Müslüman olarak namazı sevebiliyor muyuz?

FiRaRi_MeLeK

Daimi Üye
Üye
Müslüman olarak namazı sevebiliyor muyuz?
namazı şevkle kaldıracak dualar
Kendi kendimize şöyle bir düşünüp soralım ve samimi olarak cevap verelim; Bir Müslüman olarak namazı sevebiliyor muyuz? Her zaman için namazı seven bir insan mıyız? Namaz vakti gelse, ezan okunsa, namaz kılsam, canım namaz kılmak istiyor diyor muyuz hiç?
Midemizin açlık hissettiği ve bir şeyler yemek istediği gibi günün belirli vakitlerinde namazın açlığını hissedip namaz kılma arzusu geliyor mu içimizden? Karnımız iyice acıktığı zaman yanımızdakilerin konuştuklarını anlamaz duruma gelerek aklımızı yemeğe taktığımız gibi, namaza olan açlığımızdan dolayı da aynı durum meydana geliyor mu, kafamızı namaza taktığımız oluyor mu?
Bazen canımız bir şey istediğinden dolayı belirli bir öğün olmadığı halde mutfağa girip bir şeyler atıştırdığımız gibi, farz olan vakitlerin dışında gönlümüz namaz kılmak istiyor mu, durup dururken iki rekât namaz kıldığımız oluyor mu? Sözü uzatmadan söyleyelim; Allah Teala ile beraber olmayı arzu ediyor muyuz?
Ezan sesi bizde nasıl bir etki yapıyor, ezanı duyduğumuzda çok müthiş bir müjdeli haber almışçasına gözlerimizin ışığı parıldıyor mu? Ezanın sözlerini tahlil ettiğimiz oluyor mu, tekbirler, tevhidler ve şehadetler kulağımıza ulaştığında ruhumuzun derinliklerine kadar ulaşıyor mu?
Biraz sonra Allah Teala ile beraber olacağım, rabbimin huzuruna varıp samimi bir şekilde kendimi Ona arz edeceğim. Onun kelamını Ona okuyacağım ve O da beni dinleyecek. Her taraftan üzerime çullanan ve içerisinde boğulduğum atmosferden kurtulacağım, beni boğmaya çalışan şu karanlıktan sıyrılacağım, hepsini arkama atacağım, beni yaratanın huzuruna varacağım, Onunla yüz yüze geliyor gibi olacağım, Ona halimi arz edeceğim. Şu anda ne kadar mutluyum, ne güzel…
Evet, bu ve benzeri duygu ve düşünceler geçiyor mu içimizden? Samimi olarak cevap verelim.
Sonra bu düşüncelerimiz bir bir gerçekleşiyor mu? Yani Allah Tealanın huzuruna vardığımızda Onunla gerçekten sağlıklı bir bağlantı kurabiliyor, beraber olabiliyor muyuz? Bunun en önemli belirtisi olarak da Onunla olan bu beraberliğimizi uzatmak istiyor ve uzatıyor muyuz? Kıyamımızı, kıraatimizi, rükûmuzu, secdemizi ve son oturuşumuz, yani her bir rüknü kendi içersinde uzatıyor muyuz? Evet, sırf Allah Teala ile beraberliğimizden dolayı uzatabiliyor muyuz rükünlerimizi, yani namazımızı???
Askerin Cevabı...
Bir asker,namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere
sordu:
Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup her
gün 5defa namaz kılıyorsun.
Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:
-Şu insan; niçin yanından geçerken toplanıyor,
selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. 'yat'dese yatıyor, 'kalk'dese
kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan birinsan
değil mi?'
Diğer asker cevap verdi:
-'Evet! O da benim gibi bir insan ama rütbesi var,omuzun da yıldızı
var'
Namaz kılan askerin cevabı müthişti:
-Ey arkadaş!Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana
itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini
tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren birzata niçin itaat etmeyeyim?
Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim?
Namazın hakikati ve ruhu...
Namazın hareketlerinden her bir bilginin ve zikirlerinden her zikrin kendine mahsus bir ruhu ve hakikati vardır.Eğer ruh asıl olmazsa ,ölü insan gibi olur.yani ruhsuz beden gibi olur.Eğer asıl olursa,edepleri ve lazım gelen şeyleri tamam olmazsa,gözü oyulmuş,kulağı ve burnu kesilmiş adam gibi olur.Eğer hareketlerine riayet edilir,ruh ve hakikati onunla olmazsa,gözü olup görmeyen,kulağı olup duymayan insana benzer.
Namazın ruhunun aslı huşu ve kalbin bütün namazda hazır olmasıdır.çünkü namazdan maksat kalbi Allahü Teala ile bulundurmak ,heybet ve tazim yoluyla Allahü Teala’yı yeniden zikretmektir.Hususan Allahü Teala’’Beni hatırlamak için namaz kıl.’’buyuruyor.Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:’’Bir çok insanlar vardır.Namazdan nasibleri sıkıntı ve eziyetten başka bir şey değildir.’’ Bu da vücudu namazda olup,kalbi gafil olanların namazıdır.Yine buyurdu ki:’’Çok namaz kılanlar vardır ki,namazlarından onda bir veya altıda birden fazlası yazılmaz.Herkesin namazından yazılan,kalbi hazır olduğu kısımlardır’’.Yine buyurdu ki:’’Bir kimseden ayrılır gibi namaz kıl.’’Yani kendine ve isteklerine veda et,onlardan ayrıl.Hatta Allahü Teala’dan gayrı her şeyden uzaklaş,bütün varlığını namaza ver.Bunun içindir ki,Hz. Aişe(r.anha)buyuruyor:’’Resüllah (s.a.v.) bizimle konuşuyordu.Biz de onunla konuşuyorduk.Namaz vakti gelince ,bizi tanımadığını söyledi.Bu ,Allahü Teala’nın azameti,büyüklüğü ile olan meşguliyet ve Allahü Teala’ya tutkunluğu sebebi ile idi.!’’
Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdu ki:’’Kalbin hazır olmadı namaza Allahü Teala bakmaz.’’İbrahim-aleyhisselam-namaz kıldığı zaman kalbinin darabını iki mil uzaktan duyuluyordu.Hz. Ali (r.a.) namaz için kalktlığı zaman vücudunu bir titreme alır,yüzünün rengi değişir ve ‘’yedi kat göklere ve yere arz edilen ve onların taşıyamadıkları emanetin zamanı geldi’’derdi.Süfyan-ı Sevri der ki:’’Namazı huşu ile kılmayanın,namazı doğru olmaz.’’

