Liberalizm

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Liberalizm
Kökleri Rönesans ve Reforma dayanmakla birlikte ilk defa 19. yüzyılda siyasi teminolojiye girmiştir.1 18. yüzyılın ortalarına ve sonlarına doğru kavram siyaset sözlüğüne iyice yerleşerek.( laissez faire laissez passor ) ifadesinin yerini almış ve düşünce özgürlüğünü, ifade hürriyetini basın özgürlüğünü, üretim araçlarını özel mülkiyet konusu oluşunu ve serbest ticareti savunanların adlandırılmasında kullanılan etiket haline gelmiştir.2

Liberalizm, Avrupadaki toprak soylular ( Aristokrasi ) ile kent soylular (Burjuvazi) arasındaki çatışmaya koşut olarak doğmuştur. 10. yüzyıldan başlayarak kentlerde gelişen ticaret ve sanayi, varlıklı, yeni bir tolumsal sınıfın, “ kent soylular ” ın doğmasına neden olmuştur. Kent soyluların gelişmesine en büyük engel toprak soyluların doğuştan sahip bulundukları hukuksal ayrıcalıklardır. Önemli siyasal, askeri, yönetsel ve dinsel görevler toprak soyluların tekeline bırakılmıştır.

Ekonomik düşünceler içinde, liberalizm ticari kapitalizme ve ticari kapitalizmin ekonomi politikası olan merkantalizme tepki olarak doğduğu söylenebilir.3

Liberalizmin doğuşu sanayi inkilabıyla beraber ilk defa İngilterede dikkati çekmiştir. Liberal parti ve Manchester ekolü bunun örneğidir. Ünlü liberal iktisatçılar arasında Edam Smith, Davit Ricardo, Joremy, Bathum ve John Stvat Mill yer almaktadır.

Liberalizm genellikle “ siyasal liberalizm ” ve “ ekonomik liberalizm ” olarak ikiye ayrılarak değerlendirilir. Siyasal liberalizm, liberal demokrasinin temel felsefesini oluşturur. Ekonomik liberalizm ise kapitalizmin ideolojisi sayılabilir. Liberalizmin ekonomideki uzantısı, ünlü “ Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ” formülüyle özetlenebilir.

Liberal düşünceye göre devlet eliyle hiçbir müdahale yapılmamalıdır. Çünkü bu tür müdahaleler doğal uyumu ve bütünleşmeyi ortadan kaldıracaktır. Bu ise bireyin özgürlüklerinin kısıtlanması bir takım bireylerin başkalrı üzerine baskı uygulaması demk olacaktır. Özgürlüğün kısıtlanması ve baskı uygulanması ise toplumsal ahenk yerine toplusal çatışma ortamının egemenliği demektir.5

Liberalizmin hareket noktası yada temel kabulleri öncelikle aklın öne çıkarılması, bireyciliğin temel alınması ve özgürlük düşüncesidir.

1 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Ekin Yay. İstanbul 2000
2 Atilla Yayla. Liberalizm. Turan Kitabevi. Ankara 1992
3 Gencay Şaylan. Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. İmge Kitabevi. Ankara, 1994
4 Mustafa Erkal – Filiz ve Burhan Baloğlu, Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü, Der Yay, İstanbul 1997
5 saylan, a.g.e., s.27

TÜRKİYEDE LİBERALİZM

Liberalizm Türkiye’ ye 19. yy.da Tanzimat Fermanıyla ( 1839 ) beraber girmeye başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile esas itibariyle, Osmanlı devleti, sivil hukukta Batının liberal esaslarına çok yaklaşmış; islam hukukundan uzaklaşmıştı. Şöyleki söz konusu Ferman ile devletin tüm uyruklarının, dinleri, mezhepleri, ırkları ne olursa olsun kanun önünde hak ve mükellefiyetleri bakımından eşit tutulacağı kabul edilmişti.6

Ayrıca bu ferman Türkiye de anayasal yönetime doğru atılmış bir adım olması nedeniyle liberal bir nitelik taşımaktadır.

