Mardin

M

Misafir

Forum Okuru
Mardin
Mardin'de Ne yenir Ne alınır

NE YENİR?
Mardin’in çok özel yöresel yemekleri mevcuttur. Özellikle kıbbe, çiğ köfte, keşkek, zerde, cevizli sucuk, helva çeşitleri, cevizli tatlılar yenebilir
NE ALINIR?
Mardin’in meşhur telkari gümüş işlemesi alınabilir.
YAPMADAN DÖNME
Mardin Müzesi, Deyrulzaferan Manastırı ile Kasımpaşa Medresesi görmeden,
Badem şekeri, leblebi, ceviz sucuğu tatmadan,
Telkariden gümüş işleme almadan,
Kiraz Festivaline gitmeden
…Dönmeyin.
 
Cevap: Mardin

MARDİN//MİDYAT

resimgoster.aspx

Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin’den yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta yer alır. Mardin’e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırmaktadır. Bölgeyi Süryanilerin yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estel’e kaymıştır. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat’taydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Mutlaka izlemelisiniz….
Mardin’in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle de ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir.M.S.640 yılında Hz. Ömer zamanında Arap-İslam ordusu Süryanilerle işbirliği yaparak Mezopotamya’ya girince,özellikle bu eserin korunması için Hz. Ömer’ in emri ile ayrıcalık tanımıştır. Manastırda eskiden içinde zengin bir kütüphane bulunmaktaydı. Ayrıca içinde binlerce öğrencinin eğitim aldığı bir teoloji fakültesi bulunmaktadır. Midyat’ta Meşe, Bitim, Antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştirilir. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktasıdır.

Tarihçe
resimgoster.aspx

Yukarı Mezopotamya’nın bir parçası olan ilçe, Tur-Abidin(Turabdin) Bölgesinde kurulmuştur. Midyat, MÖ 9. yy. Asur Tabletlerinde mağara kenti anlamında “Matiate” olarak geçer. Büyük olasılıkla da adı buradan gelmektedir.

İklim
Mardin iline 1,5 saat uzaklıkta yeralan Midyat, Mardin ile benzer iklim özellikleri gösterir. Akdeniz iklimi ile karasal iklimin ortak özelliklerine sahip olan Midyat’ta yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur.
 
Cevap: Mardin

Midyat

Gümüş işçiliği (telkari) ile ünlü bu belde, Süryani kültüründen pek çok iz taşımaktadır. Cami ve kiliselerin defalarca aynı karelere sığdığı Midyat, farklı kültürlerin bir arada nasıl yaşayabileceklerine dair harika bir örnektir. Kentte geçmişi asırlar öncesine dayanan taş işçiliği ile ortaya konmuş taş yapılara da sıkça rastlanır. Taş evler ve pazar yerleri, taş işçiliği ile ortaya çıkarılabilecek eserlerin ne kadar güzel olabileceklerine dair yaşayan örneklerdir. Hristiyan kültürü için önem taşıyan pek çok manastır ve kilise, günümüzde hala faaldirler. Geçmişe güzel bir yolculuk yapmak ve tarihi yaşamak için Midyat harika bir seçenektir. Midyat tatil cennetinde ilginizi çekebilecek başlıca eserler ya da bölgeler şunlardır: Cevat Paşa Camii, Ulu Camii, H. Abdurrahman Camii, Deyr-Ül Umur Manastırı, Mor Smuni Kilisesi, Mor Barsavmo Kilisesi, Mor Aksanoya Kilisesi, Mor Sarbel Kilisesi, Protestan Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Mor Abraham Kilisesi, Hah Katedrali, Hah Harabeler-i.
 
