yUnUsLaRıN çOk İlGiNç BiLiNMeYeNlErİ...

İzmirella

Yeni Üye
Üye
yUnUsLaRıN çOk İlGiNç BiLiNMeYeNlErİ...
dolph.jpg
İnsan kadar akıllı, daha barışcı ama biz onları savaştırıyoruz...

Sayısız insan, yunusların sıradışı canlılar olduğuna inanıyor. Sevimli, sevecen, dost ve akıllı yunuslar acaba gerçekten insan kadar zekiler mi? Öylesine iddialar var ki, yunuslar savaşlara katılıyorlar, insanları ölümden kurtarıyorlar ve hatta body-guard oluyorlar. Başta ABD olmak üzere, dünyanın gelişmiş bir çok ülkesinde yunuslar için milyonlarca dolar harcanıyor, onları anlamanın ve gizemlerini çözmenin dünyadışı yaşamı araştırmak kadar önem taşıdığı ileri sürülüyor.

Genelde, denize girmek veya balık yemek dışında pek aklımıza getirmediğimiz de­niz­le­ri­miz­de çok du­yar­lı bir canlı ya­şar, bi­zim ka­dar me­rak­lı, bizim kadar ko­nuş­kan bir ya­ra­tık­; bir torpidoya benzer ve bir Marslı ka­dar u­zay­lı­dır. O bir balık değildir; bütün zamanların mitolojik deniz canlısı Dolphin´den yani yunusdan söz ediyoruz. Tüm dün­ya su­la­rın­da şu an için, 66 tür yu­nus ya­şı­yor ve herkes onların insana en yakın ve en zeki canlı olduğunu düşünüyor; bel­ki in­sa­nları bu 150 ki­loluk, tüy­süz, ıs­lak bir tü­pün i­çi gi­bi de­ri­si o­lan meme­li de­niz hay­va­nı i­le karşılaştırmak doğru olmayabilir a­ma bir yu­nus ba­lı­ğının gö­zü­ne bak­tı­ğı­nız an be­lir­li bir bil­gi a­lış ve­ri­şi he­men başlamıştır; bir diyalog, yan­sı­yan bir zeka par­la­ması, a­klın bir i­ma­sı var­dır. Za­ma­nın baş­lan­gı­cın­dan be­ri yu­nusla­rın i­na­nıl­maz yetenek­le­ri şa­ir­ler, fi­lo­zof­lar ve ta­rih­ci­ler ta­ra­fın­dan ö­vül­mek­te­dir­ler. Ef­sa­ne­le­r yu­nus­la­rın Tan­rı ta­ra­fın­dan dö­nüş­tü­rül­müş in­sanlar ol­duk­la­rı­nı an­lat­ır­lar. Son 10 yıl­da ise, me­me­li hay­van uzman­la­rı, yunus­la­rın akıl­lı ol­duk­la­rı­nı yeni anlama­ya baş­la­dılar. Bi­lim a­dam­la­rı yu­nus ba­lık­la­rı a­ra­sın­da­ki iletişim sis­te­mi­ni a­raş­tır­ma­yı sürdürürken, söz­lü ve söz­süz sin­yal­le­rin kod­la­rı­nı çöz­me­ye ça­lış­mak­­lar. A­raş­tır­ma­cı­lar "ec­ho­lo­ca­ti­on"ın (Yu­nus­la­rın de­ni­zal­tı dün­ya­sı­nı a­yar­la­ya­bil­me­le­ri i­çin a­ra­la­rın­da­ki kul­lan­dık­la­rı iletişim sis­te­mi) on­la­rı en bü­yük düş­man­la­rı o­lan ton ba­lık­la­rın­dan na­sıl ko­ru­du­ğu­nu sap­ta­mak is­ti­yor­lar. Flo­ri­da’dan A­vus­tu­ral­ya’ya ka­dar me­me­li hay­van uzmanları yu­nusların a­i­le­vi ve sos­yal i­liş­ki­le­ri­ni de a­raş­tır­mak­ta­lar. La­bo­ra­tu­ar­larda da uz­man­lar yu­nus bey­ni­nin gi­ze­mi­ni çöz­me çabasındalar ve bir yunusun beyni in­san bey­nin­den çok fark­lı ça­lı­şı­yor ve bazı uzmanlara göre, beyinlerindeki ya­ra­tı­cı mer­ke­z bi­zim­kin­den çok da­ha bü­yük ve hatta etkin.

Özürlü çocukların tedavisinde yunuslar...

Grassy Key, Flo­ri­da’da­ki "Yu­nus Ba­lı­ğı A­raş­tır­ma Mer­ke­zin­de" Psi­ko­log Da­vid Nat­han­son her sa­lı günü al­tı at­lan­tik yu­nusu ile çalışıyor. On­lar­dan zi­hin­sel ö­zür­lü ço­cuk­la­rın ko­nuş­ma­la­rı­nı ve eksik belleklerini des­tek­le­me­le­ri­ni bek­li­yor. Bu mer­kez ken­di­ni ta­ma­men yu­nus ile in­san ara­sın­da­ki da­ya­nış­ma­ya a­da­mış­, yunus­lar ö­zür­lü çocuk­lar­la yü­zü­yor, on­la­ra sa­rı­lı­yor ve e­ği­tim­le­rin­de yar­dım­cı o­lu­yor­lar. Nat­han­son, ço­cuk­ların bu or­tam­da sı­nıf­taki dik­ka­tin faz­la­sı­nı gös­ter­dik­le­ri­ni ve on kez da­ha ça­buk öğ­ren­dik­le­ri­ni söy­lü­yor. Bu tür çocukların eğitildiği sınflarda ö­dül bir övgü, bir sa­rıl­ma veya bir ö­pü­cük­tür ve Nathanson; "yu­nusların öp­me­si­ni be­nim öp­me­me ter­cih edi­yor­lar ve bun­dan a­lın­mı­yo­rum" di­yor. Ba­zı ders­ler sı­ra­sın­da o­to­büs ve­ya kö­pek gi­bi ba­sit sözcükle­rin re­sim­le­ri yu­nuslara a­tı­lı­yor. E­ğer ço­cuk ke­li­me­le­ri düz­gün te­la­fuz e­der­se yu­nus ba­lık­la­rı i­le bir­lik­te yüz­me hak­kı­nı ka­za­nı­yor.Ve Nat­han­son devam ediyor; "Bir gün ö­zür­lü bir ço­cuk a­yak­la­rı­nı su­ya sar­kı­tı­yor­du. ´Flip­per´ adlı tv di­zi­sin­de oy­na­mış o­lan Litt­le Bit ad­lı yu­nus ba­lı­ğı ya­nı­na git­ti ve bur­nu­nu o­na sürt­me­ye baş­la­dı. Çok çar­pı­cı bir şey­di. San­ki yu­nus­la­r bu ço­cuk­la­rın bir ek­sik­lik­le­ri ol­du­ğu­nu his­se­di­yor­lar­dı. Bu ço­cuk­la­rı nor­mal­de bir­lik­te yüz­dük­le­ri in­san­lar­dan da­ha ko­ru­ma­sız gö­rü­yor­lar ve bu ne­den­le da­ha i­yi dav­ra­nı­yor­lar” Ken­di­si­ne yu­nuslar i­le in­san­lar a­ra­sın­da­ki i­le­ti­şi­me a­da­mış o­lan i­kin­ci bir yer "Dolp­hin Plus" . Bu yer, Key Lar­go Flo­ri­da’da i­ki ha­vuz­lu ö­zel bir "Dolp­hi­na­ri­um". 1987 yı­lın­da bu­ra­nın sa­hi­bi, te­si­si Mi­a­mi’de "Flo­ri­da Uluslararası Üniversitesi´de yar­dım­cı pro­fe­sör olan Betsy Smith’e 8 gün için dev­ret­ti. Smith 15 yıl bo­yun­ca hay­vanların yar­dı­mı i­le te­da­vi çalışmalarında bulunmuş ve 1971’de ilk o­la­rak yu­nuslarla te­da­vi­yi de­ne­miş­ti. Şim­di de te­o­ri­si­ni de­ne­mek is­ti­yor­du. Te­o­ri­si bü­tün te­da­vi­le­re rağ­men i­çe ka­pa­nık o­lan ço­cuk­la­rın yu­nuslarla i­le da­ha sos­yal ve da­ha ko­nuş­kan ol­ma­la­rıy­dı.10 se­ne ön­ce nev­ro­lo­jik a­çı­dan za­yıf o­lan ço­cuk­la­rın yu­nus ba­lık­la­rı­na ver­dik­le­ri tep­ki­le­ri ölç­me­ye baş­la­mış­tı. So­nuç o­la­rak i­çi­ne ka­pa­nık ço­cuk­la­rın en şid­det­li tep­ki­le­ri ver­dik­le­ri­ni or­ta­ya çı­kart­tı. Prof. Smith; "Yu­nuslarla ça­lı­şa­cak­sa­nız i­yi bir ne­de­ni­ni­zin ol­ma­sı ge­re­kir ki on­la­rı kul­lan­mış ol­ma­yın." diyor. Yu­nuslarla beraber olduktan son­ra ço­cuk­la­rın sos­yal ma­ri­fet­le­ri ar­tı­yor ama Smith bun­la­rın yu­nuslardan mı yok­sa su­yun te­da­vi et­ki­sin­den mi kay­nak­lan­dı­ğı­nı kesin olarak bil­me­di­ği­ni i­ti­raf e­di­yor. A­ma yu­nuslar­la bir­lik­te o­lan ço­cuk­ların başka sa­hil­lerde yunussuz ça­lı­şan ço­cuk­la­ra göre da­ha e­ner­jik ve girişken oldukları da görülüyor. An­ne ve ba­ba­lar i­le ya­pı­lan rö­por­taj­lar­da ise, "Yu­nus ba­lık­lı ço­cuk­la­rın" u­zun va­de­li dav­ra­nış­la­rı­nı de­ğiş­tir­dik­le­ri ve sos­yal farklılık­lar gös­ter­dik­le­ri or­ta­ya çık­tı.