Tanzimat ve onu izleyen ıslahat çalışmaları etkisiyle Osmanlı aydını da burjuva toplumlarına özgü liberal düşünceleri yakından tanımaya başlamıştı. Osmanlı asker – sivil, bürokrat aydınlar 1860’ lı yıllarda “ Yeni Osmanlılar hareketi ” diye sonraları adlandırdığımız özgürlükçü akımı başlattılar.“Tercüman-ı Ahval” , “ Tasvir-i Efkar ” ve “ Muhbir ” gibi yayın organları, bu organlarda sürekli yazan Şinasi, Namık Kemal, Ali Süavi, Ziya Paşa gibi düşünürler özgürlükçü akımın tohumlarını ekmeye ve onu büyütmeye uğraşıyorlardı.7

1850’ den sonra Ali ve Fuat Paşalardevletin ekonomik yaşamdan elini çekmesi, mülkiyet hakkını güvence altına alınmasını istemişlerdir.Diğer bir şahsiyet ise Cevdet Paşa’ dır. Yenilikçi bir hareketin gereksinim olduğundan bahsetmekte, ticaretin önemi üzerinde durmakta, ticaretin gelişmesinin serbest ticaretle olacağını belirtmiştir.8

19. yy. ikinci yarısından itibaren iktisat bilimi alanında ilk liberal çalışmalar görülmeye başalr. Sakızlı Ohannes Paşa liberal ekonominin Türkiye’ deki ilk temsilcilerindendir. Ohannes Paşanın “ Klasik Ekonomi ” kitabı liberal ekonomik düşüncenin temel taşını oluşturmaktadır.9

Tanzimatı Birinci Meşrutiyet izler ( 1876 ). Bu dönemde imparatorluk, ilk anayasası olan Kanuni Esasiye kavuşur. Tanzimatla ülaaae giren yeni düşünceler parlementer bir siyasi yapının oluşmasına yol açmıştır.

6 Osman Akyar, Liberalizm ve Türkiye “Yeni Türkiye Dergisi ”, sayı 25, Ankara, 1999, s.429
7 Tevfik Çavdar, Türkiye’ de Liberalizm, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 14-15
8 a.g.e., s.19-37
9 a.g.e., s.43-54

Birinci Meşrutiyeti, II. Meşrutiyet izler ( 1908 ). 1908’den 1918’e kadar ülkenin yönetimi İttihat ve Terakkiye geçer.ekonomik politikalarını Cavit Bey yönlendirmektedir. Cavit Bey liberal iktisat siyaseti uygulayan ve liberal ekonomik sistemi savunan kişilerdendir.

İttihat ve Terakkinin içinden çıkan Prens Sebahattin ve arkadaşları liberalleşmeyi savunmuşlardır. Prens toplumu kurtaracak tek yolun batı turundan aşağıdan yukarıya doğru kapitalistleşmek ve tutarlı liberal bir zihniyet benimsemek olduğunu, Batı gibi olmanın ancak bu güçle sağlanabileceğini savunmuştur.

Ekonomik alanda Tanzimattan sonraki dönemde genel olarak devletçi bir politika izlenmiştir. Ticaret alanında serbest ticaret ilkesi benimsenmekle birlikte, sanayi alanında devlet eliyle sanayileşme politikası izlenmiştir. Bu başarılı olmayınca yeni devlet eliyle bir burjuva yaratma çabalarına girişilmiştir. Fakat bu çabalar da sonuçsuz kalmıştır. Cumhuriyet dönemi de dahil, Türkiye de esas itibariyle Özal’a kadar devletçi – müdahaleci bir iktisat politikası hakim olmuştur.11

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ( 1924 ) ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları ( 1930 ) kurulmuştur. Bu partiler esas itibariyle liberal demokratik partidir. Fakat ömürleri uzun sürmemiş kapatılmıştır. 1950-60 döneminde Demokratik parti ile birlikte liberal ilkeler gün yüzüne çıkabilmiş fakat 27 Mayıs darbesi ile bu kıpırdama bastırılmıştır.

Buraya kadar olan bölümü söyle toparlarsak liberalizmin tarihi talihsiz bir tarih olmaktan kurtulamamıştır.Osmanlı’dan başlarsak, Prens Sebahattin’in Hürriyet ve İtilaf Fırkasının liberal fikirleri, İttihak ve Terakkinin despotik idaresi altında hayat hakkı bulamamıştır. Cumhuriyet dönemibde liberalizmde, sozyalizm de düşman ilan edilmiştir. Liberal Cavit Bey idam edilmiş, komünist Mustafa Suphi, Trabzon açıklarında boğdurulmuştur.
Half Fırkasından sonra kurulan ilk Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası esas itibariyle liberal demokratik bir partiydi. Fakat bu partinin ömrü uzun sürmedi, parti kapatıldı. Mensuplarına siyasal hayat yasaklandı. Ülkede devletçi bir yapıda tek parti dönemi hakim oldu. Bundan sonra Özal dönemine kadar başarılı bir liberal ekonomiye geçiş yapılamadı.12