Cevap: Mardin

Mardin’in Tarihteki Yeri

Mardin’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyorsa da kuruluşu Eski Yakın Doğu tarihine göre Subariler zamanına kadar dayanmaktadır.
Alman Arkeologu Baron Marvan Oppenheim’in 1911-1929 yılları arasında yaptığı kazılardan elde edilen sonuçlara göre: Subariler’in Mezopotamya’da (MÖ.4500-3500) yaşadıklarını bu tesbite sebep olarak da Sümer ve Babil katları arasında buldukları kiremitleri göstermiştir. Gırnavaz Örenyerinde 1982 yılında başlayıp 1991 yılına kadar sürdürülen arkeolojik kazı ve araştırmalar sonucunda Gırnavaz’ın MÖ.4000’den MÖ.7 yüzyıla kadar sürekli olarak yerleşme alanı olduğu anlaşılmaktadır. MÖ.4000 sonlarına tarihlenen Geç Uruk Devri, Gırnavaz kalıntılarının en alt kültür tabakasını oluşturmaktadır. Bu kültür tabakasının üzerinde yer alan Er Hanedanlar Devri mimarî tabakaları daha çok ölü gömme adetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir. Tespit edilen mezarlara göre ölüler bu devirde eski Mezopotamya geleneklerine göre açılan çukurlara dizler karınlarına çekik olarak yatırılmakta daha sonra yakılan hafif ateşle manevi temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler kesilip çukurlar kapatılmaktadır. Mezar içinde şahsi eşya olarak metal silahlar, metal süs eşyaları ve mühürler kült ve seramik kap örnekleri çok sayıda tespit edilmiştir.
Sümer Kralı Lugarzergiz MÖ.2850 yılında Akdeniz’e kadar uzandığı seferinde Mardin’i hükmü altına almıştır.
Şehircilik, sulama ve tarım alanında ileri bir seviyeye ulaşan Sümerler, geniş fetihler sonucu güçlerini kaybedince 30 yıl sonra Mardin’i Akadlar’a bırakmışlardır(MÖ.2820). Akadlar, MÖ.2500 yıllarında Sümerler’le anlaşarak Akad-Sümer Devletini kurmuşlardır.
Prof.Dr. Ekrem Memiş’in “Eski Çağ Türkiye Tarihi” adlı kitabında: “ Mezopotamya’da büyük İmparatorluk vücuda getiren Sami Kökenli Akadların vesikalarından anlaşıldığına göre, MÖ.3000 sonlarında Mardin merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Kuzey Mezopotamya’daki Musul ve Kerkük dolaylarında Hurriler adıyla anılan bir kavim oturuyordu” diye yazar.
Mardin, MÖ.2230’lu yıllarda Elam şehri oldu. Amuri ailesinin altıncı ferdi olan Hammurabi, Sümer topraklarını Babil’in idaresi altına alınca bu kez de Babil Devleti’ni kurmuş, ardından Yukarı Mezopotamya’ya saldırınca Mardin’i de istila ederek topraklarına katmıştır.(MÖ.2200-1925)
MÖ.1925 yıllarında Mardin’i işgal eden Hititler, bir yıl sonra şehri terk etmişlerdir. İran dolaylarından gelen Ari Irkından Midiller, Mardin ve çevresini ele geçirmiştir. 500 yıl hüküm süren Midiller bilinmeyen bir sebepten Mısırlılar’a vergiye bağlanmışlar ve bir Midil Prensesini de Mısır Firavunu ile evlendirmişlerdir. MÖ.1367 yılında Midiller arasında iç savaş çıkınca bu fırsatı bilen Asur Kralı Asurobalit, Mardin ve çevresini topraklarına katmıştır.
MÖ.1190’da Anadolu’dan gelen bazı Ari ırk kavimleri Mardin’i almışlardır. 60 yıl sonra I.Tıplatpalasır; Sincar, Nusaybin ve Mardin’den geçerek 20 bin Maşiki kuvvetinin koruduğu Kemecin’e saldırıp onları yendikten sonra Mardin ve çevresini tekrar ele geçirmiştir.
MÖ.1060’da I.Asurnasırbal zamanında Hititler birleşerek Gılgamış yakınlarında Asurlular’ı yenmişlerdir. Asurlular’ın tekrardan kuvvetlenmeleri üzerine, Mardin Asur hakimiyetine girmiştir. MÖ.800 yılına kadar Asurlular’ın elinde kalan Mardin, daha sonra Urartu Krallığı egemenliğine geçmiştir. Urartu Kralı Mimes zamanında Mardin 50 yıl Urartu idaresinde kalmıştır.
MÖ.612 yılına kadar Sityaniler, MÖ.618 yılında ise İran’dan gelen Midiler buraları ele geçirmiştir.
MÖ.335 yıllarında Büyük İskender Mısır’ı aldıktan sonra Mezopotamya’ya gelerek İran’a gitmek için Mardin’den geçer. Buraları da istila eden İskender’in MÖ.323 yılının 28 Mayıs’ında Babil’de ölümünden sonra komutanları arasında devlet pay edilir ve Mardin doğu bölümünde kaldığı için Nikanır denilen General Slevkos’un payına düşer(MÖ.311)
MÖ.131’de Mardin ve çevresi Urfa Krallığı(Abgarlar) topraklarına katıldı. MS.249’da Roma hükümdarı Filibos saltanatının 5.yılında bir isyan başlatıp IX.Abgar’ı memleketten kovmuştur. Şehrin Valiliğine de Hapsioğlu Uralyonos tayin edilmiştir. Bu arada Mardin’de Urfa’ya bağlı olduğu için Roma egemenliğine girmiştir. MS.250 yılında Dakiyos, Pers ülkesini zaptetmiştir. Bu sırada tahribat gören Nusaybin’i de onarmıştır. 330 yılında ateşe ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral Mardin Kalesinde rahatsızlığı sebebiyle kalır. Kalede kaldığı süre içerisinde iyi olunca kendisine kasır yaptırıp 12 yıl boyunca burada yaşar. Daha sonra Kral, memleketi Pers’ten birçok asker ve sivil getirtip, onları Mardin’e yerleştirir. 442 yılına kadar getirilen insanların vasıtasıyla şehirde birçok gelişme olur. 442 yılında halkı kasıp kavuran amansız bir veba salgını şehri yaşanmaz hale getirir. Yaklaşık 100 sene sonra Ursiyanos adlı Romalı bir kumandan büyük bir ekiple Mardin’i 47 yılda inşa etmeyi başarır ve halkın tekrar buraya gelmesini sağlar. Bu süreç içerisinde Persler’in ünlü merkezleri olan Dara yeniden inşa edilmiştir. Mardin’de Bizanslar 640 yılında Hz.Ömer’in kumandanlarından İlyas Bin Ganem’in işgaline kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Mardin ve çevresi, 692’de Emeviler’in, 824’te Halife Memnun zamanında Abbasiler’in hakimiyetine girmiştir. Bu dönemde İslamiyet hızla yayılmıştır.
