Yitik Aşklar Koleksiyoncusu

zuzu65

Yeni Üye
Üye
Yitik Aşklar Koleksiyoncusu
.
Fotograf dükkanındaki sıradan günlerden biriydi.Acele bir işi oldugu için dükkanı çıraga bırakıp dükkandan çıkmak için kapıya yönelmisti genç adam. Nasıl olduysa o anda kapıdan girmek üzere olan genç bir kızı fark etmemisti. Genç kızda elinde tuttugu notu incelediginden ikisi de bir birinin farkında degildi ve çok siddetli olmayan bir biçimde çarpıstılar. Önce genç kız “pardon” dedi ve yere düşen defterlerini toplamaya basladı.Genç adam da ona yardım etmek için yere egildiginde göz göze geldiler.Genç adam gözlerine inanamıyordu çünkü kendi hayalinde çizdigi kadın portresine bire bir benziyordu bu geç kızın yüzü. Her zaman hayatta herkes için tek bir kisinin olduguna inanıyordu.Bu ona göre, gök yüzündeki yıldızlarin birinin de onun oldugunun ispatıydı ve bıkmadan, usanmadan gökyüzündeki yıldızının yeryüzüne inecegi zamanı bekliyordu.

Genç adam içinden “acaba bu deniz gözlü kiz, benim yıldızım olabilir mi?” diye tekrar ederken genç kiz onunla konuşmaya başlamıştı:
  • “Pardon, özür dilerim benim hatamdı”
  • “Hayır, aslında benim hatamdı önüme bakmam gerekiyordu. asıl ben özür dilerim sizden”
  • “Şey, ben fotograf çektirmek istiyorum ama fazla zamanım yok. Bu yüzden hemen çekebilirmisiniz.”
  • “Tabii, siz hazırlanma odasına geçip hazırlanın. Istediginiz özel bir renk var mi, arka fon olarak ”
  • “Hayır, yok. Teşekkür ederim.”

Genç kıza hazırlanma odasını gösterdikten sonra, genç adam stüdyoda hazırlıklara başladı. Arka plana en çok sevdigi gök yüzü fonunu yerlestirdi, flasları, ışıkları ve spotlari ayarladıktan sonra genç kızın hazır olup olmadıgına bakmak için başını yan odadan tarafa çevirdi.gelen müşterilerin hazır olup olmadıklarını bakmak için stüdyo tarafindan ufak bir pencere açmışlardı hazirlanma odasindan.Genç adam hazırlanma odasındaki genç kızı izlerken hala gözlerine inanamıyordu. Içinden tekrar “acaba bu deniz gözlü kız, benim yıldızım olabilir mi?” diye sormuştu kendisine. Tekrar genç kızı incelemeye koyuldu.Önce saçlarının parlaklıgı dikkatini çekti.Yer yüzündeki en parlak şelaleleri kıskandıracak kadar parlaktı saçları.Sonra yaradanın dünyadaki en güzel gül rengini verdigi dudakları dikkatini çekti.Boynu çok narin bir ceylanın boynu gibi ince ve uzun, sanki ayın bir parçasıymış gibi olan ten rengi ve genç adamı belkide içinden tekrarladıgı o cümlenin cevabından emin olması saglayan genç kızın gözleri son olarak dikkatini çekti. Ruhunun bütün inceligini, şefkatini, güzelligini ele veren deniz mavisi gözlerine baktı uzun uzun. Biraz sonra genç kız da hazırlanmış bir şekilde fonun önündeki ufak tabureye oturmuştu. Genç adam objektiften kızın gözlerine derinlemesine bir kez daha baktıktan sonra flaştan çıkan parıltılı ışıklar odanın içini kısa süreligine kapladı.

