macianus, 1960-61'de Avangard besteci La Monte Young ile birlikte A/G Galeri'de konserler düzenledi. 1963'te Fluxus başlığı altında antolojiler yayınlamaya başladı. 1966'da kooperatifçiliğe girişerek Manhattan çevresinde büyük bir sanatçılar komünü kurulmasını sağladı.
1960 yılından 1978'e kadar çeşitli Fluxus etkinlikleri düzenleyen George Maciunas, ardında şu sözleri vasiyet bırakarak öldü; "Sanatta devrimci bir tufanı ve akıntıyı yükseltin. Yaşayan sanatın ve karşı sanatın ilerlemesini sağlayın ki, sanatsal olmayan gerçeklik sadece eleştirmenler, sanat meraklıları ve profesyonellerce değil, herkes tarafından kavranabilsin. Kültürel, toplumsal ve politik devrimci kadroları birleşik cephe ve eylemde kaynaştırın."
Fluxus'da tıpkı diğer karşı-sanat akımları gibi akademik sanatı gülünçleştirerek onunla alay eder. Dönemin eylem ve "happening"leriyle benzerlik gösteren Fluxus hareketlerinde birbirine hiç uymayan tutarsız ama bilince doğrudan etki eden anlatım biçimleri sergilenir. Bir Fluxus hareketi kesinlikle önceden kararlaştırılmış değildir. Yaratma sürecinde rastlantıya büyük önem verilir. Bu nedenle Fluxus koalisyonuna katılanlar yaptıklarının gerçekte sanat olmadığını ve kendilerinin de sanatçı olmadığını ve sanatçı olarak tanımlanmak istemediklerini her fırsatta dile getirirler. Bu görüş doğrultusunda Schmidt, bir gösterisinin sonunda izleyiciye, "Sizleri, bilmem kaç saat ve kaç dakikanızı sanata ayırmaya özendirmiş olmaktan dolayı pişmanlık duyuyoruz." yazılı bildiriler dağıtır.
Fluxus koalisyonundakiler, sanat yapıtının satın alınabilen bir nesne ve sanatçının ayrıcalıklı bir insan olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Buna bağlı olarak da galerilerde sergilenebilir, alınıp satılabilir, özel koleksiyon ve müzelerde saklanabilir, ticari değeri olan eserler üretmek yerine, bilince doğrudan etki eden ve bellekte iz bırakan deneyimleri tercih ederler. Bu nedenle de geriye olabildiğince az şey bırakırlar.
Akademik sanata tepkilerini her fırsatta dile getirirler. 1962 yılında Londra'da gerçekleştirilen Festival of Misfits (aykırılıklar festivali)'de Gustav Metzger, galerinin duvarlarına boş çerçeveler asar; Ben Vautier, sergi boyunca onbeş gün boyunca hiç kıpırdamadan canlı bir heykel olarak dikilir. Emmet Williams ise ziyaretçilere mühür ve ıstampalarla nasıl şiir yazılabileceğini gösterir. Robin Page, Çağdaş Sanatlar Enstitüsünde gerçekleştirilen konserde bir gitarı tekmeleyerek salonun dışına, sokağa çıkarır ve orada bulunan insanlarla beraber gitarı Londra'nın en şık caddelerinin birinde paramparça eder. Robin Page ayrıca, tuvalin iki boyutuyla sınırlı olmayan, tuvalin önündeki boşluğu dolduran çalışmalar yapar ve bu çalışmalarının birinde bu gitarın parçalarını kullanır.
Daha önce belirttiğim sanat eserinin ticari bir Sansür**Sansür**Sansür**Sansür haline getirilmesini reddeden ve her insanın sanatçı olduğunu söyleyen Fluxus koalisyonu mensubu Gustev Metzger bu anlayışa bağlı olarak "kendi kendisini yıkan sanat anlayışını geliştirir. Bu anlayış Hitler Almanya'sından kaçarak İngiltere'ye sığınmış olan Metzger'in radikal sol politik inançlarının bir uzantısıdır. Bir başka deyişle bu anlayış yazgısı atom bombası ve ölümcül teknolojiyle belirlenen bir çağa, doğaya ve kardeşlerine karşı yıkıcı insana tepki olarak doğar. Böyle bir çağda ve toplumda sanatın da yıkıcı bir eylem olması gerektiği düşüncesine dayanır. Sanat ancak yıkıcı olduğunda devrimci olabilir. Metzger, bu noktada tuval yerine naylon, boya yerine asit kullandığı çalışmalar yapar. Asit tuvale değdiğinde naylon erir ve eser yaratılış anında bizzat yaratıcısı tarafından yıkılır. Yani yaratma ve yıkma eylemleri aynı anda gerçekleşir.
Bu dönemde Robert Fillou "sürekli yaratma anlayışı" çerçevesinde oyuncuların sahnede sessizlik içerisinde öylece oturdukları yok oyunlar yazar. Ona göre, "mutlak ve sürekli yaratmanın gizi, hiçbir şey yapmadan orada öylece oturmaktan ibarettir." der.
