Ömrüm Bugündür

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Ömrüm Bugündür
geride bir iz bırakmak için verilen emeğin sonucu ne olur
mumsema.gif

İNSAN ARDINDA BİRŞEYLER BIRAKARAK gitmeye çalışıyor. Bir taraftan gidici olduğunu kabullenmek, bir taraftan kalıcı birşeyler bırakmak telaşı ve çelişkisi yiyip kavuruyor insanı. Elbette her insanın bu gökkubbe altında kendine mahsus bir izi olacaktır. Hiçbir insanoğluna silik, savruk biçimde geçmek yakışmıyor şu çöl misali dünyadan.

Lâkin, insanın dünya çölü üzerinde bir iz bırakma arzusu sırf dünyevî payandalara dayanınca, dayanılmaz bir zavallılık ve komiklik üşüşüyor zihnime. Dünyevîlikle mâlul insan, kendisini Rabbine nisbet etmekten uzaklarda, kıymetini ve endamını yine gelip geçici şeylerde arıyor. Ardısıra bıraktıkları da dünya toprağının ardına geçmedikçe, hayatı bir kum fırtınasının savrukluğu ve perişanlığı içinde eriyiveriyor; bir biçime bile bürümeden kayıp gidiyor. Dünyayı sırf dünyadan ibaret bilenleri kutuplardan tropiklere hediye olarak buzdan yapılmış takılar götüren zavallının haline benzetesim geliyor. Dünyanın oyalaması içinde bir biçim ve değere sahip gözüken şeyler, berzahın sıcacık gerçekliğine dokununca eriyiveriyor; hiçe düşüyorlar öylece.


Modern insanın bir garip alışkanlığı, herşeyi aldığı neticeye göre değerlendirmek. Yani, sebeplerden mutlaka sonuç çıkarma telaşı, kaygısı ve saplantısı bürüyor insanı. Kendini sebepler ve sonuçlar arasına hapsediyor. Sa’yimiz, çalışmamız böylece elde edeceğimiz sonuçlarla ölçülüyor; ebedî hayattan soluklanması gereken insan kalbi iş bitirmeler arasında sıkışıp kalıyor. Çokça emek verdiğiniz bir işten sonuç alamazsanız, çalışmanız boşa gitti, emeğiniz heba oldu demektir. İşte dünyası bu dünyadan ibaret insan için, sebepler ve sonuçlar arasından çıkış yoktur. Dünyevîlik, insana elde ettiği sonuçlar dışında bir kıymet hükmü veremez. Tek boyutlu bir yaşamanın içinde sıkışıp kalır insan. Bu dünyanın şartları içinde ezilip büzülür; kendi anlamını sonuçların sarp yollarının sonunda arar. Ki, vardığı sonuçlar ne kadar büyükse o kadar büyük, ne kadar önemsizse o kadar önemsiz görünür.

Dünya ölçeğinde küçük kalmamız, hatta ezilip toz olmamız gerekir bu anlayışa göre. Zira sonuca erişmek insanın elinde değildir; insanın yapabildiği en iyi şey sonuca götüren sebepleri biraraya getirmektir. Sebeplerin hazırlanmasında ne kadar maharetli ise, sonuca o kadar lâyık oluyor insan; ama asla sonucu elde edemiyorósonuç veriliyor. İnsan sebepleri hazır etmekle sonucu sadece istiyor.


O halde insanın değeri, elde ettikleri ile değil, istedikleri ile ölçülmeli değil midir? Büyük sonuçlara erişenlerin bununla övünme hakkı olmadığı gibi, sebepleri iyi hazırladığı halde sonuca erişme nasibi olmayanların da yerinmesi gerekmez. Ancak, büyük şeyi istemiş olmakla kıymetini işin başında belirler insan. Büyük şeyi elde etmek ise, sonuç olduğu için, ne insanın elindedir, ne de elinde kalır. O halde, yeter ki büyük şeyler isteyinóama usulüne uygun, âdâbına münasip olarakóendamınız başından belirlenir. Sonuca erişmeniz sizi daha da büyütmeyeceği gibi, erişememeniz de sizi küçültmeyecektir. Siz her hâlükârda büyük isteyen birisiniz ve bu da size yeter.