Genç adam gerçek bir sanat eseri gibi özenerek çekmişti kızın resmini. Stüdyodaki isleri bittikten sonra genç kızla birlikte giriş odasina geçtiler.
Genç kiz:”fotografı ne zaman alabilirim?” dedi.
Genç adam içinden: ” yarın gelmesini söylersem ona karşı olan hislerimi nasıl açıklayacagımı düşünebilecek zamanım olur.” diye içinden geçirdi.
  • “Yarın bu saatte gelip alabilirsiniz.”
  • “Peki, teşekkür ederim”
Daha sonra genç kız usulca kapıdan çıkıp uzaklaştı ve genç adamda o gözden kaybolana kadar arkasından genç kızı izledi.
Genç adam o gün deniz gözlü yıldızı gittikten hemen sonra dükkanı üzerinden kilitledi, çıragı evine yolladi sonra ne yapacagını bilmeden akşama kadar stüdyoda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geldi. Genç kızın dokundugu her şeye dokundu,oturdu küçük taburede saatlerce oturdu.Genç kızın hazırlanma odasındakş aynanın önünde saçının tek telini buldu ve saatlerce o tek saç telini kokladı. Daha sonra eline bir kagıt ve kalem alarak deniz gözlü yıldızına hislerini nasıl açacagını yazdı sildi, yazdı sildi.
Kendi kendine: “bu böyle olmuyacak.en iyisi o an içimden ne geçiyorsa onu söylemek ” dedi ve evinin yolunu tuttu.
O gece genç adamı bir türlü uyku tutmuyordu. Hep gözlerinin önüne genç kızın yüzü geliyordu. Artık kesinlikle emindi bu kız oydu. Geceler boyu hayalini kurdugu, kendisi için yaratılmış olan kızdı. Şimdiye kadar yaptıgı iyiliklerin bir karşılıgı olarak yaradan deniz gözlü yıldızını vermişti ona. Evet artık kesin emindi bu kız oydu.Daha adını bile bilmedigi bu kız oydu.
Sabah oldugunda günesin ilk ışıkları yüzünü göstermeye baslamıştı. Güneş bir başka aydınlatıyordu gökyüzünü o sabah, balkonda kendi eli ile özenerek yetiştirdigi çiçekler bir başka gülümsüyordu, dünya bir başka dönüyordu o sabah genç adam için.

Kahvaltısını yapmadan evden çıktı ve fotograf dükkanına dogru yola koyuldu.Her zaman onu çileden çıkaran trafik bile genç adamın neşesini kaçıramıyordu.Kendini bulutların üstünde gibi hissediyordu.
Genç adam dükkana girdikten sonra fotografları banyo ettikleri odaya girdi.Genç kızın resmini dün banyoya bırakmıştı. Resmi özenle çıkardı ,kuruttu ve dikkatlice genç kızın resmini inceledi .Bu güzelligi birkaç saat sonra tekrar görebilecegini düşünmek genç adamın içine hoş bir ürperti salıyordu. Genç kızın gelmesine daha birkaç saat oldugu için genç adam stüdyonun arkasındaki ufak bahçeye diktigi çeşit çeşit çiçeklerle ugrasmak için bahçeye geçti. Bos zamanlarini genelde hep bu bahçede kendi eliyle yetiştirdigi Güller, kasimpatilar, laleler, orkideler ve en çok sevdigi papatyalarla ugraşarak, onlarla konuşarak geçirmeyi çok severdi. Papatyalarına daha bir özen gösterirdi diger çiçeklerine nazaran. Papatyalar genç adam için; saflıgın, masumlugun çiçekleriydi. Eger bir gün evlenirse ve küçük bir kız çocugu olursa ona bu papatyalardan taç yapacaktı. Kızını prensesi, tabi eşini de sultanı yapacakti. Önce çiçeklerin sularını verip, sonrada uzun uzun deniz gözlü yıldızından bahsetti onlara. Saflıgını, dogallıgını ve güzelligini anlata anlata bitiremiyordu bir türlü.

Genç kızın gelecegi saat yaklasmıştı, genç adam çiçeklerinden onun için şans dilemelerini istedikten sonra hazırlanma odasındaki boy aynasında son kez kendine göz attıktan sonra giriş kapısının tam karşısındaki divanda yerini aldi.