Yunusların kültürü var mı?

A­raş­tır­ma­cı­lar yıllar bo­yun­ca stre­s ve dep­res­yo­nun ba­ğı­şık­lık sis­te­mi ü­ze­rin­de­ki et­ki­si­ne bak­tılar. Çok a­ğır kan­ser has­ta­la­rın­da ye­ni bir sis­tem uy­gu­lan­ma­ya baş­la­nıl­mış­tı. Bu sis­tem­de has­ta­lar kan­ser hüc­re­le­ri­ni ke­de­rin ka­ra gücü o­la­rak dü­şü­nü­yor­lar ve on­la­ra kar­şı be­yaz şö­val­ye­ler­le sa­va­şı­yor­lar. Co­lo­ra­do’da bu­lu­nan "Li­ving from the He­art" adlı ens­ti­tü­de gö­rev­li­ o­lan Step­hen Joz­sef bu has­ta­la­rın yu­nuslarla bir­lik­te ol­ma­ları halinde de, ay­nı et­kinin görülece­ği­ne i­na­nı­yor. Joz­sef 15 kan­ser has­ta­sı­nı yu­nuslarla birlikte yü­ze­bil­me­le­ri i­çin Flo­ri­da’da­ki "Dolp­hin Re­se­arch Cen­ter" e gö­tür­dü. Joz­sef, yu­nusların sürekli "alp­ha" du­ru­mun­da olduklarını söylüyor. Alpha durumu, me­di­ta­tif bir du­rum­, ya­ra­tı­cı­lık, sez­gi ve bel­ki de ken­di ken­di­ne te­da­vi et­mek­le bağımlı. Joz­sef’e gö­re has­ta in­san­la­ra yu­nuslarla yüz­me im­ka­nı ta­nı­nır­sa on­lar da bel­ki bu du­ru­ma ge­çe­bi­lir­ler ve böy­le­ce ken­di ken­di­le­ri­ni te­da­vi et­me gü­cü­nü or­ta­ya çı­ka­ra­bi­lir­ler. U­mu­du has­ta­la­ra bu me­di­ta­tif “alp­ha” du­ru­mu­nu na­sıl ya­ra­ta­bi­le­cek­le­ri­ni öğ­ret­ebilme yolunda; ay­rı­ca kan ve be­yin dal­ga­la­rını yu­nus ba­lık­la­rıy­la yüz­me­den ön­ce ve son­ra ölç­me­yi plan­lı­yor. "Bi­lim­sel top­lu­ma bil­gi la­zım" di­yor. A­ma ne ka­dar ku­ru bil­gi la­zım o­lur­sa ol­sun bi­lim­sel top­lu­ma ay­nı za­man­da kop­ya e­di­le­bi­le­cek im­kan­lar da ve­ril­me­si ge­re­kli. Yıllar bo­yun­ca me­me­li hay­van­la­rla ilgili a­raş­tır­malar des­tek­siz ve ger­çek ol­ma­yan id­di­a­lar­la kir­le­til­di. Ör­ne­ğin yu­nusların İn­gi­liz­ce ko­nuş­tuk­la­rı, ya­ra te­da­vi et­tik­le­ri ve bo­ğul­mak üze­re o­lan in­san­la­rı kur­tar­dıkları iddia edildi. 60’lı yıl­lar­da yu­nuslar hak­kın­da­ki şüp­he­ler art­tı. Nev­ro­fiz­yo­lo­jist ve psi­ko­a­na­list o­lan ve yunuslar yüzünden adı kö­tü­ye çı­kan Dr. John C. Lilly bir spe­kü­las­yon or­ta­ya atmış­tı. Ona gö­re me­me­li hay­van­lar muh­te­şem be­yin­le­ri­ni ken­di li­san, kül­tür, ta­rih, felsefe ve ah­lak sis­tem­le­ri­ni ya­rat­ma­ya kul­la­nı­yor­lardı. Yu­nusların bey­ni­ni a­raş­tır­ması­nın ya­nı sı­ra, Lilly’nin gay­ret­le­ri bir garipti; Yu­nuslara İn­gi­liz­ce öğ­ret­me­ye ça­lı­şı­yor­, onlara telefon alıcıları bağlayıp, u­zak­lar­da­ki ak­ra­ba­la­rıy­la ko­nuş­malarını is­ti­yor­du. Derken es­ra­r kullan­ma­ya baş­la­dı, böylece yu­nusların yük­sek bi­lin­ci­ne u­la­şa­bi­le­cek­ti ama bu onun kariyerinin sonu oldu. 30 yıldır, Ha­wa­ii’da­ki yu­nusları a­raş­tı­ran ve California Üniversite´sinde bi­o­lo­jist o­lan Ken­neth Nor­ris şöyle diyordu "Es­rar­a baş­la­dı ve çok u­zun bir za­man bu ha­yal dün­ya­sı­nı çöz­me­ye ça­lış­tı, böy­le­ce ger­çek dün­ya­dan git­tik­ce u­zak­laş­ıyordu. Çok iyi bir bi­lim a­da­mıy­dı a­ma yap­tı­ğı hiç­bir­şey ne öl­çü ne de ger­çek o­la­rak bir i­şe ya­ra­ma­dı. Bil­di­ği­miz gi­bi de bi­lim a­dam­la­rı bun­larla ya­şarlar."

dolph2.jpg

Onların bir dili olduğu kesin...

Ha­wa­i­i Ü­ni­ver­si­te­si’ndeki, "Ke­wa­lo Deniz Memelileri Araştırma Kurumu" nun mü­dü­rü o­lan psi­ko­log Lo­u­is Her­man’ın bu ko­nu­da en gü­ve­ni­lir bi­lim a­da­mı ol­du­ğu me­me­li hay­van­lar­la il­gi­le­nen bir çok bi­lim a­da­mı ta­ra­fın­dan belirtili­yor. Nor­ris devam ediyor; "Her­man bu ko­nu­da ger­çek­ten bir uz­man. Yu­nusların ta­nım­lan­ma­sın­da o­nun ça­lış­ma­la­rı çok bü­yük bir des­tek, tek bir yu­nus bey­ni­nin ne kadar yetenekli ol­du­ğu­nu or­ta­ya çı­kar­dı." Her­man ve mes­lek­taş­la­rı bu son 10 yıl bo­yun­ca Pho­e­nix ve A­ke­a­ka­ma­i ad­lı i­ki At­lan­tik yu­nusu ile ça­lış­tı­lar. Bu ça­lış­ma­lar­da yapay bir dil kullanarak, yunusların e­mir­le­ri an­la­yıp ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me yeteneklerini a­raş­tır­dı­lar. Pho­e­nix’in li­sa­nı e­lek­tro­nik a­yar­la­nan bil­gi sa­yar ıs­lık­la­rın­dan, A­ke’nin­ki i­se el ve kol ha­re­ket­le­rin­den o­lu­şu­yordu. Her i­ki li­sa­nın da ken­di­ne öz söz­le­ri ve ku­ral­la­rı vardı, bu ku­ral­la­ra gö­re söz­le­rin ve ha­re­ket­le­rin ar­dar­da gel­me­le­ri­ne gö­re bin­ler­ce cüm­le ku­ru­la­bi­li­yor. Her­man, yu­nusların li­san­la­rı an­la­dık­la­rı­nı kanıt­la­dı, hat­ta da­ha da ö­nem­lisi, bu ke­li­me­le­rin kul­la­nılış şek­li­ne gö­re an­la­mın de­ğiş­ti­ği­ni an­la­dık­la­rı­nı da gös­ter­di. Bu kural, ço­ğu in­san dilinin te­me­li­dir ve bu ö­zel­li­ği an­la­mak dil bil­gisi uzmanları ve fi­lo­zof­lar i­çin ak­lın bir sim­ge­si o­la­rak ni­te­len­di­ri­lir. Her­man örneğin, şu­nu or­ta­ya çı­kar­dı; "Yu­nus ba­lık­la­rı be­lir­li cüm­le­ler a­ra­sın­da a­yı­rım ya­pa­bi­li­yor­lar. ´Dü­dük sör­fü ya­ka­lı­yor´ ´Git dü­dü­ğü sör­fe ge­tir´ de­mek. ´Sörf dü­dü­ğü ya­ka­lı­yor´ ´git sör­fü dü­dü­ğün ya­nı­na gö­tür´ de­mek." E­mir­ler i­ki yön­tem­le i­le­til­mek­te; Birin­ci­sin­de su al­tı­na bir ho­par­lör yer­leş­ti­ri­liyor ve bil­gi sa­yar sis­te­mi i­le ıs­lık ya­yım­la­nıyor. Ay­nı za­man­da da, be­lir­li el ve kol ha­re­ket­le­ri ya­pı­lıyor. İ­kin­ci­sin­de bir eğitmen ke­nar­da du­rarak, göz i­le ve­ri­len e­mir­le­ri en­gel­le­mek amacıyla ka­ra göz­lük­ler ta­kıyor. On­dan son­ra be­lir­li ha­re­ket­ler i­le eğitmen bir cüm­le ku­ruyor. Ba­zı bi­lim a­dam­la­rı için yu­nuslardan öğ­ren­ilenlere, "li­san" de­mek doğ­ru de­ğil. Penns­ylva­nni­a Ü­ni­ver­si­te­si´n­de es­ki may­mun a­raş­tı­rı­cı­sı o­lan Da­vid Pre­mack (ar­tık "hay­van li­sanı" i­şin­den e­mek­li ol­du) Her­man’ın "öz­gür­ce çüm­le­le­ri kul­lan­ma­sı­nı" bir prob­lem o­la­rak gör­ürken "İn­san li­sa­nı so­yut kav­ram­lar­dan o­lu­şu­yor, mad­de­ler­den ve fa­a­li­yet­ler­den de­ğil." diyor. Co­lum­bi­a U­ni­ver­sitesi´nde psi­ko­log o­lan Her­bert Fer­ra­ce’de 10 yıl ön­ce may­mun a­raş­tı­rı­cı­la­rın dü­rüst ol­ma­dık­la­rı­nı id­di­a ederken hay­van­ların bir li­sa­nı de­ğil ha­re­ket­le­ri öğ­re­ndiklerini iddia ediyordu. Da­ha doğ­ru­su ö­dül al­dık­la­rı ha­re­ket­le­ri... (Burada, Congo filmini anımsayın.)