O halde buradan anlaşıldı ki,namazın ruhundan maksat,kalbin daima hazır olmasıdır.Tekbir alırken hazır olmaktan başka kalbi hazır olmayanın namazın ruhundan nasibi bir nefesten fazla değildir.Nefes almaktan başka hayat eseri olmayan kimseye benzer.
NAMAZDAKİ AMELLERİN HAKİKATİ
Sana ilk ulaşan ezandır.Ezanı dinlerken kalbini ona ver.Bir şeyle meşgul isen bırak.Çünkü selef (geçmiş büyükler) böyle yapardı.Ezanı duyduğu zaman,demircilik yapanın çekici havada ise,örse vurmaz,indirirdi.Ayakkabıcı iğneyi sokmuş ise,çıkarmazdı,öyle bırakırdı.Yerinden fırlar kalkardı.Çünkü bu sesten ,kıyamet günündeki sesi işitmesinden başka bir şey anlamazdı.Eğer bu sesi,yani ezan sesini duyduğun zaman kalbinde bir sevinç ve istek dolmuş görüyorsan,kıyamet günündeki sesi duyduğun zamanda öyle olacağını anla!..

Sabah namazını kılmayanın: Yüzünde nur kalmaz
  • öğle namazını kılmayanın: Rızkından bereketi kaldırılır
  • Ikindi namazını kılmayanın: Vücudunda kuvvet olmaz
  • Akşam namazını kılmayanın: Evladının hayrını göremez
  • Yatsı namazını kılmayanın: Uykusunda rahat edemez
Dünyadaki cezası
  • ömrü kısalır
  • Salihlerin (nur) simasını yüzünden siler
  • Yaptığı hiç bir amele sevap vermez
  • Duası Allah katına çıkmaz
  • Dünyadaki bütün mahlukat ona buğuz eder
  • Salihlerin duasından nasibini alamaz
ölür iken
  • Zelil olarak ölür
  • Aç olarak ölür
  • Susamış olarak ölür (ne kadar içerse içsin susuzluğunu gideremez)
Kabirde
  • Allah kabrini daraltır. (kaburgaları birbirine girer)
  • Kabrinde ateş yanar
  • Allah ona yılan musallat eder ki kiyamete kadar ona eşlik ederek (vurarak) kıyamete kadar azap eder
Kiyamette
  • Allah ona yüzünün üzerinde sürünerek mulat eder ceheneme kadar
  • Allah ona gazapla bakar ki yüzünün eti eriyip gider
  • Allah onu en küçük günahlardan bile hesaba ceker, af etmez

Âşıkların namazı…
Akşam namazı vaktinde herkes mumunu yakar,
sofrasını kurar;
bense sevgilinin hayâline dalar, gamlara batar;
ağlayıp feryat etmeye koyulurum.
Gözyaşıyla abdest aldığımdan namazım da ateşli olur.
Bir ezan sesi geldi mi, mescidimin kapısını yakar yandırır.
Hak kapısını nasıl çalayım?
Ne el kaldı ne gönül!
Ey Mevlâm, eli de sen aldın, gönlü de sen;
bari bir aman ver bana!
And olsun Allah’a ki namazımı kılarım;
ama rükû tamamlandı mı, imam kim?
haberim bile olmaz.
Mevlâna (Gazel, VII, 263, 264)

Rasulullah (s.a.v)’in Namazı..:
Hz. Ali (r.a) şöyle anlatır: “ Bedir harbinde Rasulullah’ın bir ağaç altında ağlayarak namaz kıldığını gördüm. Hatta öylece sabahladı.. “ (Fezail-i A’mal, 299 ) Bu ağlayış halinin yanında Alemlerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ‘in göğsünden namaz esnasında zaman zaman da tencere kaynarken çıkan ses gibi birtakım sesler işitilirdi. Hz. Aişe validemiz buyururlar : “ Rasulullah (s.a.v) namaza durduğunda zaman zaman yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi.” (Ebu Dabud, Salat, 157, Nesai, Sehv, 18 )
Hz. Aişe validemiz, Rasulullah (s.a.v)’in namaz kılışıyla alakalı olarak ayrıca şunları söyler : “ Rasulullah bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir, bütün varlığıyla Allah’a yönelirdi..” ( Fezail-i A’mal, 303 ) ***
Hz. Ömer (r.a) ‘ i Mecusi mızrakla yaralamıştı. Devamlı bir suretle kan kaybediyordu. Bir müddet sonra kendinden geçti ve bayıldı. Bu bir ölüm baygınlığı idi. Fakat namaz vakitleri girdiğinde kulağına eğilip : “ Namaz Ya Ömer, namaz..!” dediklerinde Hz. Ömer hayret verici bir irade ile ayılıyor ve o haliyle namazını eda ediyordu. “Namazı olmayanın İslam’da yeri yoktu..!!” ifadesini tekrarlıyor ve sonra tekrardan kendinden geçiyordu. ***
Hz. Ali (r.a ), namaza durduğunda beti benzi sararır, kendi vücudu dahil her şeyden sıyrılırdı. Bir muharebede mübarek ayağına batan oku, kendi arzusu üzerine namaz esnasında çıkardıklarında bunun farkında dahi olmamıştı. O’na : “Ey mü’minlerin emiri! Namaz vakti gelince niçin yüzünüzün rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular. Buyurdu ki: “Yerin ve göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti eda etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım , bilemiyorum.”
Hazret-i Mevlana'nın namaz Değerlendirmesi...
Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça düşündürücü mânâlar kazandırır.
Namaza tekbirle girmek, “İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir. (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da ‘Allah’ım, canımız sana feda olsun’ anlamındadır.)
Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükû’a eğilir.
Başı rükû’da iken “Hakk’ın sualle-rine cevap ver!” diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır.
Tekrar ona “Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver!” diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzüstüne kapanır.