10 Ahmet Özer, Osmanlıdan Cumhuriyete, Sis Yay., Ankara, 2000, s.64
11 Cemal Fedayi, “ Liberalizm ve Türkiyede Liberalizm ” , Yeni Türkiye Dergisi, sayı 25, Ankara, 1999, s.467
12 a.g.m., s.467

1980 SONRASI LİBERALİZM VE TÜRKİYE

1890 sonrasındaki değişimin ve reformların gerçekleşmesinde Özal’ın katkıları bazı kişiler ve çevreler tarafından takdir edilirken diğer bazı çevreler 1980 sonrasında ülkemizde reformasyonla birlikte deformasyon ve dejenerasyon yaşandığını öne sürdüler.

Türkiye’ye kazandırdıklarına bakacak olursak; görüşleri ile Türkiye’de zihniyet değişiminin gerçekleşmesine öncülük yaptı. Serbest piyasa ekonomisine yönelik kararların alınmasında ve uygulanmasında liderlik ve teknisyenlik görevini üstlendi. Türkiye’yi 1980’li yıllarda en hızlı ülke konumuna getirdi. Müdahaleleri geniş ölçüde kalkındırdı. Döviz işlerine serbestlik sağladı, sermaye piyasasının oluşmasına önem verdi. Bu amaçla İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın kurulmasına öncülük etti. Dış ticaret sermaye şirketlerine izin vererek, Türk ürünlerini uluslararası pazarlara soktu. Katma değer vergisi uygulamasına geçildi. Sınır ticaretini yasal konuma getirerek geri kalmış sınır bölgelerinde ekonomik yaşamın canlanmasını sağladı.13

Özal’ın eksileri; Yeni devlet yapımı zenginler türedi. Özal döneminde devlet küçüleceği yerine büyüdü, özelleştirme feformu yapılamadı. Dar gelirli vergi yükü altında ezildi.14

Geriye bakarken şöyle diyebiliriz. Özal Türkiye’de bir dönem damgasını vuran bir siyaset ve devlet adamıdır. Gerek başbakanlığı gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde Türk siyasetine farklı bir çizgi getirdi.Türk toplumunu sürekli yeni kavramlarla tanıştırdı.15

Özaldan sonra Anap Özal’ın Liberalizmini devam ettiremedi. Anap kollarının elinde liberal bir fikri gelenek ve birikim yoktu önlerinde fiili biri vardı. O da ölüp gitmişti. Şu anda söylemek gerekirse liberal fikirleri savunan bir parti olarak “ Liberal Demokrat Partiyi ” entelektüel bir hareket olarak “Liberal Düşünce Topluluğu” söyleyebiliriz.

Türkiye’de liberalizme genel olarak bakacak olursak; gerek teorik gerekse pratik olarak hiçbir dönem ağırlık kazanamamıştır. Sadece Özal Döneminde liberalleşme yönünde bazı adımlar atılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Ancak Özal da tam anlamıyla liberal olmayıp, milliyetçi ve muhafazakar görüşleri vardı. Özal’ın vefatıyla liberalleşme durmuş , hatta geriye gidiş başlamıştır.16

13 Coşkun Can Aktan, “ Turgut Özal : Liberal Reformist miydi ”, Yeni Türkiye Dergisi, sayı 25, Ankara , 1999 s. 459
14 a.g.m., s. 460
15 a.g.m., s. 461
16 Fedayi, a.g.m., s. 466

PRENS SEBAHATTİN:

PRENS SEBAHATİN’İN TOPLUMSAL YAPI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:

Prens toplumu bireyci yapı ve bütüncü yapı diye ikiye ayırmıştır. Bireyci yapı kişisel yükselme ve bağımsızlığa doğru kesin bir gidişe yol açmaktadır. Özal hayatı üstün kılan sosyal üstünlük çıkaran kişisel bağımsızlıktır.