885-978 yılları arasında buralarda hüküm süren Hamdaniler’in kaleyi kesin olarak zaptedişleri 895 yılına rastlar. Doğal olan kalenin bazı yerlerine surlar yaptırarak bazı yerlerini de onararak günümüze kadar dimdik kalmasını sağladılar. 990 yılında ancak Musul’da tutunabilen Hamdaniler’in topraklarını birer birer ele geçiren Mervaniler, Mardin’i de zapt ederler. Mardin ve çevresinde çarşılar, camiler yaparak onarımlarla İpek yolu üzerinde bulunan bu önemli şehri ticari açıdan canlandırırlar.
Alparslan’ın Malazgirt zaferinden sonra Türkler’in Anadolu’ya ulaşan akınları neticesinde gittikçe zayıflayan Mervaniler Devleti, Nusaybin’de 1089’da Selçuklular’a yenilerek onların hakimiyeti altına girer.
Artuklular’dan İl Gazi Bey Mardin’i 1105’te ele geçirerek devletin başkenti yapar. Halep’i aldığı gibi Haçlılar’a karşı giriştiği mücadeleler dolayısıyla İl Gazi Bey büyük ün kazanır. Antakya Haçlı Prensi Roger’i yenerek Silvan’ı da ele geçirir. İl Gazı’nın ölümünden sonra oğulları ve yeğenleri devletin başına geçerek Diyarbakır, Harput Kalesi ve civarına hakim olup, Haçlıları, Frankları, Urfa Kontu’nu, Bilecik Haçlı Senyör’ünü ve Kudüs Kralı Bodven’i yenerek büyük başarı kazanırlar. Böylece Artuklular bölgede büyük devlet kurarlar. Bu devletin 304 yıllık egemenliği sürecinde çok sayıda tarihi camii, medrese, hamam ve kervansaray yapılmış, birçok cami, medrese ve manastır onarılmıştır.
Timur, Artuklular döneminde 1393’te Mardin Kalesini kuşatıp işgal etmeye çalışsa da başarılı olamaz. Timur, 1395 yılının Ramazan ayında Mardin’i almak için yeni bir kuşatma hazırlıklarına Kızıltepe’de otağını kurarak başlar. Mardin halkı kaleye sığınarak Timur’un şiddetli hücumlarına karşı koymak suretiyle o zamanın en büyük ordusu ve hükümdarını başarısızlığa uğratmıştır.
Artuklular halkın bu başarısından dolayı Mardin’i onarma faaliyetine girişirler. 15.yüzyılda güçlenen Karakoyunlular’ın bu devleti ortadan kaldırmak için Mardin’i 2 yıl kuşatması bu girişimleri aksatır. 1409’da halk bu kuşatmaya daha fazla dayanamayarak yapılan anlaşma gereği şehrin kalesini Karakoyunlular’a teslim eder. Mardin Karakoyunlular’ın egemenliğinde 61 yıl kalır. Bu süreç içerisinde aşiretler ayaklanarak Karakoyunlular’ın rejimine karşı koyarlar ve devleti zaman zaman ele geçirirler. Karakoyunlular’ı 1462 yılında yenen Akkoyunlular kalenin egemenliğini de ele geçirirler. Bu dönemde Mardin’e Paşa olarak gelen Kasım Bey, Timur’un yakıp yaktığı şehri ve kaleyi onarmaya girişir. Bu çalışmasını ve başarısını taçlandıran bu güne kadar ihtişamla ayakta durmayı başaran ve tarihe meydan okuyan Kasım Paşa Medresesini yaptırır.
16.yüzyılın başında Akkoyunlular’ı egemenliğine alan Şah İsmail güçlü bir Şii devleti kurmayı başarır. Bu dönemde Anadolu’ya girip Şiiliği kabul etmeyenleri zalimce öldürmekten geri kalmaz. Bu durumu gören Mardin hakimi, şehri zulme ve yağmalamaya karşı, halkı korumak için kalenin anahtarını kan dökmeden Şah İsmail’e teslim eder.
Mardin’in kesin olarak Osmanlılar’ın eline geçmesi Mısır seferini düzenleyen Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşmiştir. Diyarbakır (Amid) Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Bilgin İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in emriyle 1516’da Mardin ve kalesini dokuz aydan fazla kuşatmış, çeşitli illerden gönderilen Osmanlı takviye kuvvetleri, Doğu Anadolu’dan gelen Kürt Beylerinin kuvvetleriyle birleşerek kaleye defalarca saldırılar düzenlenmiştir. Ancak halkın kahramanca karşı koyması iki tarafın da zor günler geçirmesine neden olmuştur. Kartal Yuvasının yardım beklentisi boşa çıkınca Bıyıklı Mehmet Paşa ve İdris-i Bitlisi 7 Nisan 1517’de Mısır’da bulunan Yavuz Sultan Selim’e kaleye girmiş olduklarının müjdesini vererek Osmanlı devletinin ilk halifesini çok sevindirmişlerdir.1517 yılında Mardin ve yöresi Osmanlı topraklarına katılmış, bir sancak durumunda Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlanmıştır. 1518’de Mardin Sancağı: Merkez kazası ile Savur ve Nusaybin nahiyelerinden oluşuyordu. Mardin, uzun müddet Diyarbakır-Bağdat ve Musul’un Sancağı durumunda kalmıştır. Mardin Sancağında halk: Göçebe ve yerleşik olarak iki bölüme ayrılmaktaydı. Yerleşik halk inançları açısından: Yahudiler, Hıristiyanlar (Ermeniler, Süryaniler ve Keldaniler), Müslümanlar ve bir kısım Şemsilerden(Güneşe tapanlar) oluşuyordu.
 