O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker. Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder. Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti.”
Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da bir fayda göremez.
Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır. “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur.
Namazın annelik de eder sana
Namazın annelik de eder sana..Ana-çocuk gibi,namazla aramızda asimetrik bir ilişki vardır;karşılık beklemez bizden…Yanında olmamız için şart koşmaz.Onun bizi terk etmesi söz konusu değildir;belki biz haylazlığımızdan zaman zaman onu terk ederiz..Dönüşümüzü bekleyen hep o olur..Kırıklarımızı yüzümüze vurmaz;eksiğimizle ayıplamaz bizi.Acizliğimizi bilir,elimizden bir şey gelmemesi daha çok hoşuna gider gibidir..Aksine daha bir sevimli kılar bizi beceriksizliklerimiz..Bize başarılarımıza göre kıymet verenlerin aksine,namazın kucağında kendimizi sonsuz onaylanmış olarak buluruz..Farkımızı bilir namaz,elimizde bir şey olmadığını herkesten çok görür.Sahip olamadıklarımız yüzünden azarlamaz bizi,aksine yoksunluğumuz daha da tatlı kılar yüzümüzü..Dudağımız kıpırdadıkça,hiç katıksız bir ana sütüyle beslenmiş gibi oluruz namazda.Biz ağladıkça,bize verdiği artar.Biz acıktıkça,bize sunduğu güzelleşir.Bedenimizle varırız namaza;bedenimizden sâdır olan cümle günahları tiksinmeden temizler,hesap sormadan aklar.Emzirir,besler,büyütür,temizler bizi namaz;ana gibi yâr olur..
Her kadının masum/temiz bir bebeğe sancısı,her çiçeğin güzel bir kokuya hevesi/zarif bir dokuya dönmesi,her kıyamın/selamın bin günahı örtmesi gibidir namaz…..
Senai Demirci/Kıl Beni Ey Namaz
Sana geldim ey namaz
yüzüm tutmuyor seni terki dile getirmeye
seccede yüzüm olurmusun ey namaz
bak, beden kirinden arınmış
bükülmez denilen bel rükü naralarında
seni terk eden halim yine senin haline bürünmüş
edebine boyarmısın beni ey namaz
sabahım olurmusun
her tekbir bir tövbe misali
girizgaha niyet misali cennete hazırlığım olurmusun
sana geldim ey namaz
yüzüm tutmuyor nefsi sana tercih ettiğimi soylemeye
beni günahıma tercih edermisin ey namaz
günün bölünmüşlüğünde seni düşünmedim
dünya ile hal olup keyfin haline girdim
gün ortasında beni toplayan hal olurmusun
günün gelişmesinde sükunete gelişim olurmusun ey namaz
sana geldim ey namaz
yüzüm tutmuyor hadisi unuttum demeye
"kim sabah ve ikindi namazını kılarsa cennete girer"
dilim varmıyor seni kazalarda terk ettim demeye
sana geldim ey namaz nefsi kazalarıma
yaramı sarar yardımım olurmusun
bak, toprağa gelmeye idzlerim secdende
dilim varmıyor kibrimi soylemeye
kibrimi yakan kibritim olurmusun
her yanış bir yıkanış misali
cennete hazırlığım olurmusun ey namaz
ışığına yandığım güneş gitmek üzere
yıldızlar keşfe çıkacakmış sanki
aldandım güneşlerin ışığına yıldızların nazına
akşamları karanlığıma nur olurmusun ey namaz
sustu alem, bir ezan gökkubbede
kıyamet mi kopacak koşturmada bedenler
farzına yetişeceğim en güzel telaşım olurmusun
sana geldim ey namaz
akşamıma nur olurmusun
ayın her hali seni anlatır
etrafında yıldızlar saf tutmakta
aşıklar seni seyre dalmakta
bedenler kıyamda ruhlar gökkubbede sohbette
rahman ve rahime götürenim olurmusun ey namaz
sana geldim geldim ey namaz
beş vakitte birliğimi O'NA götürürmüsün
Beş Vakte Yazılası Beş Yazı...
Şimdi şafak vakti: Uyanmayı sadece gözünü açmak olarak bilen için, bir şafak vakti ne kadar da sıradandır.
Hayranlık duygusunu her gece iki göz kapağının ardına sakladığı gözleri gibi her daim uykuda bırakan için, bir gün doğumu "sabahın körü" olasıcadır. Kulluk heyecanını avucunda tutamadığı bir kor gibi savurup söndüren için, bir seher vakti eğreti ve tanımsız bir vakitsizliktir. Saatlerimizin kadranı güneşi görmüyor, aydan habersiz, göğe dargın gibi... Her birimiz küskün bir coğrafyanın vadilerinde yitirmiş gibiyiz kendimizi. Adımlarımızın gittiği yere, kalbimiz varmıyor gibi. Gözlerimizin değdiği yere, gönlümüz dokunmuyor gibi. Yürüyün ama ruhunuz geride kalmasın. Bakın, güneş doğdu bile...
Vakit öğle... Görmeyi, sadece gözünün gördüğünü görmek bilen için, bir öğle vakti ne kadar da ışıksız ve ıssızdır. Varlığımızı buraya, şimdiye razı olmayacak kadar derin oysa. Yoksa neden, tepemizdeki güneş, yeryüzündeki gölgemizi kısalta kısalta ayaklarımızın altına savuruversin? Kendi varlığımıza dair tanığımız kalmaz gibidir öğle vakti. Bakışımız gördüklerimizde kalmaya değil, gördüklerimizin ardına düşmeye ayarlı. Zirveye ulaşmak, zirvede kalmaktan çok daha uzun; zirvede kalmanın ömrü ise kısa mı kısa. Kararsızlık anıdır zirvede olma hali, her an ya beriye ya öteye yuvarlanabilir insan. Günün başına tacını geçirdiğinde güneş, günün saltanatı yıkılmaya başlıyor. Güneşin batışı zirvede başlıyor. Zirveye eren her şey gibi alçalmaya başlıyor. Azalan gölgelerimiz zevâlimizi haber veriyor.
Telaşlarımız sımsıcak.. ikindi ise telaşsız. Günün bağrına usulca sokulmuş bir hançer gibi. Sanki içini kanatıyor. Günün yüzü soluyor. Renkleri usulca yitiyor. Elleri yana düşüyor ışıkların. Günden ve güneşten nasibimiz azalıyor. Cismimiz yerinde duruyor, ancak gölgelerimiz uzamaya başlıyor. Topraktaki ömrümüzün toprağın üzerindekinden daha uzun olduğunu hatırlatıyor gölge. Işığımız azalıyor, gölgemiz çoğalıyor. Gün kısalıyor, gölgeler uzuyor. İkindi, "asr" dediği vaktin Sahibinin. "Kesin ki, hüsranı insanın." Dediği gibi oluyor. Kayıplarımız başlıyor. Hayatın yırtık ceplerine cevherler sokuşturuyoruz. Yarım kalacak şiirlere kafiyeler tutturmaya çabalıyoruz. Heceler dağılıyor. Harfler düzen tutmuyor. Ses kesiliyor, ışık dağılıyor. Gelip geçtiği o kadar âşina ki zamanın. Yarım kalıyor hayatın şiiri. Yeryüzündeki nasibimiz dara düşüyor. An gölgeleniyor, gün toza bulanıyor.
İkindinin sapladığı hançer, akşamın ufkunda nasıl da belli olur. Ufuklar kızarır, hüsranımızın kanı dışarı sızar. Gün akşamlıdır. Güller solmak üzere açılır. Binalar yapılır ama nasılsa yıkılacaktır. İnsan doğar ve ölür. Ötelere çevirir yüzümüzü akşam. Yıldızlar dünyadan sonrasını muştular gibi başlarını uzatır. Işıklar, kayıplarımızın gittiği yeri, sevdiklerimizin yittiği yeri işaretler. Biliriz ki, dünya dünyadan ibaret değil. Anlarız ki, kalacağımız yer burası değil. Bulduğumuzu yitirmeden, yitiklerimizi bulmak mümkün değil. Akşam siyah kefenini dolar renklerin üstüne. Karanlık çöker güzellerin yüzüne. Şimdi akşamın hükmü geçiyor gözlerimizden. Gölgeler bile gölgeye düşüyor. Elimizde olanlar elimizde kalası değil. Arkası var gördüklerimizin. Perdeler hep böyle kapalı kalası değil.
Ve gece... Karanlık elimizi koynumuza gönderir çaresiz. Biçimler hükümsüz kalır. Renkler çaresiz. Köşeler köşeye çekilir; biçimsiz. Odalar sessiz, sofalar ıssız. Dünyadan yüz çevirir gözlerimiz. Perdeler kapanır şehre. İçe döner bakışlar. Bizi içimize gömer gözlerin perdeleri. Göz kapağının ardında ipe dizilir dünyanın mazlumları ve zalimleri, muktedirleri ve çaresizleri. Kirpiklerin tene değdiği yerde, belli belirsiz bir çizgiye iner varlığımız. Mezar taşında olduğu gibi. Unutulmuşluğu hatırlatır gece. Ve unuttuklarımız hatıra düşer hece hece. Hani, unutulanlar vardır ya, yine de hatırlanırlar, özlenirler. Bir de öyle unutulanlar vardır ki, unutuldukları da unutulmuştur. Hatırlanmalarına sebep yoktur. Onları hatırlayacaklar da yoktur yahut hatırlarında hatıraları yoktur. Öylece zevâlin üzerimizdeki örtüsü kalınlaşır geceleri. Kabrinde hiç özleyeni olmayan ölüler gibi eyler bizleri. Toprağa sakladıklarımız gibi saklar bizi geceler koynuna. Kimine göre katran karası... Kimine sonsuz aydınlıkların miracı, hiç bitmez sabahların duası...
Ve sabah gelince yeniden, tenimize dokunur ötelerin hülyası. Göğsümüzde İsâ nefhası. Yeniden dirilir gibiyiz. Unuttuğumuzu unuttuğumuzu hatırlarız yastığımızın kuytusunda. Rüyâlardan döneriz. Yeniden yükleniriz hicranları. Biriktirmeye başlarız yeniden. Lâkin, hâlâ yırtıktır hayatın cepleri... Ayaklarımızın ucuna dökülür zamanın parçaları...
SABAHIN KÖRÜNDE NAMAZ
..:: SABAH NAMAZINI KILMAK ::..