Elindeki resimden gözlerini hiç ayırmadan ve durmadan içinden Necip Fazıl’ın bir şiirini tekrarlıyordu.

Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne genç ölüyü mezar
Nede şeytan bir günahı
Seni bekledigim kadar.



Genç adamın şiiri beşinci tekrarlayışında genç kız kapıda belirmişti. Genç kızın üstünde yine beyaz, bogazlı balıkçı kazagı ve ekoseli, diz alti baklava desenli etegi vardi. Yüzünde yine ayni çocuksu saflıgı ve muzipçe bir gülümseme vardı. Çünkü genç adam deniz gözlü yıldızının geldigini görür görmez ayaga fırlamiş ve yüzünde bir gülümsemeyle genç kıza dogru yaklasmaktaydı.
  • “Hoş geldiniz.”
  • “tesekkür ederim. Hos bulduk, resimler hazır mı?”
Genç adam heyecandan ne yapacagını bilemiyordu ama bir an önce kendini toplamasi gerektiginin farkındaydı çünkü genç kız resmini almak istedigini belirttigi halde, genç adam hala hiçbir sey söylemeden sadece gülümseyerek genç kızın gözlerinin içine bakıyordu. Genç kız sorusunu yinelediginde, genç adam heyecanını bastirmaya çalışarak sadece ;
- “evet” diyebilmişti.
Genç adam elinde tuttugu resmi genç kıza belli etmeden cebine koyduktan sonra çekmeceden genç kızın diger resimlerini çıkartıp ona uzatti.Genç kiı ücreti ödemek istediginde genç adam;
  • “hayır, sizden para alamam”
  • “ama neden? Hayır lütfen” diyerek elindeki parayı genç adama ısrarla uzatıyordu.
  • “size bir öneride bulunacagım. Bu parayı bana vermek yerine, şu köşe başındaki çay bahçesinde bana bir çay ısmarlaya bilirsiniz. Emin olun pisman olmayacaksınız. Benim çok sık gittigim, harikulade bir yerdir”
Genç kız bu öneri karşısında çok şasırmıştı. Başını hafif yana egerek düşünmeye basladı. Karşısında duran bu genç adam gerçekten iyi niyetli bir insana benziyordu. Çünkü gözleri sadece iyi niyetli bir insanda bulunabilecek bir pırıltıyla bakıyordu. Genç kızın bu hali onu daha da saf,masum bir şekle sokuyordu ve genç adam karşısında duran güzel kızın bu halinden çok etkilenmişti. Bir taraftan da deniz gözlü yıldızının önerisini kabul etmemesinden korkuyordu.

Genç adamın korktugu gibi olmamıştı ve genç kız önerisini kabul etmişti.Ama fazla zamanının olmadıgını, sadece yarım saat ona zaman ayırabilecegini söylemisti. Genç adam buna da razıydı. Sevdigiyle yarım saat bile geçirmek onun için bir ömre bedeldi. Dükkandan birlikte çıkıp sokagın kösesindeki dıştan çok güzel görünen ama içi dışındanda güzel olan çay bahçesine dogru yola koyulmuşlardı.

