Mezhepler ve mezheplerdeki ayrışma nedenleri nelerdir?

  • Konbuyu başlatan İslami Yazar
  • Başlangıç tarihi
İ

İslami Yazar

Forum Okuru
Mezhepler ve mezheplerdeki ayrışma nedenleri nelerdir?
Mezhep nedir?

Gidilen yol demektir. İslami bir kavram olarak manası da şöyle anlaşılmalı; kişinin büyük bir müçtehidin dini konulardaki içtihatlarını İslâm’ı yaşayışında kendine rehber olarak alıp, o içtihatlar doğrultusunda izlediği yola mezhep denir.

Mezhep bir müçtehidin İslâm’ı yorumlamasıdır da denebilir.


mezhepler.jpg



Mezheplerin doğuşunu hazırlayan şartlar nelerdir?

Sürekli gelişen İslâmiyet çok farklı kültürler le karşılaşıyordu, yeni kültürler demek, yeni yeni problemler demekti. Bu insanlara İslâmiyeti anlatmak için giden Sahabe efendilerimiz yeni karşılaştıkları meselelerde Muaz b. Cebel gibi davranıyorlardı. Muaz b. Cebel'in şahsında onun pozisyonundaki herkese açılan bu kapının açılmasıyla yeni fethedilen yerlerde karşılaşılan problemler İslami ölçüler içerisinde hızla çözüme kavuşuyordu. Fakat çözümlerde ufak farklılıklar oluyordu. Bu farklılıklar kesinlikle ana konular üzerinde olmuyordu, daha çok İslam'a ait teferruat meselelerde oluyordu. Bu da çok normal bir durumdur. Farklı gelenek ve mizacı olan topluluklar da bu kadar farklılıklar anormal görülmemeli. Bir ailede bile, herkesin zevki ve keyfi aynı olmuyor. Bir konu üzerin de, yaş ve kültür seviyesinden dolayı farklı yaklaşımlar olabiliyor. Bir evde durum böyle olursa dünya evinde, milyonlarca nüfusla durumun nasıl olacağı her halde tahmin edilebilir.


Mezheplerin ayrılmasında ki sebepler nedir?

Zanni delillerden fakihlerin hüküm çıkarırken ihtilaf etmelerinin en önemli sebepleri şunlardır. Bunları sayıp İlki üzerinde geniş durmak istiyorum.

1- Arap dilinin farklı manaları anlamaya müsait olması. Bu durum, Kur'an'da ki kelimenin genel veya özel olması, hakikat mi, mecaz mı, tam bilinememesi veya lafzın mutlak ( geniş manalı) mı, mukayyet ( bir bölümle sınırlı olması) mi, tam anlaşılamaması, emir lafzı vaciplik mi, mendupluk mu, ifade ediyor, nehiy lafzı tahrime mi, (harama mı) yoksa kerahate mi, (mekruha) daha yakındır, bir kaç manaya gelebilen kelimeler de asıl mana hangisidir, bunların tam tesbit edilememesindenkaynaklanabilmektedir. En sonuncu duruma bir misal verelim.

"..O'na ancak güzel kelimeler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i salih ulaştırır."(fatır 10)

Bu ayetin öznesinde belirsizlik vardır. Cümlenin faili (öznesi) "kelime mi" yoksa "amel mi" tam tespit edilememektedir. Bu durum dilin kendi zenginliğinden ve bir kaç manayı içinde barındırma genişliğinden kaynaklanmaktadır.

Mesela aynı durum Bakara süresinin 282. ayetinde de kendini göstermektedir.

"...(Genellikle) alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) .

“Yudar” (zarar uğramaz) lafzı zararın onlardan gelmesi yani katip ve şahitten gelmesi veya onlara yani katibe ve şahide yapılması anlamlarına da gelebilmektedir. Bu anlamlardan birini seçen mutlaka diğerine göre biraz farklı hüküm verecektir.

2- Rivayetlerin çeşitli oluşu.

Mevzu ile ilgili hadis bir fakihe ulaşmış diğerine ulaşmamış olabilir. Ulaşmışsa zayıf yolla ulaşmış olabilir. Diğer müçtehit ravilerde bir zaaf görmüş olabilir, diğeri de onu zaaf olarak kabul etmeyebilir. Veya ikisine de güvenilir yolla ulaşır ama biri onunla amel için diğerinin koymadığı şartları koyabilir.