20. yüzyıl sanatının en yaratıcı ve devrimci adlarından biri olan karizmatik sanatçı Joseph Beuys da bir süre için Fluxus'a katılır. 1921 yılında Almanya'nın Cleve şehrinde dünyaya gelen Beuys'un sanatının temelinde "action" yani eylem kavramı yatar. Beuys için sanat bir "eylem" dir.
Geleneksel yani klasik sanat, "konu-malzeme" ayrımıyla birlikte, "sanat eylemi - sanat ürünü"nü de birbirinden ayırır. Örneğin, bir portre belirli malzeme be boyutlarla bir "yapıt" olarak üretilir. Ürün "resim yapma" eyleminin sonucudur, ama sanat eyleminden de, sanatın kendisinden de bağımsız bir kalıcı varlık kazanır.
Modern sanat da farklı anlayışlara ulaştığı halde bu temel ayrımları korur. Beuys ise bu ayrımları ortadan kaldırarak "postmodern" bir konuma ulaşır. Ama aslında sanatın en eski anlamına; ilkel kültürlerde taşıdığı, bütün bir insan topluluğunu kapsayan anlamına geri döner.
Sanatçı, eylem ve sanat yapıtını tek bir çerçeve içerisinde birleştirir. Sanat yapıtı, sanatçının eyleminin kendisidir. Sergilenebilecek nesneler ise sadece tortudur.
Bir örnek verecek olursak; Beuys Berlin'in Karl Marx meydanındaki 1 Mayıs gösterilerine katılır. Kızıl renkli bir süpürgeye dayanıp sadece olup biteni seyreder ve gösteri bittiğinde sıra sanatçının eylemine gelmiştir. Kızıl renkli süpürgesiyle bütün meydanı süpürür. Süprüntüleri biri kara biri sarı derili iki asistanının taşıdıkları torbalara doldurur. Eylem bittikten sonra galeride sergilenecek yapıt da, işte bu süprüntülerdir.
2. Dünya Savaşı'nda Alman Hava kuvvetlerinde pilot olarak görev alan Beuys'un uçağı isabet alır ve Kırım'a düşer. Ağır yaralı halde, donmak üzereyken göçebe tatarlar tarafından kurtarılır. Tatarlar, Beuys'u iyileştirebilmek için vücuduna iç yağ-bal karışımı sürerler ve keçeyle sararlar. Bu olay onun hayatının dönüm noktası olur. Yıllar sonra Beuys, onu hayata döndüren bu üç ana maddeyi yani "iç yağ-keçe-bal"ı heykellerinde temel malzeme olarak kullanır.
Beuys'un çizgisel, plastik ve aksiyonel yapıtlarının anahtarı yine kendisinin belirttiği "düşünce plastiktir" deyişinde bulunur. Şöyle der Beuys;
"Benim nesnelerim, heykel düşüncesinin ya da genel olarak sanatın dönüştürülmesi için birer uyarıcı olarak görülmelidir. Onlar, heykelin ne olabileceğini ve heykel yapma kavramının nasıl herkesin kullandığı görülmez malzemeler kadar yaygınlaştırılabileceği konusunda düşünceleri tahrik etmelidirler. Düşünen formlar, düşüncelerimizi nasıl biçimlendirdiğimizdir veya konuşan formlar, düşüncelerimizi nasıl sözcükler olarak şekillendirdiğimizdir veya sosyal heykel yaşadığımız dünyayı nasıl biçimlendirdiğimiz ve şekillendirdiğimizdir."
Beuys'un sanat anlayışı, pek çok noktada Fluxus ile çakışır. Daha önce belirttiğim gibi Fluxus, sürekli değişim içinde olan bir dünyada sanat yaptının da sürekli değişen bir ürün olduğu görüşünü iler sürer. Beuys da tıpkı Metzger ve diğer Fluxus mensupları gibi sanatı sürekli bir değişimle özdeşleştirir. Bu konuda Beuys şöyle demektedir;
" Heykellerimin doğası kesin ve bitmiş değildir. Bir çoğunda işlemler sürmektedir; kimyasal reaksiyonlar, mayalanmalar, renk değişiklikleri, çürüme, koruma. Her şey bir değişim durumundadır. "
"Her insan sanatçıdır, " der Beuys. Bu da şu demektir: Her insanda potansiyel olarak sanat yapma imkanı zaten vardır. İlla estetize edilmiş bir sunuş varoluş değildir. İnsanın önce bilme yoluyla kendi hayatını biçimlendirmesidir. Bu bağlamda Beuys'un eseri bir bakıma kendisidir. Ölümüyle birlikte tamamlanmış olan hayatıdır.
"Her insan sanatçıdır. O -kendi özgürlüğü noktasından- ilk elde kazandığı özgürlük deneyimlerinin konumundan -gelecekteki sosyal düzende- total sanatın diğer durumlarını belirlemeyi öğrenir. Kültürel dünyaya (özgürlük), yasalarının oluşturulmasına (demokrasi) ve ekonomi dünyasına (sosyalizm) katılmak ve kararlı olmak. Böylece kendi kendini yönetme ve merkeziyetçilikten uzaklaşma (üç boyutlu heykel) oluşur. Özgür, demokratik sosyalizm."
 