Cevap: Mardin

Telkari Midyat


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Telkari[/FONT]​
a_telkari.jpg
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
Telkari’ nin sözcük anlamı tel ile yapılan sanattır. Ancak bu tanım, tel ile yapılan her sanatsal çalışmanın telkari olduğu anlamına gelmez. Örneğin, ‘Trabzon işi’ hasır örgü bileziğe tel ile yapılmasına rağmen telkari denilmez. Yine, ağaç üzerine yollar açıp içine döverek tel gömme işinin de telkari olduğu sanılmaktadır; oysa bunun adı ‘tenzil’ sanatıdır.
Telkari’ye aynı zamanda ‘vav işi’ de denilmektedir. Bu isim, Osmanlıca vav harfinin, uygulamada motif olarak sıkça kullanılmasından dolayı verilmiştir. Ayrıca bu sanata çift işi diyenler de vardır. Bu ismin kaynağı ise, işin yapımı sırasında parçaların teker teker biraraya getirilmesinde kullanılan, cımbıza benzer ancak ucu daha ince olan ve ‘çiff’ olarak isimlendirilen alettir. Bu iki isim de genellikle sanatkarlar, arasında kullanılır.
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
[/SIZE][/FONT]
10.jpg
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Bir çok geleneksel sanatımızda olduğu gibi, telkaride de sanatkar işinde kullanacağı her türlü malzemeyi kendisi yapmak zorundadır. Yani, usta telkaride kullanacağı telleri kendi atölyesinde ham maddeden elde etmektedir.Öyle ise biz de, bu sanat dalımızı anlatmaya, kullanılacak telin yapımıyla başlayabiliriz.
Ocakta pota içerisinde eritilen maden (bu işte en çok kullanılan maden gümüştür, bazen altın ve başka madenler de kullanılır) çubuk haline getirilmek için kalıba dökülür. Yapılacak işin şekline göre çubuk döküm, üzerinde genişten dara doğru delikleri olan çelikten yapılmış haddeden geçirilir.
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
[/SIZE][/FONT]
aziz.jpg

1.jpg

2.jpg

3.jpg

5.jpg

6.jpg

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
Haddeden geçirme işlemi zor ve zaman alıcıdır. Hadde sağlam bir yere tesbit edilmelidir. Haddenin geniş tarafından sokulan tel öbür ucundan çekilirken uzar ve aynı zamanda incelir. Maden, bu tekrarlar sırasında sertleşir; sertleştikçe tavlanır, yani kor haline gelinceye kadar ateşte bekletilir; soma da haddeden kolay geçsin diye balmumuna daldırılır. Haddeden çekmek için özel penseler kullanılır.
Haddeden çeken usta beline manda derisinden yapılmış, üzerinde madeni halkalar olan kalın bir kuşak bağlar. Kol gücünün yetmediği ve telin uzadığı zamanlar telin ucunu belindeki derinin madeni halkalarına takar ve beden gücünü de kullanarak işi sona erdirir. Bu yorucu çalışma, kalınlığı aşağı yukarı 0.5 cm olan gümüş çubuk 1 mm’ lik ince bir tel haline gelinceye kadar sürer. Her telkari işi iki ana kısımdan meydana gelmiştir. Birincisi işin ana iskeleti olan ‘muntaç’ (kılavuz); ikincisi de muntaç içine yerleştirilmiş vav, kake, dudey, gül, tırtıl, güverse vb. isimlerle anılan her biri farklı biçimlerde yapılmış motiflerdir.
Çalışmaya önce muntaç yapımıyla, yani ana iskelet kurularak başlanır. Muntaçın tel kalınlığı motiflerin tel kalınlığının iki katıdır. Muntaçdan soma ara boşluklar teker teker büyük bir titizlik ve sabır ile doldurulur. Bütün bu çalışmalar, ceviz ağacından kesilmiş düz yüzeyli bir levha üzerinde yapılır. Bu ceviz levha, üst yüzü yakılarak yağı alındıktan soma, ağır demir levhalar altında iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Son zamanlarda, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf, yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır
Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin ‘lehim’le birleştirildiğinden özetmektedirler. Bu bütünüyle yanlıştır. Çünkü bir gümüş işine lehim değdi mi, o iş hurdaya atılır. Lehim gümüşü çürütür.
Gümüş tellerin birleştirilmesinde kullanılması gereken yöntem ‘kaynak’ tır. Mili metrik tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalışma büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için önce, ayarı belli bir ölçüde düşürülen gümüş, eğelenerek küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içine toplanır. Eğelenmiş gümüş bir kaba konur ve içerisine toz boraks katılır. Suya daldırıldıktan soma amyant üzerine yerleştirilen ana iskeletin her bir parçası bu gümüş-boraks karışımı ile kaynak yapılarak birleştirilir.
İskeletin yapımından sonra motif yerleştirme işi, aynı şekilde kaynak yöntemiyle devam eder. Ancak motif yapımı uzun zaman alır. Bu yapım sırasında da büyük bir titizlik ve sabır gereklidir.
Telkariden yapılan işler sayılamayacak kadar çeşitlidirler. Mesela sigara ağızlıklarından, tütün kutusundan, fincan zarflarından tutun da çeşitli tepsiler, kemerler, tepelikler, aynalar hep telkari tekniği ile yapılmışlardır. Bu sanatın kaynağının Mezopotamya ve eski Mısır olduğu sanılmaktadır. Buralardan Uzak Doğuya, başka bir koldan ise Anadolu’ya ve Anadolu üzerinden de Avrupa’ya yayıldığı bilinmektedir.
Yurdumuzda ise en önemli telkari merkezi Mardin’in Midyat ilçesi olmuştur. Midyat işleri son derece zarif ve kıymetlidirler.
[/SIZE][/FONT]
7.jpg