Islıkların sosyal içeriği var! Her­man bu­na sert­ ce­vap ve­ri­yor; "Bir hay­va­na ö­dül ve­ril­me­si li­sa­nı kul­lan­ma­sı­nın de­ğe­ri­ni dü­şür­mez. Ben hat­ta faz­la­sı­nı id­di­a e­di­yo­rum. Yu­nuslar bir kavram ü­ze­rin­de lisan an­la­yış­la­rı­nı ge­liş­ti­ri­yor­lar. Ör­ne­ğin “un­der” de­di­ğim an bu­nun a­şa­ğı in­mek de­mek ol­du­ğu­nu bi­li­yor­lar ve ha­vu­zun di­bi­ne da­lıp o­ra­dan bir ob­je çı­ka­rı­yor­lar. Ay­nı za­man­da ol­ma­yan ob­je­le­ri de an­la­ya­bi­li­yor­lar. Me­se­la “ball qu­es­ti­on” “ha­vuz­da top var mı?” an­la­mı­na ge­li­yor. A­ke ha­vu­zu a­rı­yor ve on­dan son­ra “E­vet” ve­ya “Ha­yır” diye kü­rek­le­riyle ce­vap ve­ri­yor. Ha­yır kü­re­ği­ne ba­sar­sa bu sin­ya­lı an­la­dı­ğı­nı, ob­je­yi ha­ya­lin­de göz ö­nü­ne ge­tir­di­ği­ni ve to­pun o­ra­da ol­ma­dı­ğı­nı i­fa­de e­der. Bu “il­gi­li nak­let­mek” ka­bi­li­ye­ti şim­di­ye ka­dar sa­de­ce may­mun­lar­da ve in­san­lar­da gö­rül­müş­tür." Her­man’ın la­bo­ra­tu­va­rı daha çok bir kuş­ha­ne­ye ben­ze­mek­te. Her ta­raf­tan kul­a­ğa hoş gel­me­yen gı­cır­tı­lı ses­ler, bağ­ırış­lar ve çok yük­sek fre­kans­ta ıs­lık­lar geliyor. Şim­diki iş han­gi yu­nusun bu ses­le­ri gön­der­di­ğini ve han­gi­si­nin on­la­rı kar­şı­la­dı­ğı­nı anlamakta. Bu çok zor bir o­lay, çün­kü yu­nusla­rın se­si ne­fes de­lik­le­ri­ böl­ge­sin­den ü­re­ti­li­yor ve ka­fa­la­rın­dan çı­kıyor. Her­man, bir diğer a­raş­tır­ma­yı “Wo­ods Ho­le Okyanus Enstitüsü”nde yar­dım­cı bi­lim a­da­mı o­lan Pe­ter Tyack i­le bir­lik­te yap­tı. A­raş­tır­ma­da Her­man ve mes­lek­taş­la­rı bir yu­nusun ka­fa­sı­na “vo­ca­lik” ad­lı ba­sit bir sistem bağ­la­dı­lar. Bu a­let Tyack ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış­tı ve yu­nusun her ses çı­kart­ma­sın­da bir ı­şık yan­ma­ya baş­lıyordu. "Uygulamalı Psikoloji ve Tıp Enstitüsü"nden emekli bi­lim a­da­mı o­lan Ric­hard Fer­ra­ro’nun yar­dı­mı i­le Her­man şimdi da­ha kapsamlı bir a­let ge­liş­ti­ri­yor ve de­ni­yor. Bir mik­ro bil­gisa­yar yu­nus­la­rın ka­fa­la­rı­na bağ­la­nı­yor. Her sesi ka­ydediyor ve ses­len­dir­me­ za­ma­nı­nı i­kin­ci bir bil­gi sa­ya­ra gön­de­ri­yor. Bu ka­yıt­lar a­na­lizinden sonra han­gi yu­nusun ko­nuş­tu­ğu­, ne tür ses­lerin ol­du­ğu­ ve se­si ver­di­ği an­da ne tür bir dav­ra­nış­ta bu­lun­du­ğu­ öğ­renilecek. 1965´den be­ri bi­lim a­dam­la­rı yu­nusların ken­di­le­ri­ne öz­gü bir ıs­lık­la­rı ol­du­ğu­nu bi­li­yor­lar. Bu­nu ken­di­le­ri­ni ta­nıt­mak i­çin kul­lan­mak­ta­dır­lar. Tyack’in ça­lış­ma­la­rı yu­nusların bir­bir­le­ri­nin ıs­lık­la­rı­nı tak­lit e­de­bil­dik­le­ri­ni gös­te­ri­yor. Tyack şun­la­rı an­la­tı­yor: “Öğ­re­til­miş tak­lit­çi­lik hay­van dün­ya­sın­da çok na­dir gö­rü­len bir o­lay­dır. Yu­nus ba­lık­la­rı­nı be­lir­li ses­le­ri tak­lit et­me­le­ri i­çin e­ği­te­bi­lir­si­niz. Bu yeteneği yu­nuslar bir­bir­le­ri­ni tak­lit et­mek i­çin kul­la­nı­yor­lar. Bel­ki ni­yet­le­ri sos­yal bir i­le­ti­şim kur­mak...” Ar­ling­ton, Vir­gi­ni­a’da­ki "Deniz Araştırma Bürosu"nun des­te­ği i­le Tyack ye­ni bir a­raş­tır­ma baş­lat­tı. Bu a­raş­tır­ma­da “New Eng­land A­qu­a­ri­um” ve Chi­ca­go’da­ki Bro­ok­fi­eld Hayvanat Bahçesi´ndeki yu­nusların ses­le­ri­ni ka­yıt e­de­rek ıs­lık­la­rın sos­yal fonk­si­yo­nu­nu öğ­ren­me­ye ça­lı­şı­yor ve aynı paralelde Ran­dall Wells ta­ra­fın­dan 19 se­ne­dir Sar­so­ta Bay, Flo­ri­da’da bir yu­nus sü­rü­sü iz­le­ni­li­yor. Tyack bu sü­rü­de­ki ba­lık­la­rın ö­zel ıs­lık­la­rı­nı da a­raş­tı­rı­yor. Wells mi­sa­fir a­raş­tır­ma­cı­lar­la ve E­art­hwatch’dan gelen (bir a­raş­tır­ma or­ga­ni­zas­yo­nu) is­tek­li­ler­le bir­lik­te se­ne­nin beş a­yı­nı Sa­ra­so­ta yu­nuslarının na­sıl ken­di a­ra­la­rın­da alt gruba ay­rıl­dık­la­rı­nı a­raş­tı­rı­yor. Yu­nus­la­rı­ seç­mek i­çin kı­sa bir sü­re ya­ka­lı­yor­lar. Bu sü­re i­çer­sin­de Tyack her ya­ka­la­nan ba­lı­ğın is­te­ği­ni ka­yıt e­di­yor. Ay­nı za­man­da bir­bi­ri­ne bağ­lı o­lan­la­rın­ki­ni de ka­yıt e­di­yor, ör­ne­ğin an­ne­ler ve yav­ru­lar gi­bi...