Bütüncü yapı ise kendine bağımlı olanları üretimden çok tüketime sürüklediği için sosyal yetenek ve kişiliğin gelişmesine engeldir.17

PRENSİN OSMANLI TOPLUM YAPISINA GETİRMEK İSTEDİKLERİ

A-) ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK:

Bu kavram ilk defa I. Jöntürk kongresinden sonra Prens Sebahattin tarafından ortaya atıldı. Sebahattin bütüncü toplumlarda toplumsal yapısı gereği merkeziyetçi yönetimlerin egemen olduğunu ileri sürüyor. Merkeziyetçi yönetimlerde bürokrasinin gelişmeyi köstekleyici bir rol oynadığını belirtmiştir. Prens bürokratik çıkmazların ekonomik, toplumsal, siyasal ve yönetim alanlarında etkin olmasında yakınıyor ve kurtuluş olarak merkeziyetçi yönetimden, yerinden yönetim ( Ademi merkeziyet ) biçimine geçmeyi öneriyor.18

Prens yerinden yönetimin gerekli olduğunu ileri sürerken neden olarak şunları söylüyor. Mesela Yemen vilayeti ile Selanik vilayeti ahalisi arasında muazzam farklar vardır. Bunlar yakından görecek her iki vilayetin hakiki ihtiyaçlarını en iyi idrak edecek, elbette İstanbul’daki memurlar değil; Yemen ve Selanik’te bulunanlardır.19

Yerinden yönetim, bireysel girişimciliği ve kişiliği geliştirici olduğu gibi, tolumsal yapı ögelerini göz önünde bulunduran ve sorunlara merkezden çare aramak yerine, yerinden çare aramayı gerekli kılan bir yönetim olduğu görüşündedir.20

17 Emre Kongar, Türk Toplum Bilimcileri, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 111-113
18 a.g.e., s. 120
19 a.g.e., s. 121
20 a.g.e., s. 121

B-) TEŞEBBÜSÜ SAHSİ ( BİREYSEL GİRİŞİM ) :

Bu kavram temelde kapitalist ekonomik sistemin insan tipini içermektedir. Bireysel girişimciliği olan kişilert yaptıkları işlerle servetlerini arttırıyorlar ve dolayısıyla ülkelerini zenginleştiriyorlar düşüncesiyle hareket ediyor. Osmanlı toplumu içinde ve özellikle Türklerde, bireyci kişiliğin olmayışını ve buna karşı memur tipinin yaygınlığında söz eder.21

Kısaca Prens; her alan bireyci kişilik yapısına sahip bireylerin yetiştirilmesini öneriyor. Memurluk zihniyetine son vermek ve bu zihniyetin yerine kapitalist bir sınıf yaratacak kişilerin çoğunlukta olacağı bir toplum yapısından yanadır. Ona göre bireyci kişiliklerin egemen olduğu toplum ekonomik ve diğer alanlarda güçlü olacaktır. Sermaye birikimi ancak bireyci kişilik yapısını yaygın ve etkin olduğu toplumlarda görülmektedir. Buna örnek olarak İngiltere’yi veriyoruz.

PRENSİN TOPLUMSAL DEĞİŞİME YAKLAŞIMI

Prense göre toplumsal değişmeden amaç, toplumsal yapının değişmesidir. Toplumsal yapının değişmesi ise, toplumu meydana getiren bireylerin aldıkları eğitim ve öğretimden yakından ilgilidir. Ona göre : Toplumsal yapımızı kemiren, toplumumuzu uçuruma sürükleyen hastalığın nedenlerinden biri, özel hayatta göreneğe dayanan, kişiliği öldüren eğitim sistemi; biri de genel hayatta merkeziyetçiliğe dayanan yönetim sistemidir.

Prens, Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalımdan sıyrılabilmesi için, kurtuluş yolunun tek olduğunu ileri sürüyor. Bu yolun; toplum yapısını kökünden değiştirmek, bütüncü yapıdan bireyci yapıya geçmek, özel yaşamda; üretici aydınlar yetiştirmek, genel yaşamda da ; yerinden yönetim kurmaktır.

Prense göre : Bireyci yapıya geçmek, ilkeci bir eğitim sorunudur. Herhangi bir toplumda eğitim yapan ve onu düzenleyen ailedir. Bu yüzden, ulusal eğitimi tüketim, duruluk ve tutsaklıktan; üretim, girişim ve bağımsızlığa yönelmek için biricik yol : Bireyci aileler kurmak gücünde olan kız ve erkekler yetiştirmektir
 
Geri
Üst