Bunu peygamberlerin hayatlarındaki ümmet ve himmet farkıyla da doğrulayabiliriz. Bir peygamberin kendisine ümmet edinmesi sa’yinin, çalışmasının sonucudur. Aciz ve fakir bir kul olarak peygamber ümmet sahibi olmayı ister, fakat ümmet sahipi olmak elinde değildir. Hikmet-i ilâhî iktiza ederse, bu isteğine kendisine tâbi olan insanların çokluğu ile cevap verilir. Amma hikmet başka türlü iktiza eder de resûlün isteği ümmet sahibi olmakla cevaplandırılmazsa, peygamberin elçilik vazifesi iptal edilmez, peygamberlik ünvanı da elinden alınmaz. Zira Rabbimiz kulunu ‘elde ettiği’ sonuca göre değil, niyet ettiğine, yani istediğine göre değerlendirir. Bu açıdan peygamberliğin ölçüsü ümmet değil, himmettir. Şu dünyadan ümmetsiz peygamberler gelip geçmiştir, ama himmetsiz tek bir peygamber bile gösterilemez.

Bu gerçeğin bir ucu bu zamanda bizi biraz çağın dışına iteceğe benziyor. Pek yerinde olarak ‘sonuç alma sanatı’ diye tarif edilen siyaset bu zamanda hayatımızın her alanına sinsice sızıyor. Hele bu tarife, son zamanlarda ‘işbitiricilik’ gibi alabildiğine pragmatik ve ölçüsüz bir sıfat da eklendikçe, kendimizi dünyevîliğin bataklıkları içine sürdükçe sürdük. İş bitirmek ya da sonuç almak, belli bir hedef uğruna yoldaki herşeyi mübahlaştıran bir cenderenin ucuna getiriyor insanı. Bir kere davranışlarımıza sonuçlara göre yön vermeye kalkınca, gizliden gizliye kendimizi âlemlerin Rabbi yerine koyuyor, neyin olması neyin olmaması gerektiğine karar veren bir Kadîr-i Mutlak’ın rolüne soyunuyoruz. Kendi hevesimizi kâinata mühendis eyliyoruz. Tevekkülün sebeplere harfiyen riayetten sonra tevfiki Müsebbibü’l-Esbab’a bırakma teslimiyeti, yerini hem sebeplere hem sonuçlara hükmetme telaşına bırakıyor. Geriye kendisini sebeplerin kör ve sağır çarkları arasında büyütmeye çalışan, asla dolduramayacağı bir rolün yapmacıklığı altında ezilen zelil firavuncuk müsveddesi insanlar kalıyor.

Oysa iman insanı Rabbine nisbet eder; yaptıklarına değil. Mü’min insanın yaptıklarıódünya ölçeğinde büyük de görünse, küçük de görünseóRabbine nisbetle her zaman büyük ve önemlidir. Böylece mü’min, kalbini sebep ve sonuçların dar cenderesinden çıkarıp, her an niyetinin büyüklüğüne göre kıymet alan bir ebedî misafir konumuna yerleşir. İşbitiriciliğine göre değil, niyetine göre kıymet ve endam kazanır mü’min. İşlerinin meşruluğunu ve güzelliğini ulaşacağı hedefe hapsetmez, hedefe giden yolun her adımında, başvurduğu her vesilede güzel bir niyet giyinmeye çalışır. Güzelliği her ânına taşır. Dürüstlüğünü erteleme ihtiyacı hissetmez.

Sonuçlar insan için hiç erişemeyeceği yarınlar gibidir. Sonucu elde etmede eli kısadır, kudreti yoktur; yani sonuçların ölüsüdür insan. Sebepler ise, insanın içinde yaşadığı bugüne benzer. Bugün elinde hazırdır, bugüne erişmiştir. Bugünü ebedî renklerini aldığı bir başlangıç eyleyebilir kendine. Bugünün içinde ve eline verilmiş sebepler arasında hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar. Sonucu istemekte, sebeplere başvurarak hayra niyetlenmekte faildir, ‘işbitirici’dir. Hep başlangıçlarda yaşar insan ve sonuçlar erişemeyeceği günler gibi uzağındadır. Öyleyse kıymetini başlamaklarda aramalı insan. Başlamaktan ötesi yok nasılsa...
Hâsılı, insan ardında bıraktıkları ile değil, önünde niyetlendikleri ile beka bulur.
 
Geri
Üst