Beş vakit namazını düzenli kılsa bile pek çok mümin, gece uykusundan uyanamama veya sabah havanın soğuk olması gibi bahanelerle sabah namazını kazaya bırakıyor.
Kur'an'ı Kerim'de en çok emredilen (70 kez) ibadet olan namaz, imandan sonra gelen en önemli ameldir. Miraç Gecesi Cenab-ı Hak tarafından Peygamber Efendimiz'e perdesiz ve doğrudan emredilen namaz, Rabbimizin bize ihsan ettiği sonsuz nimetlere karşı en güzel şükür ve mü'minlerin ilk hesaba çekileceği meseledir. Bu kadar değerli ve önemli olduğu halde kıymeti bilinmediği için çeşitli bahanelerle terk edilen namazların içinde, Peygamberimiz'in "Dünya ve içindekilerden hayırlıdır." dediği sabah namazı ise en çok kazaya kalan namazdır. Beş vakit namazını düzenli kılsa bile pek çok mümin, gece uykusundan uyanamama veya sabahın erken saatlerinde havanın soğuk olması gibi çeşitli bahanelerle sabah namazlarını kazaya bırakabiliyor. Oysa sabah namazı günün ilk imtihanı, ilk ibadetidir. Sabah namazını kılarak güne Allah'ın garantisinde başlayan bir mümin, ertesi güne kadar karşılaşacağı mücadele ve tehlikelerde büyük bir güven ve güç sahibi olur. Hiç namaz kılmayanların kendilerine göre bahaneleri olduğu gibi, namaz kıldığı halde sabah namazlarını arada bir kaçıranlar da çeşitli bahaneler bulurlar. İlahiyatçı yazar Cemil Tokpınar "Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?" adlı kitabında, bütün bu bahanelere çözümler sunuyor ve namaza kalkabilmenin yöntemlerini anlatıyor. Tokpınar, bütün namazları vaktinde kılma esasına dayanan bu hal çarelerini tavsiye ederken, her durumda namazın nasıl kılınabileceğini kendi tecrübelerinden de örnekler vererek ortaya koyuyor.
..:: Uyanır uyanmaz kalkın ::..
Sünneti bile "dünyadan hayırlı" olan sabah namazını mutlaka güneş doğmadan önce kılmak gerekir. Sabah namazının vakti imsak vaktinde başlar, güneş doğunca biter. Güneş doğduktan sonra sabah namazının ancak kazası kılınır. Bazı kimseler "Güneş doğduktan sonra kılarsak borcumuzu öderiz; ama sevabı olmaz" diye düşünüyorlar; ama bunun gerçekle ilgisi yoktur. Bazen her türlü tedbiri aldığınız halde, gözünüzü açtığınızda ortalığın aydınlandığını görür ve güneşin doğduğunu düşünürsünüz. Bu tür durumlarda karar vermeden önce hemen kalkıp saate ve takvime bakın. Belki birkaç dakika vardır ve bu arada tuvalet ihtiyacınızı gidermeden, abdestin sadece farzlarını yapıp namaz için vakit kazanabilirsiniz.
Soğuk ve serin sabahlarda uyandığınız halde yataktan kalkmak, uyku mahmurluğunu bırakıp sıcacık yatağı terk ederek suyla abdest alıp namaza koşmak kolay gelmez; ama dünyada üç kuruş kazanma yolunda sıcak soğuk, zor kolay demeyip çalışan bir insanın, küçük zahmetlere katlanmak istemeyip sonsuz mutluluk yurdu olan cenneti kaybetmesi kadar kötü bir şey olabilir mi? Bu düşünceye rağmen motive olup kalkmak zor geliyorsa, elektrikli bir soba kullanmak gibi namaz kıldığınız ortamı ısıtacak formüller bulabilirsiniz; ancak farklı şartlarda bu kolaylığı yapamadığınız zaman hiçbir olumsuzluğa aldırmadan zor şartlarda daha çok sevap alacağınızı düşünerek coşkuyla Allah'ın huzuruna çıkın.