8.jpg

11.jpg

13.jpg

9.jpg
 
Cevap: Mardin

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Manastır - Kiliseler[/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]MOR GABRİEL MANASTIRI (DEYRULUMUR)[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
48.jpg
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Midyat’ın 23 km. uzaklığındadır. Midyat-İdil doğrultusunda, Yayvantepe köyüne varmadan önce, soldan ayrılan 2,5 km. bir yol ile bu manastıra ulaşım sağlanmaktadır. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Yöredeki en eski ve en antik [/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]manastır olması nedeniyle yıllardan süzülmüş otantik, tarihsel özelliğini gözler önüne sermektedir. Bu nedenle bu manastırı ziyaret eden kişi, 1600 yılın derinliğinden yansıyan engin bir tarihle karşı karşıya kalır ki, Doğu’nun bu sesiz incisinde soyut anlamdaki insanlık erdemlerini çok daha doğru bir şekilde kavramış olur, aynı zamanda gördüğü görkemin karşısında da şaşkılığını gizleyemez olur. Çünkü bu başyapıt, üstün yapılı manastırın temelleri ilk olarak MS. 397 yılında Roma İmparatorları Arkadius ve Anurius döneminde, Mor Samuel ve Mor Şemun adında iki Süryanİirahip tarafındanatılmıştır [/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1].
52.jpg
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Söz konusu manastır, Midyat platosundaki manastır yaşamını gerçek başlatıcısı olduğu için, daha ilk dönemlerinde yüzlerce rahibi barındıracak bir niteliğe bürünmüştür. Bu manastırın temelleri her ne kadar 397 yılında atılmışsa da tarihin akışı içinde ve özellikle İmparator Küçük Todosius ve Anastas döneminde bu manastırda ilginç fresk ve figürlerle bezenmişti. Mihrab bölümünün tabanında beyaz, siyah, kırmızı ve mavi renklerinden oluşan mozaik ve tavandaki büyüleyici yaldızlı mozaikde o tarihten kalmadır. Büyük kilisenin bitiminden sonra, o tarihlerde manastır rahiplerince manastırın dışında yapılmış derin ve büyük sarnıç hala kullanılmaktadır.
47.jpg
[/SIZE][/FONT]​
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Ayrıca manastırın içinde bulunupta 6. yüzyıldan kalma Azizler evi, Meryem Ana Kilisesi ve Teodora Kubbesi yapıları mevcuttur. Bu yapıların en gözdesi Teodora Kubbesidir. Bu kubbe, İmparator Arkadius’un kızı Teodora’nın maddi yardımıyla ovalımsı bir şekilde pişmiş tuğlalardan yapılmış sekiz kavisli ilginç bir kubbedir. Eskiden yemekhane olarak kullanılmaktaydı. Bunun hemen batısında ise kuzeyden güneye doğru boydan boya uzanan eski mutfak bölümü bulunmaktadır. Bunlara koşut olarak bu manastır, tarihsel süreç içinde bir çok çapul ve yağmalara sahne olmuş, ağır darbelerle tahrip edilmiştir. Bu nedenle o dönemin başkenti -Roma- İstanbul’un maddi desteğiyle vücuda gelen o güzelim süsler yok olmuştur. Özellikle Perslerin ve Aksak Timur’un 1394 yılındaki darbeleri çok etkili olmuştur. Böylelikle bu şaheser manastır, kilise içindeki mihrab bölümünün taban-tavan mozaiği dışında özgünlüğünden ve bezeli özelliğinden yoksun olarak günümüze kadar gelebilmiştir. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Anıtlı(HAH) Köyünde Bulunan Meryemana Kilisesi:[/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
kil5.jpg
[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Anıtlı Köyünün güneyinde yer alan bu kilise günümüzde eşine az rastlanan kiliselerden biridir. Bu Kilse Süryani dilinde “yoldath aloha” ismini taşımasına rağmen çoğu kez Arapça “El Hadra”(bakire) olarak anılır. Kilise kare planı ve merkezi kubbesiyle ancak Mardin yakınlarındaki Deyrulzafaran Manastırının büyük kilisesiyle karşılaştırılabilir. Her iki kilisede büyük olasılıkla 6.y.y. dan kalmadır.Kubbenin dıştan üst yapısı ve çan kulesi 20.y.y. eklemeleridir.Oturma yerleri bulunan bir opsisle ,karşılıklı okuyan iki koroyu barındıracak genişlikte,ama cemaate kapalı bir nef,yöre kiliselerinde hiç rastlanmayan diğer özelliklerdir. Öyle görülüyor ki kilise bir zamanlar metropolitlik merkezliğini üstlenen HAH’ta metropolitin manastır erkanına ayrılmıştır. Midyat’taki diğer manastır kiliseleri gibi buda çapraz neflidir. Naos’a hakim dört süslü kemer,kubbenin üzerinde yükseldiği sekizgen kasnağı taşır: Bir kemer sola eklenmiş narteksten kiliseye açılan girişi çevreler; kuzey ve güneyde bulunan diğer ikisi,çift rahip korosu için planlanmıştır;dördüncüsü ise sunak alanını çevirir.Sunak alanını her iki tarafında yan hücreler bulunur. Kemerlerin üzerinde yükseldiği başlıklar,olağan biçimde akantus yaprakları ve girlandlarla bezelidir. Başlıkları ve zarif süslemeleriyle kilise mimari açıdan Turabdin’in incisidir.
kil8.jpg
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Hah Meryemana Kilisesi’nin kuruluşu ile ilgili diğer bir Söylenceye göre ise;kilisenin kuruluşu Hz. İsa’nın doğumuna (1.y.y.) dayanmaktadır.Yahudiye ülkesinde,bir kralın doğumunu muştuladığına inandıkları parlak yıldızın izini süren on iki kral,doğudan yola çıkarlar. Hah Kralı Hanna’ya vardıklarında içlerinden üçünü Kudüs’e yollarlar. Üç Kral yeni doğan çocuğu bulup ona hediyeler sunarlar. Kendilerine anı olarak verilen Çocuğun bezini Hah’a getirdiklerinde içleri onu parçalamaya el vermez. Yakıp külünü aralarında paylaşmak istediklerinde,aleve atılan bez on iki altın madalyaya dönüşür. Bu mucizeye tanık olduklarında Tanrı Anası adına sonsuza kadar ayakta kalacak bir anıt kurmaya karar veriler.[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Hah Harabeleri:[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
a_36.jpg

