Miteolojide Kadın Tanrıcalar

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Miteolojide Kadın Tanrıcalar
göğsünden süt çıkaran kadın kadın tanrıcalar
KADIN TANRIÇALAR NASIL OLUŞTU ?

Bugün erkek bilicilerin ağız birliği ettikleri gerçek şudur:
Önce dişil yaratıcılar vardı. Eril tanrı kavramı, ilk önce simgesel anlamda da olsa onların oğullarından çıktı. Adlarını analarından aldılar, e.d tanrı-analardan. Ancak daha sonra kadının erkekten yaratıldığı düşüncesine uygun olarak kadın adlarına son ekler eklendi. Böylece bu cinsin sonradan yaratıldığını sözcüklerle doğrulamak istediler.

"Kadın bebeğini kucağına aldı, kendi bebeğini, bir eliyle bebeğini tutup, bir eliyle de göğsüne vurup duruyordu. Ne yazık ki kimse onun ne demek istediğini anlamıyordu.Garip sesler çıkarıyodu, hem de karmaşık.Anlamak için çok çaba harcıyorlardı, acz içinde bakıyorlardı.Kadın yılmıyor, bu kez başkasının bebeğini alıp oyununu sürdürüyordu. O bebek onun değil ! Anlatmak istediği de bu zaten, onu annesine veriyor tekrar kendi bebeğini alıyor, eliyle kendi karnını işaret ediyor,onun kendinin olduğunu anlatmaya çalışıyor; ağzından peşi peşine çıkan MEE sesiyle. Bir koyun gibi meliyor. (Keçi de olabilir, yavrusunu çağıran inek gibi Muuu da yapabilir). BENİM, BANA AİT, BEN!!!"