..:: Nefsinizi namazı kaçırmaya alıştırmayın ::..

Sabah namazına kalkmamak için en çok kullanılan bahane yorgunluk ve uykusuzluktur. Gerçekten yoğun ve zaruri işleriniz sizi çok yıpratmış ve uykusuz bırakmışsa, eğer zamanınız yok ve ertesi gün dinlenmeniz gerekiyorsa namazınızı kısa tutabilir; uzun uzun sûre okumadan, dua ve tesbihleri uzatmadan, sadece namazın sünneti ve farzını kılarak ibadetinizi yapabilirsiniz.
Çünkü Rabb'imizin istediği farz olan kısmıdır. En zorlu ve sıkıntılı zamanlarınızda vazgeçmek yerine zaruri kısmıyla yetinmeniz, belki birkaç dakika kaybettirir; ama cennetleri kazandırır.
Bazen küçük çocuklar uykusuz bırakır ve gecenin bir yarısı uyuyup kalınca namaza kalkmak zor olur. Bu durumda namaza bahane ettiğiniz için çocuklarınızın elinizden alındığını düşünün. Onlar yokken daha çok mu ibadet edeceksiniz; yoksa bu sadece kendimizi kandırmak mı?
Sabah namazını kılmamanın bir bahanesi de gusül yapma ihtiyacıdır. Genç, bekar, askerlik, yolculuk, misafirlik gibi özel durumları olan kimseler için bu önemli bir problemdir. Ama hiçbir zaman namaza engel değildir. Gusül için mutlaka sıcak suyla yıkanılması, her şeyin en güzel ve en mükemmel olması, köklü bir temizlik yapılması gerekmez. Eğer güneş doğmak üzereyse hemen farzlarla yetinerek bir an önce temizlenmeniz ve namaza koşmanız gerekir.