Yol boyunca genç adam, genç kızın adının sevi oldugunu ve … üniversitesi tıp fakültesi son sınıf ögrencisi oldugunu ögrenmişti. Çay bahçesinin önüne geldiklerinde genç kızın dikkatini önce çay bahçesinin tabelasi çekmisti. Tabelada etrafi papatyalarla çevrelenmis “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu” yazıyordu ve birbirinden parçalanırcasına ayrılmış iki kalp parçası duruyordu. Genç kız çay bahçesinden içeriye ilk adımını attıgında büyülenmiş gibiydi. Burası bir çay bahçesinden çok bir çiçek bagına benziyordu. Her tarafta çeşit çeşit saksıların içinde yine çeşit çeşit çiçekler vardı. Her masanın üzerinde farklı bir çiçek vardı ama sadece tek bir dalı olan çiçeklerdi. Daha sonra genç adamın önerisi üzerine bahçe tarafına bakan camekanın önündeki masaya oturdular. Bu masanın üzerinde de bir vazonun içinde tek dal bir papatya vardı. Dışarıda hafif hafif yagmur çiselemeye baslamıştı. Bu arada genç adam buranın bir arkadaşının oldugunu ve burayı birlikte bu hale getirdiklerini anlatıyordu ve arkadaşının burayı asıl açma nedenini anlatmaya baslamıştı. Arkadaşının bir kızı çok sevdigini ama ailelerinin zoruyla ayrıldıklarını ve ayrılığa dayanamayan kızın canına kıydıgını, kız çiçekleri çok sevdigi içinde arkadasinin sevdigi kizin anisina burayi açtigini ve adını da “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu” koydugunu, sevdigi kızın ölümünden sonra arkadaşının soguk ve karlı bir gecede kızın mezarının başında sabaha kadar bekleyerek öldügünü, genç adam gözleri dolarak seviye anlattıgında genç kızın gözlerinde de yaşlar birikmişti.
Genç adam sesi titreyerek;
- “Bu dünyada onlar masalarda, şimdi cennette birlikte ve mutlu olduklarından eminim.” dedi.

Aralarında kısa bir süre sessizlik yaşandıktan sonra genç kız sessizligi bozdu:
  • “Beni buraya getirdigin için çok teşekkür ederim. Burası gerçekten tıpkı bir çiçek bagı gibi.Ama anlayamadıgım bir sey var. Her masanın üstünde sadece tek dalı olan bir çiçek var. Neden?”
  • “Buranın tabelasında bir birinden ayrı iki kalp var. O kalplerden birisini bu tek dal çiçek, diger yarısını da başka bir yerdeki tek dalı olan bir çiçek temsil ediyor. ”
Sevi’nin gözleri önünde duran vazonun içinde sadece tek dalı olan bir çiçege kaymıştı. İçinden “acaba bu hangi kalbin yarısını temsil ediyor” diye geçirdi.
- “ Isminin anlami nedir?”
Genç kız gözlerini tek dal papatyadan ayırmadan cevap verdi.
- “Aşk demek”
Genç adam içinden “ne kadar güzel bir ismi var ve ne kadar da güzel bir anlamı ” diye geçirdi.

Dışarıda yagan yagmur siddetini biraz daha arttırmıştı ve yagmurun toprakla birleşerek oluşturdugu o hoş koku genç adam ve genç kızın oturdukları masanın etrafını sarmalamıştı. Ikinci çaylarını yudumlamaya başlamışken aralarında yeni bir sohbet baslamıştı.Genç adam doktorlugun çok güzel bir meslek oldugunu, insanlara dogrudan yardım etme imkanı sagladıgını ve bu yüzden doktorların hepsinin olmasa da bir çogunun cennete gitme ihtimallerinin yüksek oldugunu, Eskiden kendisinin de insanlara dogrudan yardım edebilecegi bir meslek aradıgını ama daha sonra şimdiki meslegi olan fotografçılıga basladıgını yinede yardıma muhtaç bir insan gördügünde elinden gelen her seyi yaptıgını söylüyordu. Genç kızda ona katıldıgını ve kendisinin de aslında bu meslegi seçmesinin ilk nedeninin insanlara yardım etme isteginden kaynaklandıgını söyledi.

Sevinin gidecegi zamanın yaklaştıgını, genç kızın saatine bakışından anlamıştı genç adam. Bu yüzden elini çabuk tutmalı ve seviye bir an önce duygularından bahsetmeliydi.
Genç adam ne söyleyecegini kafasında toparlamaya çalışırken, aralarındaki hoş sohbetten sonra yerini neşeye bırakan heyecanı tekrar ve bu sefer daha fazla olarak geri dönmüştü.