Hamile kadınları ayırd edebiliyorlar...

Wells son za­man­lar­da a­raş­tır­ma­la­rı Tam­pa böl­ge­si­ne ge­niş­let­ti, a­raş­tır­ma­la­rı­na 1970 yı­lın­da baş­la­dı, o za­man­dan be­ri Flo­ri­da’nın ba­tı kı­yı­sın­da yak­la­şık 600 yu­nusu ta­nım­la­dı ve sü­rü­le­rin a­ra­la­rın­da çe­şit­li grup­la­ra ay­rıl­dık­la­rı­nı da kanıt­la­dı. Ye­tiş­kin di­şi­le­rin san­ki yav­ru­lar­la bir­lik­te grup­lar o­luş­tur­uyorlar. Bu grup­lar 3 ku­şak di­şi ve ay­nı za­man­da ak­ra­ba­la­rı ol­ma­yan di­şi­le­ri de i­çe­re­bi­li­yor, yav­ru­la­rın ya­kı­nın­da o­lan di­şi yu­nusların il­le de a­na­la­rı ol­ma­la­rı ge­rek­mi­yor, “ba­kı­cı­la­rı” da o­la­bi­liyor. Wells ve mes­lek­taş­la­rı yu­nus­la­rın ol­gun­laş­dıktan sonra, cin­si­ye­tlerine gö­re ay­rıl­mış grup­la­rı ter­cih et­tik­le­ri­ni or­ta­ya çı­kar­dı­lar. Bu grup­lar i­çer­sin­de er­kek­ler baş­ka er­kek­ler­le yıl­larca sü­re­bi­len bağ­la­r ku­ru­yor­lar. Ben­zer bir a­raş­tır­ma Mic­hi­gan Ü­ni­ver­si­tesi´nden me­zun bir grup öğ­ren­ci­ ta­ra­fın­dan ku­zey ba­tı Avus­tral­ya’da­ki Mon­key Mi­a sa­hi­lin­de ya­pıl­mış­tı. Bu a­raş­tır­ma­da bir er­kek sü­rü­sü­nün çift­leş­mek i­çin di­şi­le­ri ka­çır­dık­la­rı or­ta­ya çık­tı. Wells’e gö­re bu bağ­lar a­na i­le yav­ru a­ra­sın­da­ki bağ­lar ka­dar kuv­vet­li o­la­bi­lir. Bağ­lar her­hal­de er­kek yu­nus ba­lık­la­rı­na ih­ti­yaç duy­duk­la­rı di­na­mik­li­ği ve­ri­yor ve ay­nı za­man­da kö­pek ba­lık­la­rı­na kar­şı bir ko­ru­ma o­lu­yor. Wells yaş, cin­si­yet, do­ğum, ö­lüm, ol­gun­laş­ma ve ü­re­me ör­nek­le­ri­ni ka­ydederek ya­ba­ni sü­rü­nün di­na­mi­ği­ni kap­sam­lı bir şe­kil­de an­la­ma­yı u­mud e­di­yor. Ba­zı a­raş­tır­ma­cı­lar ya­ba­ni ve tu­tuk­lu o­lan yu­nus­la­rın ay­nı şe­kil­de bü­yü­yüp, ol­gun­la­şıp, ü­rü­yor­lar mı di­ye ba­kı­yor­lar ve bil­gi­le­ri ka­ydediyor­lar. Wells e­lin­de­ki ka­yıt­la­rı bun­lar­la mu­ka­ye­se e­derken ay­nı za­man­da da, yu­nus­la­rın çıkarttıkları hava kabarcıklarındaki de­ği­şken­li­ği­, psikolojik açıdan anlama­ya ça­lı­şı­yor. Aynı ekip, "Port­land Eyalet Üniversitesi"nde bi­yo­lo­ji pro­fö­sö­rü o­lan De­bo­rah Duf­fi­eld i­le bir­lik­te ça­lı­şır­ken Sa­ra­so­ta sü­rü­sü­nün ge­ne­tik ya­pı­sı­nın o­luş­ma­sı­nı ye­ni bir ge­ne­tik bir anlayışla a­raş­tı­rı­yor. Bu­gü­ne ka­dar yu­nus ba­lık­la­rı­nın çift­leş­me­le­ri da­ha anlaşılmış değil. He­le ba­ba­lık kavramını sap­ta­mak im­kan­sız; Wells’in u­mu­du ge­ne­tik bil­gi­le­ri di­şi i­le er­kek a­ra­sın­da­ki dav­ra­nış­lar­la bir­leş­tir­mek ve böy­le­ce ba­ba­la­rın ak­ra­ba­la­rıy­la ne tür bir i­liş­ki­le­ri ol­du­ğu­nu çı­kar­mak­ yolunda. Wells, Sa­ra­so­ta sü­rü­sü­nün ay­rı sü­rü­ler­le çift­leş­tik­le­ri­ni or­ta­ya çı­kar­dı, araştırmacıya göre yunuslar doğal veya kasıtlı ölümlere karşı bu yöntemi uyguluyorlar. Yu­nus ba­lı­ğı i­çin en bü­yük teh­li­ke ton ba­lı­ğı a­ğlarıdır. ABD De­niz Kuv­vet­le­ri­, "Memelileri Koruma Anlaşması" ile ba­lık­çı­lar ta­ra­fın­dan "ka­zay­la" öl­dü­rü­len yu­nus­la­rı­n sa­yı­sı­nı azalt­ma­ya ça­lış­ması­na rağ­men uy­gu­la­ma pek başarılı gö­rül­mü­yor. Yu­nusların ra­da­rı­nı (ses a­yar­la­ma­sı ve do­laş­ma) ve e­ği­tim sis­tem­le­ri­ni a­raş­tı­ran bi­lim a­dam­la­rı on­la­rı ağ­lar­dan ko­ru­ya­bil­mek i­çin im­kan­lar a­rı­yor­lar. Ra­dar, yu­nusun yağ­lı ka­fa­sın­dan kı­sa pat­la­ma ses­le­ri gön­de­ri­yor, ses bu­ra­da bir ı­şı­na çev­ri­li­yor ve su­da ha­va­da git­ti­ğin­den 4.5 kez da­ha hız­lı i­ler­li­yor. Ses gön­de­ril­dik­ten son­ra bir he­de­fe sıç­rı­yor ve çev­re hak­kın­da bil­gi do­lu bir yan­sı­ma i­le dö­nü­yor. Yu­nus ba­lık­la­rı çe­ne­le­rin­de bu­lu­nan bir yağ de­po­suyla doğ­ru ses­le­ri al­gı­lı­yor­lar, ses bu­ra­dan iç ku­la­ğa, o­ra­dan da bey­ne gi­di­yor. Ya­yın i­çin yük­sek­ten dü­şük fre­kan­sa ka­dar çok ge­niş bir band­la­rı var ve bu ya­yın­lar ba­lık­la­rın ve di­ğer hay­van­la­rın i­çin­den X ı­şın­la­rı gi­bi ge­çi­yor. Yu­nuslara su i­çer­sin­de 800 met­re­lik bir me­sa­fe­ye ka­dar gö­re­me­dik­le­ri ob­je­le­ri ta­nım­la­ma im­ka­nı ve­ri­yor. Bu çalışmanın bir diğer yönü, yu­nusla­rın ra­dar­la­rı­ aracılığı ile di­ğer ba­lık­la­rın be­yin­le­ri­ne be­lir­li i­maj­lar nak­le­de­bil­dik­le­rini de kapsıyor. Bel­ki de bu ra­dar, yu­nusla­ra on­la­rın çev­re­le­ri­ne gi­ren in­san­la­rı an­la­ma im­ka­nı­nı da ve­ri­yor­dur. Ör­ne­ğin ha­mi­le ka­dın­lar yu­nus ba­lık­la­rıy­la bir­lik­te su­da o­lun­ca ra­him­le­ri­ne doğ­ru e­ner­ji dal­ga­la­rı his­set­tik­le­ri­ni söy­lü­yor­lar. Ekolu vu­ruş­la­rın çok gü­zel ol­du­ğu­nu an­la­tı­yor­lar. Ya­tış­tı­rı­cı tit­re­şim­ler his­se­de­bi­li­yor­lar san­ki bir ma­ki­na i­çer­sin­den e­ner­ji gön­de­ri­li­yor­muş gi­bi. Yu­nusların ra­da­rı­nı 40 yıl ön­ce bul­muş o­lan Ken Nor­ris bu ses­le­rin bir ba­lı­ğı öl­dü­re­cek ka­dar güç­lü ol­du­ğu­nu söy­lü­yor ve"Yu­nus ba­lı­ğı bir baş­ka ba­lı­ğın ya­kın­la­rı­na gel­di­ği an nor­mal ses­ten iki i­le beşyüz kez da­ha u­zun frekansta bir ses çı­karı­yor" diyor. Norris, la­bo­ra­tu­var­da yap­tı­ğı de­ney­ler­de bu­na ben­zer bir ses­le ham­si ba­lık­la­rı­nı öl­dür­me­yi ba­şar­dı.