Yazın yatsı namazı geç, sabah namazı da çok erken saatlerde kılındığı için, yorucu işlerde çalışanlar yatsıyı bekleyince sabah namazına kalkamadıklarını söylerler. En kısa günde bile yatsı ile sabah namazı arasında altı saat vardır ve bu süre uyanmak için yeterlidir.
Teheccüd namazı (gece namazı) kıldıktan sonra uyuyunca sabah namazını kaçırıyorsanız, ya uyumayın ya da teheccüde kalkıp uykunuzu bölmeyin. Çünkü sünnet olan bir namazı kılmak için farz namazın kaçırılması kabul edilemez.
Bazen, sabah namazı vaktinde uyandığınız halde "birkaç dakika daha yatakta kalayım, nasıl olsa vakit var" derken uyuyakalır ve gözünüzü açtığınızda vaktin çoktan geçtiğini fark edersiniz. Bu durumu bir kez yaşadıktan sonra çok büyük ızdırap duymalı ve ders alıp, bir daha nefsinize kesinlikle açık kapı bırakmadan yatağınızdan ok gibi fırlamanız gerekiyor. Yoksa bu durumlar tekrarlandıkça sabah namazı konusunda duyarlılığınızı kaybedebilirsiniz.
Rabb'imizin emrettiği en büyük ve en vazgeçilmez namaz ibadetini hakkıyla ve eksiksiz yerine getirebilmek için ilk şart namazın önemini çok iyi kavramaktır. Maddi hayatımızın devamını yemek içmek ve nefes almakla sağlıyorsak, manevi hayatımızın canlılığının devamı da başta namaz olmak üzere tüm ibadetlerimizi hakkıyla yerine getirmemize bağlı. Namaz konusunda nefsimizi konuşturmak yerine Allah'ın kitabına, O'nun yüce Rasulü'ne ve bu iki kaynaktan beslenen İslam alimlerine yönelmek gerekiyor. Onların namazı nasıl gördükleri, nasıl bir önem ve değer verdikleri, nasıl anlatıp kıldıklarını bilmek namaz konusunda duyarlılığımızı artıracaktır. Namazı hayatının en vazgeçilmez bir parçası yapmak isteyen Müslüman'ın ilk kazanması gereken sağlam ve güçlü bir imandır.

..:: Sabah namazını kılmamak için bahanelere kulak asmayın ::..

Sabah namazına kalkmamak için en çok kullanılan bahane yorgunluk ve uykusuzluktur. Gerçekten yoğun ve zaruri işleriniz sizi çok yıpratmış ve uykusuz bırakmışsa, eğer zamanınız yok ve ertesi gün dinlenmeniz gerekiyorsa namazınızı kısa tutabilir; uzun uzun sûre okumadan, dua ve tesbihleri uzatmadan, sadece namazın sünneti ve farzını kılarak ibadetinizi yapabilirsiniz.
Çünkü Rabb'imizin istediği farz olan kısmıdır. En zorlu ve sıkıntılı zamanlarınızda vazgeçmek yerine zaruri kısmıyla yetinmeniz, belki birkaç dakika kaybettirir; ama cennetleri kazandırır.
Bazen küçük çocuklar uykusuz bırakır ve gecenin bir yarısı uyuyup kalınca namaza kalkmak zor olur. Bu durumda namaza bahane ettiğiniz için çocuklarınızın elinizden alındığını düşünün. Onlar yokken daha çok mu ibadet edeceksiniz; yoksa bu sadece kendimizi kandırmak mı?
Sabah namazını kılmamanın bir bahanesi de gusül yapma ihtiyacıdır. Genç, bekar, askerlik, yolculuk, misafirlik gibi özel durumları olan kimseler için bu önemli bir problemdir. Ama hiçbir zaman namaza engel değildir. Gusül için mutlaka sıcak suyla yıkanılması, her şeyin en güzel ve en mükemmel olması, köklü bir temizlik yapılması gerekmez. Eğer güneş doğmak üzereyse hemen farzlarla yetinerek bir an önce temizlenmeniz ve namaza koşmanız gerekir.

..:: Misafirlikte Namaz Kılmak ::..
Misafirliğe gittiğiniz zaman ev sahibiniz namaz kılsa da kılmasa da siz tedbirinizi alın ve akşamdan seccadenizi odanıza alıp saatinizi ayarlayın. Saat yoksa namaz kılan bir arkadaşınızı sizi telefonla uyandırması için tembihleyin. Eğer geç yatıyorsanız ve her şeye rağmen uyanamamaktan korkuyorsanız birkaç bardak su içerek biyolojik saatinizi kullanın.

Bu yazı Cemil Tokpınar'ın
"SABAH NAMAZINA NASIL KALKILIR?" isimli kitabından derlenmiştir.
Hazine'yi kaçırma...
Haydi sen de namaz kıl!

Namaz, ne kadar kıymetli ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:
Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, -herbirisine yirmidört altın verip- iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım Bâzı şeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem tren, hem uçak bulunur. Sermayeye göre binilir."
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: Sermayesi, birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip zayi' eder, birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. Seni de uçağa bindirirler. Bir günde gideceğimiz yere ulaşırız. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, geçici bir lezzet için eğlenceye sarfetse; gâyet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmidört altın ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennet'tir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, şimşek gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun sonsuz hayata bir tek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar akıl dışı hareket eder. Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabûl ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı Mûsaddak bir sonsuz hazineye vermemek; ne kadar akıl ve hikmet dışı hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini akıllı zanneden adam anlamaz mı?
Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübâh dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün ömür sermayesini âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette sonsuzlaştırır.

..:: YAN ETKİSİZ TEK REÇETE : ABDEST ::..