3- Kaynakların ihtilaflı oluşu; Kaynaklara güvende farklılıklar olabilmektedir.

4- Bazen de usul kaidelerinin ihtilafı,

5- Kıyasla içtihat,

6- Deliller arasında tearuz ve tercih,

Farklı yaklaşımlar insanın fıtratında vardır.

Efendimiz ordu ve seriyye kumandanlarına buyuruyorlar; Bir kaleyi kuşattığınızda sizden Allah'ın hükmüne göre bırakmanızı isterlerse, onları Allah'ın hükmüne göre bırakmayın, Kendi hükmünüze göre bırakın. Çünkü siz onlar hakkında Allah'ın hükmüne isabet edebîlir misin edemez misin bilemezsiniz" (müslim, tirmizi, ibni mace) Cumhur (çoğunluk) bu konuda der ki; Allah teala’nın her olayda belli bir hükmü vardır. Cumhur bu konuda şunları da ilave eder. Ona isabet eden doğru, edemeyen yanlış hüküm vermiş olur. Fakat hükmün neticesiyle amele bakıldığında, kesin olarak bilinmesi imkansız olduğundan şüphesiz her fakihin hükmü Allah'ın hükmüdür. Müçtehitlerden sadece bir tanesi isabet eder, diğerleri hatalıdır. Çünkü hak bir kaç tane olamaz. Allah katında hak bir tanedir. Bu konuda tamamlayıcı bilgi için İslam fıkhı Ansik.1.cilt. sayfa. 54-55-56'ya bakılabilir.
 
Olayların arka tarafların da ki farklılıklar.
Mezheplerin ayrılmasın da ki sebeplerden biri de meydana gelen olayların farklı yönlerinin olmasıdır. Mesela bir olayı ele alalım. Hanefî mezhebinde besmelesiz kesilen hayvanın eti yenmez. Ama Şafi mezhebinde bir hayvan besmelesiz kesilse de, sofranıza geldiğinde besmele çekip yiyebilirsiniz. Peki bir konuda neden böylesine farklı görüşler var denecek olursa, olayın arka tarafına bakmak lazım. Peygamberimiz s. Mekke'de bulunduğu sırada etraf kabilelerden kendisine et gönderiliyor. Acaba bu etin üzerine besmele çekildi mi? Çekilmedi mi? Efendimiz'e soruyorlar; Oda besmele çekin ve yiyin diyor. Olay bu, Şimdi mezheplerin bu olaya bakışındaki farklılığın sebebini inceliyelim. Şafi mezhebi diyor ki; hayvan kesilirken etin üzerine besmele çekilip çekilmediği bilinmiyordu onun için Efendimiz besmele çekin ve yiyin buyurdular.
Hanefî mezhebi de diyor ki, etraf da ki kabile ler müslümandı, O nedenle Efendimizin besmele çekin yiyin demesinin, yemeklere başlarken ki sünnet olan besmele olduğu, haydi durmayın yiyin manasında söylendiğini belirtiyorlar. Hanefî ve Şafi uleması bu olaydan yola çıkarak hüküm vermişlerdir. Hemen hemen bütün ortaya çıkan farklılıklar, olayların kendi tabiyatından kaynaklanmaktadır. Yani olaylar faklı manaları anlamaya müsait.
 
Önemli bir hatırlatma

Bir kere bu farklılıklar, Ortodokslarla Katolikler arasında ki ihtilaflar gibi hiç kanlı bıçaklı olacak seviyeye gelmemiştir. Fakihlerin araların da ki ihtilafları sadece ameli meselelerdedir. itikadi meselelerde hiç bir ayrılık olmamıştır.