Anıtlı (Hah) Köyü ile Karagöl (Derkube) arasında yer alan harabelerle ilgili elde yazılı bir kaynak olmamakla birlikte büyük bir medeniyetin izlerini taşımaktadır. Özellikle harabenin orta yerinde,özenle yontulmuş taşlarıyla göze çarpan Sarhavdana ,büyük olasılıkla bir meryemana kilisesidir. Kilisenin orta nefinden sunak kısmına geçişi taçlandıran,çift sıra akantus desenli başlıkların taşıdığı taş keme,hala yerli yerindedir. At nalı biçimindeki kemer,gök kuşağının değişik renklerini anımsatan zarif desenli silmeleriyle 8.y.y.taşçı ustalarının maharetlerini sergiler gibidir.[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
a_51.jpg
[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Mor Serkis ve Bakos Manastırı:[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Anıtlı’nın (HAH) kuzeyinde Çok sevilip sayılan asker azizler Mor Serkis ve Bakos’un anısına inşa edilmiştir.En eski yapıöğeleri 789 yıllarına kadar uzanmaktadır. Kilise,değerli süslemeleriyle göze çarpmaktadır.[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Mor Eliyo Kilisesi:[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Anıtlı Köyünün 2km.kuzey doğusunda yer alan Alagöz Köyünde bulunur. İki nefiyle kilise,büyük bir olasılıkla güney cephesindeki genişletilmiş narteksiyle bir bazalikanın yada(daha az bir olasılıkla )çapraz nefli bir manastır kilisesinin değişikliğe uğramış halini yansıtmaktadır. Yapılış tarihi ile ilgili elde mevcut bir bilgi,belge yoktur.[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Mor Afrem Kilisesi:[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
53.jpg
[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Midyat’ın Bardakçı (Bote) Köyünde bulunan Mor Afrem Kilisesi köyün odak noktasında bir kaleyi andırmaktadır.Köy tarihi süreç içinde pek çok saldırıya maruz olmuştur. Bu saldırılarda köy halkı çoğu jkez ya kiliseye sığınmış yada kendilerini buradan savunmuştur.Kilise alışıla gelmişin dışında ve büyük olasılıkla çeşitli tadilatlardan kaynaklanan bir planı yansıtır: Ortada naos,naosun kuzeyine ve güneyine yerleştirilmiş birer mihraplı iki yan nef ve önde narteks.[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Mor Kuryakos Kilisesi:[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]

[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
49.jpg
[/SIZE][/FONT]​
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Midyat’ın Yemişli (Anhel) Köyünde yer alan kilise temel planı bakımından Turabdin’deki çoğu köy kilisesiyle benzeşmesinin yanında bünyesinde bazı değerli eserler barındırır. Kilisenin narteksi önüne,doğuda küçük bir beth slutho’yla son bulan,revaklı bir geçit eklidir. Sıcak yaz günleri rahatça dua edebilmek için düşünülmüş bu yapının ön cephesi başlıklı payeler üzerine bindirilmiş at nalı biçimi bir kemer vurgular. Orta Çağ’dan kalma bir azizname Kiliseyi 734 yılında vefat eden zeytin ağaçlarının banisi (zeytinci) Mor Şemun’a atfetmektedir.Mor Kuryakos Kilisesi’nde büyük olasılıkla 18.y.y.’dan kalma boyalı ahşap oyma sunakların nadide örneklerinden biri yer almaktadır. Ahşap sunakların daha sonra yaygınlaşan taş sunaklara örnek oluşturduğu sanılır. Yemişli(Anhel) de Mor Kuryakos ve Mor Eşayo Kiliseleri yanısıra Meryemana,Aziz Petrus ve Pavlus, Eliyo,Şmuni,Gevergis ve Zeytinci Şemun’a adanmış altı şapel daha bulunur[/SIZE][/FONT][FONT=Times New Roman,Times,Times NewRoman][SIZE=-1].[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
50.jpg
[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Mor[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]Estafanos Kilisesi:[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=+1]
[/SIZE][/FONT][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Midyat’ın Güngören (Keferbe ) Köyünde yer almaktadır. Kilisenin güneyinde,doğusu mihrap tarafından kapatılan,yazlık kilise niteliğindeki iç avlu uzanır. Ana kilisenin kuzeyine yüksek tonozlarla ona bağlanan ve vaftizhane olarak kullanılan Vaftizci Mor Yuhanon Kilisesi yerleşmiştir. Kilisenin naosa açılan kapının solundaki yazıtta 778/79 tarihleri okunmaktadır. Mor Stefanos Kilisesinin içi klasik anlamda zariftir. Oldukça dar yan nefin yan duvarları, yüksek kemerlerle bölünmüştür. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1].
23.jpg
[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Doğu batı yönünde yerleştirilmiş uzun orta nefiyle Turabdin bölgesindeki en güzel köy kiliselerinden biridir.[/SIZE][/FONT]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
54.jpg
[/SIZE][/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Mihrap içinde,kilisenin mekan bütünlüğüne yaraşan uslupta basit bir sunak yer alır[/SIZE][/FONT]
 