whsp.jpg


Yunus beyni insanlarınkine benziyor;

Bu ka­dar kes­kin bir ra­dar sis­te­mi­ne rağ­men yunuslar (örneğin bir yu­nus, ha­vu­zun ö­bür ta­ra­fın­da o­lan bir vi­ta­min kap­sü­lü­nü o an se­ze­bi­li­yor) ba­lık­çı­la­rın ağ­la­rı­nı se­ze­mi­yorlar. Nor­ris yu­nus ba­lık­la­rı­nı bu ağ­lar­dan kur­ta­ra­bil­mek i­çin ye­ni bir yöntem geliştirdi. Tro­pi­kal ­denizlerde ton ba­lık­la­rı hep Spin­ner türü ve de nor­mal yu­nus ba­lık­la­rın ya­nın­da gö­rü­lü­yor. Bu bir­lik­te­lik bir mil­yar do­lar­lık bir ba­lık en­düs­tri­si­ni kur­ulmasına neden ol­du. Balık­çı­lar ton sü­rü­le­ri­ni yu­nusları izleye­rek ta­nım­lı­yor­lar. Son­ra ton i­le yu­nus ba­lık­la­rın­nı bir a­ra­ya ge­ti­rip üst­le­ri­ne bir ağ a­tı­yor­lar ve bu­nu da al­tın­dan ka­pa­tıp vinç i­le çe­ki­yor­lar. Ba­lık­cı­la­rın ni­ye­ti ton ba­lık­la­rı­nı ya­ka­la­yıp yu­nusları ser­best bı­rak­mak a­ma yu­nuslar ağ­la­rın i­çin­de şaş­kı­na dö­nü­yor­lar ağ­lara do­la­şı­yorlar ve son­unda bo­ğu­la­rak ö­lü­yor­lar. Her se­ne yak­la­şık 125.000 yu­nus böy­le ö­lü­yor. Nor­ris’e gö­re yu­nus­la­rın sü­rü sis­te­mi­ni an­la­yarak on­la­rı ağ­lar­dan kur­tar­mak i­çin bir sis­tem ge­liş­ti­re­bi­lir. Nor­ris’e gö­re sü­rü­nün temel fonk­si­yo­nu koro tep­ki­si­dir. Aslında bu, yu­nuslara kö­pek ba­lık­la­rın­dan kaç­ma im­ka­nını ya­ra­tan ka­rı­şık bir sis­tem. Nor­ris, şöy­le a­çık­lı­yor; "Bir müzikalde her dans­çı ya­nın­da­ki­nin ha­re­ket­le­ri­ni se­ze­bi­li­yor. Yu­nuslar da sü­rü­de o­lan di­ğer ba­lık­la­rın ha­re­ket­le­ri­ni se­zi­yor ve on­la­ra u­ya­rak ha­re­ket e­di­yorlar. Ton ba­lı­ğı a­ğın­da bir ke­re ya­ka­lan­dık­tan son­ra yu­nuslar sü­rü­den çı­kmış o­lu­yor­lar ev ağın i­çin­de üstüste sıkışıp kalın­ca sü­rü iletişim sis­tem­le­ri ça­lış­mı­yor, on­la­rı kur­tar­mak i­çin bu sis­te­mi a­yak­ta tut­ma­mız ve her birinin ye­ri­ni bilmemiz la­zım." Nor­ris ve ar­ka­daş­la­rı şu an yu­nus ba­lık­la­rın sin­yal sis­te­mi­ni boz­ma­ya­cak bir a­ğ şek­li a­ra­mak­ta­dır­lar. 70’lle­rin so­nun­da Nor­ris bir deneme yaptı; Yu­nusları 3.5 m. açılım a­çık­lı­ğı o­lan bir a­ğla ya­ka­la­dı a­ma dışarı çıka­mı­yorlardı an­la­mış­tı 6 m.’lik bir a­çılımla ba­zı­la­rı çık­ma­ya baş­la­dı. Nor­ris ve mes­lek­taş­la­rı bu yaz a­ğ­la­rın a­çı­lış şe­kil­le­ri­ni a­raş­tı­rı­yor­lar. Öğ­ren­mek is­te­dik­le­ri bü­tün sü­rünün han­gi a­çık­lık­ta ka­ça­ca­ğı­dır. Ne­re­dey­se in­san bey­ni­nin bü­yük­lü­ğün­de bey­ni o­lan bu hay­va­nın as­lın­da bu tür prob­lem­ler­den kaçabilmesi bize normal geliyor. İnanılmaz derecedeki kes­kin i­şit­me du­yu­su kö­pek ba­lı­ğının kes­kin ko­ku du­yu­su i­le karşılaştırılabi­lir. Fakat o bü­yük bey­nin yetenekle­ri i­le ye­ter­siz­lik­le­ri a­ra­sın­da­ki ga­rip çelişki bi­zi şa­şır­tı­yor. İn­san bey­nin­de “ne­o­cor­tex” o­la­rak ta­nım­la­nan be­yin böl­ge­si ya­ra­tı­cı­lı­ğın ve dü­şün­ce­le­rin kay­na­ğı­dır. İn­san­da bü­tün cor­tex böl­ge­si­nin %96’sı ne­o­cor­tex’tir. Yu­nusda i­se %98’tir. A­ma in­san i­le yu­nusun ne­o­cor­tex bü­yük­lü­ğü­nün ben­zer­li­ği dışında genel olarak be­yin­ler çok fark­lı. "Wor­ces­ter Deneysel Bioloji Vakfı"dan Pe­ter Mor­ga­ne New York Kenti Tıp Okulu´nda a­na­to­mi pro­fe­sö­rü o­lan İl­ya Gle­zer i­le bir­lik­te yu­nus­la­rın ne­u­ro-­a­na­to­mi a­raş­tır­ma­la­rı­nı baş­lat­mış­tı. Mor­gane, "Yu­nusla­rın bey­ni çok de­ği­şik bir ev­rim­den geç­ti. Bu ne­den­le cor­tex­le­ri ka­ra hay­van­la­rın­kin­den çok da­ha ge­nel­leş­miş olarak kal­mış." diyor. 60’lı yıl­la­rın or­ta­sın­dan ön­ce me­me­li hay­van­la­rın be­yin­le­ri­ni a­raş­tır­mak çok zor­du çün­kü bu hay­van­lar ü­ze­rin­de cer­ra­hi iş­lem­ler yap­mak im­kan­sız­dı. Ka­ra­da­ki me­me­li hay­van­la­ra ve­ri­len a­nes­tezi dozu bir yu­nusu a­nın­da öl­dü­rür. 1963 yı­lın­da Mor­ga­ne a­nes­te­si­o­lo­jist E­u­ge­ne Na­gel i­le bir­lik­te bir res­pi­ra­tör ya­rat­mış­tı. Bu res­pi­ra­tör yu­nusun na­bız a­tı­şı şek­lin­de­ki ne­fes al­ma­sı­nı tak­lit e­di­yor. Ay­nı za­man­da da bir "nit­ro­us o­xi­de" ka­rı­şı­mı ya­rat­mış­lar­dı. Bu ka­rı­şım hayvanları u­yu­şturuyordu. Mor­ga­ne devam ediyor; "Ne­o­cor­tex’in ev­rim o­la­rak yap­tı­ğı tek şey sa­de­ce bü­yü­mek­ti a­ma da­ha komp­lekse ben­ze­mi­yor, or­ga­ni­zas­yo­nu çok es­ki, bu şek­li biz baş­ka mo­dern ka­ra hay­va­nın­da gö­re­mi­yo­ruz. Yu­nusların beyni 50 mil­yon se­ne ön­ce ilk de­fa su­ya gir­di­ği za­ma­ndaki gibi..." Yu­nusların be­yin ya­pı­sı ka­ra hay­van­lar­ından da­ha zi­ya­de kir­pi­nin­ki­ne ben­zi­yor. Kirpinin cor­te­xi 100 mil­yon yıl ön­ce ge­liş­miş, ya­ra­sa (bu da es­ki tip bir be­yin) bey­ni i­le de ben­zer­li­ği var. Ör­ne­ğin "İ­ler­le­miş pri­matlar"ın yani maymunların ne­o­cor­te­xi yo­ğun sü­tün şek­lin­de­dir ya­ni grup ha­lin­de ne­u­ron yı­ğın­tı­la­rı­dır. Bu u­zun, sık sü­tün­lar, bey­ne a­it cor­te­xin te­mel ge­liş­me bö­lüm­le­ri­dir. Mor­ga­ne ve Gli­ver i­ler­i tek­no­lo­ji­le­ri kul­la­na­rak yu­nus­la­rın sü­tün­larının çap­la­rı da­ha ge­niş ol­ma­sı­na rağ­men in­san­la­rın­kin­den da­ha az ol­du­ğu­nu or­ta­ya çı­kar­dılar. Mikro dolaşımları da o ka­dar komp­leks de­ğil.