Söz ilizyondur, hangi varlığın adı söylenirse o varlığın imgesini ve ona bağlı başka imgeleri zihnimizde canlandırır. Topluluğun da zihninde ,koyun, keçi, inek, manda canlandı. O çağda kadın olması, ana olması büyük kazanç. Çamuru çömleğe, elyafı dokumaya,ağacı meyvaya dönüştüren; sonra da elinde biçim bulan nesnelere ad veren, yaptıklarını sözcüklerle seslendiren kadınlardan biriydi o. Önce ANA olduğu için, sonra doğada örneği bulunmayan nesneler ürettiği için ilk " BEN YAPTIM" ," BANA AİT ", "BENİM" diyen ( bu sözcüklerin o çağdaki karşılıklarını söyleyen) kişi ILK BIREY.
Kadın neden bu hayvanların seslenişlerini seçiyor kendine ad olarak ya da kendisiyle o sesi özdeş kılıyor ? Temel neden bu hayvanlardan kaynaklanıyor. Munis kişilikleri ve başta süt olmak üzere sayısız yararları. İnsanları en çok rahatlatan ses , özellikle doğada yaşayanların anneleri ile ilişkilerinde çıkardıkları ses, anaların yavrularına yanıt verişi. Doğada mee sesi çınlıyor, ve insanlar binlerce yıl bu sesten etkileniyorlar.
O çağdaki insanın zihinsel dizgesi böyle açıklar. İlk yaratıcı, neyin ne olduğunu, ne zaman ,nerede, nasıl yaratıldığını bilir. Adları ilk ortaya çıkaran, adları bilen olduğuna göre, bütün bunları bilen de odur. Çocuk yapmasını bildiği için ilk yaratıcı dişildir. Canlılar hatta cansız varlıklar, seslemler, sözcükler ,adlar, ezgiler onun karnından çıkmışlardır.. Dolu olan ürün veren odur. Sözdeki gizil güç de onun soluğuyla gövdesinin içinden gelmektedir. Soluk, can, rüzgar... bunlar birbiriyle ve tanrı anayla özdeş sayılırlar. Sözcükler önderin içinden geliyor ve sözü edilen varlığın yerine geçiyorlar . Ad koymayla başlayan serüvenin onu nereye götüreceğini bilmiyor.
Tanrı-ana, küçük topluluğun sorunlarını, evren ve doğa boyutlarında ele alıyor. Önderin ve topluluğun başları üzerindeki gökyüzü, ayaklarının altındaki toprak, dağlar, akarsular göller, deniz, güneş, ay, yağmur, gece ve gündüz.Tanrı-ana onlara ad koyuyor,onlarla adları arasında, onların adlarıyla kendi adı arasında ilişki kurarak ad koyuyor. Çünkü o dilin sahibi olunca dilin gösterdiği herşeyin de sahibidir. Doğadaki üreme, yaratma yeteneği dilde de vardır, tanrı- anada da. Tanrı-ana ve doğa bütün mitoslarda berekettir.
O halde tanrı-ana dilinin neden bütün coğrafyaların mitolojilerinde cinsellik ve doğumu konu alarak öne çıkardığını anlamak olası. Çünkü o en iyi yapıyor " BEN YAPTIM" dediğinde önce yaptığı cocuk ve sonra da ürettiği işe yarar eşyalar var kucağında, elinde." BENİM" sözcüğü bile onda önce doğumla ilişkili. Doğum, cinsellik, büyütme, çoğaltma, ölüm ve yeniden canlandırma. Bunların hepsi tanrı-anadaki sözün gizil gücüyle olmaktadır.
Tanrısal varlık, bu ulaşılmaz sayılan evren varlıklarına, gök cisimlerine ad koyan tanrı-ana onlara ulaşabilir, onlarla konuşabilir, onlarla pazarlık edebilir. Düşmanlarına onlarla zararlı, dostlarına onlarla faydalı olabilir. Onlara buyruk veren onları yöneten o. Topluluğun ondan istediği insan neslinin hep sürmesi, kısırlığın ve kıtlığın olmaması. Doğa düzeni bozulmadan sürsün ki insan nesli de devam etsin.Ad, tanrı-anaların yetki alanlarını, kimliklerini yaşam öykülerini gösteren bir işarettir, bunların özetidir.
Ad koyma ile tanrı-ananın yazgı vermesi arasında da ilişki vardır. Bütün mitolojilerde yeni doğmuş bebeğe kader verenler tanrı-analar ya da doğum tanrıçalarıdır. Eski Mısırda sayıları yedi bazen de dokuz olarak gösterilen HATOR adlı tanrısal kadınlar yeni doğmuş bebeğe kader verirlerdi.
Tanrı-ananın adı da tanrı-analığı gösteren bir işarettir.Tanrı-anaların tanrıçaların evrensel adı " MA " onun niteliğini açıklar. MA sözcüğü Sanskritçede, bilmek, yapmak, ölçmek anlamına gelir ki bu " MA " adının tanrı-anaya doğumunda verildiğini, kendini yararlı bir buluşla, bir çalışmayla kanıtladıktan sonra verildiğini göstermektedir. Ad, tanrı-anaların yetki alanlarını, kimliklerini, yaşam öykülerini gösteren bir işarettir. Eski Türk toplumlarındaki geleneğe göre yiğitlik gösterene kadar erkek çocuğa ad verilmezdi. Eski göçebe topluluklarda, çocuklara verilen hayvan adlarının, hayvandaki bazı güçlerin onlara geçeceğine inanılırdı. ( Tanrı Musaya " adlarına göre say" der. Musa kavmindeki kişileri tek tek sayar ,ama hepsi erkektir,aralarında birtek kadın yoktur . Bu erkeklerin sayımı eski kadın tapımlarındaki " kadın kahramanların sayımına" bir yanıttır."siz bizi, yani erkekleri hesaba katmıyordunuz. Biz de şimdi sizleri saymıyoruz" dercesine).
Kadın tapınmalarının, tanrı-ana yönetimlerinin yazıdan binlerce yıl önceye kadar gittiği bilimsel araştırmalarla bilinmektedir. Anaerkil tapımlar kadar eski olan bir dilin çok güçlü bir kadın söylemi geliştirmesi ve söylemleriyle ( kadın tapımlarının zaman boyutu yanında, küçücük kalan bir zaman diliminde yeralan ) ataerkilliği etkilemesi olağandır. Buna karşın yazıyla birlikte kadınların konuşma dilinde bıraktığı çok güçlü izler yok edilmeye çalışılmış ve beşbin yılda başarılmıştır da. Kadın tapımlarındaki, tanrı-ana yönetimlerindeki hemen her konuda atılan temeller unutturulmuştur( Ama eski alfabeler çözüldükçe ve metinler okundukca yalan üzerine kurulmuş imgelerde teker teker yıkılmaktadır).
Sümerde yazı yazmayı öğreten okullardaki öğrenciler erkekti, saray ve tapınaklarda da kayıt tutanlar erkekti. Bu yüzden, daha önce kadın tapımlarında söylenen ve kuşaktan kuşağa ezberlenerek geçirilen şiirler erkek yazıcılar tarafından tabletlere geçirilirken ataerkil niteliklere bürünmüştür ve Tanrı-analar devri sona ermiştir.
 
Geri
Üst