Cevap: Fluxus - Devrimci Sanat Akımı

Fluxus Üzerine...

Forumda yer alan Fluxus - Sanatta Devrimci Bir Akım isimli Suhal Sağlan'ın Fluxus yazısına dair belirtmek istediğim bazı konular var. Bu konular hem sanat tarihsel süreçte ortaya çıkan akım ve sanatçıların değerlendirilmesinde hem de genel tarih akışının yorumlanmasında hayati önem taşır.

Sayın Sağlan'ın yazısı belli ki ağırlıklı olarak Halil Turhanlı'nın " Sanatta Devrimci Bir Tufan " isimli makalesine dayanmakta. Cumhuriyet Dergisinin, 1995 seneli 465 sayılı dergisinde Halil Turhanlı'nın kısaca Fluxus üzerine tanıtımı hedeflediği makalesinin de tarihsel olarak bazı noktaları içermediğini söyleyebiliriz.

Sağlan, Fluxus'u daha başta Dada ile ilişkilendirmiş. Bu tarihin çizgisel bakış açısından doğmaktadır. Fluxus'u önceleyen sadece Dada olmadığı gibi, performansın içerisinde Fütürist etkiler, siyasal bağlamda Sürrealist yaklaşımın etkisi de sayılabilir. Ayrıca, Duchamp ve Cage( Cage konusunu vurgulamıştır yazısında) de bu kavramların geri kalan yanlarını oluşturur. Fakat, Fluxus Neo-dada olmadığı gibi Dada etkisini de belli oranlarda taşır. Konu sadece akımın öncesinde gelişen etkenlerse, O zaman Bizans İkonlarını ve Barok resmi de sayabilirsiniz.

Fluxus'ta çoğulculuk konusu da ( Halil Turhanlı'nın da çokça bahsettiği) çok dikkatli ele düşünülmesi gerekmektedir. Çoğulcu yapı içerisinde Fluxus sanatçıları birey vurgusunu önemle ele alırlar. Ayrıca telif hakkı, üretimin Fluxus'ta temellendirilmesi ve sanatçının imza vurgusu Fluxus'ta önemle ele alınır.

Makalenin devamında Fluxus'ta yer alan bazı sanatçılar sayılmış ve "grup" haline gelemedikleri söylenmiştir. Sanatçılar arasında sadece bir isim sanırım Fluxus konseptine uymamaktadır. Umarım bu sadece salt "sözlük" bakışından doğmuştur. Charlotte Morman'ı Fluxus içinde değerlendirmek imkansızdır. Fluxus'un grup haline gelmek gibi bir isteği zaten olmamıştır da. Bu nokta hep Dada gibi Fluxus'u da değerlendirme hatasından doğmaktadır. Fluxus'un ( maalesef çokça bu konuda hata yapılmakta) asla "bir manifesto" oluşturmadığını görmek gerekir. Maciunas'ın hep alıntılanan manifestosu da dahil olmak üzere Fluxus sanatçıları bir "manifesto" imzalamamışlardır. Çoğu Fluxus sanatçısı bunu söyleşilerinde belirtmiştir. Bu biraz da sanırım Fluxus'u "marksist" bir çizgi içerisinde değerlendirme konusu yüzünden yanlış değerlendirilmektedir.