Yunuslar uzaydan mı geldiler?

Ka­ra­daki me­me­li hay­van­la­rın ne­o­cor­texleri bir ev­rim­den ge­çip, ö­zelleşmişti. Ka­radaki me­me­li hay­van­la­rın (in­san­lar da­hil) bir­leş­miş du­yu­sal sis­tem­le­ri var ve bun­lar ilk cor­tex böl­ge­le­rin a­ra­la­rı­na sı­kış­tı­rıl­mış­lar ve de öğ­ren­me­nin ve duy­gu­la­rın dö­nüm nok­ta­sı ol­du­ğu tah­min e­di­li­yor. Ya­ni du­yu bil­gi­le­ri­ni a­nı­lar­la ve his­ler­le bir­leş­ti­ren bağ­la­ma do­ku­su. Ör­ne­ğin bir çam a­ğa­cının ko­ku­su bi­ze ge­çen No­el’i ha­tır­la­ta­bi­lir. Yu­nus­la­rın bey­nin­de­ki göv­de du­yu sis­te­mi, (gör­me,i­şit­me, his­set­me) ka­radaki me­me­li hay­van­la­rın­kin­den da­ha ge­nel­leş­miş şe­kil­de­. Mor­gane bunu şöyle a­çık­lı­yor; "Cor­ti­cal dev­ri­min son bö­lü­mü bu­ra­da ger­çek­leş­me­miş. Ya­ni bi­rin­ci du­yu­nun ve mo­tor böl­ge­le­rin ge­liş­me­sini kasdediyorum." Mik­ro bi­o­lo­jist o­lan Harry Jer­ri­son 1986´da şun­la­rı ö­ne sür­dü; "E­ğer yu­nus bey­ni­nin ne­o­cor­te­x i­le ya­kın i­liş­ki­si ol­duğunu söy­ler­sek o za­man ´mo­ti­ve´ fonk­si­yon­la­rı (Ar­ka­daş­lık ve his­ler gi­bi) ne­o­cor­ti­cal sü­re­çde in­sa­nın­kin­den da­ha faz­la­dır ve dü­şün­ce­le­ri de da­ha duy­gu­sal­dır." Ay­nı uzman ya­ra­sa­lar­la yap­tı­ğı a­raş­tır­ma­lar­dan da baş­ka bir kuram çı­kar­dı. Bu kurama gö­re be­yin­le­ri­nin bü­yük böl­ge­le­ri çok ge­liş­miş bir "Ec­ho­la­ting" yani sinyalizasyon sis­te­mi­ne bağ­lı. Yu­nusun bü­yü­müş ne­o­cor­te­xi­ni he­sa­ba ka­tar­sak bel­ki ec­ho­la­ting sis­tem­le­ri yu­nus ger­çe­ği­nin ya­rat­ıldığı nok­ta­ya gel­miş o­la­bi­lir. Bel­ki yu­nus­la­rın ec­ho­la­ting sü­reç­le­ri in­san­la­rın gör­me sü­reç­le­ri gi­bi ça­lı­şı­yor­du. İ­ki­si de dış dün­ya­yı ve ken­di­ni al­gı­la­ma­yı sağlıyor. Ya­ra­sa­la­rın bir­bir­le­ri­nin sin­ya­le­ri­ni ya­ka­la­ya­bil­dik­le­ri kanıt­lan­mış du­rum­da. Bu cor­ti­cal­de de­ğil sub­cor­ti­cal ve­ya bey­nin or­ta kıs­mın­da ya­pı­lır. Bu yetenek dış dün­ya hak­kın­da­kı al­gı­la­ma­la­rı pay­la­şa­bil­dik­le­ri an­la­mı­na ge­liyor. Je­ri­son "Yu­nus ba­lı­ğı id­rak i­le il­gi­li dün­ya­sın­da ´ba­lı­ğı´ ge­nel an­lam­da gö­rü­yor­dur, ö­zel an­lam­da de­ğil." di­yor. Nor­ris, grup bi­linç fik­ri­ni ka­bul et­me­ye ra­zı de­ğil ve a­çık­lı­yor; "Yu­nuslar ke­sin bir­bir­le­ri­nin sin­yal­le­ri­ni din­le­ye­rek bil­gi e­di­ni­yor­lar. Bu fi­kir çok ca­zip a­ma hiç­bir ka­nı­tı­mız yok. Sa­de­ce bir­şey i­çin ka­nı­tı­mız var, o da sin­yal­le­şir­ken bir­bir­le­ri­ne doğ­ru ses­le­ri püs­kürt­me­dik­le­ri. Bi­zim ´Yu­nus ba­lı­ğı sin­yal­leş­me dav­ra­nı­şı´ de­di­ği­miz bir dav­ra­nı­şa sa­hip­ler. Çok ba­sit bir şe­kil­de o­na ge­rek­li ter­ti­ba­tı ka­pa­tı­yor­lar. Çev­re­le­ri­ne ses püs­kürt­mek i­çin bir pen­ce­re ge­liş­tir­miş­ler, a­ma bu­nu bir­bir­le­ri­ne yap­mı­yor­lar. Yu­nus­la­rın bir li­sa­na sa­hip ol­duk­la­rı­na da i­nan­mı­yorum. Ba­na gö­re yunus­la­rın da­ha zi­hin yo­ru­cu, faz­la ta­ba­ka­lı ve du­yu­lar ü­ze­ri­ne ku­rul­muş bir ko­mü­ni­kas­yon sis­tem­le­ri var; Da­ha zi­ya­de mü­zik gi­bi, ri­tim­le­ri var ve her vu­rus­ta bir kaç me­saj bir­den i­le­te­bi­li­yor­lar. Me­se­la bir ıs­lık bir yu­nus ba­lı­ğı­na di­ğe­ri­ni ta­nım­lı­yor ve ay­nı za­man­da o­ra­da bir teh­li­ke­nin ol­du­ğu­nu i­fa­de e­di­yor." Ba­zı a­raş­tı­rı­cı­lar Jer­ri­son’un top­lum­sal bi­linç fik­ri­ni "fi­lo­zo­fik" ve "ha­va­i" di­ye ni­te­len­di­ri­yor. Mor­ga­ne a­çık­lı­yor; "Jer­ri­son yu­nusların dün­ya­yı in­san­lar­dan fark­lı al­gı­la­dı­ğı­nı id­di­a e­di­yor. Bu doğ­ru o­la­bi­lir, çün­kü fark­lı bir be­yin ya­pı­sı­na sa­hip­ler. Bir baş­ka ge­ze­gen­den ve­ya At­lan­tis­´ten bir u­zay­lı gi­bi...""Se­arch for Ex­tra­ter­res­ti­al İn­tel­li­gen­ce-Dünyadışı Zekayı Araştırma" projesi olan Se­ti’nin a­raş­tı­rı­cı­la­rı bu­nu ka­bul­le­ne­bi­lir. Bel­ki bu ne­den­le Di­a­na Re­iss "San Fran­cis­co Eyalet Ü­ni­ver­sitesi´nde in­san­lar i­le hay­van­lar a­ra­sın­da­ki iletişim pro­fe­sö­rü ve ay­nı za­man­da Va­le­ja, Ka­li­for­ni­a’da bulunan "Af­ri­ka Deniz Dünyası"da­ki Pro­ject Cir­ce’nin ku­ru­cu­su. Re­iss’in i­şi o­lan yu­nusla­rın iletişim sis­tem­le­ri­ni çöz­me­ çabası, dünyadışı zekanın a­raş­tırıl­ma­sı­na ben­zi­yor. Re­iss NA­SA bir top­lan­tı­sın­a mi­sa­fir ko­nuk ol­muş ve Pa­sa­de­na, Ka­li­for­ni­ya’da bulunan ve başkanlığını Prof. Carl Sagan´ın yaptığı "Pla­ne­tary So­ci­ety" den ö­dül al­mış­tı ve Ma­ca­ris­tan’da 1987 yı­lın­da "Uluslararası Astronomi Birliği"nde da i­ki a­raş­tır­ma­nın or­tak prob­lem­le­ri­ni a­çık­la­mış­tı. Ya­pı­la­rı­nı bil­me­di­ği­miz sin­yal­le­ri na­sıl an­la­rız ve ör­nek­le­ri na­sıl ta­nım­la­ya­bi­li­riz? İs­te­nse dahi, bir canlı türünün iletişim sis­te­mi­ne kar­şı kör ve sa­ğırsa bu­nu na­sıl çö­ze­bi­lir ki? Re­iss 8 yıl bo­yun­ca yu­nusları a­raş­tır­mış­tır. Bu a­raş­tır­ma­lar sı­ra­sın­da ses­li ve ses­siz sin­yal­le­ri­ni çöz­me­ye ça­lıştı. Re­iss dav­ra­nış ko­du o­lan "et­hog­ram"ı ya­rat­tı. Bu­nu yunusları sey­re­de­rek ve on­la­rın dav­ra­nış­la­rı­nı vi­de­o­ya ka­yde­derek yap­tı. On­dan son­ra dav­ra­nış­la­rı­nı bö­lüm­le­re a­yı­rıp yu­nus­la­rın ses­le­ri ve dav­ra­nış­la­rı a­ra­sın­da­ki i­liş­ki­yi a­ra­dı.

