Tasavvuf ve maneviyat

  • Konbuyu başlatan İslami Yazar
  • Başlangıç tarihi
İ

İslami Yazar

Forum Okuru
Tasavvuf ve maneviyat
Son zamanlarda bazı modernist ve müsteşrik zihniyetli kişiler genel itibarıyla İslam umdelerinden ikisine, sünnet ve tasavvuf kurumlarına itiraz etmektedirler. Mümin ve mutasavvıf kişilerin, Efendimizin (s.a.v.) her sözüne ve fiiline bihakkın iman etmeleri bir takım zümreleri rahatsız etmektedir. Bu sebeple İslam düşmanları, bu ahlaklı yaşayışın müsebbibi olan sünnet müessesesini yıkmak istemektedirler. Sünnet müessesesini ayakta tutan ise –tarih bunun şahididir ki- tasavvuf müessesesidir. Sünneti yani İslamı yok etmenin en kolay ve kestirme yolu tasavvufu yıpratmaktır.


tasavvuf ve maneviyat.jpg



Tasavvuf konusunda nasıl bir yıpratma yolu izleniyor?

Sırf İslamı öğrenip, kendilerince eksikliklerini bularak islamı eleştirmek isteyen mesteşrikler ve onların Türkiye deki temsilcileri olan bazı ilahiyatçılar ( sayıları epey fazladır) hep bu yolu takip etmişler, tasavvuf hakkında insanları şüpheye düşürecek bir takım iddialar atmışlardır. İşte bu konumuzu kısmen de olsa bu iddialara reddiye kabilindendir.

Tasavvufun tarifi

Tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusunda ihtilaf vardır. Kureyşi ve Hucviri gibi bazı müellifler bu kelimenin Arapça her hangi bir kelimeden türemiş olmadığını, olsa olsa camid bir lakap olabileceğini belirtmektedirler.

‘’Bu tasavvuf kelimesi için her herhangi bir iştikak ve kaide yoktur. En zahir olan görüş bu isim, halleri ve yolları meşhur veliler topluluğuna verilen bir lakaptır’’

Tasavvufun kelimesinin kökeni


Sufi ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime üzerinde ittifak edemeyerek değişik görüşler öne sürmüşlerdir. Bunların en meşhuru yün manasına gelen Savf kökünden veya ‘’suffe ashabı’’ ndan türetilmiş olduğudur. Başka manalardan iştikak ettirildiği söyleyenler de vardır. Bu iddialardan bazısı mümkün iken; tasavvufun Hint kıtasından veya yunanca ‘’sofia’’ kelimesinden türediği gibi bazı iddialar vardır ki tamamen asılsız ve uydurmadır. Bu mesnetsiz iddialar, oryantalistler ve İslam alemindeki onların her sözüne yutkunmadan ikan getiren kimseler tarafından ortaya atılmaktadır.

Tasavvufun ahvali nedir?


Tasavvuf, vicdanî ve zevkî olduğundan, yani manen yaşayıp tatmakla anlaşıldığından, layık olduğu şekilde yazılıp anlatılamaz. Tasavvufu anlamakla, onu hâl olarak yaşamak arasındaki fark, balın tadını anlatmakla bizzat onu tatmak arasındaki fark gibidir.


Bununla beraber tasavvuf büyükleri bu ilmi, esasta aynı olmakla beraber, değişik şartlara ve durumlara göre farklı şekillerde tarif etmişlerdir.


Bunlardan bazıları şöyledir.

‘’ Faziletin son noktasına kadar vesileye yapışmaktır’’

Üftade hazretleri ise tasavvufu şöyle tarif etmiştir.

‘’ Kendisinde haramlık şaibesi olan her şeyden kaçınmak ve dilini boş sözden muhafaza etmektir.’’

‘’Allahü Teâlâ ile birlikte olmaktır.

‘’itirazdan yüz çevirmek ve kendi iradesini terk etmektir.

Ubeydullah Ahrar hz. İse ‘’ Tasavvufun hulasası, insanların yüklerini yüklenip kendi ağırlığını insanlardan men etmektir’’ diye buyurur.

Tasavvufun 700 kişi tarafından tarif edildiğini, bu tarifler içerisinde en güzelinin Ebu Said Harraz Hz. nin yaptığı şu tarif olduğu söylenir.

‘’Evla (Hayırlı) olan şeylere vakti sarf etmektir.

Selam ve dua ile.
 
Tasavvufa itiraz edenlerin bir kısmı da tasavvuf kelimesinden hareket etmektedirler. İddiaları da şudur; tasavvuf kelimesinin sünnette ve Kur’an’da geçmemesidir. Dolayısıyla bu terim sonradan ortaya çıkmıştır ki, bu onun yani tasavvuf kurumunun bid’at ve hurafe olduğunun delilidir.

İşbu iddiaya cevap sadedinde Gaznelilerin en ihtişamlı zamanlarında yaşamış meşhur mutasavvıf Ali b. Osman Cüllabi Hucvirinin Keşfül Mahcub isimli eserinde şöyle cevap vermiştir.

‘’ Eğer tasavvufu inkar edenler sadece tasavvuf ve sufi kelimesinin kuranda bulunmadığını söylüyorlarsa bunda garipsenecek bir şey yoktur ki, bu doğrudur. Fakat tasavvufun içerdiği manayı ve ahlakı inkar ederlerse, o takdirde Hz. Peygamberin getirdiği dinin tümünü ve onun bütün güzel ahlakını inkar etmiş olurlar.
 
Şu da bir hakikattir ki, bir şeyin isminin sonradan konulması o şeyin isim konulmadan önce olmadığı anlamına gelmez. Mesela dünyaya yeni gelmiş bir çocuğu düşünelim. Doğduktan bir hafta sonra ismi konuluyor. O çocuktan daha sonraki zamanlarda hep ismiyle bahsedilir. Mevzumuza dönecek olursak, ‘’Tasavvuf ismi kuran ve sünnette geçmiyor, sonradan ihdas edilmiştir’’ diye tasavvuf ve maneviyatı inkar etmek, ismi doğduktan bir hafta sonra konulan bebeğin isim konulmadan önceki varlık ve hayatını inkar etmek gibi asılsız, mantıksız ve tutarsızdır.

Nitekim bir takım ilimler vardır ki bunların isimleri sonradan konulmuştur. Ama isim konulmadan önce dahi vardır. Kelam ve felsefe gibi. Bu konuda tarih felsefesi alimi İbn-i Haldun meşhur mukaddime adlı eserinde şöyle demektedir.

‘’Tasavvuf, İslam milletinde ortaya çıkmış şer’i ilimlerden biridir. Esası, Selef-i salihinin, Ashap ve Tabiin’in büyüklerinin ve onlardan sonra gelenlerin indinde zail olmayan (devam edegelen) hak ve hidayet yoludur. Temeli, ibadetle meşgul olmak ve kendini Allah’a vermek, dünya alayişlerinden ve süslerinden yüz çevirmek, herkesin dadandığı lezzet, mal ve makamdan el etek çekmek, halktan ayrılarak ve halvete çekilerek ibadetlere dalmaktır. Bu hal, sahabe ve selefin tamamında vardı.
 
Geri
Üst