Abdest çoğumuza zor gelir. Ancak kul, kendine zor geleni yaptıkça kulluğunu ispatlar. Nefs, böylece uyuşukluktan arınarak huzûr-u İlâhîye hazır hâle gelir. İşte bu ilk silkiniş Allah’ın çok hoşuna gittiği için, peşin bir sağlık nimeti lütfeder. Öyle ki Rahmân, abdesti emreden âyetinin sonunda şöyle der: “Abdest alın ki, size verdiğim nimeti tamamlayayım.”
Peki nedir abdesti bu derece önemli kılan faktörler?
..:: Abdestin Tıbbî Mucizeleri ::..
Ondört asır önce temizliğin t’sinin bile olmadığı bir ortamda gelen bu hikmetli reçete tam anlamıyla bir Kur’an Ahlâkıdır. Ancak abdestin getirdiği sağlık mucizeleri temizlikten ibaret değildir. Akıllara durgunluk verecek bin bir biyolojik sır gizlidir onda. Üç gurupta özetlersek:
1.Dolaşım Sistemine katkıları:
Kalp, 100.000 km’ye yakın damar ağıyla bütün vücudu besleyen çok geniş bir sistemin motorudur. Damarlar kalpten uzaklaştıkça kılcallarına ayrılarak son hücreye kadar her alanı, her dokuyu besler. Öyle ki hayatî organ ve dokuları birden çok damar ağı kontrol eder. Kılcal damarların işlevini devam ettirebilmesinin en önemli şartı ESNEKLİĞİNİN korunmasıdır. Ne çare ki, stres ve oburluk (obezite) kılcalların işini bitirir. Bundandır ki obezite ve strese bağlı olarak ortaya çıkan “esneklik kaybı” kalp-damar hastalıklarının ve bunamanın baş sebeplerindendir.
Peki abdest bu korumanın neresindedir?
Bu tehlikeli gidişten uzaklaşmanın en pratik ve sağlam yolu, kan damarlarına genç yaşlardan başlayarak esneklik kazandırmaktır. Özellikle kalbe uzak olan bölgelerde
(el, ayak gibi) bu jimnastiğin yapılması daha önemlidir. Ama damarlara nasıl esneklik kazandırabiliriz diye düşünmeyin! Her şeyin bir çaresi var: Tabii ki egzersiz salonlarında
-ab shaper- larla bu iş olmaz. Damarlara esneklik kazandırmak için basit bir fizik yasasından faydalanabiliriz: “Isı farkıyla hareket”
Evet, damarlarımızı ısı farkından istifade ederek açıp kapatacağız. Böylece esneklik ve esenlik bizim olacak.
Özellikle ağız, burun ve boynun iki yanının su ile teması dolaşımı zenginleştirir. İşte on dört asır önce İslâmiyet, suyun “altın” olduğu bir noktadan yeryüzüne yayılırken abdesti bu akıl almaz hikmeti içinde insanlığa sunmuştur.
Abdest ile, kalp ve dolaşım basıncı nefes alır. Beyin ve bütün sinir sistemi uyuşukluktan kurtulur. Zaten günümüzde psikolojik rahatsızlıkların tek doğal ilacı olarak gusül tarzı genel yıkanma tavsiye edilmektedir. Hele de cinsel yorgunluktan sonra duş almanın (gusletmenin) tavsiye edilmesi çok hikmetlidir. Çünkü gusülde yapılması zorunlu olan ağız içinin, burnun ve bütün vücudun yıkanmasının esprisi yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Hipofiz bezinin (ki çok önemli hormonların salındığı bir organdır) burun boşluğu ile yakın ilişkisine dikkatinizi çekmek isterim. Burada burna alınan su ne kadar derine çekilebilirse o kadar faydalı olacaktır. Hipofiz bezinin cinsel yorgunlukla direkt ilişkisi vardır. Bu sebeple onu dinlendirmenin en iyi yolu, damarlar vasıtasıyla beslenmesini artırmaktır. İşte su bu görevi yapar. Damarların ısı farkı nedeniyle hareketini artırarak hipofize dolayısıyla vücudumuza çok önemli bir dinlenim sağlar.

2. Abdestin Bağışıklık Sistemine katkıları:
Bağışıklık sistemimiz, dolaşım sistemimizden biraz farklı olarak dizayn edilmiştir. Asıl adı “lenf sistemi” olan bu mükemmel şebekede daha ince bir damar ağı kullanılmıştır. Bu sistem aracılığıyla mikroplara ve kansere karşı korunuyoruz. Bu kadar önemli olan lenf sistemini korumak da ayrıca önemlidir. Dolaşım sistemindeki damarlardan on defa daha ince olan lenf damar ağının büzüşmesi sonucu çok ağır hastalıklar ortaya çıkar (zatürre, anjin gibi)
İşte abdest sanki bu sistem için düzenlenmiş gibidir. Lenf ağının kıldan ince damarlarını zinde tutar. Hele de bu sistemin kontrol merkezleri olan burun arkası ve boğazın sık sık yıkanması korunma sistemimize “deli” katkı yapar.
Yine lenf sisteminin düzenli çalışması vücudun tepkileri açısından da çok önemlidir. Lenf sistemi iyi çalışan vücut, hastalık ânında aptalca tepkiler göstermez. Daha mâkûl, akıllıca tepki gösterir.