Sağlan'ın yazısı bu nokta sonrasında festival örnekleri ile devam ediyor. Festivaller ve yapıları ayrı bir tartışma konusu. Son olarak yazının Beuys ile bitirilmesi konusunu da belirtmeliyim. Sağlan, Beuys ismi ile Fluxus değerlendirmesini hangi açıdan değerlendirdiğini gösteriyor. Bir de konuya Maciunas ya da Dick Higgins açısından bakması gerekmektedir diye düşünüyorum. Beuys eylemliliği ile salt Fluxus'a dair yorum anlayışına sanırım ilk tepki ağırlıklı olarak Fluxus üzerine oldukça kapsamlı görüşleri bulunan, Fluxus sanatçısı Ben Vautier'den gelecektir.

Ayrıca" Jeder mensch ist ein künstler" ( Herkes sanatçıdır) salt Beuys'a değil, bunun Rimbaud açısından ilk belirtildiğini de hatırlatmak gerekir.

Fırat ARAPOĞLU
 
Cevap: Fluxus - Devrimci Sanat Akımı

Fluxus ve Bir Kaynakça

Sanat ve Toplum ilişkisi. Sanat tarihsel bağlam içerisinde artık ikonografi destekli bir sanat sosyolojisinin varlığı ortada. Fakat bu yaklaşımla ele alınan her konunun da sanat sosyolojisi bağlamında yeterli donanımda olmadığı görülüyor. Bu da alt alta dizilen olgular kümesinin yorumlanmayıp, bir de üstünkörü biçimlendirilmesi ile oluşuyor.

Kaynakça konusunda bu tarz açılımlar farklı yönlere kaydırabiliyor insanı. Geçenlerde nette "Fluxus" üzerine bir yazı gördüm. Yazının genel yapısı Halil Turhanlı'nın "Sanatta Devrimci Tufan" isimli Cumhuriyet Dergi'nin 1995 tarihli 465. sayısında yer alan yazıya dayanıyor. Bunun bir deneme, sanat eleştirisi ya da bir tanıtım yazısı olup, olmaması ayrı bir konu. Ama alıntının hangi konularda yapıldığı ve dayanak oluşturduğu konusu incelikli olarak ele alınmalı. Tanıtım yazısı demek daha doğru gibi. Türkçe'de Fluxus üzerine kaleme alınan yazılardan birisi. Ama son dönem Fluxus çalışmaları ile karşılaştırıldığında yazının genel yapısında tartışmalı noktalar bulunuyor.

Öncelikli olarak, 20 Kasım 1995'teki Fluxus sergisinin öncesinde ele alınan yazıda, Fluxus konusunda "farklı" noktaların yer aldığı söylenebilir. Bunlardan birisi makaledeki görsel malzeme ve örnek verilen sanatçılar. Yazıda Joseph Beuys'un çalışmalarına ve Pre-Fluxus dönemi olarak isimlendirilebilecek süreçteki - elbette doğru olarak - Marcel Duchamp ve Yves Klein örnekleri verilmiş. Bu yazıda ele alınmayan unsurları, - Fütürizmin performansları ve idelist bağlamda Sürreel konuların ele alınmadığını belirtmek gerekir. Diğer konuda Joseph Beuys hakkında. Genel Fluxus hareketi içerisinde bugün akademisyenler, sanatçılar, küratörler, galeri sahipleri vs. dahil yaklaşık 350 isimden bahsetmek mümkün. Beuys'un belirgin rolü önemli olmakla beraber; konunun ağırlıklı olarak bu minvalde gitmesi yaklaşımın niteliğini ortaya koyuyor. Ama Fluxus yaklaşımında teorik yapı ele alınırken, George Maciunas, Dick Higgins ve Ben Vautier konusu hiç ele alınmıyor.

Çeşitli örneklerle oluşturulan yazıdaki eser seçimi konusunu belirtmiştim. Örneklerde de tüm sanatçıların kapsam içine dahil edilmediğini görebilirsiniz. Örneğin Fluxus araştırmanızı üretim niceliği konusunda ele alırsanız Alison Knowles ve Dick Higgins hem Fluxus öncesi hem de sonrası döneminde ön planda yer aldıkları görülür. Bu elbette üç sayfa içerisinde değerlendirilebilecek bir konu değil, ama yazının öyle yerlerde alıntılandığı görülüyor ki; teorik yaklaşımın oluşturulduğu söylenebilir. Burada konu sanırım araştırmacıların çok yönlü araştırma ve karşılaştırma noktalarını es geçmeleri. Konu Halil Turhanlı'nın tanıtıcı yazısının gereğince ele alınıp, buna farklı bir yaklaşımın sunulamaması. Tarih felsefesinin ve yaklaşımının söz konusu edildiği ve bu konuda farklı bakış açılarının ortaya konulduğu bir dönemde hem de.. Kaynakçalar "artık" es geçilmiyor.
 
Geri
Üst