Seviyi ilk gördügü andaki gibi; önce elleri terlemiş, sonrada kalbi yerinden çıkacakmış gibi delice çarpmaya baslamıştı. Genç adam derin bir nefes alıp önemli bir sey söyleyecegini belli eden bakışlarla dogrudan sevinin gözlerinin içine bakıyordu. Sevide anlamıştı genç adamın içinden geçenleri ona söylemeye hazırlandıgını, birden içini hoş bir heyecan kapladı genç kızında. Aslında gitmesi gereken zamanı çoktan aşmıştı ama nedense gitmeyi hiç istemiyordu.
Birden genç kızın çalan cep telefonunun sesiyle ikisi de irkildi. Arayan sevinin okuldan bir arkadaşıydı, on beş dakika sonra başlayacak olan çok önemli derslerini haber veriyordu.Genç kız “tamam. Hemen geliyorum” diyerek telefonu kapattı ve çok önemli bir dersinin on beş dakika sonra başlayacagını bu yüzden hemen gitmesi gerektigini söyledikten sonra genç adamdan izin isteyip kalkmak için ayaklanmıştı ki genç adam kızın kolunu tuttu. Kendisi için çok önemli bir şey söyleyecegini, bu yüzden en kısa zamanda tekrar buluşmak istedigini söyledi ve kızın kolunu bıraktı. Genç kızın dersi iki saat sonra bitecekti ve okuluyla bu çay bahçesinin arası on beş dakikaydi. Genç adama iki buçuk saat sonra burada buluşabileceklerini söyledikten sonra başka hiçbirşey söylemeden kapının önünde şemsiyesini açıp hızlı adımlarla yagan yagmurun içinde gözden kayboldu.

Genç adam bu iki buçuk saati, masanın üzerindeki tek dal papatyanın bulundugu vazoya deniz gözlü yıldızının resmini dayayıp, güzel yüzünü gözlerinin önünden ayırmadan geçirdi. Saatin akrebi genç kızın söyledigi saati yarım geçtigi halde genç kız hala gelmemişti. “dersi uzadı herhalde” diye içinden geçirdi genç adam. Saniyeler dakikalara, dakikalar ise saatlere dönüştügü halde genç kız hala gelmemişti. Saatin akrebi her ilerleyisinde genç adamı bir fare gibi içten içe ve yavaı yavaş kemiriyordu.


Içindeki bu sıkıntıdan kurtulmak için, daha sonra devamını da yazacagı şiirin ilk mısrasını yazdı:

“Elimde senin resmin
Hani vardı ya benim çektigim
Gözlerimin önünde o anki halim;
Ellerimin titreyisi,
Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi delice çarpışı.
Ve o anda bir yıldırım gibi kalbime düşen sevgin.”

Bu şiiri kaçıncı kez tekrarlayışıydı bilmiyordu, onu içten içe kemiren fareye bir kez daha baktı, genç kızın gidişinin üzerinden tam 10 saat geçmişti ve o hala yoktu. Kulagına hoş bir melodi geliyordu. Caminin hocası yatsı ezanını okuyor olmalıydı. Içini birden bir ferahlik duygusu kapladı genç adamın.
“Belki de gerçekten önemli bir işi çıkmıştır onun için gelememiştir.Telefon numaramı bilmedigi için bana haberde verememiştir.Eminim yarın dükkana gelecektir.” Kendi kendine bunları söyledikten sonra evine dogru yola çıktı. O gece deniz gözlü yıldızının ertesi gün geleceginden emin olarak derin ve huzurlu bir uyku uyudu, bir önceki gününde acısını çıkararak.