Cevap: Mardin

Midyatı Gezelim Dinler Şehri

Midyat’la ilgili ilk yazılı bilgiler M.Ö 13.Yüzyıla kadar uzanır. Asur kralları için ele geçirilerek talan edilecek bir bölgedir. II. Aşurnasipal M.Ö. 879 yılında gururla: ‘Matiate’yi (=Midyat) ve köylerini buyruğum altına soktum. Bol ganimet edinip, onları yüklü haraca ve vergiye bağladım’ der. Midyat bölgesi, tarih boyunca bu türden olaylarla sıkça karşı karşıya kalır. Midyat dünyanın en eski yerleşim bölgesi olan Yukarı Mezopotamya’da yer aldığı için tarih boyunca Sümerler, Asurlular, Urartular, Makedonyalılar, Persler ve Romalılar gibi bir çok uygarlığın egemenliğine sahne olmuştur.
Midyat’ın İslam egemenliği altına girmesi M.S 640 yılında, Hz. Ömer dönemine rastlar. Daha sonra bölgeye yine müslüman olan Emevi ve Abbasiler egemen olmuştur. Özellikle Abbasilerin yöreye hakim olmasıyla birlikte bölgede çok geniş bir imar hareketi başlamıştır. Midyat köylerinin büyük bir kısmı Abbasilerin en parlak dönemini yaşadığı Sultan Harun Reşit zamanında kurulmuştur.
Bir Anadolu Türk beyliği olan Artukoğulları beyliği döneminde, Deyrizbin (Acırlı) beyleri, Artukoğulları beyliğinin egemenliğine girmiştir. 1810 yılında ilçe olan Midyat, 1890 yılında belediye teşkilatına kavuşmuştur. Belediye teşkilatı derken sizlere tüm Midyatlıların bildiği daha 1960′lı yıllarda belki de (elimde kesin veriler olmadığı için) Türkiye’nin ilk Bayan Belediye Başkanı tarafından yönetilme eşitliği ve hoşgörü başarısını gösterdiğini vurgulamadan geçmenin, ilçe halkına haksızlık olacağı inancındayım.
1997 yılı genel nüfus sayımları sonuçlarına göre Midyat merkezin nüfusu 61.378 olarak tesbit edilmiştir. Estel ve Eski Midyat olarak bilinen ve birbirlerine 3 km. uzaklıktaki iki ayrı yerleşim yeri ve dokuz mahalleden oluşan Midyat’ın arazisi çıplak ve sert görünüşlü, kumlu, killi kalkerli kapalı derin vadi ve tepeler şeklindedir. Karasal iklimin hakim olduğu Midyat’ta yağışlar genellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde görülür. Bitki örtüsü step şeklinde meşeliklerdir.
Geçmişten günümüze Midyat insanı geçim kaynağını çiftçilik, hayvan yetiştiriciliği ve el sanatları oluşturmuştur. Midyat’ın geleneksel el sanatları taş işlemeciliği, gümüş işlemeciliği (Telkari), bakırcılık, kilim dokuma, kumaş boyama, çömlekçilik, kuyumculuk günümüzde önemini koruyor. Son yıllarda talebinde büyük artış gözlenen gümüş işlemeciliği yurt dışında da kendine pazar bulabiliyor. Eski Midyat’ta yan yana dizilmiş 25 kadar küçük atölyede, gümüş geleneksel işleme ve tamamıyla el emeğiyle işlenerek, yüzük, gerdanlık, vazo, kemer, anahtarlık, çay kaşığı ve bardak altı gibi aksesuarlara dönüştürülerek ülkemizde ve yurtdışına satışa sunulmaktadır. Midyat’ın aslında çok eski geçmişe sahip olup günümüzde tekrar rağbet gören diğer bir sanatı olan taş işlemeciliği, Kaymakamlık tarafından açılan atölyede hizmet vermektedir.
MİDYATIMIZIN HARİTA ÜZERİNDEKİ YERİ:
2harita17sc.jpg

MİDYAT TAŞ EVLERİNDEN GÖRÜNÜM:

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Midyat Evleri[/SIZE][/FONT]
[/FONT]

[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Yaşam mekanları diğer ismiyle konutlar, insanların günlük hayatını yaşadığı yerler.Konutlar insanların sosyo-kültürel değerlerini bir anlamda dışa vuran bir özelliğe sahiptirler. [/SIZE][/SIZE][/FONT][/FONT]​
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]

[SIZE=-1]Bu yaşam mekanlarının kendisine has özellikleri bulunan Midyat evleri, bu evlerin en büyük özelliklerinden bir tanesi sevgiyi barışın, duyguların taşlara işlendiği özgün evler. Burada evlerin mimari yapıları, sosyal yaşam tarzlarına özgü yapım şekilleri, figürleri, mekanların kullanış biçimleri, figürlerin anlamları ile Midyat has olan ceviz ağacından yapılan divan takımları ve özellikleri verilmiştir. [/SIZE]
[/SIZE]
[/FONT]

