Havas, Esasul Havas, Ve Havasul Havas Tan Bır Katre

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Havas, Esasul Havas, Ve Havasul Havas Tan Bır Katre
havasul havas havasul kuran havasül havas havasül kuran indir
ilmi ledun üzerine kücük bi calısma:
Soru:
İlm-i ledün'e delil var mıdır? Bize şöyle bir soru geldi: Bu ilim, sahâbî Hz. Ebû Hüreyre'den gelen bir rivayete dayanır. Peki neden hiçbir tarikatın silsilesinde Hz. Ebû Hüreyre yok?

Cevap:
İlm-i ledün, Allah tarafından verilen, öğrenmekle değil, Allah'ın bildirmesiyle elde edilen bilgi demektir. Bu bilgiyi ikiye ayırmak gerekir: a) Allah'ın Peygamberlerine vahiy yoluyla verdiği bilgi. Vahiy Allah'tan olduğu için lugat manasında buna da ledün ilmi denebilir. Hızır gibi bazı kullarına ilham ve keşif yoluyla verdiği bilgi. Bu ikinci çeşit bilginin sağlam kaynaklarla doğrulanmış olanı vardır; Hızır'ın ve Hz. Ömer'in bazı bilgileri böyledir, onaylanmış olmayanı vardır; bu da ümmetin salih fertlerinde olan ve ilhama dayalı bulunan bilgidir. İlm-i ledün kimde olursa olsun vahye aykırı olmayacaktır; vahye aykırı olan bilgi kimden gelirse gelsin muteber değildir. Kur'an-ı Kerim'de Kehf sûresinde ilm-i ledün ifadesi geçmektedir (18/ 65). Âyetin meali şöyledir: "Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve yine tarafımızdan ona bir ilim öğretmiştik." Devam eden âyetlerde Hz. Mûsâ ile bir süre yolculuk eden bu kulun (Hızır'ın), Allah'ın bildirmesi sayesinde, başkaları için gayb(gizli) olan bazı şeyleri bildiği anlaşılmaktadır. Bu bilgiyi Allah dilediğine verir, çalışmakla, ibadetle, başkaca beşeri mesailerle elde edilemez, biri diğerine aktaramaz.
İlm-i ledünün delili yukarıda mealini verdiğim âyettir. Ben bahsettiğiniz rivayete rastlamadım. Ebû Hüreyre'den de bir rivayet olsa bile onun, bu bilgi hakkında bir hadis rivayet etmesi kendinin de bu bilgiye sahip olmasını ve tarikat silsilelerine girmesini gerektirmez, rivayet etmek böyle bir sonuç doğurmaz.
......

KÂNÛNİ SULTAN SÜLEYMÂN HAN
ve YAHYÂ EFENDİ MENKIBESİ

Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi'nin bir evliya mürşid olduğunu, Hızır Aleyhisselâm ile görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini istermiş.

Bir gün Yahyâ Efendi ve Kânûnî, kayıkla Boğaz'da gezmeye çıkmışlar. Yahyâ Efendi yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa binmiş. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendi'nin ahbâbı, devamlı Kânûnî'nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyormuş. Kânûnî bu hâli fark edince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; 'Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz' diye uzatmış. O zât yüzüğü alıp, evirip çevirdikten sonra, denize atıvermiş. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret etmişler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaşmış. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultân'a uzatmış. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük varmış. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayrete düşmüşler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, adam birdenbire gözden kayboluvermiş. Kânûnî, Yahyâ Efendi'ye dönerek; 'Ağabey, neler oluyor? ' diye sormuş; 'O gördüğünüz Hızır Aleyhisselâm idi' cevâbını vermiş Yahyâ Efendi. Kânûnî bunun üzerine; 'Bizi niye tanıştırmadınız? ' diye sorunca, Yahyâ Efendi şöyle cevap vermiş; 'O kendini tanıttı; ama siz tanımakta geç kaldınız'.
.........
Rabbim ilmiyle imanını bir bedende toplayanlardan eylesin
 
Geri
Üst