Genç adam sabah uyandıgında gözlerinde bir ıslaklık oldugunu fark etti. Elini gözlerine sürdügünde, bu sıvının gözyaşı oldugunu anladı. Neden ve neye agladıgını bilmiyordu. Uykusunda gördügü bir rüyada aglamış olmalıydı ama bir türlü nasıl bir rüya gördügünü hatırlayamıyordu. Ona böyle gözyaşı döktürecek nasıl bir rüyaydı bu? Iyimi, yoksa kötü bir rüyamıydı? Bu göz yaşları mutluluk gözyaşları mı, yoksa üzüntü gözyaşları mıydı? Mutsuz degildi, seviyle görüşecegi için çok mutluydu halbuki ama bu gözyaşlarinin nedeni neydi? Daha sonra sevinin güzel yüzü gözlerinin önüne gelince bu düsüncelerden sıyrıldı. Bugün ona çok güzel görünmeliydi, bu yüzden banyoya girip sinek kaydı bir tıraş oldu, hoş kokan bir losyonu yüzüne sürdükten sonra yatak odasındaki gar dolabından kendisine en çok yakıştırdıgı giysilerini çıkardı. Keten siyah bir pantolon, üstüne füme renkli bir gömlek ve onun üstüne de yine keten, koyu kahve rengi tonlarında, üstünde küçük küçük gri renkte benekler olan hoş bir ceket giydi. Bu takımı tamamlayacak son parça olarak da marka olmamasına özen göstererek aldıgı ama kaliteli, önünde iki siyah püskülü olan siyah ayakkabısını giydi. Daha sonra hafif kokulu bir parfüm sıkındı. Saçları her zaman düzgün oldugu için saçlarıyla hiç ugraşmadan koridordaki boy aynasında kendisine bir kez daha baktıktan sonra sabah kahvaltısını yapmak için evden çıktı. Evinde kahvaltı yapmayı pek sevmedigi için genelde oturdugu binanın altındaki pastaneden ikisi sade, üçü peynirli olan beş tane pogaça aldır ve dogru “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”na gider ve kahvaltısını mis kokulu çiçekler arasında ederdi. Eskiden beri hep beş tane pogaça alırdı. Ikisi kendine, diger üçü de “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nun sahibi olan arkadaşına olurdu. Pogaçalar genç adamdan, çaylarda arkadaşından olurdu hep. Çocukluklarından beri çok iyi iki arkadaştılar. Bazen genç adam iki pogaçayla doymazdı, o zaman arkadaşı bir pogaçasının yarısını genç adama verirdi. Genç adamın arkadaşının sevgilisi öldügünde onu bir an bile yalnız bırakmamıştı ve hep destek olmustu genç adam arkadaşına. Sanki genç adam arkadaşı hala “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nda dört gözle onun getirecegi pogaçaları bekler gibi, her sabah bes tane pogaça alır ve her sabah “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nun yolunu tutardı kahvaltısını yapmak için.

O sabahta her zaman oturdugu masaya oturdu, büyük boy bardaklardan birine demi yeni çökmüs bir çay doldurdu ve sıcak pogaçaların oldugu poşetten iki sade pogaçasını çıkardı. Doymadıgı için poşetteki peynirli pogaçalardan birinin yarısını aldı ve kalan pogaçaları, arkadaşı öldükten sonra çay bahçesini işletmeye başlayan arkadasının yegenlerinden en küçügü olan daha bıyıkları yeni yeni terleyen çocuga verdi.Genç adam kahvaltısını bitirdikten sonra seviyi beklemek için dükkanına dogru hızlı adımlarla yürüdü.

Genç adam elinde sevinin resmiyle yine kapının karşısında yerini almıştı. Elinde tuttugu genç kızın resminden gözlerini sadece arada bir açılan kapıdan kimin girdigine bakmak için ayırıyordu ve tekrar gözlerinde aynı parıltıyla genç kızın resmine bakmaya dalıyordu. Öylece birkaç saat oturduktan sonra artık sıkılmaya baslamıştı. Zaman geçirmek için önündeki sehpanın üzerinde duran gazetelerden birini alarak göz atmaya başladı.