Benzer konularda farklı rivayetlerin sebepleri

Sahabenin hepsi her zaman Peygamberimizin yanında bulunamıyordu. Efendimizin yanında sürekli bulunan, Efendimizin 24 saatine tamamen muttali olan sahabeler yok denecek kadar azdı. Efendimizin her anını izleme hususun da arada meydana gelen boşluğu Efendimizin hanımları dolduruyordu. Efendimizin aile içi münasebetlerini onlardan öğreniyoruz. Yani bu değerlendirmeden sonra şunu söyleyebiliriz Sahabe efendilerimizin çoğu gördüğünü değil, görenden duyduğunu anlatıyordu. Ne kadar dikkat edilse de, duyarak öğrenmede, mana bozulmasa bile, lafız da az da olsa bir değişme olabiliyordu. Daha sonraki dönemde gelen müçtehit imamlarının bir birlerinden az farklı hükümler vermelerinde rivayetlerdeki ufak lafız farklılıklarının rolü de vardı.
 
Karakterin anlatımdaki tesiri
Farklılıklarda rol oynayan bir başka faktörde Sahabe efendilerimizin arasındaki ilim ve mizaç değişikliğinden kaynaklanan seviye farklılıklarıydı. İrşat ve tebliğ için yola çıkan Sahabe Efendilerimizde ki, bu farklılıklar onların tebliğine de yansıyordu. Hepsi anlattığı her olayı ilk elden duymamıştı. İçlerinde hepsi hafız değildi. Efendimizin bütün hadislerini de bilmeyebiliyorlardı. Dini, bu Sabilerden duyan kimseler, öz de, yani, temelde aynı, teferruatta faklı bir İslam duyabiliyorlardı. O gün itibarı ile teyp ve kasetin olmadığı, yazı yazma tekniğindeki imkansızlıklar dikkate alındığında bu kadar farklılık çok normal görülecektir. Sözlü kültürde bu gibi şeyler kaçınılmazdır. Mesela 50 insanı yan yana dizelim, sonra sağ, en baştakine söylediğimiz ilmi, felsefi ve birazda uzun bir sözü en sol da ki 50. kimseye kulak verip dinlediğimizde 50 kişi arasında dolaşmaktan yorgun düşen sözün tanınmaz hale gelmesi şaşılacak bir durum değildir. Biraz mizahi görünen bu durum yukarıda anlatmaya çalıştığımız olaya faklı bir yaklaşım olması açısından hayli ilginçtir.
 
Her hangi bir mezhebe bağlanmak farz mıdır?

Bir mezhebe tabii olmayan insan günahkar olur mu?
Bu iki soruyu bir ele almak gerekiyor. Her şeyden önce bilinmesi gereken bir durum vardır ki; mezhepler Peygamber Efendimizin döneminde yoktu, sonradan şartlar ortaya çıkardı, durum böyle olunca, mezheplere uyma hakkında bağlayıcı bir nas olması mümkün değildir. Yani bir mezhebe bağlanmak farz değildir. Bağlanmayan insanlar günah işlemiş olmaz. Bu kısa cevap.

Uzun cevap

Ama her şey bu kısa cevapla bitmiyor. Evet bir yönüyle bir mezhebe bağlanmak farz değil iken, diğer bir yönüyle farzlar ötesi bir farz dır. Bir insanın her hangi bir mezhebe bağlı olmaması için gerekli şart, o kişinin müçtehit imamlar seviyesinde olmasıdır. Eğer kendisi, kendini müçtehit imam seviyesinde görüyorsa, o zaman bir imama bağlı olmadan yaşayabilir. Bilinen bir gerçektir ki, müçtehit imam seviyesinde insan çok azdır. Yukarıda bir müçtehitte bulunması gereken şartları bugün kaç insan da bulabiliriz. Bir mezhep imamına bağlı olup yanlışsız olarak dini vecibelerini yapmak varken, bir imama bağlanmayıp, yaptığını yanlış yapmak bir felakettir. İnsan yanlışını aza indirmek için dünya işlerinde kendinden iyi bilenin tavsiyesini alıyor. Ahiret işlerinde daha dikkatli davranmalı değil mi? Bu konuda düşülen bir başka yanlışta onlarda insan, bizde insanız aldatmacasıdır. Bir talebe, öğretmende insan, bende insanım, ne gerek var öğretmenden ders almama, oturup evde çalışırım dese ne kadar büyük yanlış olur herkesin malumudur. Aynen bunun gibi bir imamın arkasından gitmemek netice olarak insanı felakete götürür. Evet dinen bir mezhebe bağlanmak her ne kadar farz olmasa da, götüreceği yanlış neticelerden kaçınılması itibarı ile uyulması gereken farzlar ötesi bir farzdır. Mesela İstanbul boğazında eskiden kılavuz kaptan almak mecburi değildi. Ama boğazı bilmeyen gemi kaptanlarının yaptıkları korkunç kazalar, kılavuz kaptan almayı zorunlu hale getirdi. Konumuza bir de bu misal ışığında bakılabilir.
 
