Kurtçukta Kelebeği Görebilmek

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Kurtçukta Kelebeği Görebilmek
Karamsardı. Tüm olup bitenler karşısında öfkeyle dolu yüreği gerildikçe geriliyordu. Kızgındı. İyi bir şeyler yapmaya çalışırken, taşlanıyordu en yakınları tarafından.

Anlamıyorlar, diye iç geçirdi. Anlamıyorlar işte. 'Nasıl, nasıl göremezler, bu kadar mı zor?' diye hayıflandı içten içe.

Bacaları tıkanmış bir volkan gibiydi. İdealist ruhu örselenmişti. Nice hedeflerle çıktığı yolda önü kesilivermişti. Zorlanıyor, hazmedemiyor, onuruna yediremiyordu. Zayıf değildi, asla değildi. Ama dallarının bir bir kırıldığını hisseden taze bir fidandı nihayetinde. Uzamasın diye setler çekiliyor, köklerine en yakıcı asitler dökülüyordu. Nefesi kesilecek gibiydi âdeta.

'Mücadele nereye kadar, hangi güçle?' diye söylendi. Üzgündü, baştan ayağa üzgündü en koyusundan. Anlamıyordu yaşananları genç beyni. Haklının değil güçlünün söz hakkı vardır, diyenler vardı etrafında. Kendini anlatmasına bile tahammül gösteremeyenler vardı. Önyargılar kuşatmıştı kalplerini. Büyümesin, kırılıp gitsin istiyorlardı hiç tanımadan. Görmek istedikleri gibi görüyorlardı.

Yürümeye başladı, ruhunun kabaran sessizliğinde, doğanın içinde. Saatlerce yürüdü. Bir ara artık ayaklarının onu taşıyamadığını farkedip ağaçlardan birinin altına oturdu. Başını ağacın gövdesine yaslayıp gözlerini havaya dikti. Güneş altın ışıklarını yaprakların arasından tatlı tatlı gönderiyordu. Yeşilin binlerce tonu bu sarı ışığın büyüsüyle boyanıyordu. Tabiat ne kadar da güzel yaratılmıştı; canlı bir tablo gibiydi. Sürekli değişiyor, hiçbir şey olduğu gibi kalmıyordu. Yaşadığı sıkıntılar da gelip geçecekti her şey gibi, bunu biliyordu. Derin bir nefes aldı. Sanki rüzgâr ılık ılık içine giriyor onu rahatlatıyordu.

Ne yapmalı, hayatına nasıl bir düzen vermeliydi? Köşesine çekilip sadece kendi için yaşamayı düşündü. Para bir şekilde kazanılır, geçim temin edilirdi nasılsa. Kendi yağıyla kavrulur giderdi. Varsın dünya nasıl dönerse dönsündü. Yanlış doğruya karışıp gitsindi. Bir an için bu düşünceler, hiçbir şeye aldırmadan hayatını yaşama fikri gözüne hoş göründü. Fakat bu tip şeylerin kendine uymadığını hissetti. O böyle yaşayamazdı, insanlık mayasına tersti.

Ya ne yapacaktı? Bilmiyordu. Yerde sürünen bir kurtçuğa takıldı gözleri. Kıpır kıpır, üzerinde gezindiği yaprağı dişliyordu. Ne kadar da yavaştı. Dikkatle bakmazsa hareketsiz bile sanabilirdi. Eline geçen bir dalcığın üzerine aldı kurtçuğu incitmeden. Gülümsedi. Kim derdi ki çoklarının görünce midesini bulandırıp yemek yiyorsa bırakmasına neden olacak şu pek de hoş olmayan yaratık; birkaç haftaya varmadan bir kelebek olacak. O kelebek ki; göz alıcı cıvıl cıvıl renkleri, muhteşem desenleriyle tabiatın en güzel parçalarındandır. Başta nefsi, insanlarda görüp de kızdığı pek çok çirkinlik de böyle olabilir miydi acaba? Biraz sabırla hiç umulmayan yerlerden nice güzellikler çıkabiliyordu işte. Bir kurtçukta kelebeği görebilmenin adı sabırdan başka ne olabilir di ki?

Şöyle bir bakındı etrafına. Karıncalar bile bozulan yuvalarını yeniden, en baştan yaparlardı kum temelinden. Arı, bir gram bal için göze alırdı nice çiçekleri dolaşmayı. Ne kadar kesilse de ağaçları, toprak asla vazgeçmezdi yeşilini fışkırtmaktan. Umudu kaybetmek, karamsarlığa düşmek mi? Nedendi öyleyse? O ki bir insandı. Ne kurtçuk, ne karınca, ne arı, ne toprak değildi. Hepsinden daha yetenekli, daha donanımlıydı. Elindeki imkânlar pek çoktu. Aklı, zekâsı, yüreği, duyguları vardı. İmanı vardı hepsinden öte. Şah damarından daha yakınında, duasını işiten Rabbi vardı. Neden vazgeçsindi ki!

Ferahlamıştı. Bir yel alıp götürmüştü üstüne konan tüm isleri. Tonlarca yük kalkmıştı üzerinden. Taze bir kan dolaşıyordu damarlarında artık. Doğruldu yerinden can bulmuş soluklarıyla ruhu. İçindeki gecenin üzerine güneşli bir gün doğuyordu. Umut vardı. Çünkü 'O' vardı. İnancı vardı. Başarıya ulaşırdı umudunu yitirmeden sabrı ilmek ilmek dokuyanlar. İşte tabiatın bağrındaydı binlere ispatı. Görüyordu...

Ayşegül Aygün
 
Geri
Üst