[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]
a_10.jpg
[/SIZE]
[/SIZE][SIZE=-1]
[FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica][SIZE=-1]Midyat evlerinde kullanılan malzeme taştır. Ancak kullanılan bu taş normal taştan farklıdır. Kalker taşı olarak adlandırılan açık renkli sarımsı yapıdadır. Bu taşların en büyük özelliği çok kolay kesilebilmesinden dolayı rahat bir şekilde işlenebilir özellikte olması zengin süslemelerin elde edilmesini sağlamıştır. [/SIZE]
[/FONT][/SIZE][/FONT]​
[SIZE=-1]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Kolay işlenen ve ocaktan çıkartılan bir süre sonra sertleşen (iklim şartlarına dayanıklık kazanan) bu kireçli oluşum Midyat yapılarının her devrinde aynı rahatlıkla kullanılmış ve halen kullanılmaktadır. Bu evlerde herhangi bir sıva malzemesi kullanılmaz. Belirli zaman dilimlerinde taşların temizlenmesi amacıyla, taş kırıntıları kum haline getirilerek ve bu kum ile duvarlar ovularak temizlenir. Duvarların örülme işleminde ise kireç ile karıştırılan bu kumdan harç elde edilir. Elde edilen bu harç ile duvar örülür. Midyat’ta ahşap malzemenin kullanılmamış olması ağacın yokluğundan değil, Midyatlıların taşçı geleneğine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.Bu gelenek o kadar yerleşmiştir ki bugün bile beton yapılar yadırganmaktadır.
[/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Hiçbir evin gölgesi birbirinin üzerine düşmemektedir.Güneş ışınlarının aksine düzenlenen daracık sokaklar iklim şartlarına göre yazın kavurucu sıcağında gölgede kalıp insanları sıcaktan korur. Bu evlerde kullanılan taşlar sıcak ve soğukta daha fazla sertleşir. Taşların özelliklerinden dolayı yazları serin kışları sıcak olur. Kat tavanının meydana getirilişinde çapraz tonozlar kullanılır. Tavanlar iki veya dört tonozlu şekilde olur. Evler genellikle iki katlıdır. Alt kat genellikle günümüzde kullanılmamakla beraber; ahır, at barınağı, kiler vb. amaçlarla kullanılmıştır.
[/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Giriş kapısından alt katın avlusuna girilir. Alt kattan üst kata kesme taştan yapılan bir merdiven ile çıkılır. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Odalar avluya bakan revak eyvanın yanlarında sıralanmıştır. Yazları kesme taş döşeli eyvanda oturulur, geceleri yatılır. İklime bağlı olarak kapı ve pencereler küçük tutulmuştur. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Mimari dehanın doruk noktasına ulaşan, bir oya gibi geometrik şekiller ve bitki desenleri ile işlenmiş ve bu şekilde adeta taşın dili meydana getirilmiştir. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Bu durum ön yüzlerine oymalı taş sütunlar kemerli revaklarla devinimli bir görünüm kazandırılmıştır. Sanatkarca işlenmiş taş süslemelerin başlıca motifleri, burma, lale, üzüm salkımları ve karanfildir. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat evleri kapı ve pencerelerinin etrafında oya gibi işlenen ve büyük bir ihtişam ile taşın dili ile insanların duyguları ortaya çıkarılmıştır. Yeri geldiğinde pekmezini yaptığı üzüm salkımlarını, yeri geldiğinde etrafını süsleyen karanfil ve laleleri ile şanı belli beyaz güvercini taşa işlemiştir. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Kapılar içerisinde dış kapı sade ve yalın bir şekilde genelde üst tarafı kemer şeklindedir. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Odaların giriş kapıları daha süslü iç içe zengin motifler taşır. Evlerin klasik şekli olan kemerli kapılardır. Kapının üst tarafında çerçeve motifleri ve kapı kenar motifleri arasında yuvarlak bir çerçeve içerisinde, lale, karanfil ve farklı motifleri içeren armalar bulunur yada bu armalar içerisinde Hz. Süleyman mührü bulunur.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Kapı ve pencereler taş figürleri arasında nerede ise kaybolmuştur. Ancak dış kapılar yapı üzerinde etki bırakmıştır. Çok ağır bir şekilde yapılmış olup metal aksamlar ile ahşap bir arada kullanılmışlardır. Kapılarda antik bir yapı vardır. Ahşap olarak gürgen ve meşe kullanılmıştır. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat evlerindeki pencereler temel olarak iki şekilde yapılır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Birincisinde dikdörtgen ve üstü üçgen şeklindeki alınlık içerisinde kemerli bir şekilde yapılmaktadır. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]İkincisinde ise dikdörtgen pencereler üstlerinde kuşluk denilen küçük bir pencere ve çevresi çeşitli motifler ile süslü yumuşak hatlara sahip bir alınlık içerisinde oluşmaktadır. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]
13.jpg
[/FONT][/SIZE]

[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Pencereler iklim şartlarından dolayı küçük tutulmuştur. Ancak alınlık ve süslemeler ile bir ağırlık kazandırılmıştır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat evlerindeki pencerelerin en büyük özelliği pencerenin geometrik şekli ile süslemeli alınlık arasında geometrik zıtlıktan oluşan bir uyum vardır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat evlerindeki dış cephe özelliklerinden bir taneside her cephede farklı pencereler ve süslemeler yer almaktadır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Yumuşak hatlara sahip pencerelerde cephe keskin süslemeler ile süslenmiştir. Ayrıca tavan yüksekliğindenitibaren cephede hareketlilik oluşturan süslemeler yapılmaktadır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat’taki evlerin başka bir özelliği de, mimari yapılarda Hırist Süryani imzası vardır. Bunun en canlı örneği Mardin merkezdeki evlerin hepsi güneye bakacak şekilde inşa edilmiş olup güney (kıble) cephesinde mihrabı andıran bir niş olduğunu belirtmiştik.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Ancak Midyat evleri güneyin dışında başka yönlere de bakmaktadır. Evlerdeki mihrap şekli Hıristiyanların kıblesi doğu cephesinde bulunmaktadır.[/FONT][/SIZE]
[SIZE=-1][FONT=Tahoma,Verdana,Arial,Helvetica]Midyat evlerinde ayrıca küçükte olsa taş konsollar ile bir balkon oluşturulmuştur. [/FONT][/SIZE]
3.jpg

1.jpg

4.jpg

5.jpg

6.jpg

7.jpg

8.jpg

9.jpg

11.jpg

12.jpg





Kaynak: geziyoruz.net[/FONT][/SIZE][/FONT]
 
Geri
Üst