Kişi dilediği zaman mezhep değiştirebilir mi?

Bu sorunun tek bir cevabı yok. Şartlara bağlı, eğer içinde bulunulan şartlar kişiyi başka bir mezhebe uymaya zorlarsa o zaman mezhep değişikliği olabilir. Bu değişiklik şartlara göre tamamen de olabilir kısmen de olabilir. Mesela Şafi bir kimse hanefilerin çoğunlukta bulunduğu bir bölgeye taşınmışsa orada mezhep değiştirebilir. Mezhep değiştirme sık sık olan bir olay olmamalı ve her mezhebin kolay taraflarını alıp kolaycılar mezhebinin kurucuları arasında yer almamak gerek.

İyi ki mezhepler olmuş

Günümüze kadar müçtehit seviyesindeki İslam alimlerinin bu konular üzerinde konuşmaları sayesinde, bugün bu konuların her biri hakkında bir kaç farklı bakış açısı ortaya çıkmıştır. Eğer alimlerimiz bu kapalı konulara açıklık getirmeselerdi, bugün bir kaç farklı görüşü garip görenler, sadece sigara konusunda insanların kafaları adedince farklı görüşlerin ortaya çıktığını ve herkesin kendi kafasına göre amel ettiğini göreceklerdi. Bu durumda içinden çıkılmaz gibi görünen mesele sayısı bir anda bir kaç tane olmak yerine belki insan kafası adedince olacaktı. Burada şu soru akla gelebilir.
 
Madem ezeli ilmiyle Allah her şeyi biliyor, öyleyse bütün bu karşılaşılan problemleri çözümleri ile beraber Kur'an'da neden belirtmemiş?

Bu soru ilk bakışta makul gibi görünse de biraz üzerinde düşünüldüğünde gayri makul olduğu hemen anlaşılacak. Bir kere Kur'an, her asırda çıkacak meseleleri tek tek bahsetse idi, ne kadar kalın bir kitap olacağını anlamak için Kur'an'ı açıklama adına şimdiye kadar yazılan tefsir kitaplarının sayısını ve bunların toplam sayfalarının kalınlığını bir düşünelim, eğer böyle olsaydı bu günkü gibi Kur'an'dan istifade edilemeyecekti. Bahsi geçen konuyu mantıksız yapan başka durumda, insan aklının devre dışı kalması meselesi. Eğer Kur'an olmuş olacak, çıkmış çıkacak her meseleden bahsetseydi insan aklına ve düşüncesine hiç gerek kalmayacak dünyanın imtihan dünyası olmasının da hikmetleri boşa çıkacaktı. Hem sonra Kur'an hangi asrı baz (ölçü) alacak ve anlatacaktı. Bundan bin yıl önceki insanlar, bugün ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik gerçekleri duysalar dı kafalarının karışması ve şüphelerinin artmasından başka istifadeleri olacakmıydı?. Değil bundan binsene önce 16. yüzyıl da batı da dünyanın döndüğünü söyleyen insanlar giyotine gidiyordu, düşünün o insanlar birde tüp bebekten ve organ naklinden bahsetselerdi, bütün bütün toplum onları ve o kişilere ilham kaynağı olan mukaddes kitaplar da dışlamayacak mıydı? Bu bahis Kuran ve ilmi gelişmeler başlığı altında genişçe ele alındığı için ona havale edip sadede dönelim
 
Kur'an'ın sağlam prensipleri

Kuran bütün zaman dilimlerinde olacak hadiseleri bahsetmek gibi anlamsız ve gereksiz bir yola girmek yerine sağlam prensipler getiriyor biz müslümanlara. İşte mezhep imamları da bu prensipler ölçüsünde yeni çıkan meseleler hakkında hüküm veriyorlar. Bunu çok basit bir misalle anlatacak olursak şöyle bir örnek verebiliriz. Babası hayatta olmayıp da vefat etmiş olan insanlar babalarının ömrü hayatında iken koymuş olduğu ve çocuklarına da öğretmiş olduğu prensiplerden yola çıkarak şöyle derler. eğer babam şimdi hayatta olup yaşasaydı rahmetli, şöyle şöyle derdi veya şunu bunu yapardı, hemen hemen babası veya annesi rahmetli olmuş herkes tarfından böyle en az bir kere denmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Mezhepler neden ayrılmışlardır? İslam dini bir olduğu halde bu kadar çok mezhebin olması bu birliği gölgelemiyor mu?