3. Abdestin vücudun Statik Elektriği giderici etkisi:
Bütün hücreler çevresinde belli bir statik elektriği vardır. Ancak vücudun tümü bu statik elektriğin olumlu dengesi içindedir. Bunu hissetmeyiz bile! Ne var ki gerek havada artan iyonlar, gerekse -özellikle çağımızda bir mesele olan- plastik giysiler vücudun dış yüzünde elektron artmasına neden olur. Bu olay dıştan ince doğru bizi etkilemektedir. Özellikle sinir sistemi üzerinde ciddi rahatsızlıklar oluşturur. Bir önemli etki de deri üzerinedir. Bu elektron artışı, deri altındaki mimik kaslarını yorar ve onların vaktinden önce esnekliklerinin kaybolmasına yol açar. Sonuç: yaşlılık belirtisi olan yüz kırışmaları !!
-Bu yazı câmide yazılmıştır.-

Çok üzgünüm güzel çocuk, elimde şekerden eser yok!
İkindinin, günbatımının bir öncesinin yani, tam da uyuşukluğun başımıza çöreklendiği sıralar. Fakülte kütüphanesinin hemen önündeki mütevazi kare binaya girmek için telefondaki dosttan izin istiyorum. Burası, 16.yy eseri küçük bir câmicik. Restore ediliş hikâyesini hatırlıyorum. Gerçek ilim adamlarının kıymetini hissediyorum iliklerimde. Şükrediyorum içimden gele gele ve abdest!.. Hızlı bir selâm verip abdest musluğu başındaki orta yaşlı amcalara, içeri yöneliyorum. Elimdeki mavi çantayı câminin pencerelerinden birinin iç taraf betonuna koyuyorum usulca. Gözlüğümü çıkarıp hafifçe oturuyorum. Kimseyi incitmeden, câmideki ruhaniyatı delmeden oturuyorum. Sadece oturuyorken ve bir şey yapasım da yokken, aklıma gelen dua etme fikrini benimsiyorum. Mavi çantamdan özenle kaplanmış cevşenimi çıkartıyorum. Mescidlerde oturmanın bile sevap oluşunu daha iyi idrak edip, cevşenimi açıyorum, sonsuz bir mutlulukla. "Efendimizin (selâm üzerine olsun) ettiği dualar" diyorum. Ne kadar güzel ki, Efendimin dilinden dua ediyorum.
Namaz vakti yaklaşıyor. İçerisi hareketleniyor. Ben okumam gereken parçaya odaklanmışım. Elimdeki "şey", kimine göre bir "dua rehberi" ya da bana göre bir "dua şiiri" olan bu "şey"in içine dalmaya çalışıyorum. Geçmişte çok kereler, taze alınmış bir yudum abdestten hemen sonra ele almış olduğumu anlıyorum, su zerreleri hattı bozmuş. Bazı dua cümleciklerinin altı çizilmiş, bazılarının yanına işaret konulmuş, falan filan...
Ezan vakti gelip de başımızın tâcı oluyor.
Güzelimsi bir ezan. Ezan her şeyden güzel de, kıraate ve makama titizlik gösterilmemesi içimi burkuyor. Sonra görevlilere, onları yetiştirenlere laf söyleyesim geliyor. Susuyorum. Yine de camide ezan dinlemek güzel. Ezan duasına sevdiklerimin ismini de katıştırıp, elimi yüzüme sürüyorum, bereket ve hayır tanecikleri yüzüme şekil versin diye.
Cemaât çok kalabalık değil. İki-üç saf oluyoruz. Câmi küçük, vazife büyük. Her şey normal seyrinde giderken ürpertici bir şey oluyor. Hayır, bu ne ruhani bir ses, ne de iç gıdıklayan bir nağme. Bu olsa olsa bir çocuk sesi. Hem de yaşını beş ya da altı diye tahmin ettiğim bir çocuk sesi. Kıraâtı düzgün, kelimeleri yutmadan okuyor. Kâmet getiriyor. Küçük şeytanlar, bu küçük meleğin sesiyle uzaklaşıyorlar aramızdan. Aman sen büyüdün de namaz mı kılıyorsun, bir de müezzinlik yapıyorsun ha, çocuk! diyorum içimden. Tombul yanakları nasıl da şişiyor, hayyâl essalâh derken... Bir anda cemaâtte bir tebessüm meltemi esiyor. İmam da dahil bu cemaâte. Keyfim yerine geliyor. Sıkıntılarım cerrahi operasyonda temizlenen tümör gibi, kesilip atılıyor. Sonra o tombul yanaklı, gül yüzlü çocuk yanıbaşımızda saf tutuyor. Saftaki dikkatine ve özenine hayran kalıyorum. Aklıma Taliban esaretinden sonra kısa bir araştırmadan sonra kendi isteğiyle müslüman olan İngiliz kadın gazeteci Yvonne Ridley'in hac deneyimlerini anlattığı söyleşide söylediği cümle geliyor: "Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgar gibi koşuyordum. Haremüşşerif'in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde onbinlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz Camii'ye girmeye çalışıyorduk. Geç kalmıştık. Birden namaz başladı. Bir kaç saniye içinde herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Yanıma baktım çizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun önündeki de. Düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazırol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur bu dünyada. Kendi kendime işte benim ailem dedim. Düşünürken bile duygulanıyorum. Gözyaşları boğazıma dizildi."
Namaza duruyoruz sonra. Namaz içinde değişik düşünceler, düşler...
Namaz, bu!
Her güzel şey gibi bitiveriyor.
Ardından yine tombul bir ses!
Ne hoş, ne hoş...
Sonra tombul bir dua, semiz bir tesbih yankılanıyor câmide.
Şişman şişman gülümsüyorum.
Bu zengin gülümsememe, buruk bir dua konduruyorum.
Ağlasam, gözyaşıma dokunur musun çocuk?
Cem Karacaların, Münir Özkulların ve daha nicesinin câmiden kopuşunu hatırlıyorum. Onlar da senin gibi sevimli, zengin hayâlli çocuklardı. Kötü adamlar, yahut büyüklerin tabiriyle bilinçsiz insanlar taş koydular onların namazlarına.
Sonra ne mi oldu çocuk?
Birini hazan vurdu, kendine ancak onyıllarca sonra gelebildi.
Diğerinin kış'ı geçmek bilmedi, gitti öylece!
Bir buruk sevinç şimdi, içimdeki.
Ağlasam mı, gülsem mi?
Elimde-avucumda çikolatam yok çocuk.
"Allah kabûl etsin" desem, beni affeder misin?!
 
Geri
Üst