Bilgisayar kullanabiliyorlar; Ay­nı za­man­da bir yu­nusun yönetebi­le­ce­ği 9 tuş­lu bir su al­tı klav­ye­si ya­rat­tı. Her­han­gi bir tu­şa bas­tı­ğı an bil­gi sa­yar bu­nu ka­ydediyor ve bu se­s için ö­zel bir sem­bol ya­ra­tı­yor. On­dan son­ra yu­nus ba­lı­ğı­na is­te­nen şey ve­ri­li­yor ör­ne­ğin bir bir ba­lık vs. Klav­ye­yi yer­leş­tir­dik­ten kı­sa bir sü­re son­ra yu­nuslar ken­di ken­di­le­ri­ne kul­la­nı­mı­ öğ­renmiş­ler. Tuş­la­ra bas­tık­tan son­ra çı­kan ses­le­ri tak­lit et­me­ye baş­la­yarak, ken­di ses re­per­tu­ar­la­rı­na bil­gisa­yar ses­le­ri­ni de kat­mış­lar. Tuş ıs­lık­la­rı­nı görs­el ob­je­ler­le bağ­la­dık­la­rı­ anlaşılı­yor. Bü­tün a­raş­tır­ma­lar ta­bi bu ka­dar ba­şa­rı­lı geç­miyor; Şu an için en bü­yük mad­di des­tek ABD Deniz Kuvvetleri´nden gel­mek­te, oysa Deniz Kuvvetleri de­niz me­me­li hay­van­la­rı kul­lan­mak­la suç­lan­mış­tı. Son 4 yıl­da a­raş­tır­ma­lar i­çin 30 mil­yon do­lar har­can­dı. Ordu bu a­raş­tır­ma­la­ra "De­niz Bi­o­lo­ji Sis­temi" di­yor ve bu­ra­da yu­nuslar, de­niz ars­lan­la­rı ve be­lu­ga ba­li­na­lar­ı ile il­gi­le­ni­li­yor. Geçen 30 yıl­da Ordu, Ha­wa­i­i, Key West ve San Di­e­go’da­ki giz­li yer­ler­de 240 yunus ye­tiş­tir­di. Ay­nı za­man­da yu­nusların ra­da­rı, dal­ma­sı, bu­lup ge­ri ge­tir­me yeteneği, a­na­to­mi­si ve bey­ni­nin e­lek­trik ak­ti­vi­te­si hak­kın­da 200’e ya­kın ya­zı ya­yın­la­dı. Göründüğü kadarıyla Ordu, çok şe­yi a­çık­la­mışa ben­zi­yor ve bun­la­ra kar­şı ka­mu­o­yu da ye­te­rin­ce il­gi du­yu­yor.
hooo.jpg


Yunuslar Deniz Kuvvetleri hizmetinde...

Nor­ris devam ediyor; "Deniz Kuvvetleri´nin de­niz me­me­lileri a­raş­tır­ma­sı 1950’le­rin son­la­rın­da baş­la­dı. O za­man­larda be­lir­li gö­rev­li­ler, de­niz me­me­lileriyle il­gi­le­nen bir kaç eğitmeni gö­rev­len­dir­di­ler. Ni­yet­le­ri Yu­nuslar hak­kın­da bil­gi e­din­mek ve i­ca­bın­da Ordu için kul­lan­mak­tı. Dal­gıç­la­ra uğradıkları za­ra­rla­rı a­zalt­mak is­ti­yor­lar­dı ve ay­nı za­man­da da yu­nusların ra­da­rı­na ben­ze­yen bir hidro­di­na­mik tor­pi­do ge­liş­tir­mek is­ti­yor­lar­dı. Bu tor­pi­do de­niz al­tın­da bir yu­nus gi­bi ko­lay­ca i­ler­li­ye­bi­le­cek­ti. Des­tek aramayan ve bü­rok­ra­si en­gel­le­ri ol­ma­yan en i­yi or­ga­ni­ze grup Deniz Kuvvetleri´ydi. Ye­ni­likçi fi­kir­le­ri o­lan in­san­la­rın yan­la­rın­day­dı­lar. A­ma ben giz­li sak­lı dö­nen şey­le­re kar­şı­yım ve yu­nuslar i­le il­gi­li saç­ma sa­pan ko­nu­la­ra da kar­şı­yım. Me­se­la yu­nusları ba­tan ge­mi­le­r için kul­lan­mak gi­bi." Bu­ra­da­ki kas­ıt çı­kan söy­len­ti­ler son zamanlarda, Kör­fez Savaşı´nda yu­nusla­rın İran ma­yın­la­rı­nı bu­la­bil­me­le­ri ve düş­man ge­mi­le­ri­ni ba­tır­ma­la­rı şeklindeydi. Ordu i­le bu­na ben­zer suç­la­ma­lar yü­zün­den yıl­lar­ca dal­ga ge­çil­di. 70’li yıl­lar­da "The Day of the Dolp­hin-Yunusların Günü" adlı fil­m bu­nu des­tek­le­di. Fil­min ko­nu­su Ordu´nun yu­nus­la­rın sırt­la­rı­na pat­la­yıcı pa­ket­ler bağ­la­yıp düş­man ge­mi­le­ri­ni ha­va­ya u­çur­mak­tı. Derken, Vi­et­nam Sa­va­şı sü­re­cin­de yu­nus­la­rın ge­mi­le­re ko­ru­ma o­la­rak Vi­et­nam’ın Cam Ranh Sa­hi­li­´ne gön­de­ril­dik­le­ri söy­lendi. İ­çi boş mız­ra­klar bu­run­la­rı­na bağ­la­nı­yor ve yu­nuslar pat­la­yan ku­tu­lar­la düş­man kur­ba­ğa a­dam­la­rı­nı şiş­li­yor­lar­dı. Bu doğruydu; prog­ram­dan vaz­ge­çil­di çün­kü yu­nuslar i­yi ve kö­tü kur­ba­ğa a­dam­la­r a­ra­sın­da­ki far­kı bil­mi­yor­lar­dı. Ordu´nun res­mi a­çık­la­ma­la­rı yu­nus­la­rın baş­ka bir ne­den­le de Vi­et­nam’a gön­de­ril­di­ği­ni söy­lü­yor­du. Ba­lık­la­rın bu­la­nık su­ i­çin­de as­ke­ri malzemeleri sez­me yetenek­le­ri­ni ölç­mek is­te­miş­ler­di. Kör­fez’de yu­nus­la­rın ger­çek­ten tor­pi­do, ma­yın ve düş­man kur­ba­ğa a­dam­la­rı­nı bul­abildikleri or­ta­ya çık­mış­tı. Ban­gor Deniz Komutanlığı, Was­hing­ton’daki "Tri­dent Nükleer Denizaltı Üssü" nü ko­ru­mak i­çin 16 yu­nusu kul­lan­dı­ğı­nı resmen a­çık­la­dı. Bu o­la­yı 15 çev­re ve hay­van hak­la­rı grubu en­gel­le­me­ye ça­lış­tı. Ordu´nun bu prog­ra­mı baş­ka ne­den­ler­den do­la­yı da sal­dı­rı ne­de­ni ol­du, de­niz me­me­li hay­van eğitmeni o­lan Rick Tro­ut ye­te­nek­siz bulunduğu için, San Di­e­go’lu bir şir­ket olan Se­a­co’da­ki gö­re­vin­den ay­rıl­mış­tı. Se­a­co Ordu ile ilişkisi olan bir kuruluştu ve Trout´a gö­re Ordu yunus­la­rı de­niz al­tı ko­ru­ma prog­ram­la­rın­da kul­la­nı­yor­du ve bu prog­ram yu­nus­ları ve de­niz ars­lan­la­rını kapsıyor­du. Tro­ut devam ediyor; "Ordu´da sar­hoş eğitmen­ler de­niz ars­lan­la­rı­nı ki­lit­li ku­tu­lar­da ge­mi­den a­ta­rak ka­zay­la bo­ğu­yor­lar­dı. Ay­nı za­man­da i­yi per­for­mans gös­ter­me­yen hay­van­la­rı dö­vüp aç­lık­tan öl­me­le­ri­ne ne­den o­ldular." Bunun üzerine, "Deniz Memelileri Komisyonu" ndan (MMC) 7 ki­şi Tro­ut’un id­di­a­la­rı­nı a­raş­tır­mak­la gö­rev­len­di­ril­di. Dos­ya­la­ra, bel­ge­le­re ba­kı­la­cak­, eğitimler izlenecek ve es­ki çalışanlar (Tro­ut da­hil) i­le ko­nu­şu­la­cak­tı. A­raş­tı­rı­cı grupkesin bir ka­nıt bu­la­ma­dı a­ma yi­ne­ de da­ha faz­la ve­te­ri­ner gö­rev­len­di­ri­le­ne ka­dar ye­ni me­me­li de­niz hay­van­ının a­lın­maması­nı tav­si­ye et­ti. Ayrıca, Pen­ta­gon’un yük­sek gö­rev­li­le­rin­den bi­rinin bü­tün de­niz me­me­li hay­van­lar progra­mı­na bir bak­ma­sı öneriliyor­du.