Bu soru, üzerinde çok konuşulan ve tartışılan bir meseledir. Direkt olarak sorunun cevabına geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılabilmesi için meseleye geniş ve teknik bir açıdan yaklaşmak daha iyi olur kanatindeyiz.

Mezhepler konusuna girmeden önce dinin 4 ana kaynağı olduğunu bilmede yarar var. Çünkü bu kaynaklar mezheplerin de kaynağıdır.

1- Kitap: Kastedilen Kur'an'dır. Dini meseleler de ilk müracaat edilecek kaynaktır. Allah tarafından muhafaza edilmiş ve hiç bir harfi değiştirilmemiştir.

2- Sünnet Peygamber Efendimizin s. mübarek sözleri, işleri ve görüpte karşı çıkmayıp sessiz kaldığı hallerdir. Aynı zaman da hadis te denir. Kur'an'dan sonra, dini hükümlerin belirlenmesinde sünnetin çok önemli bir yeri vardır.

3- Kıyas: Kitap ve sünnet te sabit olan bir meseledeki hükmü, aynı sebep ve hikmete dayanan benzer bir meseleye tatbik etmektir. Bir kıyas örneği; Kur'an içkiyi yasaklamak ta, fakat günümüzde içilen bira Kur'an'da lafız (kelime) olarak geçmiyor. İşte İslam alimleri bu nokta da lafzen benzerliğe bakmayıp insana, şurunu kaybettirmesi ve sağlığına zarar vermesi noktasından yola çıkarak, içkinin de haram olduğuna hükmediyorlar.

4- İcma: Kitap ve sünnette bulunmayan bir meselede müçtehitlerin içtihat ederek verdikleri hükümlerde ittifak olursa, buna icma-i ümmet denir. Artık bu mesele kuvvetli bir mesele haline gelmiştir. Efendimiz şu mübarek sözleriyle bu meseleyi te'kit etmiştir; Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez."( İbni Mace) Müslümanların güzel gördüğü bir şey Allah katında da güzeldir.( Müsned)
 
Müçtehit kime denir?

Konumuza girerken müçtehit ve içtihat kelimelerinin de anlaşılmasında yarar var; dini konular la ilgili hükmü, dini meselelerden çıkarmak için ilmi gayret harcama işine içtihat, bunu yapan alime de müçtehit denir. Müçtehit olmak çok kolay değildir ve herkes de olamaz. Müçtehit olmanın 9 temel şartı vardır. Mesela, burada bir kaçından bahsedelim: Arap dilini iyi bilmek, Kur'an'da genele ve özele bakan ayetleri nüzul sebepleriyle beraber bilmek. Hadis ilmi hakkında geniş bilgi sahibi olmak, bir sözün Peygamberimize ait olup olmadığını anlayabilecek kabiliyeti kazanmak. Bunun yanında hadis metinleriyle beraber o hadisleri rivayet eden ravi silsilesini bilmek. Kısaca, müçtehidin hüküm vereceği konu hakkında bütün ayet ve hadislerin yanında o zamana kadar o konu üzerinde yapılan bütün kıyas ve icmaları da bilmesi gerekir, ancak bundan sonra, bunlardan yola çıkıp özüne sadık kalmak kayıt ve şartıyla hüküm verilebilir. Aksi halde ortaya çıkacak yanlış sonuçlardan hüküm veren sorumlu olur. Bir Müçtehit kesinlikle hakkında muhkem ayet ve mutevatir hadis bulunan konularda içtihat yapamaz. Onları olduğu gibi orjinalitesi bozulmadan kabul edilmesi gerekir.
 
Geri
Üst