Gazetenin 1. sayfasında koca puntolarla “iktidar ve muhalefet yine bir birine girdi!” baslıklı bir yazı ve iki milletvekilinin birbirlerinin bogazlarına yapışmış bir şekilde resmi vardı. “her zaman ki şeyler” deyip bir sonraki sayfaya geçti genç adam.

2. sayfada, 1. sayfaya nazaran daha küçük puntolarla yazılmış “Irakta yine vahşet” başlıklı bir yazı ve hemen altında babasının kucagında, agzının kenarlarından kan sızmış, ölü bir çocuk resmi vardı. Genç adam çocuga bunu yapanlara küfürler ederek bir sonraki sayfaya geçti.

3. sayfadaki yazının başlıgı 2.sayfadakinden bile daha ufak yazılmıştı. Bir trafik kazası haberiydi. Başlıkta “Trafik canavarı yine can aldı” yazıyordu ve başlıgın yanında, üzerinde doktor önlügü olan bir genç kız resmi vardı. Genç adam farkında olmadan gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla, haberi birkaç defa okudu.

“… Üniversitesi Tıp Fakültesinde ögrenci olan genç kız geç kaldıgı dersine yetişmek için aceleyle karşıdan karşıya geçerken, hızla gelen bir arabanın çarpması sonucu hayatını kaybetti. Genç kıza çarpan sürücü çevresindekilere tehditler savurduktan sonra arabasıyla olay yerinden kaçtı. Kazaya şahit olanlar, sürücünün şarhos oldugunu söylüyor. Sevi xxx 24 yaşındaydı ve bir yıl sonra doktor olacaktı.”

Genç adam birden o gece gördügü rüyayı hatırlamıştı. Rüyasında seviyi asfalt bir zeminin üzerine boylu boyunca uzanmış, kanlar içinde görmüştü. Genç adam sevinin yanına gidip, başını soguk asfalttan kaldırmış sonra da dizlerinin üstüne koymuş ve saçlarını okşamıstı.

Genç adam kızın kulagına dogru egilmiş, gözlerinde biriken yaşlarla şu kelimeleri söylemişti. “Söz veriyorum; Seni sonsuza dek sevecegim, deniz gözlü yıldızım.”
Sevinin cenazesinde herkesten fazla gözyaşı döken genç adamı kimse tanımıyordu. Cenaze defnedildikten sonra genç kızın mezarının başında en son yine genç adam kalmıştı. Soguk ve karlı bir gecede sabaha kadar sevinin mezarının başinda bir elinde tek dal papatya ve diger elinde seviye yazdıgı ilk ve son şiirle genç adam sabaha karşı ölü bulundu.

Daha sonra gazetelere çıkan bu olayla ilgili haberlerde geçen bu şiir:


Deniz gözlü yıldızım
Elimde senin resmin
Hani vardı ya benim çektigim
Gözlerimin önünde o anki halim;
Ellerimin titreyişi,
Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi delice çarpışı.
Ve o anda bir yıldırım gibi kalbime düşen sevgin.

Elimde hala senden bana arta kalan tek resmin
Hanı vardı ya bana çektirdigin.
Hala hayalimde o anki halin;
Beyaz,bogazlı balıkçı kazagın,
Ekoseli, diz altı etegin.

Sonra o çocuksu yüzün ve bana muzipçe gülümseyişin,
Şelale gibi parıldayan saçların, gül rengi dudagın
Ruhunun güzelligini yansıtan o deniz gözlerin,
Ve her an arkanı dönüp gidecekmişsin gibi olan duruşun.

Iste sessiz sedasız, sanki bir ölü gibi,
Ve beni sensizlige mahkum edip gittin.
Senden bana arta kalan tek şeyse;
Önümde duran su tek dal papatyayla
Elimden hiç bırakmadıgım resmin.

Sana verdigim sözse,
Hala yüregimin en derinlerinde,
Dilimde bir dua gibi taşıdıgım bu sözse;
Seni sonsuza dek sevecegim.
Deniz gözlü yıldızım.
 
Geri
Üst