Yunuslarla yüzmek ister misiniz?

MMC, halen yeni bir program uyguluyor, bu prog­ram­da zi­ya­ret­ci­ler yu­nus ba­lık­la­rı i­le yü­ze­bil­mek i­çin 55 do­lar ö­dü­yor­lar. Mü­dü­r John Twiss şun­la­rı söy­lü­yor; "İ­zin kı­sıt­la­ma­lar­la ve­ril­miş­ti. A­ma bu yüz­me­le­rin 1989 yı­lı­nın so­nu­na ka­dar de­ne­me o­la­rak ya­pı­la­ca­ğı­nı tav­si­ye et­tik, çün­kü o za­man e­li­miz­de de­ğer­len­di­re­bi­le­ce­ği­miz bil­gi­ler o­la­cak­tı." Son yüz­me iz­ni Hyatt Wa­i­ka­lo­a’day­dı. Burası Ha­wa­i­i A­da­sı´­nın Ko­na sa­hi­lin­de­dir ve dün­ya­nın yu­nuslar için en bü­yük böl­gedir. "Hyatt Yunus Araştırma" da bi­lim a­dam­la­rı ve eğitmen­ler a­raş­tır­ma, e­ği­tim ve eğ­len­ce­yi bir­lik­te ya­pı­yor­lar. Bu­nun i­yi bir ka­rı­şım ol­du­ğu da ke­sin. Böl­ge 4 hektar bü­yük­lü­ğün­de do­ğal göl su­yu bu­lu­nan bir yer ve ok­ya­nu­sa a­çık. İ­çi tro­pi­kal ba­lık ve canlılarla do­lu. Bu ba­lık­la­rı yu­nuslar do­ğal çev­re­sin­de yi­yorlar. Böl­ge o ka­dar bü­yük ki yu­nuslar kaç­mıyorlar. Yu­nus eğitmeni Chris­ti­an Har­ris "Lüt­fen em­ni­yet çe­ket­le­ri­ni­zi çı­kar­tın ve is­ke­le­de bı­ra­kın. Be­ni du­ya­bi­lir­se­niz si­ze 100 do­lar ve­receğim." di­yor. Ya­rım sa­at­lik bir eğ­len­ce prog­ra­mı­nın son bö­lü­mün­de ka­tı­lan­lar bü­yü­len­miş gibiler. A­yak­la­rı­nı içinde 6 yu­nus e­vi o­lan gö­le so­ku­yor­lar. Hiç bi­ri ce­vap ver­mi­yor. Har­ris gü­lüp o­muz­la­rı­nı sil­ki­yor; "Bu­ra­dan ay­rı­lır­ken bu hay­van­la­ra hayran oluyorlar ve şefkat­le ay­rı­lı­yor­lar." Prog­ra­mın ba­şa­rı­sı 55 do­lar­lık prog­ra­mın bek­le­me lis­te­sin­den bel­li; 40 ki­şi­lik yer i­çin yüz­ler­ce in­san bek­li­yor ve sıra bir pi­yan­go sis­te­mi­ne gö­re belirleniyor. Ay­rı­lan 30 da­ki­ka­nın sa­de­ce 10 da­ki­ka­sı yu­nuslarla bir­lik­te, ge­ri ka­lan 20 da­ki­ka ise yu­nus­la­rın dav­ra­nış ve a­na­to­mi e­ği­ti­mi i­le ge­çi­yor. Görevli ve­te­ri­ner Jay Swe­e­ney i­le Ra­e Sto­ne’un ni­yet­le­ri Hyat­ta’da bir de­niz bi­lim e­ği­tim prog­ra­mı kur­mak ve ay­nı za­man­da o­nu kar­sız bir a­raş­tır­ma ku­ru­mu yap­mak. Ku­ru­mun ilk pro­je­si Nor­ris’in Ha­wai­i’li yu­nus­la­rın sos­yal di­na­mik­le­ri­ni a­raş­tır­ma­da des­tek ol­mak için hazırlandı.

Yücelten deney;

A­çık de­niz­ler­de, teh­li­ke­le­r art­tı­ğı i­çin ko­ru­nan böl­ge­ler yu­nuslar için tek em­ni­yet­li yer­ler o­la­rak gö­zü­kü­yor. Dı­şar­da kö­pek ba­lık­la­rı­nın ve ton ba­lı­ğı av­cı­la­rın yem­le­ri o­lu­yor­lar. Son za­man­lar­da gi­zem­li bir ve­ba­nın da kur­banı oldular. İ­ki yaz ön­ce bin­ler­ce yu­nus öl­müş­tü, tümün­de ya­ra­lar, za­tü­rre ve mik­ro­bik en­fek­si­yon­lar var­dı. MMC, NMFS ve Ordu ta­ra­fın­dan des­tek­le­nen ve Ku­zey A­me­ri­ka­lı bi­lim a­dam­la­rın­dan o­lu­şan a­raş­tır­ma gru­bu yu­nusların ö­lü­mü­nü ze­hir­li yo­sun­lar­dan o­lu­şan çi­çek­le­re bağ­lı­yor­lar. Söy­len­ti­le­re gö­re yu­nuslar bu çi­çek­le­rde bulunan Bre­vo­to­xin’den etki­len­miş ba­lık­la­rı yi­ye­rek ze­hir­le­ndiler. A­ma çev­re­ci­ler ve di­ğer a­raş­tı­rı­cı­lar hü­kü­me­tin bu buluşundan ve açıklamasından tat­min ol­madı­lar. On­la­ra gö­re ö­lüm­le­rin ne­de­ni deniz çiçekleri de­ğil. Tah­min­le­r, A­me­ri­ka­lı­la­rın her yıl ok­ya­nu­sa at­tık­la­rı ze­hir­li ve mik­rop­lu ar­tık­la­rın ö­lü­me yol aç­tı­ğı­ yolunda. Ha­wa­i­i’de yu­nusla­rın ya­şa­ma im­kan­la­rı çok da­ha faz­la. O­ra­da­ki de­niz zehirli ar­tık­la­rdan ko­run­muş du­rum­da. Gün a­ğa­rır­ken Hyatt’ın is­ke­le­si de ka­pan­mış o­lu­yor. O za­man­lar yu­nuslar gö­lün i­çin­de oy­nu­yor­lar, taş­la­rın ara­sın­da dans­çı­lar gi­bi ki­bar kibar yü­zü­yor­lar. Gün a­ğa­rır­ken ses­siz ok­ya­nusun ü­ze­rin­de gü­neş do­ğu­yor. Şa­fak­ta kam­bur ba­li­na­la­rın ı­şı­ğın i­çi­ne at­la­ma­la­rı gö­rü­lü­yor. Muh­te­şem be­den­le­ri kur­şun gi­bi su­dan fış­kı­rı­yor­. Bir kaç sa­at son­ra ilk yü­zü­cü gru­bu böl­ge­ye ge­li­yor. Yu­nus­la­r san­ki onların gel­me­le­ri­ne se­vi­ni­yor­lar. İnsanlar top­lar a­tı­yor­lar, onlarla ya­kınlaşma çabasındalar. Bu­na kar­şı­lık yunuslar da bu­run­la­rıy­la hafifçe dokunarak, ga­rip ve za­man zaman da kor­ku do­lu in­san­la­rı in­ce­li­yor­lar.

Kuşkusuz, yu­nuslar i­le yüz­mek yü­cel­ten bir deney. Ken­di çev­re­le­ri­ne in­san­la­rı al­ma­la­rı­nın ya­nı­sı­ra in­san­lı­ğa koşulsuz sa­rı­lı­yor­lar, pay­laş­ma­la­rı bir ger­çek, ha­yal de­ğil ve za­man bo­yun­ca tek­rar­la­nı­yor. Bir çok bi­lim a­da­mı ken­di­le­ri­ni on­la­rın "u­zay­lı" zi­hin­le­ri­ni çöz­me­ye a­da­mış­tır. Nor­ris "Biz bir sü­tun ü­ze­rin­de yan­lız ya­şa­mı­yo­ruz. Yu­nuslar he­pi­mi­zin da­hil ol­du­ğu a­ğa­cın bir da­lı­dır. Biz on­lar­da­nız, on­lar da biz­den. On­lar ve di­ğer hay­van­lar hak­kın­da ne ka­dar çok şey bi­lir­sek a­ra­mız­da­ki sı­nır­lar o ka­dar a­zal­mış o­la­cak." di­yor.
 
Geri
Üst